23 Ocak 2011 Pazar
BÖLGENİN GERGİN SAFLAŞMASI
Bölge dış güçlerin tehdidi altında bir türlü nefes almıyor. Enerji kaynakları, petrol ve ipek yolunun sağı solu denetim altıda tutulmak isteniyor. Amaç paylaşmak değil el koymak, talan etmek olunca, bölge halklarının da refleksleri her tarihi kesitte artan bir hassasiyet kazanıyor. Sömürgecilik çağları bitti, yeni sömürgecilik çağı da eskidi, artık ya birer eşit olarak paylaşmak ya da kimse kimseyi tutsak etmeden özgür olacaktır.
Bu iki farklı algı, bölgemizin iki yakasında kıran kırana bir mücadele içinde. Bir dönem doğu yakası, bu gün batı yakası ateş çemberi olmuş durumda. Bölgemizi kuşaklar boyu karanlıklara gömmek isteyen şer güçleri ve onların bölgedeki uzantıları b.ir taraf ta, bölgenin çıkarlarını savunun demokrasi güçleri direnme hattı etrafında diğer tarafta bu mücadeleye yön vermeye çalışıyorlar. Bir büyük saflaşma, bir büyük kaderin yol haritasını çiziyor. Bölgenin en zayıf halkası Lübnan, aynı zamanda saflaşmanın önemli bir ölçütü olarak gergin bir tırmanış içindedir. Bu yanıyla Lübnan’ın siyasi gelişmelerini takip etmek, bölgemizdeki gelişmelere karşı bir sorumluluktur; bu aynı zamanda ülkemizdeki sorumluluğumuzun bir parçasıdır.
Tunus halkının 21. Yüzyıla armağan ettiği “Yasemin Devrimi” bölgede domino taşı etkisi yaratacak özellikler,i bu duyarlılığımızın önemini de yansıtan bir gelişmedir.
Bu saflaşmada herkesin bir yükümlülüğü var. Bu yükümlülükten kaçışın imkanı yoktur. Tarafsızlık, bertaraf olmanın bir başka adıdır. Ülkemizin siyasal arenasında taraf olmak bölgede taraf olmanın öncülü olarak sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Bu dava hepimizin, haklarımızı kazanmak için taraf olmalıyız.
Mihrac Ural
22 Ocak 2011
Bölgemizin batı yakasındaki gerginlik hızla tırmanırken saflaşmada aynı hızla belirginleşiyor. Bu gün Cuma ve Cuma hutbeleri bu saflaşmanın önemli ipuçlarını vermeyi başladı. Sünni topluluk eski direniş çizgisini yeniden diriltme anlamında söylevler verdi. Saad Hariri’nin Sünni toplumu temsil edemeyeceğimi, bu topluluğun tarihsel direnme çizgisinin halkların lehine olan çizgi olduğu ve bunun yükseltilmesi gerektiğini vurguladı; Haririnin devlette ve toplumda yarattığı olumsuz mali sorunları ve diş güçlerin bir edatı olma yönünde gelişine duruşunun artık Lübnan’ın çıkarlarını temsil etmekten uzak olduğunu dile getirdi. Lübnan Sünni liderliğinin köklü aileleri ve eski başbakanları Lübnan ve bölge üzerine kurgulanmış İsrail-ABD hattının karşısında duracaklarını ifade ettiler.
Bu açıklamalar sadece Lübnan sahasında değil tüm bölgede önemli etkileri olacağı açıktır.
Bu gelişme çok yeni değildir ancak hızla tırmanan bir gelişmedir. Daha önemlisi ve bekleneni ise Dürzü lider Velid Canbolat’tan geldi.
Canbolat, Lübnan siyasi dengelerinin kilit unsuru. Kararsızlığı, U dönüşleriyle de şöhreti azımsanmayacak biri. Büyük Orta-doğu Projesinin (BOP), İsrail’in Lübnan’a açtığı savaşta yenilemesi ardından çöküşü (12 Temmuz 2006, 33 gün savaşı) Lübnan’da dış güçlere bel bağlayan Safaları da çözmüştü. ABD yanlısı politikalarıyla herkesi dehşete düşüren Dürzi lider, sığ inanç çıkarları ardından ABD yanlısı çizgisini de sona erdirmişti.
Dürzi lider, bu yanlıştan dönüş için Suriye’yle barış kapısını zorladı ve bu kapıdan girerek yeniden bölge direnme güçlerinin yanında olduğunu göstermeye çalıştı. Bu adımla birlikte Falanjistlerin ve sağcı güçlerin oluşturduğu “14 Adar” (14 Mart) hareketinden çekildiğini açıkladı.
Lübnan önceki makalelerimde de dile getirdiğim gibi çok ciddi bir gerginlik sürecine yuvarlanmış bulunmaktadır. BOP senaryosuyla bölgeyi kontrol edecek sonuçları elde edemeyen ABD, geride Lübnan Başbakanı Refik El Hariri suikastı nedeniyle oluşturulan Uluslararası Cinayet Mahkemesi kılıcıyla kimi siyasi kazançlar elde etme ve bölgeyi kıskaca alma politikalar geliştirmeye koyuldu. Bu politikaların en büyük destekçisi de İsrail.
Söz konusu mahkemenin iddianamesi, İsrail’e diz çökertip BOP’un çöküşünü sağlayan direnme gücü Hizbullah’ı itham altına alarak uzun zamandan beri süren silahsızlandırılması için bir adım olarak kurgulanmıştır. İddianamenin uzun süre açıklanmasını erteleyen savcı Daniel Belmar, Lübnan muhalefetinin hükümetteki bakanları istifa ederek Saad el Hariri’nin istifası gündeme gelince, el çabukluğuyla adım attı, iddianame mahkemeye takdim etti. Bu adım açıkça mahkemenin bir siyasi karar mahkemesi olduğu, adli bir yanı olmadığını ortaya koydu. Lübnan muhalefetinin bu davranışa karşı tutumu ise çok sert oldu. Bir anda Lübnan iç savaş tamtamları altında hızlı gelişmelere sahne olmaya başladı. Yeni hükümetle ilgili mecliste grubu olan güçlerle danışma turları aniden önem kazandı.
Muhalefet güçleri bu danışma turlarında Saad el Hariri’ye onay vermeyeceklerini açıkladı. Ancak oyları yetersiz olması dolaysıyla kendileri bir hükümet oluşturma durumunda olmayan muhalefet için Dürzü liderin alacağı tutum aniden öne çıktı önem kazandı.
Lübnan’da hükümet, Taif Anlaşmasıyla oluşturulan “anayasa” gereğince farklılıkları ihtiva etmek yükümlülüğü altında “Birleşik Vatan Hükümeti” olmasını emrediyor. Lübnan “demokrasisi”nin bu özgünlüğü, hiçbir tarafın tek başına hükümet kurmasına olanak vermemektedir. Bu durumda sorunlar gerginliğin son aşamaya varmasına yol açtı. Yine uzun sürecek bir hükümetsizlik dönemi ve çatışmalar için sathı mail bir durum ortaya çıkmış oldu. Bu durum iç savaşa kadar uzanacak riskli bir durumdu. Oysa Sünni topluluğun özellikle Kuzey kesimleri, Ömer Kerami önderliğinde Hariri’ye ve onun dış güçlere bel bağlayan eğilimlerine karşı alternatif olarak duruyor; Keramiler, Arap ulusçuluğunun anti-emperyalist kesimlerini temsil eden bir gelenekten geliyorlar.
Bu gelişmeler anahtar rolündeki Dürzi lider Canbolat’ın duruşunu daha da önemli hale getiriyordu. Bu gün Velid Canbolat’ın yaptığı basın açıklamasıyla ortalık bir ölçüye kadar daha netleşmiş oldu. Canbolat, belgelerle açıkladığı süreci, Suriye ve direnme gücü Hizbullah’tan yana saf tutacağını belirterek bağladı. Siyasi ortama önemli bir etki yapan bu açıklama, Saad el Hariri’nin İsrail- ABD yanlısı çizgisine indirilmiş son bir darbe oldu. Ancak safları daha da belirginleştiren bu açıkla sorunu sona erdirmedi. Tersine gerginliğe daha çok dış gücün müdahale edeceğinin bir işareti oldu.
Canbolat basın açıklamasında, “1952 Bağdat paktından bu yana bölgede egemenlik peşinde koşan ve bunun amaçla İsrail’i maşa olarak ileri süren güçlerin oynadıkları oyanlara” dikkat çekti.
Hükümetin çöküşüne yol açan muhalefet bakanlarının istifası öncesi Suudi Arabistan-Suriye girişimi olarak bilenen çabaların olumlu sonuç aldığını ve bunun belgeye döküldüğünü açıkladı. Belgeyi eliyle göstererek altında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar el Esad, Saad el Hariri ve Hizbullan Genel sekreteri Hasan Nasrullah’ın imzasının bulunduğunu ifade etti. “Anlaşmışlardı, ne oludu da bu anlaşma bozuldu?” diyerek sitemini ifade etti.
“Sin-Sin (Suudi Arabistan- Suriye) anlaştıktan sonra geriye bu ülkede bir sorun mu kalır?” diyerek, “anlaşmayı dış güçlerin müdahalesine boyun eğenlerin bundan sorumlu olduğunu” belirterek Hariri’yi sorumlu gösterdi. “Dış güçlerin, Lübnan’a rahat vermek istemediğini. Sorunlarının çözülmesini istemediklerini” dile getirdi. Konuşmasının temel vurgusunu da başında olduğu partinin aldığı karar gereği, Suriye ve direnme güçleriyle (Hizbullah) birlikte tavır alarak bu süreçte konumunu belirlediğini ilan etti.
Bu açıklama, bölgemiz saflaşmasına önemli bir gönderme olacağı açıktır. Dış güçlerin, zayıf halka olarak gördüğü Lübnan’ı, denize açılan bir Ortadoğu penceresi olarak ele geçirme isteğine de bir sert darbedir.
Bu açıklamaları, yeni açıklamalar takip etti. Lübnan’la ilgili çözüm girişimlerinden çekildiğini Dışişleri bakanı Emir Faysal aracılığıyla dile getiren Suudi Arabistan, bu gün açıklamalarına balans ayarı yaparak, yine Emir Falsal ağzından “Lübnan’la ilgili sorumluluklarımızdan geri durmayacağız” diyerek ifade etti. Bu açıklamalar, birbirinden bağımsız değildir. Direnme güçleri ve safları güçlendikçe arada kalanların tutumlarında balans ayarları ortaya çıkıyor demek yanlış olmayacaktır.
Bu süreçte Tunus’un “Yasemin Devrimi”, hızla derinleşme yönünde mesafe kat ettiği izlenmektedir. Ancak Türkiye dahil hiçbir gerici Arap ülkesinin bu konuda bir tutum ortaya koymaması, ülke haberlerinde Tunus’la ilgili gelişmeleri önemsemeyen yayınlar, domino taşı etkisinin kaygıları olduğu yorumu yapılmaktadır. Lübnan’da muhalefet ise, Tunus örneğine işaret ederek, dış güçlerin müdahalesi devam ederek Saad el Hariri’nin iktidarı gasp etmesi halinde olacakların ciddi bir halk ayaklanmasına dönüşeceğini dile getirmektedir.
Tunus devriminin, Mısır, Cezayir, Ürdün gibi ülkeleri de kapsayacağı yorumcuların izlenimleri arasında yer alıyor. Bölgenin, Lübnan halkasında patlak verecek bir silahlı çatışmaya alev alma ihtimalinin çok yüksek olduğu belirleniyor. Bu satırların yazarı olarak benim de görüşüm, bu yöndedir. Ancak bu ihtimalin önünü kesecek girişim, direnme güçlerinin safları olacaktır. Bu saflar genişledikçe, önleyici etkileri de artacaktır. Bu nedenle ülkemizde öncelikle, devrimci demokrasi güçlerinin açık bir tutumla bölgemizdeki bu saf1laşmada yerlerini belirleme yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu aynı zamanda ülkemizdeki iktidarların bölge halklarıyla dayanışma içinde olmaları yönünde baskılarını da artırmayı gerektirir. Sol-milliyetçi çevrelerin, Gazze savaşı döneminde gösterdikleri sol içi Siyonist tutumlar, İsrail’i demokratik bir ülke gösterme çabaları, Suriye’ye yönelik acemi siyasetçi tepkileri bir kez daha karşımıza çıkacağının sinyalleri bulunmaktadır. Bunların da önüne geçmek, saflaşmada yerimizi belirlerken, bir sınav olarak karşımıza çıkacaktır.
Kıssadan hisse,
Bölgemiz her dönemde olduğu gibi, her bir köşesinde ortaya çıkan olaylarda, büyük saflaşmanın izlerini taşır. Bu saflaşmanın en yalın tanımı, İsrail-Emperyalist güçler ve Arap gericiliği bir yanda, direnme güçleri diğer bir yanda olarak ifade edilebilir. Direnme güçleri arasında daha çok örgütler ve çok az sayıda ülke yer alır (bu güçler arasında, ülke olarak “ret cephesi” olarak Yemen, Cezayir, Suriye, Libya, Irak vb sayılırdı. Ancak bu ülkelerin de çok farklı tutumlarla direniş çizgisi dışında kaldıkları bilinmektedir). Bölgenin her devrimci gücü bu saflaşmanın bir parçasıydı; bu yönde Kürt Özgürlük hareketinin de etkin bir yer alışı vardı. PKK ile örgütümüzün bu yönde ortak askeri eylemi de olduğunu burada belirtmek isterim. O denimin keskin ve yaygın çatışmaları ortamında, Filistin örgütleri kamplarında yer alan örgütümüz de çatışmanın bilinçli ve açık bir tarafı olarak mücadele içinde olmuştur. Ülkemizde halklarımızın davası uğruna fedakarca mücadele ettiğim gibi, 1983 yılında bu saflaşmanın karşı karşıya geldiği savaşta, şehitler verdik.
Bölgenin büyük ve temel saflaşması olduğu gibi devam ediyor. Kimi ülkeler ve örgütler saf değiştirdi bu doğru ama kimi ülkeler ve örgütler direnme hattına taze güçler olarak katıldı. Saflaşmanın bu yönü dünyadaki gelişme ve değişmelerin de izlerini taşıması normaldir.
Ülkemizin devrimci direnme güçlerinin bölge saflaşmasındaki yerinde önemli bir değişim olmadı. Olan, iktidarların gösteri mahiyetini aşmayan bölgeyle ilgisi ve sol milliyetçilerin, Siyonist sol olarak kendilerini ifade etmeleridir. Bu çevrelerle, bölge mücadele yükümlülüklerimizin bir uzantısı olarak mücadele edeceğimiz açıktır. Bu mücadele iktidarların, bölgemize yönelik dini istismarlarla son olarak da mezhep istismarlarıyla gösterdiği ilginin, gerçekçi bir saf tutma olmadığını göstermek olacaktır. Bunun yolu da iktidarları bölge halklarının gerçek bir dostu olma yönünde zorlamaktır. Bu zorlama onların da gerçek yüzlerini açığa vuracaktır.
Ülkemiz devrimci hareketinin bölgedeki konumlanışı ise, öncelikle ortak ülkemizdeki Kürt özgürlük hareketine karşı tutumuyla belirlenecektir. Kendi ülkesindeki haklı direnmeyi desteklemeyen bir siyasi eğilimin bölgede hakları için direnen halkların yanında gerçekten olması beklenemez.
Kıssadan hissemiz de tas tamam budur; ülkesindeki sorunları çözemeyen bir iktidar, bölge sorunlarında etkin bir rol alamazsa, ülkesinin özgürlük hareketini desteklemeyenler, hakları için direnen bölge halklarının yanında olamaz.
Bu iki farklı algı, bölgemizin iki yakasında kıran kırana bir mücadele içinde. Bir dönem doğu yakası, bu gün batı yakası ateş çemberi olmuş durumda. Bölgemizi kuşaklar boyu karanlıklara gömmek isteyen şer güçleri ve onların bölgedeki uzantıları b.ir taraf ta, bölgenin çıkarlarını savunun demokrasi güçleri direnme hattı etrafında diğer tarafta bu mücadeleye yön vermeye çalışıyorlar. Bir büyük saflaşma, bir büyük kaderin yol haritasını çiziyor. Bölgenin en zayıf halkası Lübnan, aynı zamanda saflaşmanın önemli bir ölçütü olarak gergin bir tırmanış içindedir. Bu yanıyla Lübnan’ın siyasi gelişmelerini takip etmek, bölgemizdeki gelişmelere karşı bir sorumluluktur; bu aynı zamanda ülkemizdeki sorumluluğumuzun bir parçasıdır.
Tunus halkının 21. Yüzyıla armağan ettiği “Yasemin Devrimi” bölgede domino taşı etkisi yaratacak özellikler,i bu duyarlılığımızın önemini de yansıtan bir gelişmedir.
Bu saflaşmada herkesin bir yükümlülüğü var. Bu yükümlülükten kaçışın imkanı yoktur. Tarafsızlık, bertaraf olmanın bir başka adıdır. Ülkemizin siyasal arenasında taraf olmak bölgede taraf olmanın öncülü olarak sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Bu dava hepimizin, haklarımızı kazanmak için taraf olmalıyız.
Mihrac Ural
22 Ocak 2011
Bölgemizin batı yakasındaki gerginlik hızla tırmanırken saflaşmada aynı hızla belirginleşiyor. Bu gün Cuma ve Cuma hutbeleri bu saflaşmanın önemli ipuçlarını vermeyi başladı. Sünni topluluk eski direniş çizgisini yeniden diriltme anlamında söylevler verdi. Saad Hariri’nin Sünni toplumu temsil edemeyeceğimi, bu topluluğun tarihsel direnme çizgisinin halkların lehine olan çizgi olduğu ve bunun yükseltilmesi gerektiğini vurguladı; Haririnin devlette ve toplumda yarattığı olumsuz mali sorunları ve diş güçlerin bir edatı olma yönünde gelişine duruşunun artık Lübnan’ın çıkarlarını temsil etmekten uzak olduğunu dile getirdi. Lübnan Sünni liderliğinin köklü aileleri ve eski başbakanları Lübnan ve bölge üzerine kurgulanmış İsrail-ABD hattının karşısında duracaklarını ifade ettiler.
Bu açıklamalar sadece Lübnan sahasında değil tüm bölgede önemli etkileri olacağı açıktır.
Bu gelişme çok yeni değildir ancak hızla tırmanan bir gelişmedir. Daha önemlisi ve bekleneni ise Dürzü lider Velid Canbolat’tan geldi.
Canbolat, Lübnan siyasi dengelerinin kilit unsuru. Kararsızlığı, U dönüşleriyle de şöhreti azımsanmayacak biri. Büyük Orta-doğu Projesinin (BOP), İsrail’in Lübnan’a açtığı savaşta yenilemesi ardından çöküşü (12 Temmuz 2006, 33 gün savaşı) Lübnan’da dış güçlere bel bağlayan Safaları da çözmüştü. ABD yanlısı politikalarıyla herkesi dehşete düşüren Dürzi lider, sığ inanç çıkarları ardından ABD yanlısı çizgisini de sona erdirmişti.
Dürzi lider, bu yanlıştan dönüş için Suriye’yle barış kapısını zorladı ve bu kapıdan girerek yeniden bölge direnme güçlerinin yanında olduğunu göstermeye çalıştı. Bu adımla birlikte Falanjistlerin ve sağcı güçlerin oluşturduğu “14 Adar” (14 Mart) hareketinden çekildiğini açıkladı.
Lübnan önceki makalelerimde de dile getirdiğim gibi çok ciddi bir gerginlik sürecine yuvarlanmış bulunmaktadır. BOP senaryosuyla bölgeyi kontrol edecek sonuçları elde edemeyen ABD, geride Lübnan Başbakanı Refik El Hariri suikastı nedeniyle oluşturulan Uluslararası Cinayet Mahkemesi kılıcıyla kimi siyasi kazançlar elde etme ve bölgeyi kıskaca alma politikalar geliştirmeye koyuldu. Bu politikaların en büyük destekçisi de İsrail.
Söz konusu mahkemenin iddianamesi, İsrail’e diz çökertip BOP’un çöküşünü sağlayan direnme gücü Hizbullah’ı itham altına alarak uzun zamandan beri süren silahsızlandırılması için bir adım olarak kurgulanmıştır. İddianamenin uzun süre açıklanmasını erteleyen savcı Daniel Belmar, Lübnan muhalefetinin hükümetteki bakanları istifa ederek Saad el Hariri’nin istifası gündeme gelince, el çabukluğuyla adım attı, iddianame mahkemeye takdim etti. Bu adım açıkça mahkemenin bir siyasi karar mahkemesi olduğu, adli bir yanı olmadığını ortaya koydu. Lübnan muhalefetinin bu davranışa karşı tutumu ise çok sert oldu. Bir anda Lübnan iç savaş tamtamları altında hızlı gelişmelere sahne olmaya başladı. Yeni hükümetle ilgili mecliste grubu olan güçlerle danışma turları aniden önem kazandı.
Muhalefet güçleri bu danışma turlarında Saad el Hariri’ye onay vermeyeceklerini açıkladı. Ancak oyları yetersiz olması dolaysıyla kendileri bir hükümet oluşturma durumunda olmayan muhalefet için Dürzü liderin alacağı tutum aniden öne çıktı önem kazandı.
Lübnan’da hükümet, Taif Anlaşmasıyla oluşturulan “anayasa” gereğince farklılıkları ihtiva etmek yükümlülüğü altında “Birleşik Vatan Hükümeti” olmasını emrediyor. Lübnan “demokrasisi”nin bu özgünlüğü, hiçbir tarafın tek başına hükümet kurmasına olanak vermemektedir. Bu durumda sorunlar gerginliğin son aşamaya varmasına yol açtı. Yine uzun sürecek bir hükümetsizlik dönemi ve çatışmalar için sathı mail bir durum ortaya çıkmış oldu. Bu durum iç savaşa kadar uzanacak riskli bir durumdu. Oysa Sünni topluluğun özellikle Kuzey kesimleri, Ömer Kerami önderliğinde Hariri’ye ve onun dış güçlere bel bağlayan eğilimlerine karşı alternatif olarak duruyor; Keramiler, Arap ulusçuluğunun anti-emperyalist kesimlerini temsil eden bir gelenekten geliyorlar.
Bu gelişmeler anahtar rolündeki Dürzi lider Canbolat’ın duruşunu daha da önemli hale getiriyordu. Bu gün Velid Canbolat’ın yaptığı basın açıklamasıyla ortalık bir ölçüye kadar daha netleşmiş oldu. Canbolat, belgelerle açıkladığı süreci, Suriye ve direnme gücü Hizbullah’tan yana saf tutacağını belirterek bağladı. Siyasi ortama önemli bir etki yapan bu açıklama, Saad el Hariri’nin İsrail- ABD yanlısı çizgisine indirilmiş son bir darbe oldu. Ancak safları daha da belirginleştiren bu açıkla sorunu sona erdirmedi. Tersine gerginliğe daha çok dış gücün müdahale edeceğinin bir işareti oldu.
Canbolat basın açıklamasında, “1952 Bağdat paktından bu yana bölgede egemenlik peşinde koşan ve bunun amaçla İsrail’i maşa olarak ileri süren güçlerin oynadıkları oyanlara” dikkat çekti.
Hükümetin çöküşüne yol açan muhalefet bakanlarının istifası öncesi Suudi Arabistan-Suriye girişimi olarak bilenen çabaların olumlu sonuç aldığını ve bunun belgeye döküldüğünü açıkladı. Belgeyi eliyle göstererek altında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar el Esad, Saad el Hariri ve Hizbullan Genel sekreteri Hasan Nasrullah’ın imzasının bulunduğunu ifade etti. “Anlaşmışlardı, ne oludu da bu anlaşma bozuldu?” diyerek sitemini ifade etti.
“Sin-Sin (Suudi Arabistan- Suriye) anlaştıktan sonra geriye bu ülkede bir sorun mu kalır?” diyerek, “anlaşmayı dış güçlerin müdahalesine boyun eğenlerin bundan sorumlu olduğunu” belirterek Hariri’yi sorumlu gösterdi. “Dış güçlerin, Lübnan’a rahat vermek istemediğini. Sorunlarının çözülmesini istemediklerini” dile getirdi. Konuşmasının temel vurgusunu da başında olduğu partinin aldığı karar gereği, Suriye ve direnme güçleriyle (Hizbullah) birlikte tavır alarak bu süreçte konumunu belirlediğini ilan etti.
Bu açıklama, bölgemiz saflaşmasına önemli bir gönderme olacağı açıktır. Dış güçlerin, zayıf halka olarak gördüğü Lübnan’ı, denize açılan bir Ortadoğu penceresi olarak ele geçirme isteğine de bir sert darbedir.
Bu açıklamaları, yeni açıklamalar takip etti. Lübnan’la ilgili çözüm girişimlerinden çekildiğini Dışişleri bakanı Emir Faysal aracılığıyla dile getiren Suudi Arabistan, bu gün açıklamalarına balans ayarı yaparak, yine Emir Falsal ağzından “Lübnan’la ilgili sorumluluklarımızdan geri durmayacağız” diyerek ifade etti. Bu açıklamalar, birbirinden bağımsız değildir. Direnme güçleri ve safları güçlendikçe arada kalanların tutumlarında balans ayarları ortaya çıkıyor demek yanlış olmayacaktır.
Bu süreçte Tunus’un “Yasemin Devrimi”, hızla derinleşme yönünde mesafe kat ettiği izlenmektedir. Ancak Türkiye dahil hiçbir gerici Arap ülkesinin bu konuda bir tutum ortaya koymaması, ülke haberlerinde Tunus’la ilgili gelişmeleri önemsemeyen yayınlar, domino taşı etkisinin kaygıları olduğu yorumu yapılmaktadır. Lübnan’da muhalefet ise, Tunus örneğine işaret ederek, dış güçlerin müdahalesi devam ederek Saad el Hariri’nin iktidarı gasp etmesi halinde olacakların ciddi bir halk ayaklanmasına dönüşeceğini dile getirmektedir.
Tunus devriminin, Mısır, Cezayir, Ürdün gibi ülkeleri de kapsayacağı yorumcuların izlenimleri arasında yer alıyor. Bölgenin, Lübnan halkasında patlak verecek bir silahlı çatışmaya alev alma ihtimalinin çok yüksek olduğu belirleniyor. Bu satırların yazarı olarak benim de görüşüm, bu yöndedir. Ancak bu ihtimalin önünü kesecek girişim, direnme güçlerinin safları olacaktır. Bu saflar genişledikçe, önleyici etkileri de artacaktır. Bu nedenle ülkemizde öncelikle, devrimci demokrasi güçlerinin açık bir tutumla bölgemizdeki bu saf1laşmada yerlerini belirleme yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu aynı zamanda ülkemizdeki iktidarların bölge halklarıyla dayanışma içinde olmaları yönünde baskılarını da artırmayı gerektirir. Sol-milliyetçi çevrelerin, Gazze savaşı döneminde gösterdikleri sol içi Siyonist tutumlar, İsrail’i demokratik bir ülke gösterme çabaları, Suriye’ye yönelik acemi siyasetçi tepkileri bir kez daha karşımıza çıkacağının sinyalleri bulunmaktadır. Bunların da önüne geçmek, saflaşmada yerimizi belirlerken, bir sınav olarak karşımıza çıkacaktır.
Kıssadan hisse,
Bölgemiz her dönemde olduğu gibi, her bir köşesinde ortaya çıkan olaylarda, büyük saflaşmanın izlerini taşır. Bu saflaşmanın en yalın tanımı, İsrail-Emperyalist güçler ve Arap gericiliği bir yanda, direnme güçleri diğer bir yanda olarak ifade edilebilir. Direnme güçleri arasında daha çok örgütler ve çok az sayıda ülke yer alır (bu güçler arasında, ülke olarak “ret cephesi” olarak Yemen, Cezayir, Suriye, Libya, Irak vb sayılırdı. Ancak bu ülkelerin de çok farklı tutumlarla direniş çizgisi dışında kaldıkları bilinmektedir). Bölgenin her devrimci gücü bu saflaşmanın bir parçasıydı; bu yönde Kürt Özgürlük hareketinin de etkin bir yer alışı vardı. PKK ile örgütümüzün bu yönde ortak askeri eylemi de olduğunu burada belirtmek isterim. O denimin keskin ve yaygın çatışmaları ortamında, Filistin örgütleri kamplarında yer alan örgütümüz de çatışmanın bilinçli ve açık bir tarafı olarak mücadele içinde olmuştur. Ülkemizde halklarımızın davası uğruna fedakarca mücadele ettiğim gibi, 1983 yılında bu saflaşmanın karşı karşıya geldiği savaşta, şehitler verdik.
Bölgenin büyük ve temel saflaşması olduğu gibi devam ediyor. Kimi ülkeler ve örgütler saf değiştirdi bu doğru ama kimi ülkeler ve örgütler direnme hattına taze güçler olarak katıldı. Saflaşmanın bu yönü dünyadaki gelişme ve değişmelerin de izlerini taşıması normaldir.
Ülkemizin devrimci direnme güçlerinin bölge saflaşmasındaki yerinde önemli bir değişim olmadı. Olan, iktidarların gösteri mahiyetini aşmayan bölgeyle ilgisi ve sol milliyetçilerin, Siyonist sol olarak kendilerini ifade etmeleridir. Bu çevrelerle, bölge mücadele yükümlülüklerimizin bir uzantısı olarak mücadele edeceğimiz açıktır. Bu mücadele iktidarların, bölgemize yönelik dini istismarlarla son olarak da mezhep istismarlarıyla gösterdiği ilginin, gerçekçi bir saf tutma olmadığını göstermek olacaktır. Bunun yolu da iktidarları bölge halklarının gerçek bir dostu olma yönünde zorlamaktır. Bu zorlama onların da gerçek yüzlerini açığa vuracaktır.
Ülkemiz devrimci hareketinin bölgedeki konumlanışı ise, öncelikle ortak ülkemizdeki Kürt özgürlük hareketine karşı tutumuyla belirlenecektir. Kendi ülkesindeki haklı direnmeyi desteklemeyen bir siyasi eğilimin bölgede hakları için direnen halkların yanında gerçekten olması beklenemez.
Kıssadan hissemiz de tas tamam budur; ülkesindeki sorunları çözemeyen bir iktidar, bölge sorunlarında etkin bir rol alamazsa, ülkesinin özgürlük hareketini desteklemeyenler, hakları için direnen bölge halklarının yanında olamaz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder