HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

15 Eylül 2008 Pazartesi

DİRENME HATTINA DİL UZATMAK


Bedreddin Mahir

bedreddin.mahir@gmail.com

14 Eylül 2008
12 Eylül darbesi ülkemize gelip çöktüğünde en büyük darbeyi ve yarayı devrimci hareket aldı. Hazırlıksız yakalandı. Sonu feci şekilde biten bir süreç oldu. Bu karanlık sürece karşı dünyanın tüm devrimci hareketlerinde olduğu gibi, ülkemizde de geri çekilme ve bir nefes alımı için emin limanlara çekilme gereği doğdu.
On binlerce devrimci öncelikle Ortadoğu'ya aktı. Suriye bunun önemli bir kısmına ev sahipliği yaptı. Yaralar hızla sarılmaya, toparlanmaya ve kayıpları telafi edip çalışma tarzı yenilemek ve dinamiklerle faşizme karşı direniş için, elden gelen her şeyi yapma koşulları oluşturuldu. Bu amaçla direnmek isteyen istisnasız tüm siyasal hareketler canla başla çalıştı.
Her eylemin başlangıcı nesnel veriler üzerinde yükselen bir iradedir. Koşulları varsa ve imkanlar yeterliyse bu niyet fiil olur. Fiil ise üzerinde oluştuğu veriler kadardır. Ancak, nitelikçe olay bu fiile girişmektir, nicelik ise verilerle ilgili ya yoğun ya da zayıf kalabilirdi.1982’lere doğru giderken bu adımlar hızla atılmaya başlandı. Kürt özgürlük hareketi başta olmak üzere direnme hattını seçen tüm örgütler silahlı-silahsız direnmeleri yükseltmeye çalıştı. Bu amaç ve iradeyle yürüdü.
Bu iradenin varlığı önemliydi. Yeterlilikler ve yetersizlikler ise işin diğer boyutudur; ancak bu irade ve fiile rağmen, ortaya konan çabaları küçük göstermek için bir takım itirafçıların hor görülerini sağa sola üflemeleri ise devrimci harekete Özel Harp Dairesi'nin işidir.1982 yılı, 12 Eylül rejimine karşı direnme hattını seçenlerle, teslim olmaya dahi yetecek birliğini koruyamayanlar arasında bir ayrışmaya tanık olundu. Her örgüt açısından olay farklı cereyan etti. Biz Acilciler olarak bunu kamptan ve mücadeleden kaçanlarla, itirafçıların kışkırtmalarıyla teslimiyeti seçenleri gördük. Hızla da atlattık.
1982 Haziran’ında onu aşkın devrimci örgüt direnme hattını seçerek Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi'nin kuruluşunu ilan etti (FKBDC). Bu cephenin kurucu üyesi olarak bizler, diğer devrimci örgütlerle birlikte, direnmenin her iki yakasında da yerimizi alıyorduk. Silahlı ve silahsız direnme araçlarını gücümüz ve olanaklarımız oranında yerine getirmekteydik.Aynı kesitte sendikaların, köklü parti ve siyasal hareketlerin 12 Eylül öncesi on binleri sokaklara dökme koşulu olanların, ortalıktan tamamen silinmelerine rağmen, bu ülkenin direnme güçleri, direnişlerini sürdürme kararı aldı ve bunu yürüttü.
Bu direnişi yoğun olarak Kürt özgürlük hareketi temsil etti. Daha çok silahlarıyla dağları, bayırları kapsayan mücadelesiyle, şehitleriyle bunu yaptı. Bu bütün içinde diğer örgütler şehirlerde yapabilecekleri her şeyi ortaya koydu; bildiri dağıtımından yazmaya, silahlı eylemden korsan gösteriye kadar yapılması mümkün olan şeyler aksatılmadan yerine getirilmeye çalışıldı. Ortak ülkemizin devrimci hareketi gerçek anlamda birlikte hareket ederek bir direnme hattı oturtmaya çalıştı. Bunun ne kadar başarılıp başarılmadığından önemlisi bu iradenin ortaya konması ve bunun için fiili adımların atılmasıydı. 12 Eylül karanlığına karşı direnmeyi değerlendirirken başka türlü bir yaklaşım yapılamaz. O gün yapılması gerekenler verili olanaklarla yapılıp yapılmadığını sorgulamak gerek, ötesi abartmadır. Bu abartmaların olmasını bekleyen aptallar ise direnmeyi küçük düşürmek için, ortalıkta hiçbir şeyin olmadığı şüphesini yaygınlaştırarak gerçekleri örtmek isterler.

Tarihte olan her direnmenin ve devrimin bu gün itibariyle ortaya çıkan gerilemesine bakarak da, bunların birer vehim olduğunu iddia etmek güç değildir. Bir takım itirafçılar “Direnmek gereksiz bir çabadır, varsa da anlamsızdır sonuçsuzdur çapsızdır” dediler. Bu inkarcılık, bu güne dönüp baktığında tarihin tüm direnmelerini devrimlerini de inkar eden, onları hor gören bir yaklaşım içinde olur; nitekim iyi izleyiciler bunun öyle pazarlanmakta olduğunun yabancısı değillerdir.Olay bu değildir. Nitekim 12 Eylül karanlık rejimine karşı direnmenin bu gün itibariyle sonuçlarına baktığımızda küçümsenmeyecek bir tablo olduğunu görmek zor değildir. İşte Kürt sorununun aldığı uluslararası boyut ve buradan ortak ülkemiz demokrasi mücadelesinde açtığı kanalları, yıktığı tabuları, hala zorlamakta olduğu statüler, direnmenin birer başarısı olarak dünden bu güne taşınmıştır. Burada hangi örgüt ne yaptı gibi bir yarışın anlamsızlığına girmeyeceğim. Ortak ülkemizin direnme çizgisinden yana olanlar ve buna katılanlarla bunun dışında olanların ayrımını yapmakla yetineceğim.
Örgütümüz adına ise söyleyeceğim şey 12 Eylül rejimine karşı verili tüm imkanları kullanarak direnmeye çalıştığımızdır. Bu uğurda silahlı silahsız eylemlerimizle, siyasal gelişmelere karşı kesilmeyen çabalarımız ve direnme çizgisini yükseltme amaçlı girişimlerimizle sürecin bir parçasıydık. Yurt dışında örgütsel çalışmaya yaşam alanı açmak ve sınırları her alanda delerek giriş çıkış imkanları yaratmak ve bunu tüm direnme güçleriyle paylaşmak dahil silahlı silahsız her çabayı ortaya koyarak yerine getirmeye çalıştık.
Özel Harp Dairesi işleriyle kesişenlerin çabaları, devrimci saflarda mütalaa edilmeyecek bir yerdedir. Onlar arkadan nal toplarcasına özel hafiyeler gibi direnme övgüsüne saldırdığını sorgulamak yerinde olacaktır. Bu da ikinci kuşak Ergenekoncularının kendilerini belirginleştiren ortaya koyuşlarıdır.
Tek tek örgütleri baz alarak kıyaslama basitliğine düşmeden ülkemiz devrimci hareketini bir bütün olarak algılayıp konuyu ele aldığımızda görülecek ki, her ülkede olduğu gibi ülkemizde de direnen ve direnmeyenler vardı. Doğal olarak direnme çizgisinde olanlar da bin bir türlü direniş içindeydiler. Düzenli gerilla birlikleriyle dağlarda direnenler yanı sıra, şehirlerde zaman zaman askeri eylemlerini yükseltip diğer araçları da direnme sürecine katanlar bulunmaktaydı. Bunlar bir bütündü, üstelik FKBDC adı altında da siyasal bir birlik içindeydi. Bu adımı atmış, bunun fiili gerekleri için özveriyle çalışıyorlardı. 12 Eylül rejimi bizleri örgüt örgüt ayırıp özel bir muameleye tutmuyordu. Hepimizi düşman sayıp katletmeye çalışıyordu.
Bunu her yerde, ülke içinde, zindanlarda, yurt dışında ulaşabildiği her yerde kanlı biçimde yapıyordu. Doğal olarak direnme de her yerdeydi, ülke içinde olduğu kadar dışında da kendi özgünlükleriyle, ülke içindeki çabalara katkılarıyla direnme vardı.Bu gerçekleri görmemezlikten gelip hafife almak, kasıtlı değilse ahmakçadır. Dünyanın tüm devrimleri ve direnmeler çok kısır olanaklarda, çok zor koşullarda ve bin bir araçla yürütülmüştür. Büyük bir çoğunluğu da bastırılmıştır. Buna bakıp dünyada direnme olmamıştır denebilir mi, buna bakıp şehitler, yaralılar, illegalin amansız denklemlerindeki çabalar, direnme değildir denebilir mi?

Bu konuda, bu güne dek hiç kimse 12 Eylül rejimine karşı en küçük bir çabaya bile saygısızlık yapmamıştır. Bu çabaları küçümsememiştir. İtiraf kompleksliler yeltenmiştir. Bu aptal bir süredir devrimci hareketin tüm değerlerine saldırmakta zıvanadan çıkmıştır: Filistin halkının meşru hakları ve devrimci mücadelesine yapılan katkıları bile “paralı askerilik” olarak görecek kadar saçmalayanlardır!..

Tüm devrimci hareketin faaliyetlerini, bir yerlere yamalamak için Özel Harp Dairesi'nin devrimcilere ait temiz bir alan bırakmama taktiği gereği çamur atanlardır. Bu tipler Kürt özgürlük hareketine yönelik milliyetçi reflekslerini bir kin olarak kusması hiçte uzak değildir. Direnme söylemine bu tepkinin varacağı ilk durak budur.Bu konunun tartışmasında şu ya da bu örgüt adını anmak, ayrıntılara inip örgüt içi tartışılacak sorunu internet ortamında ifa etmek doğru değildir. Bu gibi ihbarcı çabalar direnme karşıtlarının işi olabilir, bizi ilgilendiren konunun özüdür, direnme ve direnme safında yer alıştır. Hangi örgütün ne kadar ve nasıl direndiği ise, o örgütün iç değerlendirmesidir ve görelidir. Avrupa konformizminin rahatlığında, direnme saflarında ayrılıkçılığı körükleyin itirafçıların bu kulvarda söyleyecek ne bir sözü ne de yeri vardır.

Özgürlük mücadelesi veren Kürt hareketinin direnişini inanılmaz akıl zorlamalarıyla bir yerlere yamama ya da tehlikeli, hatta terör olarak gösterme çabaları buradan kaynaklanmaktadır; bunu da daha çok tarihlerinin hiçbir dönemlerinde direnememiş ve direnme gerektiğinde teslim olmuş siyasal eğilimlerin yapması tesadüf değildir.Yarınları kurmak için dünyada tüm direnme hareketlerinin ısrarla izlediği bir gerçek vardır. O da geçmişin en küçük bir olumluğunu yenilemek ve ilerletmek için öne çıkarma çabasıdır. Hataların, yetersizliklerin, başarısızlığın bataklığında düşünceleri köreltmek yerine, olumlunun taşıdığı başarı umudunu yükseltme çabasını öne çıkarmak, başarıya giden yolun önemli bir adımıdır. Direnme süreçlerinin deneyleri bunun başarı için önemli olduğunu gösteriyor. Biz de geçmişimizin onurlu çabalarını boyutuna bakmadan öne çıkarıyor, onu yükseltme amacı taşıdığımızı ilan ediyoruz. Bizim bu çabalarımıza karşı, itirafçı gibi bir dizi kukla “abartmayın, başaramadınız, başaramazsınız, yetersizsiniz, gücünüz yetmez, kendinizi dev aynasında görüp kendinizi aldatmayın” diyor, bunu kulaklara şüphe ve kuşkuyla birlikte fısıldıyor; biz de abartmadan diyoruz ki; bu fısıldamalar kimin işidir soruyoruz. Elimizdeki tüm bilgiler bu hor görücü çabaların geri planında Özel Harp Dairesi'nin olduğunu gösteriyor.
12 Eylül Rejimine Karşı Direnmenin Sonuçları12 Eylül rejimine karşı direnenler, alabilecekleri önlemleri sonuna kadar zorlayarak bu mücadeleyi yürüttüler. Hiçbir devrimci körü körüne bir yerlere atılarak direniyorum adı altında bir iş yapma macerasında olmadı. Eksik oldu, fazla oldu, bu konumuz dışındadır. Ama devrimci güçlerin önemli bir kısmı her şeye rağmen direnme kararındaydı ve bunu fiili olarak yaşama geçirme atılımı yaptı. Bu amaçla kendini yeniden yapılandıranlar da vardı.Direnme amacı taşıyanlar, bu süreçte bin bir araçla direndiler. Tecrübesizlik, eksiklik, yetmezlik, olanaksızlık, başarısızlık demeden direndiler, dönüp bir daha direndiler. Kendi adımıza konuşacak olursak, en az üç kez merkezi düzeyde yakalanmalarımıza rağmen, dönüp yeniden direnişi yükseltmek için ne var ne yok her şeyimizi ortaya koyup devam ettik. Diğerleri bizden farklı değildi. Kararlılık devrimci harekettin kendini belirgin eden bir göstergesiydi. O gün bunun önemi çok büyüktü. O gün bir yaprağın kıpırdanması bile güçken; bu kararlılık ve bu duruş, direnmeydi. Bu gerçekleri hiçbir itirafçı rezil adam kirletemez.Hata yapmamak için iş yapmamak gerek.
Direnenler hata yapmayı göze aldılar. Geçmişin bu onurlu çabalarını, bu günün ortamında küçük düşürmek ve hafife almanın bir durum değerlendirmesinin, düşünce alış verişi kapsamında görülmesi mümkün değildir.Direnme ölçüleri tarihin her kesitinde belirgin özelliklere sahiptir. Bunların en önemlisi direnme iradesidir. Bu irade direnmek isteyen tüm örgütlerde vardı, tersini de kimse iddia edemez.
FKBDC bu amaçla kuruldu ve devrimci örgütler arasında direnişin yükseltilmesi açısından olumlu bir rekabet de yaratmıştı. Evet yakalanmalar, ölümler, zarar ve ziyanlar, yetersizlik ve tecrübesizlikler çoktu. Ama örgütsel karar ve yönelim direnmeden yanaydı. Bu amaçla elde olan her şey seferber edilmişti. Hiçbir dış kaynağa sahip olmadan, kendi dar olanaklarıyla kavrulan, deneyimsiz ve genç bir devrimci hareketin gösterdiği bu irade, direnmenin yarısıydı. Buna saygı duymayanların, bu gerçekleri algılama şansları hiç olmayacaktır. Bu nedenle bu gün direnmeye karşı gösterdikleri refleksler ortaya çıkmaktadır.
Daha iyisi yapılmaz mıydı, evet yapılırdı. Bunu bu gün söylemek çok kolay. O gün bir taş atmanın bile direnme olduğu kesitte, irade beyan etmek çok ayrıdır. O süreci tüm ayrıntıları ve detaylarıyla yaşayan bu satırların yazarı, direnme hattında yer alma iradesi gösteren tüm örgütlerin abartmasız 80-90 yılları arasında mümkün olan tüm araçlarla eylemlerini ortaya koymaktan çekinmediler. Bu çabaları hafife almak en hafif deyimiyle edepsizliktir.Bilindiği gibi, 12 Eylüle karşı en kapsamlı ve en ciddi direniş; ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi gücü olan Kürt özgürlük hareketi tarafından ortaya konmuştur. Bu hareket ortak ülkemizin direnme hattı içinde bir hareketti. Ağırlığı ne olursa olsun, onunla birlikte olanların oluşturduğu bir hattı. O da biz gibi direnme mücadelesinin bir parçasıydı.
1982 Haziran’ında Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ni (FKBDC) ve sonrası Devrimci Birlik Platformu'nu (DBP) kurduğumuzda devam eden hat buydu; bir direnme hattıdır bu. Bu hattın direnmediğini iddia etmek ancak aptallara mahsustur.Kürt özgürlük hareketini genel Türkiye devrimci hareketinden yalıtarak ele almak en azından dün için insaflı bir yaklaşım sayılamaz. Kaldı ki, 80’li yılarda devrimci hareketin bin bir nedenle iç içe giren süreçleri, direnme adına ortaya ne konduysa tüm tarafların katkılarıyla olduğu gerçeğini göstermeye yeterlidir. Dün, tek tek örgütlerin direnmeden yana konumlarını yorumlamanın hiçbir anlamı da yoktu.
Dünyanın her yerinde de direnme böyle olmuştur. Süreci bir biçimde yürüten öncüler vardı, ama bu diğer katkıları dışlamaz. Ayrıntılara dalmak, kimin hangi düzeydeki kadroları nerede ne yaptı ya da ne yapabilirdi ve neden öyleydi gibi bu gün için geçmiş bir tartışmayı güncellemek, demagojiden ibarettir. Bu didiklemeler devrimci hareketi küçük düşürmek için, tarihinde kayda değer tüm izleri yok saymak için harcanmış derin devlet çabalarıdır. Yolları bu karalamalarla kesişenlerin tepkilerini anlamak güç değildir.
12 Eylül faşist askeri diktatörlüğüne karşı direnişin istenilen kesitte sonuç almadığı doğrudur. Ancak bu direnmenin hiçbir şeyi başaramadığı iddiası ise tamamen gerçek dışıdır. Her şey bir yana, ülkemiz mozaiğinin bu gün 12 Eylül iradesine ve tek boyutluluğuna karşı kazandığı sonuçlar ve kendini demokrasi mücadelesinde eğitme açısında edindiği tecrübeler bile, başarlı sonuçları olduğunu göstermeye yeterlidir.Bu gün Kürt halkının kazanımları ve dolaysıyla anti-demokratik devleti kıstıran, daha çok açılıma sevk eden etkinliklerin o günlerin direnmesinin bir ürünü olduğu inkar edilemez. Kürt halkının ezici çoğunlukla Kürdistan bölgesinde özgürlük hareketine gösterdiği eğilim, bir halkın direnme hattıyla kazınılmasının açık ifadesidir. Bunlar da direnmenin doğrudan ürünüdür. Milyonlarca insan bu süreçte demokrasi mücadelesi eğitiminden geçmiştir. Bu gün, ilk kez bu ölçüde bir yoğunlukla, grup kuracak boyutlarıyla, özgürlük ve demokrasi sesi meclise “bin umut adayları” yla taşındıysa, bu da dolaysızca dünkü direnmenin bir sonucudur.
Bu direnmeye hepimiz her şeyimizle katıldık. Bu gün etnik kimlik hakları için üzerindeki ölü toprağını silkelemeye yönelen halkların kendilerini ifade etme çabaları da bunun ürünüdür. Bu güne geride ne kaldıysa dünkü direnişin ürünü olduğu da unutulmamalıdır.
Milliyetçi etkiler, Türkiye devrimci hareketine ağır darbe indirdi. Direnme hattındaki yerini oldukça zedeledi. Buna rağmen dün isimleri ne olursa olsun bu gün de hangi ad altında olursa olsun direnme hattından yana olanların direnişi sürdürme çabaları devam etmektedir. Bir toparlanma, bir yeniden organize olma çabalarının yükseldiği bu koşulda, önümüzdeki örnekler kazanılmış sonuçların kaynağında yatan dünün direnme geleneğidir. Bunu yükseltmek, kendini yetmezlikle, hata yapmakla, yanlıştan kurtulamamakla kıskıvrak çeviren bir algılayıştan çok daha önemlidir. Biri daha çok teslimiyete diğeri yeni başarılara götürür.Kimse yanlış anlamasın; silahı alıp savaşın diyen yok, söylenen gayet açık, direnme hattı tüm etkinlikleri ve araçlarıyla başarının dünkü ve bu günkü tek yoludur. Bu yol içinde yeri ve zamanı geldiğinde tüm araçları ve faaliyetlerini ihtiva eder. Hazırlıklarımız en iyi düzeyde olmalıdır. Ancak hazırlık adı altında sonsuza süren bir sürecin mahkumu olmak gibi sonu teslimiyete uzanması mukadder durumlara da düşmemek gerekir.
12 Eylül rejimine karşı direniş en kötü koşullarda başlamış olsa da yapılması kaçınılmaz olan ve sonuçları önemli başarıları içeren bir direnişti. ama bu belirlemelerin ışığında kimi aptalların “direnişten söz etmek, temelsiz ajitasyonun ötesine geçmiyor” söylemleri, en iyimser deyişle abesle iştigaldir.
Direnme bu gün de sürüyor. Bu bir tutumdur. Bir irade beyanıdır. Bunun ne kadarı yaşama geçer verilerin bütünsel endekslerine bağlıdır. Ama öncelikle bu duruşun örgüt bazında ya da şahıs bazında karara bağlanmış olmasıdır. Bu gün de iyi bir hazırlıkla direniş sürmeli ve yükseltilmeli denebilir. Ki doğrudur. Ancak ani bir baskın, ani bir siyasal değişim gelip kendini dayatınca, var olan imkanlarla direnmek zorlu olunca bundan kaçınmamak gerektir.
12 Eylül darbesinin ardında olan ve alınması gereken tutumun kaynağında bu vardı. Bu kesitte, yerel seçimler gibi önemli bir düelloya giderken yaşanabilecek bir siyasal kırılma ortamında gelip dayatacak bir açık direniş ihtimali belirince yapılması gereken de aynıdır. Kimse kimseyi aldatmasın, önce bitip tükenmeyen bir hazırlık yapılmalı adı altında direniş yapılamaz. Asgari imkanlarla başlar tüm direnişler, ondan sonrası genişleyerek büyür. Bu gün parlamentoya kadar yükselen kazanımların, dünün imkansızlıkları içinde başlayan direnmenin eseri olduğu unutulmasın.
12 Eylül rejimi bir biçimde hala sürmektedir. Toplum üzerindeki karabasanı yasa ve kurumlarıyla kendini hissettirmeye devam etmektedir. 80’li yıllardan bu yana bu rejime karşı direnmede sürmektedir. Bu kesit itibariyle, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması yönünde oluşan kanaatler direnmenin iyi bir yükseliş trendi yakaladığına işaret etmektedir. Birçok alanda olduğu gibi Antakya’da halkın, ortak ülkemizin ünlü sanatçılarıyla omuz omuza 12 Eylül protestolarına katılması ve “darbeciler yargılansın” demeleri bu geleneğin bir uzantısıdır.

Antakya’da 12 Eylül protestosunun mesajı çok önemlidir. Bir siyasi geleneğin nasıl da halkıyla sanatçılarıyla iç içe olduğunu ve direnme tutumunda yoluna devam ettiğini karınca kadarınca gösterdiği gibi, ortak ülkemizin siyasal duyarlılıklarıyla da paralel yürüyen çabalarına da bir göstergedir. Bu ne bir mevkide yer alma böbürlenmesidir ne de vehimdir; bu ikircimsiz ve açık bir direnme hattıdır, kararlı olma ve kendi haklarını ortak ülkenin haklarıyla kaynaştırma çabasıdır, geçmişten bu güne uzanan tutarlı bir duruştur.
Direnme bir süreçtir. Devrim değildir. Direnme için gerekli olanlarla devrim için gerekli olanlar çok farklıdır. Bu yüzden direnmenin gelip çattığı bir kesitte devrim için aranan koşulları beklemek safça bir davranış değilse, çirkin bir teslimiyetçi tutumdur. Ülkemizde direnme her zaman her yerde kendini dayatan bir gerçektir. Devletin halkı karşısındaki konumu itibariyle gerçek budur. Siyasal kurumlarıyla, askeri ve emniyet teşkilatıyla, bürokrasisiyle devlet, halkı direnmeye zorlayan bir yapılanmadadır. Tek boyutluluğuyla halka direnmekten başka seçenek bırakmayan bu devlete karşı dün sürdürdüğümüz direnişten daha güçlü direnişleri örgütlememiz bir vatandaşlık görevi haline gelmiştir. Bunu hazırlık adı altında sulandırmanın çok anlamlı olduğu söylenemez. Bu türlerin tek amacı, geçmiş direnmeleri küçük düşürerek bu günkü direnme etkinliğimizi doğmadan kırma çabasıdır. Sorunu kişilerin geçmiş üzerine didişmelerinden çıkaran da tam bu noktadır.
Bizler dün de bu gün de diyoruz ki, haklarımızın kazanımının yolu direnmekten geçiyor. Direnmemizin araçları, bizi direnmeye zorlayanların baskı araç ve yönelimlerine bağlı tercih olacaktır. Bu gün ve geçmişte tüm halkların direnmede tercihlerini belirleyen koşullar ne ise bizim içinde geçerli olan odur. Ne bir fazla ne bir azdır. Bu da tüm halkların meşru hakkıdır. Bizlerin hak kazınım yolu için önemsediğimiz sonuç alıcı kanallar burada bulunmaktadır. Direnme bir savunmadır, saldırı değildir.
Anti-demokratik devletin tüm kurumlarıyla saldırıya geçtiği, her türden hak talebini ve bunun için yükselen direnme ve mücadeleyi itirafçılarıyla birlikte kirletmek istediği bir ortamda verilecek tek bir cevap vardır; o da direnmeyi yükseltmektir.


Hiç yorum yok: