22 Ocak 2011 Cumartesi
DURUMDAN VAZİFE ÇIKARMAK
Mustafa Köse
23 Ocak 2011
Hepimiz bazen durumdan vazife çıkartırız. Örneklerden yola çıkıp bir şeyler kanıtlamaya uğraşırız. Aldığımız tutum veya söylediklerimizin dayanağını bulmaya çalışırız. Daha çok;‘’İşte görüyorsunuz, biz daha önce dememişmiydik, şimdi aklınız başınıza geldi mi’’gibi söyleme gireriz. Bu gün iktidarla ilgili değerlendirmelerimizde bunu yaşıyoruz.
AKP’nin son tutumu buna vesile oldu. Özellikle başbakan ve yakın çevresinin ‘’demokratlık ve çağdaş demokrasi’’ ölçülerinin gerisine düşmesi tartışmayı alevlendirdi. Vesayet rejiminin uzun süredir şişirdiği korkular depreşti. ‘’sivil faşizme gidilecek, din devleti olunacak, özgürlükler ortadan kalkacak’’gibi iddialar tekrar öne sürülme ortamı buldu.
Hatta daha ileri gidiliyor. AKP’ nin olumlu adımlarını övenler, referandumda ‘’yetmez ama evet’’diyenlere saldırıya uğruyor. Her türlü sözlü ve yazılı tacize uğruyor.
İktidarın ‘’neo Osmanlıcılık hevesli görünmesi, alkollü içeceklerle ilgili tutumu, Kars’taki heykelle ilgili tepkisi’’durumdan vazife çıkarmak isteyenler için aranan fırsat oldu. Ayrıca HSYK’da seçilecek yeni üyeler için bakanlığın gereksiz tutumda bulunması, polisin aşırı güç kullanması, türbanın istismar edilmesi, asker hesaplarının Sayıştay denetiminin dışında tutulması bardağı taşırdı. Hiç kuşkusuz tüm bunlar haklı eleştirilerdir. Bunları tasvip etmek mümkün değildir.
’’Seçim atmosferine girildiğini dolayısıyla İktidarın milliyetçi oylara göz dikmesinin normal sayıldığını düşünmek de doğru değil. Seçimlerden sonra iktidarın tekrar yenilikçi ve değişimci olacağını’’söylemek çok ciddi bir şey ifade etmiyor. İnsanları ikna etmiyor. Ayrıca bunun hiçbir garantisi yok. Belki böyle olacak, belki de olmayacak.
Demokrasinin eksik olduğu, devletin demokratik ve saydam olmadığı, ekonominin sıkıntılı olduğu her yerde risk vardır. Bu risk çok biçimlidir. Burada gerici ve tutucu iç dinamiklerden tutun, işbirlikçi durumundaki uluslar arası güç odaklarına kadar uzanır.
İşte tam bu noktada öngörülerimizi hangi denklem üzerinde kuracağız. Verilerimizi bu günün şartlarından ele alıp geleceği kurgularken nelere dikkat edeceğiz. Komplo teorilerine ağırlık verip müneccimlik batağına mı gireceğiz? Yoksa ‘’insanlık sorununun aynı zamanda mücadeleler sorunu’’olduğuna mı bakacağız. Kendimizce geleceğe ipotek koymayacağız. Ben ikincisinin doğru olduğunu düşünüyorum.Bu hem toplum bilimleri açısından böyle. Hem de ‘’tarihte ne olduysa mücadeleler sonucunda olmuştur’’ diyeceğiz. Bunu kabul edecğiz.
Korkular ve tereddütler üzerinden müdahale edilmiyor. Mücadele hak için, adalet için vicdan için olunca bir anlamı oluyor. Güçlü oluyor. Bu mücadele haktan, adaletten,mağdur olanlardan gelişiyor. Bunun sonucunda ‘bir adım ileri’ bile hayli önemli. Yol haritası açısından, moral açısından ve ön açma açısından bu mesafe küçümsenemez. Zira değişim yenilenme ve demokrasi ülkemizde böyle gelişiyor. Hayır diyerek, bağırarak çağırarak demokrasi gelişmiyor. Her türlü pozitif gelişmeyi küçümseyerek, sırt dönerek bu olmuyor. Demokrasiye inanmayarak ilerleme olmuyor.
Ayrıca demokrasiler iktidarın iki dudağı arasında bir sihir de değildir. Demokrasi bir ihtiyaç bir yaşam biçimi haline gelmişse, buna hiçbir iktidarın gücü yetmez. Demokrasi, geniş sınıf ve katmanların çıkarlarıyla ve bunların üretim mekanizmalarıyla örtüşürse, ekonomik sosyal ve siyasal olgunluğa erişmiş ise yolun sonuna gelinmiş demektir.
Sonuç itibarıyla geleceği, bugünden itibaren doğru tespit, doğru yöntem ve doğru araçların mücadelesi belirleyecektir.
Kapıya dayanmış sorunlarımız aynen böyledir. Biz bu noktadayız.
Oturarak, her türlü gelişmeye kayıtsız kalarak olmuyor. Güzele doğru gidiş, bedellerle oluyor. Bu bedel bazen her çeşit olabiliyor.
Ülkemizdeki eksik demokrasiyi giderirken ve yeni bir anayasa yaparken bedel ödeyeceklerin az olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla yarınımız mutlaka güzel olacak.
Mustafa Köse /mkose1955@hotmail.com
23 Ocak 2011
Hepimiz bazen durumdan vazife çıkartırız. Örneklerden yola çıkıp bir şeyler kanıtlamaya uğraşırız. Aldığımız tutum veya söylediklerimizin dayanağını bulmaya çalışırız. Daha çok;‘’İşte görüyorsunuz, biz daha önce dememişmiydik, şimdi aklınız başınıza geldi mi’’gibi söyleme gireriz. Bu gün iktidarla ilgili değerlendirmelerimizde bunu yaşıyoruz.
AKP’nin son tutumu buna vesile oldu. Özellikle başbakan ve yakın çevresinin ‘’demokratlık ve çağdaş demokrasi’’ ölçülerinin gerisine düşmesi tartışmayı alevlendirdi. Vesayet rejiminin uzun süredir şişirdiği korkular depreşti. ‘’sivil faşizme gidilecek, din devleti olunacak, özgürlükler ortadan kalkacak’’gibi iddialar tekrar öne sürülme ortamı buldu.
Hatta daha ileri gidiliyor. AKP’ nin olumlu adımlarını övenler, referandumda ‘’yetmez ama evet’’diyenlere saldırıya uğruyor. Her türlü sözlü ve yazılı tacize uğruyor.
İktidarın ‘’neo Osmanlıcılık hevesli görünmesi, alkollü içeceklerle ilgili tutumu, Kars’taki heykelle ilgili tepkisi’’durumdan vazife çıkarmak isteyenler için aranan fırsat oldu. Ayrıca HSYK’da seçilecek yeni üyeler için bakanlığın gereksiz tutumda bulunması, polisin aşırı güç kullanması, türbanın istismar edilmesi, asker hesaplarının Sayıştay denetiminin dışında tutulması bardağı taşırdı. Hiç kuşkusuz tüm bunlar haklı eleştirilerdir. Bunları tasvip etmek mümkün değildir.
’’Seçim atmosferine girildiğini dolayısıyla İktidarın milliyetçi oylara göz dikmesinin normal sayıldığını düşünmek de doğru değil. Seçimlerden sonra iktidarın tekrar yenilikçi ve değişimci olacağını’’söylemek çok ciddi bir şey ifade etmiyor. İnsanları ikna etmiyor. Ayrıca bunun hiçbir garantisi yok. Belki böyle olacak, belki de olmayacak.
Demokrasinin eksik olduğu, devletin demokratik ve saydam olmadığı, ekonominin sıkıntılı olduğu her yerde risk vardır. Bu risk çok biçimlidir. Burada gerici ve tutucu iç dinamiklerden tutun, işbirlikçi durumundaki uluslar arası güç odaklarına kadar uzanır.
İşte tam bu noktada öngörülerimizi hangi denklem üzerinde kuracağız. Verilerimizi bu günün şartlarından ele alıp geleceği kurgularken nelere dikkat edeceğiz. Komplo teorilerine ağırlık verip müneccimlik batağına mı gireceğiz? Yoksa ‘’insanlık sorununun aynı zamanda mücadeleler sorunu’’olduğuna mı bakacağız. Kendimizce geleceğe ipotek koymayacağız. Ben ikincisinin doğru olduğunu düşünüyorum.Bu hem toplum bilimleri açısından böyle. Hem de ‘’tarihte ne olduysa mücadeleler sonucunda olmuştur’’ diyeceğiz. Bunu kabul edecğiz.
Korkular ve tereddütler üzerinden müdahale edilmiyor. Mücadele hak için, adalet için vicdan için olunca bir anlamı oluyor. Güçlü oluyor. Bu mücadele haktan, adaletten,mağdur olanlardan gelişiyor. Bunun sonucunda ‘bir adım ileri’ bile hayli önemli. Yol haritası açısından, moral açısından ve ön açma açısından bu mesafe küçümsenemez. Zira değişim yenilenme ve demokrasi ülkemizde böyle gelişiyor. Hayır diyerek, bağırarak çağırarak demokrasi gelişmiyor. Her türlü pozitif gelişmeyi küçümseyerek, sırt dönerek bu olmuyor. Demokrasiye inanmayarak ilerleme olmuyor.
Ayrıca demokrasiler iktidarın iki dudağı arasında bir sihir de değildir. Demokrasi bir ihtiyaç bir yaşam biçimi haline gelmişse, buna hiçbir iktidarın gücü yetmez. Demokrasi, geniş sınıf ve katmanların çıkarlarıyla ve bunların üretim mekanizmalarıyla örtüşürse, ekonomik sosyal ve siyasal olgunluğa erişmiş ise yolun sonuna gelinmiş demektir.
Sonuç itibarıyla geleceği, bugünden itibaren doğru tespit, doğru yöntem ve doğru araçların mücadelesi belirleyecektir.
Kapıya dayanmış sorunlarımız aynen böyledir. Biz bu noktadayız.
Oturarak, her türlü gelişmeye kayıtsız kalarak olmuyor. Güzele doğru gidiş, bedellerle oluyor. Bu bedel bazen her çeşit olabiliyor.
Ülkemizdeki eksik demokrasiyi giderirken ve yeni bir anayasa yaparken bedel ödeyeceklerin az olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla yarınımız mutlaka güzel olacak.
Mustafa Köse /mkose1955@hotmail.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder