12 Ocak 2011 Çarşamba
THKP-C (Acilciler) TARİHİ İÇİN BİR TASLAK...
219. DOSYA
THKP-C (Acilciler)
TARİHİ BİR DİRENME ÖRGÜTÜDÜR
İKİYÜZLÜ OLAN
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER ve MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’DIR
Mihrac Ural
10 Ocak 2011
28 Yıllık TKEP’li itirafçı Engin Erkiner “ Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” diyerek kendi rezaletini ve kirliliğini ahlaksızca dile getiriyor.
Rezil ve kirli geçmişi olanlar, herkesi kendileri gibi görmek isterler. Kendilerine benzer ararlar, bu yolla sırtlarındaki kamburun görülmeyeceğini sanırlar.
Ahlaksız adam poliste itirafçı olduğunu unutmuş, yüzlerce devrimcinin öz verilerle, işkence, zindan, sürgünlerle süren mücadelelerinin eseri olan Acilcilere dil uzatıyor, karalamaya çalışıyor.
Acilciler tarihi bir direnme örgütüdür. Hatalarıyla sevaplarıyla ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesi için canla başla çalışmıştır.
Bu onurlu tarihi, kendi rezillik ve kirlilikleriyle karalamaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
THKP-C(Acilciler) tarihi, 4. Dönemini yaşadığımız siyasal bir evrim sürecidir; her dönem özgün eylem ve çalışmalarıyla bir sonraki dönem tarafından aşılmıştır. Bu gelişmeler temelde siyasal evrimin ifadesi olarak birbirine bağlanmış halkaları ifade eder; örgüt tarihini bir ve bütün yapan da budur.
Bu süreçte bireylerin rolü, emeklerinin, tutarlılıklarının, riskler karşısında kararlı duruşlarının, özel bir çıkara tenezzül etmeyişlerinin, zorda teslimiyete karşı dik duruşlarının şekillendirdiği bir roldür.
Bu bir sınavdır. Bu sınavı başarıyla geçenlerin, bu sınavda kalanlar tarafından karalanması doğaldır. Ancak tarihi belgelerin ışığında yazacak olanlar yalnızca bu sınavı başaranlar olacaktır.
***
İtirafçı Engin, dayanamadı sonunda baklayı ağzında kaçırdı.
“Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” (Engin Erkiner, “Acilcilerin öteki yüzü (1)” )
Üç yıldır süren kirli tartışmaların tek amacı vardı o da bu cümleleri lağım gibi, bir kin deryası olarak kusmaktı. Özel Harp dairesinin devrimcilere saldırı yöntemlerinin bir tekrarını dile getiren bu çirkin kişi artık her değeri ayaklar altına almış bulunmaktadır.
Kişinin kendi tarihi rezil ve kirli olunca, herkesi kendine benzetmek için çırpınır. Polise düştüğü an, tek tokat yemeden örgütümüze dair bildiği, bilmediği her şeyi, hayallerini bile teslim etti. İtirafçı oldu, Bunun sırtında oluşturduğu kamburu örtmek için, çırpınarak benzer aramaktadır. 28 Yıllık TKEP’li olmasına karşın Acilcilere saldırarak bu arayışını sürdürmektedir. Bir zavallının psikolojik sefilliğini yansıtan bu çabalar kimsenin gözünden kaçmıyor.
Yüzlerce militan ve kadronun emekleriyle yükselen bir direnme örgütüne yapılan bu ahlaksız saldırıyı kin olarak nitelemeye devam eden varsa, bir kez daha yanıldıklarını göreceklerdir.
Bu ne Mihrac Ural’a yönelik bir kindir ne de tek başına sırtındaki kamburu örtme girişimidir: bu bir görevdir devrimci harekete 12 Eylül rejimi ağzıyla saldırıdır, mevta haldeki solu bir kez daha katletmektir.
Acilcilerin bir yüzü var “öteki yüzü” diye bir ikircimliği yoktur. Acilciler, her örgüt gibi farklı tarihi süreçlerden geçmiştir. Her dönemin kendi özgünlüğü içinde biçimsel farklılıklarına rağmen tüm dönemlerin tek amacı ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Acilciler bunun için mücadele etmiş, işkence, zindan, sürgün kasvetlerine katlanmıştır.
28 Yıllık TKEP’li bir itirafçının, Acil tarihi üzerinde söz söylemesinin hangi saiklerle olduğu bir yana, istisnasız tüm Acilcilerin bildiği süreçleri, malum kelime oyunlarıyla alt üst edeceğini sanması devam eden yalanlar zincirine yeni bir halka eklemekten başka anlama sahip değildir.
İtirafçı Engin Erkiner yalan söylüyor. Bu kez de müptezelce yalanlarına yenilerini ekliyor.
Oysa her şey tüm yönleriyle açıktır.
Çok ayrıntıya girmeden denebilir ki, Örgütümüzün beli başlı 4 dönemden geçmiştir.
1. Dönem: Kuruluştan 26 Ocak 1976 Malatya Beylerderesi’nde İlker Akman ve diğer kurucu yoldaşların şehit edilişine kadar.
2. Dönem: Beylerderesi katliamından, 19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günü olarak belirlediğimiz örgütün çökertilmesine yol açan operasyon ve itiraflara kadar.
3. Dönem: 19 Ağustos 1977’den 1. Kongreye kadar olan dönem.
4. Dönem: 1. Kongreden bu güne kadar süren dönem olarak belli olay ve tarihi kesitlerden oluşur.
1. DÖNEM
Bu dönemlerin ilki kurucu şehit yoldaşlarla birlikte sona ermiştir.
Örgütümüz kurucu liderlerini kaybetmekle kalmamış, atılımını, yazım etkinliklerini de kaybetmiştir. TDAS bu dönemin ürünüdür; Yüksel Eriş ve Ömür Karamollaoğlu’ndan aktardığım ayrıca, o dönemden geride kalan canlı tanık olarak Rıza Salman’ın görüşlerini yansıtan Kurtuluş Cephesi sitesinde açıklandığı gibi TDAS İlker Akmanın ağırlıklı olarak emek verdiği, farklı yoldaşların katkısıyla yazılmıştır;
"Üçüncü baskı yapılırken, broşürün hazırlanmasında ve yayınlanmasında yer almış pek çok yoldaşımız artık yaşamamaktadırlar. TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ / HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ 1993" (http://www.kurtuluscephesi.com/eris/tdas.html Geniş bilgi için bkz: TDAS’ı kim yazdı dosyası http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Bunun da önemi yok konumuz bu değil. Bu dönemin kapanmasına yol açan Malatya belyler derisi katliamının tek şüphelisi İtirafçı Engin Erikner’dir; İlker Akman’ın ablası olan karısının suratına “katil muhbir” diye haykırıp boşanmak istediğini ilan ettiği yakın tanıkların aktardığı bir bilgidir.
2.Döneme girilirken bu itirafçı bozuntusu aşağılık yaratık, silik kişiliğiyle, Yüksel Eriş hocanın, Rıza Salman’ın yönetici kişilikleri altında ezilerek yer almıştır.
2.DÖNEM
A) ANKARA-İSTANBUL
2. Dönemde Rıza Salman, Yüksel Eriş ve İtirafçı Engin bulunuyor.
Bu dönem ilginç bir biçimde Yüksel Erişin ve Ömür Karamollaoğlu’nun elinde bomba patlayarak şehit olmaları gündeme geliyor.
Bu olaylar, örgütün askeri açıdan hangi düzlemde olduğuna bir veri olduğu kadar, itirafçı müptezelin kendini askeri konularda bir uzman sanmasının komikliğini de gösteren acı anılardır. Bu dönemde Rıza Salman direnerek yakalanmıştır; bir Acilci yöneticinin alması gereken tutuma örnek olmuştur (hiçbir siyasi yaklaşımını tasvip etmediğim insan olarak da asla bir arada olmayı yeğlemediğim bu yöneticinin polis karşısında gösterdiği tutum bir Acilci için örnek tutumdur demek doğruyu teslim etmektir). Rıza Salman teslim olmamıştır. 2. Dönemin bu kesitinde İtirafçı tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmış ama arkasında şehitlerle, yakalanmalarla örgüt adına hiçbir şey bırakmadan İstanbul’a geçmiştir; bu dönemde siyasal önemi olan ne bir yazı, ne bir görüş, ne bir bildiri, ne de bir basın açıklaması yoktur. Yapılan tüm eylemler acı sonuçlarla noktalanmış İlkerlerden sonra Ankara birimi de çökertilmiştir.
Bu dönemin muhasebesini hiç yapmayan bu itirafçı, hiçbir şey olmamış gibi, yiğitler ölüp direnenler zindana düşünce, doğan boşlukta birkaç ay, dar bir alanda, kimse üzerinde bir etkisi olmadan yönetici olarak belirmiştir.
Örgüt tarihimizde bu itirafçı hiçbir zaman yönetici olarak olmamıştır. Ama bulunduğu her yerde bir tasfiye olayı gündeme gelmiştir.
Ömür Karamollaoğlu, şehit olduktan sonra (24 Mart 1977), İstanbul operasyonunda polise itirafçı olarak teslim olana kadar geçen 6 ay içinde bu itirafçının yönetici olarak bir örgüt genelini bağlayan hiçbir etkisi yoktur olmamıştır. Bu örgütte, yönetici anlamında bu kişinin İstanbul bölgesinde, kısa sürede bulunduğu dönem dışında da bir yöneticiliği yoktur.
Bu dönemin kısırlığı, sığlığı, İlkerler sonrası dönemin siyasal açıdan ne kadar içi boş bir dönem olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
İtirafçı Engin, İstanbul’a gelmiştir. Gelişiyle birlikte bu bölgede toplanan kadro ve militanlar, bölgelerden gelen silah ve mühimmat dahil her şeyi ilk operasyonda tek tokat yemeden polise teslim etmiştir. Ancak bu işi tek başına değil, örgüte sızdırdığı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la birlikte yapmıştır.
Bu konuda kendi itiraflarıyla bunu belgeli hale getirmiştir;
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
İbrahim Yalçın’a aylardır MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? sorusunu soruyoruz, Cevap vermiyor. Fare gibi kaçıyor. Bu sorunun cevabı her şeyi ortaya koyacağını, örgüt tarihinde itirafçıyla oynadıkları kirli rolü ortaya sereceğini biliyor. Cevapsız yüzlerce soru açıklığa kazanacağını biliyor.
Her konuya bir kulp, kurgu ve yalan senaryoyla cevap veren bu kişinin neden MİT’le ne zaman çalışmaya başladın sorusuna cevap vermediğini artık çok açık olmuştur. O, baştan itibaren bir MİT elamanıydı. Bu günde aynı işe devam etmektedir.
2. dönem örgütsel bir yıkımla kapandı. İtirafçı ve ortağının örgütü yok ettikleri kanısındaydılar. MİT ajanı İbrahim yalçının el yazılı itirafnamesinde dile getirdiği şu sözleri o gün içinde geçerli saymak yanlış değildir;
“Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
kısa bir süre zindan yatıp çıkarılan MİT ajanı İbrahim Yalçın, 1979 Aralığında tahliye edilirken örgüte yönelik büyük operasyonunda görev almak üzere işe koşulmuştu.
2. Dönem böylece, örgüt adına ne varsa polise teslim edilerek, yazınsal açıdan yeni hiçbir şey üretilmeden, geride firari olarak kalanların sırtına bir ton itham yıkılarak, olası eylemler ve olası militanların da isimleri verilerek, unutulanlar hatırlandığında polise bunu “kronolojik olarak” aktarıp deklare ederek kapanıyordu.
Bu dönem, özellikle Güney ve Karadeniz bölgelerinden aktarılan kadroların yaptığı askeri eylemler ve yarattığı etki, hiçbir zaman gerçek bir askeri yeterliliğini ifadesi değildi. Basının, İnterkontinental otelinin kurşunlanma anında, tesadüfi olarak yapılan bir güvenlik toplantısı nedeniyle gösterdiği ilgi örgütümüzü devrimci mücadeleye ne tanıtan nede oradaki yerini belirleyen bir ölçüttü. Bunun için militan ve kadroların büyük özverilerle, her alanda, kitleler indinde, meydanlarda, işkence ve zindanlarda gösterdikleri destansı çabalarla olmuştur.
Kişiler kendi “Rezil ve Kirli” geçmişlerine göre, benden sonrası tufan yaklaşımlarıyla bir tarihi direnme örgütü olan Acilcileri tanımlamak istemeleri boylarını çok aşar.
Tarihi itirafçılar, ajanlar yazamaz…
Acilciler tüm dönemlerin, birbirine aktardıkları birikimlerin olumlu olumsuz tecrübelerin örgütüdür. Bu dönemleri objektif olarak ele alamayan ikiyüzlülerin değerlendirmeleri bir anlam taşımamaktadır.
B) GÜNEY BÖLGESİ
22. Dönemin b şıkkında özgün yapısıyla, yükselen çalışmalarıyla güney bölgesinin ayrı bir yeri vardır. Bu bölge Hatay ve Adana’yı kapsar.
Bu yazı bir tarih yazımı denemesi olmadığı için bu bölümü uzun anlatmayacağım. Ancak, bu bölgenin, kitle çalışması, basım yayım etkinliği, Lise ve Ortaokulların tümü, istisnasız örgütlü komiteler tarafından yönlendirildiğini belirtmeliyim. Şehrin tüm mahallelerinde, eğitim enstitüsünde, köylerde ilçelerde örgütlü yapılar oluşturulmuştu. Bu özelliğiyle Güney Bölgesi örgütten çok farklı bir boyutta ağırlık ve etkinlik sahibiydi (örgüt tarihinde bu sürecin ardından gelen gelişmeleri kavramak için bu belirlemelerin önemi büyüktür, yoksa tarih herkesin kendini yaratıcı güç sandığı, bir metafizik dalaşa benzer)
Bu bölge, kitle çalışmasını merkezine almış bir bölgedir.
Diğer tüm bölgelerde, Karadeniz’de kimi alanlar hariç kapalı oda gerillalarının kitlelerden kopuk, askeri eylem bekleyişinden ibaret çalışmaları hüküm sürüyordu.
Sonuçta örgütün Acilciler ve HDÖ ayrılığında bu altyapıların rolü belirleyici olmuştur.
Bu bölgelerde ilk elden bölgesel ölçekte yayınlanan TEK YOL DEVRİM dergisi, kesintisiz her askeri eylemle ilgili basın açıklamaları, “Sosyal Emperyalizm Tezlerinin saçmalığı” broşürünü ve bu broşür etrafında ardı arkası kesilmeyen seminerlerin verilmesiyle birçok alanda TKP, AYDINLK, DEV-YOL gibi örgütlerin tutunması mümkün olmamıştır. Örgütümüz sağlam siyasal algılarla bu alanlarda siyasal üstünlük sağlamıştır.
Bu dönemde söz konusu bölgelerde askeri eğitim faaliyetleri, Binboğa tırmanışını çok geride bırakan etkinlikte kadro yetiştirmiştir. Bölge ülkenin her tarafına bu dönem ve sonrası dönemlerde kadro ihraç etmesi de bu çalışmaların etkinliğini göstermeye yeterlidir. Nebil Rahuma ve Ali sönmez yoldaşların İstanbul eylemlerinin olmazsa olmazı olarak rol oynamaları çok şeyi anlatmaya yeterlidir. İtirafçı polise bu yoldaşları İstanbul’a nasıl gönderdiğimi ayrıntılarına varana kadar itiraf etmiştir.
Bu denemde Antakya TÖB-DER şubesi başkanı Salih yoldaş, öğretmen örgütlenmesi kadar illegal birimde de sorumlu olarak iki alanda başarılı çalışma örnekleri veriyordu. TÖB-DER merkezinde de etkinliklerimiz hızla artıyordu. Acilcileri böylesi Türkiye çapında en sıkı örgütlülüğüyle kurumlaşmış bir merkezi yapıda temsil etmek, bu bölgenin yükselen değerleri açsından çok anlamlıdır. Bu alanla ilgili örgüt tarihimizi Salih yoldaş kaleme alacaktır. Okur, MK üyesi Salih hocanın 217. Dosyada yaptığı tarihi açıklamaları izleyerek de önemli kanaatler elde edebilir.
Bu dönemin dernek çalışmaları, kitle ve mahalle çalışmaları tüm boyutuyla örgüt tarihi yazımında ele alınacaktır. Orada, bu sefil ihbar şebekesinin birkaç kişiyi geçmeyen ilişkilerine karşılık, binlerce sempatizanın ve halk insanımızın adı anılacaktır.
3.DÖNEM
A) 12 Eylül öncesi kesit
Acilcilerin 3. Dönemi, 19 Ağustos 1977’den sonra 1. Kongreye kadar süren dönemdir.
İtirafçı, kendisinin de içinde yer aldığı yöneticilik tarihini itirafçı olarak 2. Dönemle birlikte noktalamıştır. Polis itirafnamesi, gerçek anlamda bir utanç belgesidir. Akıl almaz bir teslimiyet belgesidir.
19 Ağustos 1977’de bu itirafçının geride bıraktığı enkaz ve sırtımıza yıktığı itirafların ağır baskısı altında firari koşullarda örgütü yeniden yükseltmeye ve mümkün olabilecek her şehirde örgütlemeye koyulduk.
Acili, Acil örgütü yapan süreç, önceki dönemlerden aldığı olumlu ve olumsuz her şeyle bu dönemle birlikte şekillenmeye başlamıştır. Bu ne bir sansasyonel eylemlerle ne de bir broşürün adıyla ilgilidir; broşür, zaten kısa sürede aşılmıştı. Bu noktada bir kez daha, tarih tesadüflerin eseri değildir gerçeği beliriyor.
Bu var oluş, tamamıyla kadro, militan, sempatizan ve destek veren halk kitlesinin emekleriyle, Acilci olan herkesin katkısıyla olmuştur.
Bu sürecin başında benim olmam ya da olmamanın hiçbir önemi yok, bu süreçte beliren Acilcilik, tüm acilcilerin onurlu çalışmalarının bir eseredir.
3. dönemin en önemli verisi basım yayım faaliyeti kararıdır. Bu da geçmişte yerel olan yayınların aşılarak ülke çapında merkez yayın organı çıkarma girişimidir. CEPHE bu algılarla yayın hayatına girmiştir. Bu adım Acil tarihinin en stratejik adımıdır acili siyasallaştıran, yönelimlerini anlamlı kılan adımdır. Bu yönde aldığım karar geçmişi bu güne bağlayan en önemli karardır.
Güç koşullarda, basım kalitesine bakmadan yazım faaliyetinin basımla sonuçlanarak kitlelere dağıtılması, bu sürecin en önemli halkasıdır. Bu eğilim Ankara’da bir matbaanın satın alınmasını ve eski yeni yayınlarımızın basımına başlanmasına geçit vermiştir. Bu aynı zamanda yazım çalışmalarımızın da hızlanmasını tetiklemişti.
“SOVYET SOSYAL EMPARYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALAIĞI” kitabı, “KAPİTALİZİM Mİ? SOSYALİZM Mİ?” Adı altında basımıyla da devam eden CEPHE basımı yeni makalelerin çıkmasına yol açmıştı. Ulusal sorun adlı kitabımın basımı, ardı arkası kesilmeden yazılan makaleler, faşizm konusunu açıklığa kavuşturulması gibi o denem tartışmalarına açıklık getiren örgütsel tutumlar belirginleşmişti. Ancak bu sürecin en doruk yerinde HDÖ ile geliştirdiğimiz siyasal ayrılığın ideolojik temellerinin atılması olmuştu.
Acili, Acil yapan siyasal süreç böylece şekillenmişti.
“Askeri sanat” terk edilmiş, ortaya attığım “savaşın politik sanatı, politik gerilla savaşı” kavramları yerleşmeye başlamıştı. Klasik halk savaşının, kır gerilla savaşının, köylülüğün temel güç olma esprisinin bu süreçte aşılması gerçekleşmişti.
1979 yılları sonuna kadar devam eden bu siyasi evrim, Acili siyasal zeminde ne savunduğunu bilen bir örgüt haline getirmişti. Bu gelişme ve evrim olmasaydı örgütümüz ne bir devrim programı yazabilirdi nede kongreye gitme cesareti olabilirdi. Bu sürecin başında olarak, kadro ve militan yoldaşlarımın emekleriyle bir yükseliş dönemine girilmişti.
Bu yükseliş aynı zamanda TDAS’ın da aşılmasıydı. TDAS’ın eklektik dokusu siyasal gelişmemize uymayan bir dokuydu. Birçok kişinin birçok garklı algıyla kaleme aldığı açık olan bu broşür tarihimizin bir parçasıydı, birçok alanda önemli hizmetleri de olduğu açıktır. Ancak 1979 gelip çattığında TDAS teorik olarak çoktan geride kalmıştı (bu konuda ayrıntılı bilgi ve TDAS yorumu 214. DOSYA’da yer almaktadır http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Bu yükseliş, 1978 Mart’ında yakalanmamıza karşın, geride örgütü yöneten bir yönetim kadrosunun bırakılmış olmasıyla da belirginleşmiştir. Polise düşünce, örgütün var olan, geçmiş ve gelecekte olma ihtimali taşıyan üst komitelerini isim, adres, eşkal ve olası eylem ithamlarıyla teslim eden bir itirafçının yarattığı yıkım ve ahlaksız duruş böylece aşılmış oluyordu.
Örgütte yönetici olmanın onuru poliste direnerek verilmiş, geride kalan örgüt sağ salim kurtulmuştu. Bu bir ilkeydi düşen, bir sonraki halkayı koruyacaktı. İtirafçı Enginin, ortağı MİUT ajanı İbrahim yalçın’la yıktığı bu ilkeyi bizler bir kez daha dik tutarak örgütü, karanlık odaların kitle nedir bilmez, sorumsuz askeri tiplerin elinden kurtarmıştık. Örgütü kitlelerin dünyasına taşımıştık. Güneş yüzü görerek büyümesini sağlamıştık; bunda Güney bölgesi ve Karadeniz örgütlenmesindeki kitlesel algıların önemli rolü olmuştu.
Bu dönem, örgütün zindanlardan da aldığı yönetsel etkinliklerin, uyumlu bir çalışa olarak sürdürüldüğü bir dönemiydi.
Zindan direnişleri, faşistlerle çatışmada gösterilen yaygın etkinlik, artık eski tek eylem boyutunu çoktan aşmış nitelik sıçraması yaparak aynı anda birden çok alanda aynı saatte eylemler dönemine geçilmişti.
“Askeri açıdan” Acilcileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Hiçbir örgüt, PKK dahil o kesitte böylesi bir etkinlik sağlayamamıştı. Ancak askeri bakış açımızın değişimiyle eylemlerimizin siyasal yanı, çok daha ön planda oluyordu. Bu da örgütü şahıslara yönelik bir suikast örgütü olmaktan çıkarıyordu.
İtirafçının sık sık örgütümüzü eylem algısı açısından diğerlerinden geri gösterme aptallığının yanılgısı bilmediği bir konuda konuşmasındandır.
19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günüdür. Bu günle birlikte örgütsel tarihimizin 2. Dönemi kapanmıştır yeni açılan dönemle birlikte örgütümüz insan öldürmekten ısrarla ve kararlıca kaçınmaya çalışmış, askeri eylemi psikolojik bir etki boyutuna çekmiştir. Siyasallaşmanın mantık uzantısı olarak askeri eylemi insan katletmek üzerine değil siyasal etkisi ve mesajı üzerine yoğunlaştırmayı esas almıştır; bu bizim örgütsel eylemlerimizin yaygınlığına ve aynı anda birden çok yerde eylem yapabilecek kadro ve militan potansiyeli kazanmamıza da yol açan bir açılımdı.
Acilcileri diğer örgütlerden ayıran tastamam budur; eylemlerimizin içerik ve biçimidir.
Benzer örgütlerle benzemezliğimizi budur, bizi biz yapan da bu hassasiyetlerimizdir. Örgüt tarihimiz yazılırken dikkat edeceğimiz en önemli özelliğimiz de bu olacaktır.
Örgütümüzün bir askeri eylem ve insan katleden örgüt olma eğilimi olmamalıdır, bunun aşılması gerekiyordu ve aşıldı; bu aynı zamanda siyasal yazınsal etkinliklerimizle at başı yürüdü. Hedef siyasal mücadeledir adam katletmek değil.
Oysa itirafçı Engin, kendi diliyle, kimi nasıl öldürecekleri konusunda araştırma yapıp durduğunu, başka bir örgütün (MLSPB) onları atlatarak, adamı öldürdüğünü, kana susamış bir katil olarak anlatıyor. Oysa Acilcilik bu değildi. Bu algıları yenilgiye uğratmamız gerekiyordu ve bunu başardık.
Örgüt geçmişimizde böylesi insanların olması ile bunların itirafçı ya da MİT ajanı haline gelmeleri eşyanın doğasıyla uyumludur; MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, bir alevi ticaret adamını özel olarak kandırıp getirerek, kendi eliyle katlettiğini, bunun da bir faili meçhuller dönemini bir parçası olarak İstanbul MİT’nin talimatıyla yapıldığı bu gün artık tartışmasız açığa çıkmıştır (Adamı katlederken kulağına fısıldayarak da “beni tanıdın mı, ben İbrahim Yalçın’ım” demiştir)
Ama bu tür safralar uzun süre aramızda kalamadan, dökülüp gitmeleri örgütümüzün siyasal karakteri için önemli bir referanstır.
B) 12 Eylül kesiti
12 Eylül dönemine gelirken örgütümüz ülke içinde örgütlülük açısından olduğu kadar, siyasal yazım, deneyim, işkencelerde ve zindanlarda direnme açısından oldukça toparlanmış bir örgüt haline gelmiştir. Abartısız bulunduğumuz her zindan da öncü bir direnime sergiledik, eğitim çalışmalarıyla, adli mahkumlardan bile kadro transfer edecek bir etkinlik yarattık.
Bu birikimler 12 Eylül döneminin ilk sarsıntıları atlatıldığı andan itibaren yine öncü rolleriyle zindan direnişleri örgütümüz kadro ve militanlarının esiri olarak, bulundukları her yerde gelişmiştir; Mamak zindanı bunun en önemli halkasıdır.
Bu süreci besleyen ve zindanda dik duruşa önemli bir moral kaynak olan yurtdışına da gerçekleştirilen etkin siyasal faaliyetler olmuştur. Bu etkiler zindandaki siyasal kombinezonlar üzerinde yaptığı etkiyle olduğu kadar mücadele açısından oluşturduğu moralle de belirgindir.
Bu sürecin ince ayrıntılarına girmeden dile getirilmesi gereken ön en önemli çalışmaları sırasıyla şunlardır;
Merkez Yayın Organı CEPHE yeniden yayın hayatına başladı ve ülke içine imkanlar ölçüsünde dağıtımına girişildi.
Komünistlerin birliği adı altında başlayan süreç ve Türkiye devrimci hareketi içinde belirginleşen yerimizin yükselişi. O güne kadar Merkez komitesi olarak örgütü yöneten yoldaşlara ek olarak bölgelerdeki temsilcilerin katılımıyla yapılan genişletilmiş Merkez komitesi toplantısının bağlanması ve Kongreye giden sürecin başlatılması.
Filistin örgütleriyle ilk bağlantıyı kurmamla birlikte askeri eğitim kamplarının oluşturulması, aranan ve eğitimi yapılması gereken yoldaşlara güvenli bir liman oluşturarak bu sürecin açılması. Bu eğilim parti okulu algısının doğmasına ve parti okulunun kurulmasına gidilmesi.
Bilinçli ve kararlı bir politikayla, o gün için imkansız anlamına gelen adımların atılmasıyla 12 eylül dönemine karşı örgütümüzü hazırlamaya başladık.
İşte şerefsiz itirafçının, hakir insanın “Rezil ve kirli” diye göstererek, suçlamak istediği örgütsel dönemimiz bu kaygılarla, görev yapma çabasıyla başarılmış devrimci duruşlardır.
Örgütü yıkan, polise teslim eden bir itirafçının hezeyanı olan bu sözler, tüm acilcilere bir hakaret olarak yazılırken bunun hesabını vermeyeceğini mi sanıyor? Yanılıyor, beklesin görsün.
Bu süreç en doruk noktasında 1982 Haziranında İsrail’in Lübnan’a karşı savaş açtığı günlerde, bizler bir dizi Türkiyeli devrimci hareket toplanarak Türkiye tarihinin ilk ve tek Cephesini kurduk (1 Haziran 1982). Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC).
Bizler, bir yandan İsrail’in açtığı savaşın kanlı bombardımanları altında yoldaşlarımızın mevzilenme ve direnişini düşünürken, diğer yandan 12 Eylül rejimine karşı örgütümüzün diğer devrimci örgütlerle Birleşik Direnişini organize ederken bu sefil alçak, TKEP’li ahlaksızların safında örgütü arkadan hançerlemekle meşguldü.
Kirlilik adına yeryüzünde olabilecek en alçakça yöntemlerle, bu gün örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında belgeli kanıtlı olan kışkırtmaları, yoldaşların kafalarını bulandırmaları gündeme getiriyordu. Örgüt içinde bölünmeyi kışkırtan el yazılı mektupları, kişileri kandırmak üzere Avrupa’da ilticacı yapma rüşveti önerileriyle, onursuzca savaş kaçkını haline getirip, TKEP saflarına katma çabası içindeydi; şimdi soruyorum, şu ahlaksızın örgütü TKEP bu gün nerede, biri cevap versin.
Biz ise olduğumuz kadarınca işte buradayız, sanalda var olduğumuz gibi meydanlardayız da. İşte yasal yayınlarımız, işte derneklerimiz, işte kesilmeden yayınlanan siyasi duruşlarımız. Sayıları kimse sormasın, bu ülkenin solunda yüz binleri yürüten örgütlerin yok olduğu bir ortamda siyasi bir duruş olarak var olmak yok alanlara göre bin kat daha etkin olmaktır. Acilciler işte böylesi bir noktada demokrasi ve özgülük mücadelesini sürdürüyor.
Ya itirafçı ve ortağı, onlar her zaman hezimetle yüz yüze gelen sorumsuzlar olarak örgütümüze karalama yapmakla meşguller. Siyasi haysiyet ve şeref sahibi olmayan bir itirafçının Acilcilere böylesine dil uzatması, hak ettiği cezanın boynuna asılacak yaftada yer alacakları bu günden kendi eliyle yazılmasından ibarettir. Bunu da göreceğiz, herkese de göstereceğiz.
Şimdi herkes elini vicdanına koysun ve kimin kirli ve rezil olduğu kendi kendine söylesin.
Bir tarafta çirkinlik, diğer tarafta canını dişine katarak devrimci mücadele için, halkların çıkarı için verilen çaba bulunuyor; gerisi boş laftır…
Örgütümüz 3 döneminin ikinci kesitini de başarıyla geçmiştir. Bunu 1. Kongresini yaparak dosta düşmana göstermiştir. Sayın Öcalan’ın kongre konuşması, Filistin temsilcilerinin kongre konuşmaları ve merkezlerinin ilettiği mesajlar bunun en büyük delilidir.
Bütün bu gelişmeler o kesitte hayali bile zor olan bir kongrenin hiçbir sıkıntıya uğramadan bağlanmış olması, MİT’in aralarında İbrahim yalçın da olduğu, Süleyman…, Aydın Ocak tan oluşan üç ajanını da yakalanması büyük öneme sahiptir.
Başarıyla bağlanan kongremiz, ülkemizde yüz binleri sokaklara dökmesine rağmen kongre örgütlemeden yok olan örgütlere nispeten büyük bir başarı olarak gündeme gelmiştir. Bunun ön hazırlıkları önceden de belirttiğim gibi, genişletilmiş MK toplantısına ve orada alınan karaların hayata geçirilmesi sonucudur.
Bütün bu çabalar dikkatli okurun gözünden de kaçmayacağı gibi bir disiplin, bir kararlılık, bir yükümlülük ve amatör ruhla ele alınmış profesyonellikle yerine getirilmiştir.
Bu dönem aynı zamanda sosyalist ülkelerle ilişkilerin geliştiği dönemdir. Her dönemin kendi mantığı ve verileriyle o dönemin gerekleri ve öne çıkan sorunlarıyla yapılacak olanlara sarılıp yerine getirme çabası içinde olunmuştur.
Avrupa’da örgütleme çalışmaları, CEPHE Dergisine bağlı her ülkede ihtiyaçlara bağlı olarak farklı yayın organlarının çıkarılması, bu sürecin bir parçası olarak ilerlemiştir. Bu dönem Türkiye’de legal yayın için büyük sıkıntılara rağmen maddi kaynak aktarımı yapılmıştır, o kesitte on binlerce Fransız Frank’ı İstanbul bölgesinde, ATAK dergisinin basımı için gönderilmiştir; bu konuda önemli adımlar da atıldı. CEPHE Dergisi, her sayısının kapağını, o günün koşullarına göre çok önemli bir tarzla, gerçek bir yağlı boya tablosu olarak dizayn edilmiştir; Paris’te, Momart tepesi ressamlarından biriyle yapılan anlaşmayla bunu sürekli kılmıştık.
Bu dönemin sonunda, CEPHE 50. Sayıyı çok geçmişti. Binlerce makale, bildiri ve 60’ı aşkın broşürle bu kesitte oldukça verimli bir siyasal edebiyat biriktirmiştik. Örgütümüz istisnasız her konuda, haftalık gerektiğinde günlük anında özel baskılarla olayları açıklamış kitlesine ve kadrolarına siyasi mesajını iletmişti. Yayınlanan bildiri sayısı 3000 civarındadır. Bütün bu çabalar, emekler örgüt bir sorumluluğun emekleriydi.
Kim ne olursa olsun siyasi tezlerimize katıl ya da katılmaz, sever ya da sevmez ancak önünde saygıyla eğileceği bir performansla siyasi mücadele elimizden gelen her şeyi yaptığımızı ortaya koyan verimli bir kesit yaşadığımız teslim edecektir. İşte itirafçının kirletmek istediği, görmek istemediği ya da bilinçlice altında ezilmekten dolayı yadsıdığı, kin duyduğu gerçek budur. Buna kirlilik buna rezillik diyenin dili kesilir o kadar…
1990 yıllarına girerken, sosyalist sistemin çöküşüyle değişen dünya güçler dengesi ve algıları örgütümüz yeni evriminin sürecini de belirleyen bir unsurdu. Yeni sürece 3. Dönemin ikinci kesitinde geliştirdiğimiz, “İşçi Sınıfı Halklaşmalıdır” teziyle girdik.
Bu yaklaşım dünyanın değişimini kavramaya başlayan ve bu konuda sorumlu bir örgütsel tutumla tezlerini örgüt içi ve dışı tartışmalara açan bir süreçtir.
4.DÖNEM
İçinde olduğumuz ödem 4. Dönemdir. Bu dönemi 2000 yıllarından itibaren başlatmak yanlış olmayacaktır.
Bu dönem örgütün yeniden siyasal ve kurumsal olarak düzenlenme dönemidir. Bu açıdan 500’ü aşkın temel makale ve dört önemli kitap halinde sanal ortamda oluşturulacak tezlerimin yer aldığı çalışmaları kapsamaktadır.
Örgüt olarak bu süreci, evrensel ölçekte bir küreselleşme süreci olarak belirledik. İki küreselleşmeye dikkat çektik. Birincisi emperyalist mal satımıyla, siyasi dayatmalar, savaşy ve darbelerle işgallerin at başı gittiği bir küreselleşmedir. Diğeri ise, insanlık kolektif aklının birikimleriyle açılan bilişim çağının üretim küreselleşmesidir; bu yeni bir uygarlığa doğru gidişi tanımlayan gelişmeydi, bunu çözümlemeye yöneldik, siyasal sonuçları örgütsel ve program açısından etkilerini belirlemeye yöneldik.
Bu dönemle birlikte, işçi sınıfı, sınıf mücadelesi ve buna bağlı tüm söylemlerin yeniden gözden geçirilip eleştirilerek yeni koşullara uygun verilerin saptanmasına sorumluca giriştik. Görüşlerimizi açık adımız ve adreslerimizle yazarak tartışmaya koyduk. Önemli oranda polemikler yaptık ilgiyle izlenmeye de devam ediyoruz.
Sınıf mücadelesi reformist bir mücadeledir, tezini ortaya koyduk.
Kapitalizmin öz oğlu olan işçi sınıfı, kapitalizmi tasfiye edemez, tersine ekonomik çöküntüde burjuvaziyle omuz omuza sistemini kurtarmaya çalışır diye belirleme yaptık.
Devrim tarihsel olmasa geri dönüşü zorunlu olur dedik. Tarihsel devrim teknolojik devrim ve bilgi dönüşümleri üzerine oturmuş bir devrimdir dedik: bu devrimin en temel ihtiyacı daha çok özgürlük ve demokrasidir dedik: bu nedenle de, çağımızda devrimci olmak demokrasi ve özgürlüğün alanlarını sonuna kadar genişletme mücadelemiz de yer almak demektir diye de hedeflerimizi net belirledik.
Real sosyalizmin esasında yeni bir uygarlık olmadığı, olamayacağını belirledik. Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer bir yüzü olduğu gerçeğinin işlenerek, alternatif önerimizin demokrasi ve özgürlükte anlam bulan, daha çok demokratik hakların kazanılmasını mücadelesinin temeline oturtan bir yönelim belirledik.
Bu açılımlar, uzun polemiklerin, teorik formülasyonların ürünü olarak yazınsal literatürümüzün zenginliği arasında yer aldı. Dinamik, tüm canlılığıyla gelişmeleri izleyen bir örgüt olarak kendi siyasal evrimimizi senek algılarımızla oturtmayı sürdürdük. Kırılmadık, yok olmadık, çok geriledik ama yolumuza ayni azım ve kararlılıkla devam ettik.
Bu amaçla, sivil kitle kuruluşlarında, mesleki dernek ve etkinliklerde, basım yayın alanlarında önerdiğimiz siyasal yönelime uygun yapılanmalara gücümüz oranında hız verdik. Sakince, yeni tezlerimizi ikame ederek, bilince çıkararak mücadeleyi kavramış insanların örgütlü mücadelesi haline getirmeyi sürdürmekteyiz.
Ülkemizin her siyasi eyleminde yerimizi almaya çalışıyoruz, Örgütümüzün duyuruları düzenli bir biçimde on binlerce insana aynı anda ulaştırılması için gerekli her çabayı sürdürüyoruz. Arşivimizi genişletiyor tarihimizin bu kesitini de belgeleriyle biriktiriyoruz.
Biz örgütlü devrimci mücadele bayrağını, ülkemiz devrimci hareketlerinin bir eşiti olarak, açıp yolumuzda yürürken, düşmanlarımızın kuklaları ise bize akıl almaz bir çılgınlıkla saldırmaya devam etmektedir.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama on yıllardır değişmeyen kararlı bir azimle yoluna devam eden, birbiriyle ölümüne bağlı olan, her siyasal gelişmede tutum ortaya koyan, meydanlardaki kitlesel varlığıyla da sanalı çok geride bırakarak, mücadelenin orta yerinde varım diyen bir çabaya saldırmak kimin işidir bunu soruyorum?
Bu çabalar, THKP-C(Acilciler) örgütünün dünden bu güne gelen mücadelesidir. Bu örgüt, zerre kadar katkısı olanların da aralıksız her şeyini ortaya koyarak sürece devam edenlerin de örgütüdür. Hiçbir emek bu örgütte kaybolmaz. Bunu kimse kaybedemez.
Kirliliğe, rezilliğe bulaşmamış, devletle işbirliği yapmamış, itirafçılık ajanlık gibi eşlere ve kişilere bulaşmamış her Acilci, bu satırlarda övülen tüm değerlerin de sahibidir.
Bu örgütün değerlerini para karşılığı MİT’e satanlar, ömrünün yarısını TKEP adlı bir örgütte geçirmiş itirafçıların, örgütümüz tarafından tekmelenerek köpekler gibi sokağa atılması üzerinden on yıllar geçtikten sonra, kendilerini aldatmaktan başka anlamı olmayan saflaşma diye bir abesi yoktur olamazda. Bu hayalleri kuran ajanların ve itirafçıların çehrelerine her gün salladığımız tokatlar verilen tek cevaptır. Bu köpekler, havlayarak günlerini beklisin.
THKP-C(Acilciler), 1. Kongresinde belirlenmiş kurumları ve yöneticileriyle, canla başla çalışmasını devam ettirmektedir. Devlet ve onun kuklalarıyla da demokrasi ve özgürlük mücadelesi sürdürmektedir. Kirli insanlar, izmarit gibi ayakaltında ezilmekten başka değerleri yoktur.
Bu somut verilere bakarak bu örgütün tarihine “rezil” diyecek “kirli” diyecek kişi kim olabilir?
Bu ahlaksızlığı yapan itirafçı Engin Erkineri’n olması bu yolun sonunda bu şerefsizin ne hallere düştüğünü herkesi karşısına alarak can çekiştiğinin de bir ifadesidir.
İtirafçı Engin,
Otur yazılarını okuyan kaç kişinin olduğunu sorgula. Günlük olarak tıklayanların sayısına bak. Bunun için sitende solda duran “KONUK YAZILAR” İkonunda, altta yer alan “bütün yazılar”ı tıkla. Tüm yazılar karşında olacak, oradaki sayıyı ver. Herkes görsün. Bir de Mihrac Ural’ın adı olmasa, seni kim ve kaç kişi tıklayacak bir de böylesini dene. Ondan sonra bir sonuç çıkar ve utanmaz yüzünü bir türbanla peçesiyle ört….
“kirli” ve “Rezil” adam, suratına tükürüyorum…
THKP-C (Acilciler)
TARİHİ BİR DİRENME ÖRGÜTÜDÜR
İKİYÜZLÜ OLAN
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER ve MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’DIR
Mihrac Ural
10 Ocak 2011
28 Yıllık TKEP’li itirafçı Engin Erkiner “ Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” diyerek kendi rezaletini ve kirliliğini ahlaksızca dile getiriyor.
Rezil ve kirli geçmişi olanlar, herkesi kendileri gibi görmek isterler. Kendilerine benzer ararlar, bu yolla sırtlarındaki kamburun görülmeyeceğini sanırlar.
Ahlaksız adam poliste itirafçı olduğunu unutmuş, yüzlerce devrimcinin öz verilerle, işkence, zindan, sürgünlerle süren mücadelelerinin eseri olan Acilcilere dil uzatıyor, karalamaya çalışıyor.
Acilciler tarihi bir direnme örgütüdür. Hatalarıyla sevaplarıyla ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesi için canla başla çalışmıştır.
Bu onurlu tarihi, kendi rezillik ve kirlilikleriyle karalamaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
THKP-C(Acilciler) tarihi, 4. Dönemini yaşadığımız siyasal bir evrim sürecidir; her dönem özgün eylem ve çalışmalarıyla bir sonraki dönem tarafından aşılmıştır. Bu gelişmeler temelde siyasal evrimin ifadesi olarak birbirine bağlanmış halkaları ifade eder; örgüt tarihini bir ve bütün yapan da budur.
Bu süreçte bireylerin rolü, emeklerinin, tutarlılıklarının, riskler karşısında kararlı duruşlarının, özel bir çıkara tenezzül etmeyişlerinin, zorda teslimiyete karşı dik duruşlarının şekillendirdiği bir roldür.
Bu bir sınavdır. Bu sınavı başarıyla geçenlerin, bu sınavda kalanlar tarafından karalanması doğaldır. Ancak tarihi belgelerin ışığında yazacak olanlar yalnızca bu sınavı başaranlar olacaktır.
***
İtirafçı Engin, dayanamadı sonunda baklayı ağzında kaçırdı.
“Acilciler’in 12 Eylül sonrasındaki tarihi rezil bir tarihtir, kirli bir tarihtir.” (Engin Erkiner, “Acilcilerin öteki yüzü (1)” )
Üç yıldır süren kirli tartışmaların tek amacı vardı o da bu cümleleri lağım gibi, bir kin deryası olarak kusmaktı. Özel Harp dairesinin devrimcilere saldırı yöntemlerinin bir tekrarını dile getiren bu çirkin kişi artık her değeri ayaklar altına almış bulunmaktadır.
Kişinin kendi tarihi rezil ve kirli olunca, herkesi kendine benzetmek için çırpınır. Polise düştüğü an, tek tokat yemeden örgütümüze dair bildiği, bilmediği her şeyi, hayallerini bile teslim etti. İtirafçı oldu, Bunun sırtında oluşturduğu kamburu örtmek için, çırpınarak benzer aramaktadır. 28 Yıllık TKEP’li olmasına karşın Acilcilere saldırarak bu arayışını sürdürmektedir. Bir zavallının psikolojik sefilliğini yansıtan bu çabalar kimsenin gözünden kaçmıyor.
Yüzlerce militan ve kadronun emekleriyle yükselen bir direnme örgütüne yapılan bu ahlaksız saldırıyı kin olarak nitelemeye devam eden varsa, bir kez daha yanıldıklarını göreceklerdir.
Bu ne Mihrac Ural’a yönelik bir kindir ne de tek başına sırtındaki kamburu örtme girişimidir: bu bir görevdir devrimci harekete 12 Eylül rejimi ağzıyla saldırıdır, mevta haldeki solu bir kez daha katletmektir.
Acilcilerin bir yüzü var “öteki yüzü” diye bir ikircimliği yoktur. Acilciler, her örgüt gibi farklı tarihi süreçlerden geçmiştir. Her dönemin kendi özgünlüğü içinde biçimsel farklılıklarına rağmen tüm dönemlerin tek amacı ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Acilciler bunun için mücadele etmiş, işkence, zindan, sürgün kasvetlerine katlanmıştır.
28 Yıllık TKEP’li bir itirafçının, Acil tarihi üzerinde söz söylemesinin hangi saiklerle olduğu bir yana, istisnasız tüm Acilcilerin bildiği süreçleri, malum kelime oyunlarıyla alt üst edeceğini sanması devam eden yalanlar zincirine yeni bir halka eklemekten başka anlama sahip değildir.
İtirafçı Engin Erkiner yalan söylüyor. Bu kez de müptezelce yalanlarına yenilerini ekliyor.
Oysa her şey tüm yönleriyle açıktır.
Çok ayrıntıya girmeden denebilir ki, Örgütümüzün beli başlı 4 dönemden geçmiştir.
1. Dönem: Kuruluştan 26 Ocak 1976 Malatya Beylerderesi’nde İlker Akman ve diğer kurucu yoldaşların şehit edilişine kadar.
2. Dönem: Beylerderesi katliamından, 19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günü olarak belirlediğimiz örgütün çökertilmesine yol açan operasyon ve itiraflara kadar.
3. Dönem: 19 Ağustos 1977’den 1. Kongreye kadar olan dönem.
4. Dönem: 1. Kongreden bu güne kadar süren dönem olarak belli olay ve tarihi kesitlerden oluşur.
1. DÖNEM
Bu dönemlerin ilki kurucu şehit yoldaşlarla birlikte sona ermiştir.
Örgütümüz kurucu liderlerini kaybetmekle kalmamış, atılımını, yazım etkinliklerini de kaybetmiştir. TDAS bu dönemin ürünüdür; Yüksel Eriş ve Ömür Karamollaoğlu’ndan aktardığım ayrıca, o dönemden geride kalan canlı tanık olarak Rıza Salman’ın görüşlerini yansıtan Kurtuluş Cephesi sitesinde açıklandığı gibi TDAS İlker Akmanın ağırlıklı olarak emek verdiği, farklı yoldaşların katkısıyla yazılmıştır;
"Üçüncü baskı yapılırken, broşürün hazırlanmasında ve yayınlanmasında yer almış pek çok yoldaşımız artık yaşamamaktadırlar. TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ / HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ 1993" (http://www.kurtuluscephesi.com/eris/tdas.html Geniş bilgi için bkz: TDAS’ı kim yazdı dosyası http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Bunun da önemi yok konumuz bu değil. Bu dönemin kapanmasına yol açan Malatya belyler derisi katliamının tek şüphelisi İtirafçı Engin Erikner’dir; İlker Akman’ın ablası olan karısının suratına “katil muhbir” diye haykırıp boşanmak istediğini ilan ettiği yakın tanıkların aktardığı bir bilgidir.
2.Döneme girilirken bu itirafçı bozuntusu aşağılık yaratık, silik kişiliğiyle, Yüksel Eriş hocanın, Rıza Salman’ın yönetici kişilikleri altında ezilerek yer almıştır.
2.DÖNEM
A) ANKARA-İSTANBUL
2. Dönemde Rıza Salman, Yüksel Eriş ve İtirafçı Engin bulunuyor.
Bu dönem ilginç bir biçimde Yüksel Erişin ve Ömür Karamollaoğlu’nun elinde bomba patlayarak şehit olmaları gündeme geliyor.
Bu olaylar, örgütün askeri açıdan hangi düzlemde olduğuna bir veri olduğu kadar, itirafçı müptezelin kendini askeri konularda bir uzman sanmasının komikliğini de gösteren acı anılardır. Bu dönemde Rıza Salman direnerek yakalanmıştır; bir Acilci yöneticinin alması gereken tutuma örnek olmuştur (hiçbir siyasi yaklaşımını tasvip etmediğim insan olarak da asla bir arada olmayı yeğlemediğim bu yöneticinin polis karşısında gösterdiği tutum bir Acilci için örnek tutumdur demek doğruyu teslim etmektir). Rıza Salman teslim olmamıştır. 2. Dönemin bu kesitinde İtirafçı tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmış ama arkasında şehitlerle, yakalanmalarla örgüt adına hiçbir şey bırakmadan İstanbul’a geçmiştir; bu dönemde siyasal önemi olan ne bir yazı, ne bir görüş, ne bir bildiri, ne de bir basın açıklaması yoktur. Yapılan tüm eylemler acı sonuçlarla noktalanmış İlkerlerden sonra Ankara birimi de çökertilmiştir.
Bu dönemin muhasebesini hiç yapmayan bu itirafçı, hiçbir şey olmamış gibi, yiğitler ölüp direnenler zindana düşünce, doğan boşlukta birkaç ay, dar bir alanda, kimse üzerinde bir etkisi olmadan yönetici olarak belirmiştir.
Örgüt tarihimizde bu itirafçı hiçbir zaman yönetici olarak olmamıştır. Ama bulunduğu her yerde bir tasfiye olayı gündeme gelmiştir.
Ömür Karamollaoğlu, şehit olduktan sonra (24 Mart 1977), İstanbul operasyonunda polise itirafçı olarak teslim olana kadar geçen 6 ay içinde bu itirafçının yönetici olarak bir örgüt genelini bağlayan hiçbir etkisi yoktur olmamıştır. Bu örgütte, yönetici anlamında bu kişinin İstanbul bölgesinde, kısa sürede bulunduğu dönem dışında da bir yöneticiliği yoktur.
Bu dönemin kısırlığı, sığlığı, İlkerler sonrası dönemin siyasal açıdan ne kadar içi boş bir dönem olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
İtirafçı Engin, İstanbul’a gelmiştir. Gelişiyle birlikte bu bölgede toplanan kadro ve militanlar, bölgelerden gelen silah ve mühimmat dahil her şeyi ilk operasyonda tek tokat yemeden polise teslim etmiştir. Ancak bu işi tek başına değil, örgüte sızdırdığı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la birlikte yapmıştır.
Bu konuda kendi itiraflarıyla bunu belgeli hale getirmiştir;
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
İbrahim Yalçın’a aylardır MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? sorusunu soruyoruz, Cevap vermiyor. Fare gibi kaçıyor. Bu sorunun cevabı her şeyi ortaya koyacağını, örgüt tarihinde itirafçıyla oynadıkları kirli rolü ortaya sereceğini biliyor. Cevapsız yüzlerce soru açıklığa kazanacağını biliyor.
Her konuya bir kulp, kurgu ve yalan senaryoyla cevap veren bu kişinin neden MİT’le ne zaman çalışmaya başladın sorusuna cevap vermediğini artık çok açık olmuştur. O, baştan itibaren bir MİT elamanıydı. Bu günde aynı işe devam etmektedir.
2. dönem örgütsel bir yıkımla kapandı. İtirafçı ve ortağının örgütü yok ettikleri kanısındaydılar. MİT ajanı İbrahim yalçının el yazılı itirafnamesinde dile getirdiği şu sözleri o gün içinde geçerli saymak yanlış değildir;
“Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
kısa bir süre zindan yatıp çıkarılan MİT ajanı İbrahim Yalçın, 1979 Aralığında tahliye edilirken örgüte yönelik büyük operasyonunda görev almak üzere işe koşulmuştu.
2. Dönem böylece, örgüt adına ne varsa polise teslim edilerek, yazınsal açıdan yeni hiçbir şey üretilmeden, geride firari olarak kalanların sırtına bir ton itham yıkılarak, olası eylemler ve olası militanların da isimleri verilerek, unutulanlar hatırlandığında polise bunu “kronolojik olarak” aktarıp deklare ederek kapanıyordu.
Bu dönem, özellikle Güney ve Karadeniz bölgelerinden aktarılan kadroların yaptığı askeri eylemler ve yarattığı etki, hiçbir zaman gerçek bir askeri yeterliliğini ifadesi değildi. Basının, İnterkontinental otelinin kurşunlanma anında, tesadüfi olarak yapılan bir güvenlik toplantısı nedeniyle gösterdiği ilgi örgütümüzü devrimci mücadeleye ne tanıtan nede oradaki yerini belirleyen bir ölçüttü. Bunun için militan ve kadroların büyük özverilerle, her alanda, kitleler indinde, meydanlarda, işkence ve zindanlarda gösterdikleri destansı çabalarla olmuştur.
Kişiler kendi “Rezil ve Kirli” geçmişlerine göre, benden sonrası tufan yaklaşımlarıyla bir tarihi direnme örgütü olan Acilcileri tanımlamak istemeleri boylarını çok aşar.
Tarihi itirafçılar, ajanlar yazamaz…
Acilciler tüm dönemlerin, birbirine aktardıkları birikimlerin olumlu olumsuz tecrübelerin örgütüdür. Bu dönemleri objektif olarak ele alamayan ikiyüzlülerin değerlendirmeleri bir anlam taşımamaktadır.
B) GÜNEY BÖLGESİ
22. Dönemin b şıkkında özgün yapısıyla, yükselen çalışmalarıyla güney bölgesinin ayrı bir yeri vardır. Bu bölge Hatay ve Adana’yı kapsar.
Bu yazı bir tarih yazımı denemesi olmadığı için bu bölümü uzun anlatmayacağım. Ancak, bu bölgenin, kitle çalışması, basım yayım etkinliği, Lise ve Ortaokulların tümü, istisnasız örgütlü komiteler tarafından yönlendirildiğini belirtmeliyim. Şehrin tüm mahallelerinde, eğitim enstitüsünde, köylerde ilçelerde örgütlü yapılar oluşturulmuştu. Bu özelliğiyle Güney Bölgesi örgütten çok farklı bir boyutta ağırlık ve etkinlik sahibiydi (örgüt tarihinde bu sürecin ardından gelen gelişmeleri kavramak için bu belirlemelerin önemi büyüktür, yoksa tarih herkesin kendini yaratıcı güç sandığı, bir metafizik dalaşa benzer)
Bu bölge, kitle çalışmasını merkezine almış bir bölgedir.
Diğer tüm bölgelerde, Karadeniz’de kimi alanlar hariç kapalı oda gerillalarının kitlelerden kopuk, askeri eylem bekleyişinden ibaret çalışmaları hüküm sürüyordu.
Sonuçta örgütün Acilciler ve HDÖ ayrılığında bu altyapıların rolü belirleyici olmuştur.
Bu bölgelerde ilk elden bölgesel ölçekte yayınlanan TEK YOL DEVRİM dergisi, kesintisiz her askeri eylemle ilgili basın açıklamaları, “Sosyal Emperyalizm Tezlerinin saçmalığı” broşürünü ve bu broşür etrafında ardı arkası kesilmeyen seminerlerin verilmesiyle birçok alanda TKP, AYDINLK, DEV-YOL gibi örgütlerin tutunması mümkün olmamıştır. Örgütümüz sağlam siyasal algılarla bu alanlarda siyasal üstünlük sağlamıştır.
Bu dönemde söz konusu bölgelerde askeri eğitim faaliyetleri, Binboğa tırmanışını çok geride bırakan etkinlikte kadro yetiştirmiştir. Bölge ülkenin her tarafına bu dönem ve sonrası dönemlerde kadro ihraç etmesi de bu çalışmaların etkinliğini göstermeye yeterlidir. Nebil Rahuma ve Ali sönmez yoldaşların İstanbul eylemlerinin olmazsa olmazı olarak rol oynamaları çok şeyi anlatmaya yeterlidir. İtirafçı polise bu yoldaşları İstanbul’a nasıl gönderdiğimi ayrıntılarına varana kadar itiraf etmiştir.
Bu denemde Antakya TÖB-DER şubesi başkanı Salih yoldaş, öğretmen örgütlenmesi kadar illegal birimde de sorumlu olarak iki alanda başarılı çalışma örnekleri veriyordu. TÖB-DER merkezinde de etkinliklerimiz hızla artıyordu. Acilcileri böylesi Türkiye çapında en sıkı örgütlülüğüyle kurumlaşmış bir merkezi yapıda temsil etmek, bu bölgenin yükselen değerleri açsından çok anlamlıdır. Bu alanla ilgili örgüt tarihimizi Salih yoldaş kaleme alacaktır. Okur, MK üyesi Salih hocanın 217. Dosyada yaptığı tarihi açıklamaları izleyerek de önemli kanaatler elde edebilir.
Bu dönemin dernek çalışmaları, kitle ve mahalle çalışmaları tüm boyutuyla örgüt tarihi yazımında ele alınacaktır. Orada, bu sefil ihbar şebekesinin birkaç kişiyi geçmeyen ilişkilerine karşılık, binlerce sempatizanın ve halk insanımızın adı anılacaktır.
3.DÖNEM
A) 12 Eylül öncesi kesit
Acilcilerin 3. Dönemi, 19 Ağustos 1977’den sonra 1. Kongreye kadar süren dönemdir.
İtirafçı, kendisinin de içinde yer aldığı yöneticilik tarihini itirafçı olarak 2. Dönemle birlikte noktalamıştır. Polis itirafnamesi, gerçek anlamda bir utanç belgesidir. Akıl almaz bir teslimiyet belgesidir.
19 Ağustos 1977’de bu itirafçının geride bıraktığı enkaz ve sırtımıza yıktığı itirafların ağır baskısı altında firari koşullarda örgütü yeniden yükseltmeye ve mümkün olabilecek her şehirde örgütlemeye koyulduk.
Acili, Acil örgütü yapan süreç, önceki dönemlerden aldığı olumlu ve olumsuz her şeyle bu dönemle birlikte şekillenmeye başlamıştır. Bu ne bir sansasyonel eylemlerle ne de bir broşürün adıyla ilgilidir; broşür, zaten kısa sürede aşılmıştı. Bu noktada bir kez daha, tarih tesadüflerin eseri değildir gerçeği beliriyor.
Bu var oluş, tamamıyla kadro, militan, sempatizan ve destek veren halk kitlesinin emekleriyle, Acilci olan herkesin katkısıyla olmuştur.
Bu sürecin başında benim olmam ya da olmamanın hiçbir önemi yok, bu süreçte beliren Acilcilik, tüm acilcilerin onurlu çalışmalarının bir eseredir.
3. dönemin en önemli verisi basım yayım faaliyeti kararıdır. Bu da geçmişte yerel olan yayınların aşılarak ülke çapında merkez yayın organı çıkarma girişimidir. CEPHE bu algılarla yayın hayatına girmiştir. Bu adım Acil tarihinin en stratejik adımıdır acili siyasallaştıran, yönelimlerini anlamlı kılan adımdır. Bu yönde aldığım karar geçmişi bu güne bağlayan en önemli karardır.
Güç koşullarda, basım kalitesine bakmadan yazım faaliyetinin basımla sonuçlanarak kitlelere dağıtılması, bu sürecin en önemli halkasıdır. Bu eğilim Ankara’da bir matbaanın satın alınmasını ve eski yeni yayınlarımızın basımına başlanmasına geçit vermiştir. Bu aynı zamanda yazım çalışmalarımızın da hızlanmasını tetiklemişti.
“SOVYET SOSYAL EMPARYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALAIĞI” kitabı, “KAPİTALİZİM Mİ? SOSYALİZM Mİ?” Adı altında basımıyla da devam eden CEPHE basımı yeni makalelerin çıkmasına yol açmıştı. Ulusal sorun adlı kitabımın basımı, ardı arkası kesilmeden yazılan makaleler, faşizm konusunu açıklığa kavuşturulması gibi o denem tartışmalarına açıklık getiren örgütsel tutumlar belirginleşmişti. Ancak bu sürecin en doruk yerinde HDÖ ile geliştirdiğimiz siyasal ayrılığın ideolojik temellerinin atılması olmuştu.
Acili, Acil yapan siyasal süreç böylece şekillenmişti.
“Askeri sanat” terk edilmiş, ortaya attığım “savaşın politik sanatı, politik gerilla savaşı” kavramları yerleşmeye başlamıştı. Klasik halk savaşının, kır gerilla savaşının, köylülüğün temel güç olma esprisinin bu süreçte aşılması gerçekleşmişti.
1979 yılları sonuna kadar devam eden bu siyasi evrim, Acili siyasal zeminde ne savunduğunu bilen bir örgüt haline getirmişti. Bu gelişme ve evrim olmasaydı örgütümüz ne bir devrim programı yazabilirdi nede kongreye gitme cesareti olabilirdi. Bu sürecin başında olarak, kadro ve militan yoldaşlarımın emekleriyle bir yükseliş dönemine girilmişti.
Bu yükseliş aynı zamanda TDAS’ın da aşılmasıydı. TDAS’ın eklektik dokusu siyasal gelişmemize uymayan bir dokuydu. Birçok kişinin birçok garklı algıyla kaleme aldığı açık olan bu broşür tarihimizin bir parçasıydı, birçok alanda önemli hizmetleri de olduğu açıktır. Ancak 1979 gelip çattığında TDAS teorik olarak çoktan geride kalmıştı (bu konuda ayrıntılı bilgi ve TDAS yorumu 214. DOSYA’da yer almaktadır http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Bu yükseliş, 1978 Mart’ında yakalanmamıza karşın, geride örgütü yöneten bir yönetim kadrosunun bırakılmış olmasıyla da belirginleşmiştir. Polise düşünce, örgütün var olan, geçmiş ve gelecekte olma ihtimali taşıyan üst komitelerini isim, adres, eşkal ve olası eylem ithamlarıyla teslim eden bir itirafçının yarattığı yıkım ve ahlaksız duruş böylece aşılmış oluyordu.
Örgütte yönetici olmanın onuru poliste direnerek verilmiş, geride kalan örgüt sağ salim kurtulmuştu. Bu bir ilkeydi düşen, bir sonraki halkayı koruyacaktı. İtirafçı Enginin, ortağı MİUT ajanı İbrahim yalçın’la yıktığı bu ilkeyi bizler bir kez daha dik tutarak örgütü, karanlık odaların kitle nedir bilmez, sorumsuz askeri tiplerin elinden kurtarmıştık. Örgütü kitlelerin dünyasına taşımıştık. Güneş yüzü görerek büyümesini sağlamıştık; bunda Güney bölgesi ve Karadeniz örgütlenmesindeki kitlesel algıların önemli rolü olmuştu.
Bu dönem, örgütün zindanlardan da aldığı yönetsel etkinliklerin, uyumlu bir çalışa olarak sürdürüldüğü bir dönemiydi.
Zindan direnişleri, faşistlerle çatışmada gösterilen yaygın etkinlik, artık eski tek eylem boyutunu çoktan aşmış nitelik sıçraması yaparak aynı anda birden çok alanda aynı saatte eylemler dönemine geçilmişti.
“Askeri açıdan” Acilcileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Hiçbir örgüt, PKK dahil o kesitte böylesi bir etkinlik sağlayamamıştı. Ancak askeri bakış açımızın değişimiyle eylemlerimizin siyasal yanı, çok daha ön planda oluyordu. Bu da örgütü şahıslara yönelik bir suikast örgütü olmaktan çıkarıyordu.
İtirafçının sık sık örgütümüzü eylem algısı açısından diğerlerinden geri gösterme aptallığının yanılgısı bilmediği bir konuda konuşmasındandır.
19 Ağustos 1977 itirafçının doğum günüdür. Bu günle birlikte örgütsel tarihimizin 2. Dönemi kapanmıştır yeni açılan dönemle birlikte örgütümüz insan öldürmekten ısrarla ve kararlıca kaçınmaya çalışmış, askeri eylemi psikolojik bir etki boyutuna çekmiştir. Siyasallaşmanın mantık uzantısı olarak askeri eylemi insan katletmek üzerine değil siyasal etkisi ve mesajı üzerine yoğunlaştırmayı esas almıştır; bu bizim örgütsel eylemlerimizin yaygınlığına ve aynı anda birden çok yerde eylem yapabilecek kadro ve militan potansiyeli kazanmamıza da yol açan bir açılımdı.
Acilcileri diğer örgütlerden ayıran tastamam budur; eylemlerimizin içerik ve biçimidir.
Benzer örgütlerle benzemezliğimizi budur, bizi biz yapan da bu hassasiyetlerimizdir. Örgüt tarihimiz yazılırken dikkat edeceğimiz en önemli özelliğimiz de bu olacaktır.
Örgütümüzün bir askeri eylem ve insan katleden örgüt olma eğilimi olmamalıdır, bunun aşılması gerekiyordu ve aşıldı; bu aynı zamanda siyasal yazınsal etkinliklerimizle at başı yürüdü. Hedef siyasal mücadeledir adam katletmek değil.
Oysa itirafçı Engin, kendi diliyle, kimi nasıl öldürecekleri konusunda araştırma yapıp durduğunu, başka bir örgütün (MLSPB) onları atlatarak, adamı öldürdüğünü, kana susamış bir katil olarak anlatıyor. Oysa Acilcilik bu değildi. Bu algıları yenilgiye uğratmamız gerekiyordu ve bunu başardık.
Örgüt geçmişimizde böylesi insanların olması ile bunların itirafçı ya da MİT ajanı haline gelmeleri eşyanın doğasıyla uyumludur; MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, bir alevi ticaret adamını özel olarak kandırıp getirerek, kendi eliyle katlettiğini, bunun da bir faili meçhuller dönemini bir parçası olarak İstanbul MİT’nin talimatıyla yapıldığı bu gün artık tartışmasız açığa çıkmıştır (Adamı katlederken kulağına fısıldayarak da “beni tanıdın mı, ben İbrahim Yalçın’ım” demiştir)
Ama bu tür safralar uzun süre aramızda kalamadan, dökülüp gitmeleri örgütümüzün siyasal karakteri için önemli bir referanstır.
B) 12 Eylül kesiti
12 Eylül dönemine gelirken örgütümüz ülke içinde örgütlülük açısından olduğu kadar, siyasal yazım, deneyim, işkencelerde ve zindanlarda direnme açısından oldukça toparlanmış bir örgüt haline gelmiştir. Abartısız bulunduğumuz her zindan da öncü bir direnime sergiledik, eğitim çalışmalarıyla, adli mahkumlardan bile kadro transfer edecek bir etkinlik yarattık.
Bu birikimler 12 Eylül döneminin ilk sarsıntıları atlatıldığı andan itibaren yine öncü rolleriyle zindan direnişleri örgütümüz kadro ve militanlarının esiri olarak, bulundukları her yerde gelişmiştir; Mamak zindanı bunun en önemli halkasıdır.
Bu süreci besleyen ve zindanda dik duruşa önemli bir moral kaynak olan yurtdışına da gerçekleştirilen etkin siyasal faaliyetler olmuştur. Bu etkiler zindandaki siyasal kombinezonlar üzerinde yaptığı etkiyle olduğu kadar mücadele açısından oluşturduğu moralle de belirgindir.
Bu sürecin ince ayrıntılarına girmeden dile getirilmesi gereken ön en önemli çalışmaları sırasıyla şunlardır;
Merkez Yayın Organı CEPHE yeniden yayın hayatına başladı ve ülke içine imkanlar ölçüsünde dağıtımına girişildi.
Komünistlerin birliği adı altında başlayan süreç ve Türkiye devrimci hareketi içinde belirginleşen yerimizin yükselişi. O güne kadar Merkez komitesi olarak örgütü yöneten yoldaşlara ek olarak bölgelerdeki temsilcilerin katılımıyla yapılan genişletilmiş Merkez komitesi toplantısının bağlanması ve Kongreye giden sürecin başlatılması.
Filistin örgütleriyle ilk bağlantıyı kurmamla birlikte askeri eğitim kamplarının oluşturulması, aranan ve eğitimi yapılması gereken yoldaşlara güvenli bir liman oluşturarak bu sürecin açılması. Bu eğilim parti okulu algısının doğmasına ve parti okulunun kurulmasına gidilmesi.
Bilinçli ve kararlı bir politikayla, o gün için imkansız anlamına gelen adımların atılmasıyla 12 eylül dönemine karşı örgütümüzü hazırlamaya başladık.
İşte şerefsiz itirafçının, hakir insanın “Rezil ve kirli” diye göstererek, suçlamak istediği örgütsel dönemimiz bu kaygılarla, görev yapma çabasıyla başarılmış devrimci duruşlardır.
Örgütü yıkan, polise teslim eden bir itirafçının hezeyanı olan bu sözler, tüm acilcilere bir hakaret olarak yazılırken bunun hesabını vermeyeceğini mi sanıyor? Yanılıyor, beklesin görsün.
Bu süreç en doruk noktasında 1982 Haziranında İsrail’in Lübnan’a karşı savaş açtığı günlerde, bizler bir dizi Türkiyeli devrimci hareket toplanarak Türkiye tarihinin ilk ve tek Cephesini kurduk (1 Haziran 1982). Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC).
Bizler, bir yandan İsrail’in açtığı savaşın kanlı bombardımanları altında yoldaşlarımızın mevzilenme ve direnişini düşünürken, diğer yandan 12 Eylül rejimine karşı örgütümüzün diğer devrimci örgütlerle Birleşik Direnişini organize ederken bu sefil alçak, TKEP’li ahlaksızların safında örgütü arkadan hançerlemekle meşguldü.
Kirlilik adına yeryüzünde olabilecek en alçakça yöntemlerle, bu gün örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında belgeli kanıtlı olan kışkırtmaları, yoldaşların kafalarını bulandırmaları gündeme getiriyordu. Örgüt içinde bölünmeyi kışkırtan el yazılı mektupları, kişileri kandırmak üzere Avrupa’da ilticacı yapma rüşveti önerileriyle, onursuzca savaş kaçkını haline getirip, TKEP saflarına katma çabası içindeydi; şimdi soruyorum, şu ahlaksızın örgütü TKEP bu gün nerede, biri cevap versin.
Biz ise olduğumuz kadarınca işte buradayız, sanalda var olduğumuz gibi meydanlardayız da. İşte yasal yayınlarımız, işte derneklerimiz, işte kesilmeden yayınlanan siyasi duruşlarımız. Sayıları kimse sormasın, bu ülkenin solunda yüz binleri yürüten örgütlerin yok olduğu bir ortamda siyasi bir duruş olarak var olmak yok alanlara göre bin kat daha etkin olmaktır. Acilciler işte böylesi bir noktada demokrasi ve özgülük mücadelesini sürdürüyor.
Ya itirafçı ve ortağı, onlar her zaman hezimetle yüz yüze gelen sorumsuzlar olarak örgütümüze karalama yapmakla meşguller. Siyasi haysiyet ve şeref sahibi olmayan bir itirafçının Acilcilere böylesine dil uzatması, hak ettiği cezanın boynuna asılacak yaftada yer alacakları bu günden kendi eliyle yazılmasından ibarettir. Bunu da göreceğiz, herkese de göstereceğiz.
Şimdi herkes elini vicdanına koysun ve kimin kirli ve rezil olduğu kendi kendine söylesin.
Bir tarafta çirkinlik, diğer tarafta canını dişine katarak devrimci mücadele için, halkların çıkarı için verilen çaba bulunuyor; gerisi boş laftır…
Örgütümüz 3 döneminin ikinci kesitini de başarıyla geçmiştir. Bunu 1. Kongresini yaparak dosta düşmana göstermiştir. Sayın Öcalan’ın kongre konuşması, Filistin temsilcilerinin kongre konuşmaları ve merkezlerinin ilettiği mesajlar bunun en büyük delilidir.
Bütün bu gelişmeler o kesitte hayali bile zor olan bir kongrenin hiçbir sıkıntıya uğramadan bağlanmış olması, MİT’in aralarında İbrahim yalçın da olduğu, Süleyman…, Aydın Ocak tan oluşan üç ajanını da yakalanması büyük öneme sahiptir.
Başarıyla bağlanan kongremiz, ülkemizde yüz binleri sokaklara dökmesine rağmen kongre örgütlemeden yok olan örgütlere nispeten büyük bir başarı olarak gündeme gelmiştir. Bunun ön hazırlıkları önceden de belirttiğim gibi, genişletilmiş MK toplantısına ve orada alınan karaların hayata geçirilmesi sonucudur.
Bütün bu çabalar dikkatli okurun gözünden de kaçmayacağı gibi bir disiplin, bir kararlılık, bir yükümlülük ve amatör ruhla ele alınmış profesyonellikle yerine getirilmiştir.
Bu dönem aynı zamanda sosyalist ülkelerle ilişkilerin geliştiği dönemdir. Her dönemin kendi mantığı ve verileriyle o dönemin gerekleri ve öne çıkan sorunlarıyla yapılacak olanlara sarılıp yerine getirme çabası içinde olunmuştur.
Avrupa’da örgütleme çalışmaları, CEPHE Dergisine bağlı her ülkede ihtiyaçlara bağlı olarak farklı yayın organlarının çıkarılması, bu sürecin bir parçası olarak ilerlemiştir. Bu dönem Türkiye’de legal yayın için büyük sıkıntılara rağmen maddi kaynak aktarımı yapılmıştır, o kesitte on binlerce Fransız Frank’ı İstanbul bölgesinde, ATAK dergisinin basımı için gönderilmiştir; bu konuda önemli adımlar da atıldı. CEPHE Dergisi, her sayısının kapağını, o günün koşullarına göre çok önemli bir tarzla, gerçek bir yağlı boya tablosu olarak dizayn edilmiştir; Paris’te, Momart tepesi ressamlarından biriyle yapılan anlaşmayla bunu sürekli kılmıştık.
Bu dönemin sonunda, CEPHE 50. Sayıyı çok geçmişti. Binlerce makale, bildiri ve 60’ı aşkın broşürle bu kesitte oldukça verimli bir siyasal edebiyat biriktirmiştik. Örgütümüz istisnasız her konuda, haftalık gerektiğinde günlük anında özel baskılarla olayları açıklamış kitlesine ve kadrolarına siyasi mesajını iletmişti. Yayınlanan bildiri sayısı 3000 civarındadır. Bütün bu çabalar, emekler örgüt bir sorumluluğun emekleriydi.
Kim ne olursa olsun siyasi tezlerimize katıl ya da katılmaz, sever ya da sevmez ancak önünde saygıyla eğileceği bir performansla siyasi mücadele elimizden gelen her şeyi yaptığımızı ortaya koyan verimli bir kesit yaşadığımız teslim edecektir. İşte itirafçının kirletmek istediği, görmek istemediği ya da bilinçlice altında ezilmekten dolayı yadsıdığı, kin duyduğu gerçek budur. Buna kirlilik buna rezillik diyenin dili kesilir o kadar…
1990 yıllarına girerken, sosyalist sistemin çöküşüyle değişen dünya güçler dengesi ve algıları örgütümüz yeni evriminin sürecini de belirleyen bir unsurdu. Yeni sürece 3. Dönemin ikinci kesitinde geliştirdiğimiz, “İşçi Sınıfı Halklaşmalıdır” teziyle girdik.
Bu yaklaşım dünyanın değişimini kavramaya başlayan ve bu konuda sorumlu bir örgütsel tutumla tezlerini örgüt içi ve dışı tartışmalara açan bir süreçtir.
4.DÖNEM
İçinde olduğumuz ödem 4. Dönemdir. Bu dönemi 2000 yıllarından itibaren başlatmak yanlış olmayacaktır.
Bu dönem örgütün yeniden siyasal ve kurumsal olarak düzenlenme dönemidir. Bu açıdan 500’ü aşkın temel makale ve dört önemli kitap halinde sanal ortamda oluşturulacak tezlerimin yer aldığı çalışmaları kapsamaktadır.
Örgüt olarak bu süreci, evrensel ölçekte bir küreselleşme süreci olarak belirledik. İki küreselleşmeye dikkat çektik. Birincisi emperyalist mal satımıyla, siyasi dayatmalar, savaşy ve darbelerle işgallerin at başı gittiği bir küreselleşmedir. Diğeri ise, insanlık kolektif aklının birikimleriyle açılan bilişim çağının üretim küreselleşmesidir; bu yeni bir uygarlığa doğru gidişi tanımlayan gelişmeydi, bunu çözümlemeye yöneldik, siyasal sonuçları örgütsel ve program açısından etkilerini belirlemeye yöneldik.
Bu dönemle birlikte, işçi sınıfı, sınıf mücadelesi ve buna bağlı tüm söylemlerin yeniden gözden geçirilip eleştirilerek yeni koşullara uygun verilerin saptanmasına sorumluca giriştik. Görüşlerimizi açık adımız ve adreslerimizle yazarak tartışmaya koyduk. Önemli oranda polemikler yaptık ilgiyle izlenmeye de devam ediyoruz.
Sınıf mücadelesi reformist bir mücadeledir, tezini ortaya koyduk.
Kapitalizmin öz oğlu olan işçi sınıfı, kapitalizmi tasfiye edemez, tersine ekonomik çöküntüde burjuvaziyle omuz omuza sistemini kurtarmaya çalışır diye belirleme yaptık.
Devrim tarihsel olmasa geri dönüşü zorunlu olur dedik. Tarihsel devrim teknolojik devrim ve bilgi dönüşümleri üzerine oturmuş bir devrimdir dedik: bu devrimin en temel ihtiyacı daha çok özgürlük ve demokrasidir dedik: bu nedenle de, çağımızda devrimci olmak demokrasi ve özgürlüğün alanlarını sonuna kadar genişletme mücadelemiz de yer almak demektir diye de hedeflerimizi net belirledik.
Real sosyalizmin esasında yeni bir uygarlık olmadığı, olamayacağını belirledik. Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer bir yüzü olduğu gerçeğinin işlenerek, alternatif önerimizin demokrasi ve özgürlükte anlam bulan, daha çok demokratik hakların kazanılmasını mücadelesinin temeline oturtan bir yönelim belirledik.
Bu açılımlar, uzun polemiklerin, teorik formülasyonların ürünü olarak yazınsal literatürümüzün zenginliği arasında yer aldı. Dinamik, tüm canlılığıyla gelişmeleri izleyen bir örgüt olarak kendi siyasal evrimimizi senek algılarımızla oturtmayı sürdürdük. Kırılmadık, yok olmadık, çok geriledik ama yolumuza ayni azım ve kararlılıkla devam ettik.
Bu amaçla, sivil kitle kuruluşlarında, mesleki dernek ve etkinliklerde, basım yayın alanlarında önerdiğimiz siyasal yönelime uygun yapılanmalara gücümüz oranında hız verdik. Sakince, yeni tezlerimizi ikame ederek, bilince çıkararak mücadeleyi kavramış insanların örgütlü mücadelesi haline getirmeyi sürdürmekteyiz.
Ülkemizin her siyasi eyleminde yerimizi almaya çalışıyoruz, Örgütümüzün duyuruları düzenli bir biçimde on binlerce insana aynı anda ulaştırılması için gerekli her çabayı sürdürüyoruz. Arşivimizi genişletiyor tarihimizin bu kesitini de belgeleriyle biriktiriyoruz.
Biz örgütlü devrimci mücadele bayrağını, ülkemiz devrimci hareketlerinin bir eşiti olarak, açıp yolumuzda yürürken, düşmanlarımızın kuklaları ise bize akıl almaz bir çılgınlıkla saldırmaya devam etmektedir.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama on yıllardır değişmeyen kararlı bir azimle yoluna devam eden, birbiriyle ölümüne bağlı olan, her siyasal gelişmede tutum ortaya koyan, meydanlardaki kitlesel varlığıyla da sanalı çok geride bırakarak, mücadelenin orta yerinde varım diyen bir çabaya saldırmak kimin işidir bunu soruyorum?
Bu çabalar, THKP-C(Acilciler) örgütünün dünden bu güne gelen mücadelesidir. Bu örgüt, zerre kadar katkısı olanların da aralıksız her şeyini ortaya koyarak sürece devam edenlerin de örgütüdür. Hiçbir emek bu örgütte kaybolmaz. Bunu kimse kaybedemez.
Kirliliğe, rezilliğe bulaşmamış, devletle işbirliği yapmamış, itirafçılık ajanlık gibi eşlere ve kişilere bulaşmamış her Acilci, bu satırlarda övülen tüm değerlerin de sahibidir.
Bu örgütün değerlerini para karşılığı MİT’e satanlar, ömrünün yarısını TKEP adlı bir örgütte geçirmiş itirafçıların, örgütümüz tarafından tekmelenerek köpekler gibi sokağa atılması üzerinden on yıllar geçtikten sonra, kendilerini aldatmaktan başka anlamı olmayan saflaşma diye bir abesi yoktur olamazda. Bu hayalleri kuran ajanların ve itirafçıların çehrelerine her gün salladığımız tokatlar verilen tek cevaptır. Bu köpekler, havlayarak günlerini beklisin.
THKP-C(Acilciler), 1. Kongresinde belirlenmiş kurumları ve yöneticileriyle, canla başla çalışmasını devam ettirmektedir. Devlet ve onun kuklalarıyla da demokrasi ve özgürlük mücadelesi sürdürmektedir. Kirli insanlar, izmarit gibi ayakaltında ezilmekten başka değerleri yoktur.
Bu somut verilere bakarak bu örgütün tarihine “rezil” diyecek “kirli” diyecek kişi kim olabilir?
Bu ahlaksızlığı yapan itirafçı Engin Erkineri’n olması bu yolun sonunda bu şerefsizin ne hallere düştüğünü herkesi karşısına alarak can çekiştiğinin de bir ifadesidir.
İtirafçı Engin,
Otur yazılarını okuyan kaç kişinin olduğunu sorgula. Günlük olarak tıklayanların sayısına bak. Bunun için sitende solda duran “KONUK YAZILAR” İkonunda, altta yer alan “bütün yazılar”ı tıkla. Tüm yazılar karşında olacak, oradaki sayıyı ver. Herkes görsün. Bir de Mihrac Ural’ın adı olmasa, seni kim ve kaç kişi tıklayacak bir de böylesini dene. Ondan sonra bir sonuç çıkar ve utanmaz yüzünü bir türbanla peçesiyle ört….
“kirli” ve “Rezil” adam, suratına tükürüyorum…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder