HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

12 Ocak 2011 Çarşamba

THKP-C (Acilciler) TARİHİ İÇİN BİR TASLAK...

219. DOSYA

THKP-C (Acilciler)
TARİHİ BİR DİRENME ÖRGÜTÜDÜR
İKİYÜZLÜ OLAN
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER ve MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’DIR



Mihrac Ural


10 Ocak 2011

28 Yıllık TKEP’li itirafçı Engin Erkiner “ Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” diyerek kendi rezaletini ve kirliliğini ahlaksızca dile getiriyor.

Rezil ve kirli geçmişi olanlar, herkesi kendileri gibi görmek isterler. Kendilerine benzer ararlar, bu yolla sırtlarındaki kamburun görülmeyeceğini sanırlar.
Ahlaksız adam poliste itirafçı olduğunu unutmuş, yüzlerce devrimcinin öz verilerle, işkence, zindan, sürgünlerle süren mücadelelerinin eseri olan Acilcilere dil uzatıyor, karalamaya çalışıyor.

Acilciler tarihi bir direnme örgütüdür. Hatalarıyla sevaplarıyla ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesi için canla başla çalışmıştır.
Bu onurlu tarihi, kendi rezillik ve kirlilikleriyle karalamaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

THKP-C(Acilciler) tarihi, 4. Dönemini yaşadığımız siyasal bir evrim sürecidir; her dönem özgün eylem ve çalışmalarıyla bir sonraki dönem tarafından aşılmıştır. Bu gelişmeler temelde siyasal evrimin ifadesi olarak birbirine bağlanmış halkaları ifade eder; örgüt tarihini bir ve bütün yapan da budur.

Bu süreçte bireylerin rolü, emeklerinin, tutarlılıklarının, riskler karşısında kararlı duruşlarının, özel bir çıkara tenezzül etmeyişlerinin, zorda teslimiyete karşı dik duruşlarının şekillendirdiği bir roldür.

Bu bir sınavdır. Bu sınavı başarıyla geçenlerin, bu sınavda kalanlar tarafından karalanması doğaldır. Ancak tarihi belgelerin ışığında yazacak olanlar yalnızca bu sınavı başaranlar olacaktır.


***



İtirafçı Engin, dayanamadı sonunda baklayı ağzında kaçırdı.
Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” (Engin Erkiner, “Acilcilerin öteki yüzü (1)” )

Üç yıldır süren kirli tartışmaların tek amacı vardı o da bu cümleleri lağım gibi, bir kin deryası olarak kusmaktı. Özel Harp dairesinin devrimcilere saldırı yöntemlerinin bir tekrarını dile getiren bu çirkin kişi artık her değeri ayaklar altına almış bulunmaktadır.

Kişinin kendi tarihi rezil ve kirli olunca, herkesi kendine benzetmek için çırpınır. Polise düştüğü an, tek tokat yemeden örgütümüze dair bildiği, bilmediği her şeyi, hayallerini bile teslim etti. İtirafçı oldu, Bunun sırtında oluşturduğu kamburu örtmek için, çırpınarak benzer aramaktadır. 28 Yıllık TKEP’li olmasına karşın Acilcilere saldırarak bu arayışını sürdürmektedir. Bir zavallının psikolojik sefilliğini yansıtan bu çabalar kimsenin gözünden kaçmıyor.

Yüzlerce militan ve kadronun emekleriyle yükselen bir direnme örgütüne yapılan bu ahlaksız saldırıyı kin olarak nitelemeye devam eden varsa, bir kez daha yanıldıklarını göreceklerdir.

Bu ne Mihrac Ural’a yönelik bir kindir ne de tek başına sırtındaki kamburu örtme girişimidir: bu bir görevdir devrimci harekete 12 Eylül rejimi ağzıyla saldırıdır, mevta haldeki solu bir kez daha katletmektir.

Acilcilerin bir yüzü var “öteki yüzü” diye bir ikircimliği yoktur. Acilciler, her örgüt gibi farklı tarihi süreçlerden geçmiştir. Her dönemin kendi özgünlüğü içinde biçimsel farklılıklarına rağmen tüm dönemlerin tek amacı ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Acilciler bunun için mücadele etmiş, işkence, zindan, sürgün kasvetlerine katlanmıştır.

28 Yıllık TKEP’li bir itirafçının, Acil tarihi üzerinde söz söylemesinin hangi saiklerle olduğu bir yana, istisnasız tüm Acilcilerin bildiği süreçleri, malum kelime oyunlarıyla alt üst edeceğini sanması devam eden yalanlar zincirine yeni bir halka eklemekten başka anlama sahip değildir.

İtirafçı Engin Erkiner yalan söylüyor. Bu kez de müptezelce yalanlarına yenilerini ekliyor.

Oysa her şey tüm yönleriyle açıktır.

Çok ayrıntıya girmeden denebilir ki, Örgütümüzün beli başlı 4 dönemden geçmiştir.

1. Dönem: Kuruluştan 26 Ocak 1976 Malatya Beylerderesi’nde İlker Akman ve diğer kurucu yoldaşların şehit edilişine kadar.

2. Dönem: Beylerderesi katliamından, 19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günü olarak belirlediğimiz örgütün çökertilmesine yol açan operasyon ve itiraflara kadar.

3. Dönem: 19 Ağustos 1977’den 1. Kongreye kadar olan dönem.

4. Dönem: 1. Kongreden bu güne kadar süren dönem olarak belli olay ve tarihi kesitlerden oluşur.



1. DÖNEM


Bu dönemlerin ilki kurucu şehit yoldaşlarla birlikte sona ermiştir.

Örgütümüz kurucu liderlerini kaybetmekle kalmamış, atılımını, yazım etkinliklerini de kaybetmiştir. TDAS bu dönemin ürünüdür; Yüksel Eriş ve Ömür Karamollaoğlu’ndan aktardığım ayrıca, o dönemden geride kalan canlı tanık olarak Rıza Salman’ın görüşlerini yansıtan Kurtuluş Cephesi sitesinde açıklandığı gibi TDAS İlker Akmanın ağırlıklı olarak emek verdiği, farklı yoldaşların katkısıyla yazılmıştır;

"Üçüncü baskı yapılırken, broşürün hazırlanmasında ve yayınlanmasında yer almış pek çok yoldaşımız artık yaşamamaktadırlar. TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ / HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ 1993" (http://www.kurtuluscephesi.com/eris/tdas.html Geniş bilgi için bkz: TDAS’ı kim yazdı dosyası http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )

Bunun da önemi yok konumuz bu değil. Bu dönemin kapanmasına yol açan Malatya belyler derisi katliamının tek şüphelisi İtirafçı Engin Erikner’dir; İlker Akman’ın ablası olan karısının suratına “katil muhbir” diye haykırıp boşanmak istediğini ilan ettiği yakın tanıkların aktardığı bir bilgidir.

2.Döneme girilirken bu itirafçı bozuntusu aşağılık yaratık, silik kişiliğiyle, Yüksel Eriş hocanın, Rıza Salman’ın yönetici kişilikleri altında ezilerek yer almıştır.



2.DÖNEM


A) ANKARA-İSTANBUL


2. Dönemde Rıza Salman, Yüksel Eriş ve İtirafçı Engin bulunuyor.
Bu dönem ilginç bir biçimde Yüksel Erişin ve Ömür Karamollaoğlu’nun elinde bomba patlayarak şehit olmaları gündeme geliyor.

Bu olaylar, örgütün askeri açıdan hangi düzlemde olduğuna bir veri olduğu kadar, itirafçı müptezelin kendini askeri konularda bir uzman sanmasının komikliğini de gösteren acı anılardır. Bu dönemde Rıza Salman direnerek yakalanmıştır; bir Acilci yöneticinin alması gereken tutuma örnek olmuştur (hiçbir siyasi yaklaşımını tasvip etmediğim insan olarak da asla bir arada olmayı yeğlemediğim bu yöneticinin polis karşısında gösterdiği tutum bir Acilci için örnek tutumdur demek doğruyu teslim etmektir). Rıza Salman teslim olmamıştır. 2. Dönemin bu kesitinde İtirafçı tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmış ama arkasında şehitlerle, yakalanmalarla örgüt adına hiçbir şey bırakmadan İstanbul’a geçmiştir; bu dönemde siyasal önemi olan ne bir yazı, ne bir görüş, ne bir bildiri, ne de bir basın açıklaması yoktur. Yapılan tüm eylemler acı sonuçlarla noktalanmış İlkerlerden sonra Ankara birimi de çökertilmiştir.

Bu dönemin muhasebesini hiç yapmayan bu itirafçı, hiçbir şey olmamış gibi, yiğitler ölüp direnenler zindana düşünce, doğan boşlukta birkaç ay, dar bir alanda, kimse üzerinde bir etkisi olmadan yönetici olarak belirmiştir.

Örgüt tarihimizde bu itirafçı hiçbir zaman yönetici olarak olmamıştır. Ama bulunduğu her yerde bir tasfiye olayı gündeme gelmiştir.

Ömür Karamollaoğlu, şehit olduktan sonra (24 Mart 1977), İstanbul operasyonunda polise itirafçı olarak teslim olana kadar geçen 6 ay içinde bu itirafçının yönetici olarak bir örgüt genelini bağlayan hiçbir etkisi yoktur olmamıştır. Bu örgütte, yönetici anlamında bu kişinin İstanbul bölgesinde, kısa sürede bulunduğu dönem dışında da bir yöneticiliği yoktur.

Bu dönemin kısırlığı, sığlığı, İlkerler sonrası dönemin siyasal açıdan ne kadar içi boş bir dönem olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.

İtirafçı Engin, İstanbul’a gelmiştir. Gelişiyle birlikte bu bölgede toplanan kadro ve militanlar, bölgelerden gelen silah ve mühimmat dahil her şeyi ilk operasyonda tek tokat yemeden polise teslim etmiştir. Ancak bu işi tek başına değil, örgüte sızdırdığı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la birlikte yapmıştır.

Bu konuda kendi itiraflarıyla bunu belgeli hale getirmiştir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

İbrahim Yalçın’a aylardır MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? sorusunu soruyoruz, Cevap vermiyor. Fare gibi kaçıyor. Bu sorunun cevabı her şeyi ortaya koyacağını, örgüt tarihinde itirafçıyla oynadıkları kirli rolü ortaya sereceğini biliyor. Cevapsız yüzlerce soru açıklığa kazanacağını biliyor.

Her konuya bir kulp, kurgu ve yalan senaryoyla cevap veren bu kişinin neden MİT’le ne zaman çalışmaya başladın sorusuna cevap vermediğini artık çok açık olmuştur. O, baştan itibaren bir MİT elamanıydı. Bu günde aynı işe devam etmektedir.

2. dönem örgütsel bir yıkımla kapandı. İtirafçı ve ortağının örgütü yok ettikleri kanısındaydılar. MİT ajanı İbrahim yalçının el yazılı itirafnamesinde dile getirdiği şu sözleri o gün içinde geçerli saymak yanlış değildir;

Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

kısa bir süre zindan yatıp çıkarılan MİT ajanı İbrahim Yalçın, 1979 Aralığında tahliye edilirken örgüte yönelik büyük operasyonunda görev almak üzere işe koşulmuştu.

2. Dönem böylece, örgüt adına ne varsa polise teslim edilerek, yazınsal açıdan yeni hiçbir şey üretilmeden, geride firari olarak kalanların sırtına bir ton itham yıkılarak, olası eylemler ve olası militanların da isimleri verilerek, unutulanlar hatırlandığında polise bunu “kronolojik olarak” aktarıp deklare ederek kapanıyordu.
Bu dönem, özellikle Güney ve Karadeniz bölgelerinden aktarılan kadroların yaptığı askeri eylemler ve yarattığı etki, hiçbir zaman gerçek bir askeri yeterliliğini ifadesi değildi. Basının, İnterkontinental otelinin kurşunlanma anında, tesadüfi olarak yapılan bir güvenlik toplantısı nedeniyle gösterdiği ilgi örgütümüzü devrimci mücadeleye ne tanıtan nede oradaki yerini belirleyen bir ölçüttü. Bunun için militan ve kadroların büyük özverilerle, her alanda, kitleler indinde, meydanlarda, işkence ve zindanlarda gösterdikleri destansı çabalarla olmuştur.

Kişiler kendi “Rezil ve Kirli” geçmişlerine göre, benden sonrası tufan yaklaşımlarıyla bir tarihi direnme örgütü olan Acilcileri tanımlamak istemeleri boylarını çok aşar.

Tarihi itirafçılar, ajanlar yazamaz…


Acilciler tüm dönemlerin, birbirine aktardıkları birikimlerin olumlu olumsuz tecrübelerin örgütüdür. Bu dönemleri objektif olarak ele alamayan ikiyüzlülerin değerlendirmeleri bir anlam taşımamaktadır.


B) GÜNEY BÖLGESİ

22. Dönemin b şıkkında özgün yapısıyla, yükselen çalışmalarıyla güney bölgesinin ayrı bir yeri vardır. Bu bölge Hatay ve Adana’yı kapsar.

Bu yazı bir tarih yazımı denemesi olmadığı için bu bölümü uzun anlatmayacağım. Ancak, bu bölgenin, kitle çalışması, basım yayım etkinliği, Lise ve Ortaokulların tümü, istisnasız örgütlü komiteler tarafından yönlendirildiğini belirtmeliyim. Şehrin tüm mahallelerinde, eğitim enstitüsünde, köylerde ilçelerde örgütlü yapılar oluşturulmuştu. Bu özelliğiyle Güney Bölgesi örgütten çok farklı bir boyutta ağırlık ve etkinlik sahibiydi (örgüt tarihinde bu sürecin ardından gelen gelişmeleri kavramak için bu belirlemelerin önemi büyüktür, yoksa tarih herkesin kendini yaratıcı güç sandığı, bir metafizik dalaşa benzer)
Bu bölge, kitle çalışmasını merkezine almış bir bölgedir.

Diğer tüm bölgelerde, Karadeniz’de kimi alanlar hariç kapalı oda gerillalarının kitlelerden kopuk, askeri eylem bekleyişinden ibaret çalışmaları hüküm sürüyordu.
Sonuçta örgütün Acilciler ve HDÖ ayrılığında bu altyapıların rolü belirleyici olmuştur.

Bu bölgelerde ilk elden bölgesel ölçekte yayınlanan TEK YOL DEVRİM dergisi, kesintisiz her askeri eylemle ilgili basın açıklamaları, “Sosyal Emperyalizm Tezlerinin saçmalığı” broşürünü ve bu broşür etrafında ardı arkası kesilmeyen seminerlerin verilmesiyle birçok alanda TKP, AYDINLK, DEV-YOL gibi örgütlerin tutunması mümkün olmamıştır. Örgütümüz sağlam siyasal algılarla bu alanlarda siyasal üstünlük sağlamıştır.

Bu dönemde söz konusu bölgelerde askeri eğitim faaliyetleri, Binboğa tırmanışını çok geride bırakan etkinlikte kadro yetiştirmiştir. Bölge ülkenin her tarafına bu dönem ve sonrası dönemlerde kadro ihraç etmesi de bu çalışmaların etkinliğini göstermeye yeterlidir. Nebil Rahuma ve Ali sönmez yoldaşların İstanbul eylemlerinin olmazsa olmazı olarak rol oynamaları çok şeyi anlatmaya yeterlidir. İtirafçı polise bu yoldaşları İstanbul’a nasıl gönderdiğimi ayrıntılarına varana kadar itiraf etmiştir.

Bu denemde Antakya TÖB-DER şubesi başkanı Salih yoldaş, öğretmen örgütlenmesi kadar illegal birimde de sorumlu olarak iki alanda başarılı çalışma örnekleri veriyordu. TÖB-DER merkezinde de etkinliklerimiz hızla artıyordu. Acilcileri böylesi Türkiye çapında en sıkı örgütlülüğüyle kurumlaşmış bir merkezi yapıda temsil etmek, bu bölgenin yükselen değerleri açsından çok anlamlıdır. Bu alanla ilgili örgüt tarihimizi Salih yoldaş kaleme alacaktır. Okur, MK üyesi Salih hocanın 217. Dosyada yaptığı tarihi açıklamaları izleyerek de önemli kanaatler elde edebilir.

Bu dönemin dernek çalışmaları, kitle ve mahalle çalışmaları tüm boyutuyla örgüt tarihi yazımında ele alınacaktır. Orada, bu sefil ihbar şebekesinin birkaç kişiyi geçmeyen ilişkilerine karşılık, binlerce sempatizanın ve halk insanımızın adı anılacaktır.


3.DÖNEM

A) 12 Eylül öncesi kesit

Acilcilerin 3. Dönemi, 19 Ağustos 1977’den sonra 1. Kongreye kadar süren dönemdir.
İtirafçı, kendisinin de içinde yer aldığı yöneticilik tarihini itirafçı olarak 2. Dönemle birlikte noktalamıştır. Polis itirafnamesi, gerçek anlamda bir utanç belgesidir. Akıl almaz bir teslimiyet belgesidir.

19 Ağustos 1977’de bu itirafçının geride bıraktığı enkaz ve sırtımıza yıktığı itirafların ağır baskısı altında firari koşullarda örgütü yeniden yükseltmeye ve mümkün olabilecek her şehirde örgütlemeye koyulduk.

Acili, Acil örgütü yapan süreç, önceki dönemlerden aldığı olumlu ve olumsuz her şeyle bu dönemle birlikte şekillenmeye başlamıştır. Bu ne bir sansasyonel eylemlerle ne de bir broşürün adıyla ilgilidir; broşür, zaten kısa sürede aşılmıştı. Bu noktada bir kez daha, tarih tesadüflerin eseri değildir gerçeği beliriyor.

Bu var oluş, tamamıyla kadro, militan, sempatizan ve destek veren halk kitlesinin emekleriyle, Acilci olan herkesin katkısıyla olmuştur.

Bu sürecin başında benim olmam ya da olmamanın hiçbir önemi yok, bu süreçte beliren Acilcilik, tüm acilcilerin onurlu çalışmalarının bir eseredir.

3. dönemin en önemli verisi basım yayım faaliyeti kararıdır. Bu da geçmişte yerel olan yayınların aşılarak ülke çapında merkez yayın organı çıkarma girişimidir. CEPHE bu algılarla yayın hayatına girmiştir. Bu adım Acil tarihinin en stratejik adımıdır acili siyasallaştıran, yönelimlerini anlamlı kılan adımdır. Bu yönde aldığım karar geçmişi bu güne bağlayan en önemli karardır.

Güç koşullarda, basım kalitesine bakmadan yazım faaliyetinin basımla sonuçlanarak kitlelere dağıtılması, bu sürecin en önemli halkasıdır. Bu eğilim Ankara’da bir matbaanın satın alınmasını ve eski yeni yayınlarımızın basımına başlanmasına geçit vermiştir. Bu aynı zamanda yazım çalışmalarımızın da hızlanmasını tetiklemişti.
“SOVYET SOSYAL EMPARYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALAIĞI” kitabı, “KAPİTALİZİM Mİ? SOSYALİZM Mİ?” Adı altında basımıyla da devam eden CEPHE basımı yeni makalelerin çıkmasına yol açmıştı. Ulusal sorun adlı kitabımın basımı, ardı arkası kesilmeden yazılan makaleler, faşizm konusunu açıklığa kavuşturulması gibi o denem tartışmalarına açıklık getiren örgütsel tutumlar belirginleşmişti. Ancak bu sürecin en doruk yerinde HDÖ ile geliştirdiğimiz siyasal ayrılığın ideolojik temellerinin atılması olmuştu.

Acili, Acil yapan siyasal süreç böylece şekillenmişti.

Askeri sanat” terk edilmiş, ortaya attığım “savaşın politik sanatı, politik gerilla savaşı” kavramları yerleşmeye başlamıştı. Klasik halk savaşının, kır gerilla savaşının, köylülüğün temel güç olma esprisinin bu süreçte aşılması gerçekleşmişti.

1979 yılları sonuna kadar devam eden bu siyasi evrim, Acili siyasal zeminde ne savunduğunu bilen bir örgüt haline getirmişti. Bu gelişme ve evrim olmasaydı örgütümüz ne bir devrim programı yazabilirdi nede kongreye gitme cesareti olabilirdi. Bu sürecin başında olarak, kadro ve militan yoldaşlarımın emekleriyle bir yükseliş dönemine girilmişti.

Bu yükseliş aynı zamanda TDAS’ın da aşılmasıydı. TDAS’ın eklektik dokusu siyasal gelişmemize uymayan bir dokuydu. Birçok kişinin birçok garklı algıyla kaleme aldığı açık olan bu broşür tarihimizin bir parçasıydı, birçok alanda önemli hizmetleri de olduğu açıktır. Ancak 1979 gelip çattığında TDAS teorik olarak çoktan geride kalmıştı (bu konuda ayrıntılı bilgi ve TDAS yorumu 214. DOSYA’da yer almaktadır http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )

Bu yükseliş, 1978 Mart’ında yakalanmamıza karşın, geride örgütü yöneten bir yönetim kadrosunun bırakılmış olmasıyla da belirginleşmiştir. Polise düşünce, örgütün var olan, geçmiş ve gelecekte olma ihtimali taşıyan üst komitelerini isim, adres, eşkal ve olası eylem ithamlarıyla teslim eden bir itirafçının yarattığı yıkım ve ahlaksız duruş böylece aşılmış oluyordu.

Örgütte yönetici olmanın onuru poliste direnerek verilmiş, geride kalan örgüt sağ salim kurtulmuştu. Bu bir ilkeydi düşen, bir sonraki halkayı koruyacaktı. İtirafçı Enginin, ortağı MİUT ajanı İbrahim yalçın’la yıktığı bu ilkeyi bizler bir kez daha dik tutarak örgütü, karanlık odaların kitle nedir bilmez, sorumsuz askeri tiplerin elinden kurtarmıştık. Örgütü kitlelerin dünyasına taşımıştık. Güneş yüzü görerek büyümesini sağlamıştık; bunda Güney bölgesi ve Karadeniz örgütlenmesindeki kitlesel algıların önemli rolü olmuştu.

Bu dönem, örgütün zindanlardan da aldığı yönetsel etkinliklerin, uyumlu bir çalışa olarak sürdürüldüğü bir dönemiydi.

Zindan direnişleri, faşistlerle çatışmada gösterilen yaygın etkinlik, artık eski tek eylem boyutunu çoktan aşmış nitelik sıçraması yaparak aynı anda birden çok alanda aynı saatte eylemler dönemine geçilmişti.

Askeri açıdan” Acilcileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Hiçbir örgüt, PKK dahil o kesitte böylesi bir etkinlik sağlayamamıştı. Ancak askeri bakış açımızın değişimiyle eylemlerimizin siyasal yanı, çok daha ön planda oluyordu. Bu da örgütü şahıslara yönelik bir suikast örgütü olmaktan çıkarıyordu.

İtirafçının sık sık örgütümüzü eylem algısı açısından diğerlerinden geri gösterme aptallığının yanılgısı bilmediği bir konuda konuşmasındandır.

19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günüdür. Bu günle birlikte örgütsel tarihimizin 2. Dönemi kapanmıştır yeni açılan dönemle birlikte örgütümüz insan öldürmekten ısrarla ve kararlıca kaçınmaya çalışmış, askeri eylemi psikolojik bir etki boyutuna çekmiştir. Siyasallaşmanın mantık uzantısı olarak askeri eylemi insan katletmek üzerine değil siyasal etkisi ve mesajı üzerine yoğunlaştırmayı esas almıştır; bu bizim örgütsel eylemlerimizin yaygınlığına ve aynı anda birden çok yerde eylem yapabilecek kadro ve militan potansiyeli kazanmamıza da yol açan bir açılımdı.
Acilcileri diğer örgütlerden ayıran tastamam budur; eylemlerimizin içerik ve biçimidir.

Benzer örgütlerle benzemezliğimizi budur, bizi biz yapan da bu hassasiyetlerimizdir. Örgüt tarihimiz yazılırken dikkat edeceğimiz en önemli özelliğimiz de bu olacaktır.

Örgütümüzün bir askeri eylem ve insan katleden örgüt olma eğilimi olmamalıdır, bunun aşılması gerekiyordu ve aşıldı; bu aynı zamanda siyasal yazınsal etkinliklerimizle at başı yürüdü. Hedef siyasal mücadeledir adam katletmek değil.

Oysa itirafçı Engin, kendi diliyle, kimi nasıl öldürecekleri konusunda araştırma yapıp durduğunu, başka bir örgütün (MLSPB) onları atlatarak, adamı öldürdüğünü, kana susamış bir katil olarak anlatıyor. Oysa Acilcilik bu değildi. Bu algıları yenilgiye uğratmamız gerekiyordu ve bunu başardık.

Örgüt geçmişimizde böylesi insanların olması ile bunların itirafçı ya da MİT ajanı haline gelmeleri eşyanın doğasıyla uyumludur; MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, bir alevi ticaret adamını özel olarak kandırıp getirerek, kendi eliyle katlettiğini, bunun da bir faili meçhuller dönemini bir parçası olarak İstanbul MİT’nin talimatıyla yapıldığı bu gün artık tartışmasız açığa çıkmıştır (Adamı katlederken kulağına fısıldayarak da “beni tanıdın mı, ben İbrahim Yalçın’ım” demiştir)
Ama bu tür safralar uzun süre aramızda kalamadan, dökülüp gitmeleri örgütümüzün siyasal karakteri için önemli bir referanstır.


B) 12 Eylül kesiti

12 Eylül dönemine gelirken örgütümüz ülke içinde örgütlülük açısından olduğu kadar, siyasal yazım, deneyim, işkencelerde ve zindanlarda direnme açısından oldukça toparlanmış bir örgüt haline gelmiştir. Abartısız bulunduğumuz her zindan da öncü bir direnime sergiledik, eğitim çalışmalarıyla, adli mahkumlardan bile kadro transfer edecek bir etkinlik yarattık.

Bu birikimler 12 Eylül döneminin ilk sarsıntıları atlatıldığı andan itibaren yine öncü rolleriyle zindan direnişleri örgütümüz kadro ve militanlarının esiri olarak, bulundukları her yerde gelişmiştir; Mamak zindanı bunun en önemli halkasıdır.
Bu süreci besleyen ve zindanda dik duruşa önemli bir moral kaynak olan yurtdışına da gerçekleştirilen etkin siyasal faaliyetler olmuştur. Bu etkiler zindandaki siyasal kombinezonlar üzerinde yaptığı etkiyle olduğu kadar mücadele açısından oluşturduğu moralle de belirgindir.

Bu sürecin ince ayrıntılarına girmeden dile getirilmesi gereken ön en önemli çalışmaları sırasıyla şunlardır;

Merkez Yayın Organı CEPHE yeniden yayın hayatına başladı ve ülke içine imkanlar ölçüsünde dağıtımına girişildi.

Komünistlerin birliği adı altında başlayan süreç ve Türkiye devrimci hareketi içinde belirginleşen yerimizin yükselişi. O güne kadar Merkez komitesi olarak örgütü yöneten yoldaşlara ek olarak bölgelerdeki temsilcilerin katılımıyla yapılan genişletilmiş Merkez komitesi toplantısının bağlanması ve Kongreye giden sürecin başlatılması.

Filistin örgütleriyle ilk bağlantıyı kurmamla birlikte askeri eğitim kamplarının oluşturulması, aranan ve eğitimi yapılması gereken yoldaşlara güvenli bir liman oluşturarak bu sürecin açılması. Bu eğilim parti okulu algısının doğmasına ve parti okulunun kurulmasına gidilmesi.

Bilinçli ve kararlı bir politikayla, o gün için imkansız anlamına gelen adımların atılmasıyla 12 eylül dönemine karşı örgütümüzü hazırlamaya başladık.
İşte şerefsiz itirafçının, hakir insanın “Rezil ve kirli” diye göstererek, suçlamak istediği örgütsel dönemimiz bu kaygılarla, görev yapma çabasıyla başarılmış devrimci duruşlardır.

Örgütü yıkan, polise teslim eden bir itirafçının hezeyanı olan bu sözler, tüm acilcilere bir hakaret olarak yazılırken bunun hesabını vermeyeceğini mi sanıyor? Yanılıyor, beklesin görsün.

Bu süreç en doruk noktasında 1982 Haziranında İsrail’in Lübnan’a karşı savaş açtığı günlerde, bizler bir dizi Türkiyeli devrimci hareket toplanarak Türkiye tarihinin ilk ve tek Cephesini kurduk (1 Haziran 1982). Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC).

Bizler, bir yandan İsrail’in açtığı savaşın kanlı bombardımanları altında yoldaşlarımızın mevzilenme ve direnişini düşünürken, diğer yandan 12 Eylül rejimine karşı örgütümüzün diğer devrimci örgütlerle Birleşik Direnişini organize ederken bu sefil alçak, TKEP’li ahlaksızların safında örgütü arkadan hançerlemekle meşguldü.
Kirlilik adına yeryüzünde olabilecek en alçakça yöntemlerle, bu gün örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında belgeli kanıtlı olan kışkırtmaları, yoldaşların kafalarını bulandırmaları gündeme getiriyordu. Örgüt içinde bölünmeyi kışkırtan el yazılı mektupları, kişileri kandırmak üzere Avrupa’da ilticacı yapma rüşveti önerileriyle, onursuzca savaş kaçkını haline getirip, TKEP saflarına katma çabası içindeydi; şimdi soruyorum, şu ahlaksızın örgütü TKEP bu gün nerede, biri cevap versin.

Biz ise olduğumuz kadarınca işte buradayız, sanalda var olduğumuz gibi meydanlardayız da. İşte yasal yayınlarımız, işte derneklerimiz, işte kesilmeden yayınlanan siyasi duruşlarımız. Sayıları kimse sormasın, bu ülkenin solunda yüz binleri yürüten örgütlerin yok olduğu bir ortamda siyasi bir duruş olarak var olmak yok alanlara göre bin kat daha etkin olmaktır. Acilciler işte böylesi bir noktada demokrasi ve özgülük mücadelesini sürdürüyor.

Ya itirafçı ve ortağı, onlar her zaman hezimetle yüz yüze gelen sorumsuzlar olarak örgütümüze karalama yapmakla meşguller. Siyasi haysiyet ve şeref sahibi olmayan bir itirafçının Acilcilere böylesine dil uzatması, hak ettiği cezanın boynuna asılacak yaftada yer alacakları bu günden kendi eliyle yazılmasından ibarettir. Bunu da göreceğiz, herkese de göstereceğiz.

Şimdi herkes elini vicdanına koysun ve kimin kirli ve rezil olduğu kendi kendine söylesin.

Bir tarafta çirkinlik, diğer tarafta canını dişine katarak devrimci mücadele için, halkların çıkarı için verilen çaba bulunuyor; gerisi boş laftır…

Örgütümüz 3 döneminin ikinci kesitini de başarıyla geçmiştir. Bunu 1. Kongresini yaparak dosta düşmana göstermiştir. Sayın Öcalan’ın kongre konuşması, Filistin temsilcilerinin kongre konuşmaları ve merkezlerinin ilettiği mesajlar bunun en büyük delilidir.

Bütün bu gelişmeler o kesitte hayali bile zor olan bir kongrenin hiçbir sıkıntıya uğramadan bağlanmış olması, MİT’in aralarında İbrahim yalçın da olduğu, Süleyman…, Aydın Ocak tan oluşan üç ajanını da yakalanması büyük öneme sahiptir.

Başarıyla bağlanan kongremiz, ülkemizde yüz binleri sokaklara dökmesine rağmen kongre örgütlemeden yok olan örgütlere nispeten büyük bir başarı olarak gündeme gelmiştir. Bunun ön hazırlıkları önceden de belirttiğim gibi, genişletilmiş MK toplantısına ve orada alınan karaların hayata geçirilmesi sonucudur.

Bütün bu çabalar dikkatli okurun gözünden de kaçmayacağı gibi bir disiplin, bir kararlılık, bir yükümlülük ve amatör ruhla ele alınmış profesyonellikle yerine getirilmiştir.

Bu dönem aynı zamanda sosyalist ülkelerle ilişkilerin geliştiği dönemdir. Her dönemin kendi mantığı ve verileriyle o dönemin gerekleri ve öne çıkan sorunlarıyla yapılacak olanlara sarılıp yerine getirme çabası içinde olunmuştur.

Avrupa’da örgütleme çalışmaları, CEPHE Dergisine bağlı her ülkede ihtiyaçlara bağlı olarak farklı yayın organlarının çıkarılması, bu sürecin bir parçası olarak ilerlemiştir. Bu dönem Türkiye’de legal yayın için büyük sıkıntılara rağmen maddi kaynak aktarımı yapılmıştır, o kesitte on binlerce Fransız Frank’ı İstanbul bölgesinde, ATAK dergisinin basımı için gönderilmiştir; bu konuda önemli adımlar da atıldı. CEPHE Dergisi, her sayısının kapağını, o günün koşullarına göre çok önemli bir tarzla, gerçek bir yağlı boya tablosu olarak dizayn edilmiştir; Paris’te, Momart tepesi ressamlarından biriyle yapılan anlaşmayla bunu sürekli kılmıştık.

Bu dönemin sonunda, CEPHE 50. Sayıyı çok geçmişti. Binlerce makale, bildiri ve 60’ı aşkın broşürle bu kesitte oldukça verimli bir siyasal edebiyat biriktirmiştik. Örgütümüz istisnasız her konuda, haftalık gerektiğinde günlük anında özel baskılarla olayları açıklamış kitlesine ve kadrolarına siyasi mesajını iletmişti. Yayınlanan bildiri sayısı 3000 civarındadır. Bütün bu çabalar, emekler örgüt bir sorumluluğun emekleriydi.

Kim ne olursa olsun siyasi tezlerimize katıl ya da katılmaz, sever ya da sevmez ancak önünde saygıyla eğileceği bir performansla siyasi mücadele elimizden gelen her şeyi yaptığımızı ortaya koyan verimli bir kesit yaşadığımız teslim edecektir. İşte itirafçının kirletmek istediği, görmek istemediği ya da bilinçlice altında ezilmekten dolayı yadsıdığı, kin duyduğu gerçek budur. Buna kirlilik buna rezillik diyenin dili kesilir o kadar…

1990 yıllarına girerken, sosyalist sistemin çöküşüyle değişen dünya güçler dengesi ve algıları örgütümüz yeni evriminin sürecini de belirleyen bir unsurdu. Yeni sürece 3. Dönemin ikinci kesitinde geliştirdiğimiz, “İşçi Sınıfı Halklaşmalıdır” teziyle girdik.

Bu yaklaşım dünyanın değişimini kavramaya başlayan ve bu konuda sorumlu bir örgütsel tutumla tezlerini örgüt içi ve dışı tartışmalara açan bir süreçtir.


4.DÖNEM


İçinde olduğumuz ödem 4. Dönemdir. Bu dönemi 2000 yıllarından itibaren başlatmak yanlış olmayacaktır.

Bu dönem örgütün yeniden siyasal ve kurumsal olarak düzenlenme dönemidir. Bu açıdan 500’ü aşkın temel makale ve dört önemli kitap halinde sanal ortamda oluşturulacak tezlerimin yer aldığı çalışmaları kapsamaktadır.

Örgüt olarak bu süreci, evrensel ölçekte bir küreselleşme süreci olarak belirledik. İki küreselleşmeye dikkat çektik. Birincisi emperyalist mal satımıyla, siyasi dayatmalar, savaşy ve darbelerle işgallerin at başı gittiği bir küreselleşmedir. Diğeri ise, insanlık kolektif aklının birikimleriyle açılan bilişim çağının üretim küreselleşmesidir; bu yeni bir uygarlığa doğru gidişi tanımlayan gelişmeydi, bunu çözümlemeye yöneldik, siyasal sonuçları örgütsel ve program açısından etkilerini belirlemeye yöneldik.

Bu dönemle birlikte, işçi sınıfı, sınıf mücadelesi ve buna bağlı tüm söylemlerin yeniden gözden geçirilip eleştirilerek yeni koşullara uygun verilerin saptanmasına sorumluca giriştik. Görüşlerimizi açık adımız ve adreslerimizle yazarak tartışmaya koyduk. Önemli oranda polemikler yaptık ilgiyle izlenmeye de devam ediyoruz.
Sınıf mücadelesi reformist bir mücadeledir, tezini ortaya koyduk.

Kapitalizmin öz oğlu olan işçi sınıfı, kapitalizmi tasfiye edemez, tersine ekonomik çöküntüde burjuvaziyle omuz omuza sistemini kurtarmaya çalışır diye belirleme yaptık.
Devrim tarihsel olmasa geri dönüşü zorunlu olur dedik. Tarihsel devrim teknolojik devrim ve bilgi dönüşümleri üzerine oturmuş bir devrimdir dedik: bu devrimin en temel ihtiyacı daha çok özgürlük ve demokrasidir dedik: bu nedenle de, çağımızda devrimci olmak demokrasi ve özgürlüğün alanlarını sonuna kadar genişletme mücadelemiz de yer almak demektir diye de hedeflerimizi net belirledik.

Real sosyalizmin esasında yeni bir uygarlık olmadığı, olamayacağını belirledik. Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer bir yüzü olduğu gerçeğinin işlenerek, alternatif önerimizin demokrasi ve özgürlükte anlam bulan, daha çok demokratik hakların kazanılmasını mücadelesinin temeline oturtan bir yönelim belirledik.
Bu açılımlar, uzun polemiklerin, teorik formülasyonların ürünü olarak yazınsal literatürümüzün zenginliği arasında yer aldı. Dinamik, tüm canlılığıyla gelişmeleri izleyen bir örgüt olarak kendi siyasal evrimimizi senek algılarımızla oturtmayı sürdürdük. Kırılmadık, yok olmadık, çok geriledik ama yolumuza ayni azım ve kararlılıkla devam ettik.

Bu amaçla, sivil kitle kuruluşlarında, mesleki dernek ve etkinliklerde, basım yayın alanlarında önerdiğimiz siyasal yönelime uygun yapılanmalara gücümüz oranında hız verdik. Sakince, yeni tezlerimizi ikame ederek, bilince çıkararak mücadeleyi kavramış insanların örgütlü mücadelesi haline getirmeyi sürdürmekteyiz.
Ülkemizin her siyasi eyleminde yerimizi almaya çalışıyoruz, Örgütümüzün duyuruları düzenli bir biçimde on binlerce insana aynı anda ulaştırılması için gerekli her çabayı sürdürüyoruz. Arşivimizi genişletiyor tarihimizin bu kesitini de belgeleriyle biriktiriyoruz.

Biz örgütlü devrimci mücadele bayrağını, ülkemiz devrimci hareketlerinin bir eşiti olarak, açıp yolumuzda yürürken, düşmanlarımızın kuklaları ise bize akıl almaz bir çılgınlıkla saldırmaya devam etmektedir.

Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama on yıllardır değişmeyen kararlı bir azimle yoluna devam eden, birbiriyle ölümüne bağlı olan, her siyasal gelişmede tutum ortaya koyan, meydanlardaki kitlesel varlığıyla da sanalı çok geride bırakarak, mücadelenin orta yerinde varım diyen bir çabaya saldırmak kimin işidir bunu soruyorum?
Bu çabalar, THKP-C(Acilciler) örgütünün dünden bu güne gelen mücadelesidir. Bu örgüt, zerre kadar katkısı olanların da aralıksız her şeyini ortaya koyarak sürece devam edenlerin de örgütüdür. Hiçbir emek bu örgütte kaybolmaz. Bunu kimse kaybedemez.

Kirliliğe, rezilliğe bulaşmamış, devletle işbirliği yapmamış, itirafçılık ajanlık gibi eşlere ve kişilere bulaşmamış her Acilci, bu satırlarda övülen tüm değerlerin de sahibidir.

Bu örgütün değerlerini para karşılığı MİT’e satanlar, ömrünün yarısını TKEP adlı bir örgütte geçirmiş itirafçıların, örgütümüz tarafından tekmelenerek köpekler gibi sokağa atılması üzerinden on yıllar geçtikten sonra, kendilerini aldatmaktan başka anlamı olmayan saflaşma diye bir abesi yoktur olamazda. Bu hayalleri kuran ajanların ve itirafçıların çehrelerine her gün salladığımız tokatlar verilen tek cevaptır. Bu köpekler, havlayarak günlerini beklisin.

THKP-C(Acilciler), 1. Kongresinde belirlenmiş kurumları ve yöneticileriyle, canla başla çalışmasını devam ettirmektedir. Devlet ve onun kuklalarıyla da demokrasi ve özgürlük mücadelesi sürdürmektedir. Kirli insanlar, izmarit gibi ayakaltında ezilmekten başka değerleri yoktur.

Bu somut verilere bakarak bu örgütün tarihine “rezil” diyecek “kirli” diyecek kişi kim olabilir?

Bu ahlaksızlığı yapan itirafçı Engin Erkineri’n olması bu yolun sonunda bu şerefsizin ne hallere düştüğünü herkesi karşısına alarak can çekiştiğinin de bir ifadesidir.

İtirafçı Engin,

Otur yazılarını okuyan kaç kişinin olduğunu sorgula. Günlük olarak tıklayanların sayısına bak. Bunun için sitende solda duran “KONUK YAZILAR” İkonunda, altta yer alan “bütün yazılar”ı tıkla. Tüm yazılar karşında olacak, oradaki sayıyı ver. Herkes görsün. Bir de Mihrac Ural’ın adı olmasa, seni kim ve kaç kişi tıklayacak bir de böylesini dene. Ondan sonra bir sonuç çıkar ve utanmaz yüzünü bir türbanla peçesiyle ört….


“kirli” ve “Rezil” adam, suratına tükürüyorum…

Hiç yorum yok: