HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

8 Ocak 2011 Cumartesi

ENGİN ERKİNER İTİRAFÇISI ve MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN KRALAMALARI ÜZERİNE

217. DOSYA


Devrimci Kamuoyuna Açıklamamdır

Salih hoca


THKP-C (Acilciler) MK üyesi
7 Ocak 2011



Mihrac Ural, 35 yıldır örgütlü devrimci siyasi mücadelemin yoldaşı, iyi-kötü günün, özverinin, dayanışmanın, bilgi ve kültür bölüşümlerimin dostu, kökleri şehrimizin her köşesinde filiz veren, ortak demokrasi ve özgürlük mücadelemizin öncü militanıdır.

Ona yönelen karalamaları şiddetle kınıyorum.

Herkes bilsin ki,

Karalamalara, şaibelere iltica edenler,
Kendi zaaf ve ayıplarını örtmek için çırpınan zavallılardır.
Bu türlerin devrimci harekete verdiği zarar, sırtlarında taşıdıkları kamburlarla yakından ilgilidir.

Kirlilik ve şaibelerde ısrar ne kişisel bir kinle ne de siyasi tartışmayla izah edilir.

Bu olsa olsa bir “görevli” işidir. THKP-C (Acilciler)’in örgütsel değerlerine, yöneticilerine yapılan saldırı bu boyutuyla, bir ihbar, bir Özel Harp Dairesi işidir; bu tür karalama örneklerini, Kürt özgürlük hareketi ve liderine sıklıkla yapılanlarla aynıdır, bu yöntemler artık açık hale gelmiştir.

TKEP’li Engin Erkiner’in ve İbrahim Yalçın’ın ortaklaşa yaptıkları görev bundan ibarettir. Bunların belgelerle, kendi el yazıları ve itiraflarıyla kanıtlanmış itirafçılıkları ve para karşılığı örgütü MİT’e ihbar etmeleri devam eden işlevlerinin de ne olabileceğine bir işarettir.

Ülkemizde demokrasi mücadelesi geniş alanıyla, halklarımızın beklentileri ve özlemleriyle ilgili yükümlülüklerimiz orta yerde dururken, geçmişimizi onurla taşıyarak bu mücadeleye omuz vermemiz gerekirken, en azından her birimiz kendi bulunduğu alan ve kanaatleriyle çaba sarf etmesi gerekirken, kin ve ihbar üzerine kurulu bu kirli çabalar kabul edilemez.

Devrimci kamuoyuna bu gerçeği ilan etmeyi görev bilirim.



***



1976’dan bu yana omuz omuza olduğum, devrimci örgütsel yaşamımı birlikte paylaştığım, en zorlu kesitlerde, birbirimizle, yoldaşlarımızla ve devrimci hareketlerle omuz omuza olduğumuz, tarihi direnmelerle mücadelede tavizsiz duruşlarla belirlenen örgütümüz Acilcilere ve Mihrac Ural yoldaşa yönelen saldırıları şiddetle kınadığımı belirtiyorum.

Uzun süredir, bu tartışma biter ve kirlilik sahiplerine kalır diye bekledim. Bu dönem boyunca örgütümüzün Genel sekreteri Mihrac Ural’la yoğun iletişim içinde, örgütümüze ve değerlerimize yapılan saldırıların mahiyeti üzerinde fikir alışverişi içinde olduk. Vardığımız sonuç, geçmişte örgüte en büyük zararı verenlerin hala aynı yolda devam ettikleri yönündeydi.

Örgütü tasfiye etmek için girişilen bu çabalar devrimci ahlaktan yoksun oyunlarla iç içe geçmiş bulunuyor. Bu tasfiyeci girişimlerin, yıllar önce saflarımızdan koparak TKEP’e sığınmaları ve TKEP’i tasfiye ettikten sonra yeniden Acilcilere yönelik saldırılara geçmeleri manidardır.

19 Ağustos 1977’de polise düştüğü an bildiği bilmediği her şeyi polise veren Engin Erkiner, örgütümüz tarihindeki yeri bir itirafçı olarak belirmiştir. Bu onun örgüt içinde dışlanmış konumunu da belirleyen temel nedendir.

19 Ağustos 1977’ye gelirken, itirafçı Engin Erkenir’in, İlker Akman ve arkadaşlarının Malatya Beylerderesi’nde uğradıkları katliam birçok soru işaretlerini taşımaya devam eden bir acı hadisedir.

Hemen ardından Acilciler Ankara örgüt biriminin tamamen ölü ya da diri olarak tasfiye edilmesi dikkat çekicidir; Rıza Salman’ın yakalanması, Ömür ve Yüksel hocanın ellerinde bomba patlaması ve şehit olmaları. Ankara biriminin olduğu gibi dağıtılmış olması ardından, Engin Erkiner’in İstanbul’a taşınası ve örgütün burada da ağır darbe alması soru işaretleriyle doludur.

Bu güne kadar kimse bu adamın, İstanbul’a gelişiyle ilgili kararın nasıl verildiğini bilmemektedir. Kısa bir süre sonra da İbrahim Yalçın’ı örgüte sızdırması ise çok daha dikkat çekicidir.

Hemen ardından bu ikilinin girdiği ilk eylemlerle birlikte baskınlar ve operasyonlar başlamıştır.

Bütün bunlar tesadüf olamaz.

Bu süreci sürdürdüğümüzde, 1982 de örgütümüze yönelik saldırıların başlaması, ardından İbrahim Yalçın’ın MİT’le ilişkili örgüt merkezine gelerek tasfiyeci çabaları yükseltmesi ve bu ikilinin birlikte TKEP’e girmeleri ve ardından TKEP’in tasfiye edilmesi, asla tesadüf olamaz.

Bu süreç, organize bir süreçtir, bir zincirin halkaları olarak bir birine bağlantılıdır.

Bu akıl almaz sürecin tesadüf olduğunu söylemek için tanrıdan vahi beklemek gereklidir.

İtirafçı Engin,1982’de TKEP’e sığındı. Bu yanıyla kesintisiz 28 yıllık TKEP’lidir. Hayatının yarınsını geçirdiği bir örgütün üyesi olarak, üstelik tasfiyesinde yer aldığı kendi öz örgütüyle ilgili bir şeyler söylemesi gerekirken, Acilciler örgütüne saldırmak istemesi mandardır.

Normalde, İtirafçı Engin’in yapması gereken şey, öz örgütü TKEP üzerinde fikir yürütmek olmalıydı. Bu sorumsuz kişinin zerre kadar bir sorumluluğu olsaydı, aramızda kaldığı 1,5 yıl üzerine bu ölçekte kin ve nefretle yazacağı yerde, 28 yıl içinde barındığı TKEP’le ilgili bilgi vermesi gerekti. Acilcilerle on yıllardır bağı kesilmiş birinin örgütümüze dil uzatması, karalama ve şaibe yaratması ve bu yoldaki mantıksız ısrarı, kinle açıklanamayacak bir tutumdur.

19 Ağustos 1977’de polise düştüğü an, tek bir tokat yemeden hayallerini bile itiraf eden, örgüte ait her şeyi, malzeme, adres, yönetici, sempatizan, dost her şeyi polise sunan birin, 33 yıl sonra muhbir olarak karşımıza çıkması dikkat çekicidir.

Engin Erkiner özetle kendini şöyle anlatıyor;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

Doğu Perinçek izinden gitmek diye bir şey varsa, tüm itirafçılar bu cümlelerle işe koyuluyorlar.

20 sayfalık polis itirafnamesi, sıradan birinin bile ayıplanacağı bir ifadedir. O bunun ötesini yapmıştır. Örgütümüzü polise teslim etmek için, unuttuğunu bile söylemiştir, hayalini anlatmış olası eylemleri ve olası kadroları bile sıralamıştır. Bunu unutmadık. Bunlar bir yana, İtrafçı Engin Erkiner, bir de MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı örgüte taşımıştır. O gün bu gün bu ikili polis organizesi olarak aynı çizgi üzerinde devrimciliğe zarar vermeye devam etmektedirler.

Örgütsel değerlerimize ve yoldaşlarımıza yapılan saldırılarda İtirafçı Engin Erkiner’le birlikte kendini MİT’e 150 000 TL karşılığı satmış olan İbrahim Yalçın’ın yer alması bu kin deryasının derin mahiyetini anlatmaya yeterlidir.
İbrahim Yalçın’ını bulunduğu her yerde tanımlayan alamet-i farika, para için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığıdır.

Bu kişi, bu ahlaksızlığıyla, örgütümüzün 1. Kongresini ihbar etmek için MİT’ten para almakla kalmayıp bu günde aynı görevle işine devam ettiğini anlamak için bu günde yaptıklarını izlemek yeterlidir; hayatında siyasi tek bir satırlık yazısı olmamasına karşın ihbar, yalan kurgu ve şaibe yaratmada her türden çirkinliği sergilemesi okura önemli bir mesajdır.

Bu kişi de 22 yıldır TKEP saflarındadır. Buharlaşan bu örgütün tasfiyesinde itirafçı Engin’le ne tür roller aldığı bilinmemektedir. Bu ayrıntıların üzerinde, TKEP’lilerin durması gerek. Bu ikili polis organizesi kişinin on yıllardır içinde yer aldıkları TKEP’le ilgili bir tek anılarını dile getirmezken, örgütümüze yönelik karalamaları herkes için anlamlı bir belirti sayılmalıdır.

TKEP yok edildi, Acilciler ise olduğu kadar tüm gücüyle, siyasal duruşu, yazınsal etkinliği, legal yayın ve sivil toplum kuruluşlarıyla demokrasi mücadelesinde kararlıca yürüyor; polisin ölülerle bir işi olmadığını söylemeye gerek yok sanırım…
Bu noktadan ısrarla ve önemle belirtirim ki, İbrahim Yalçın’ın bilinen düşkünlüğüyle, MİT hesabına çalışmasını sürdürdüğünden kuşku duymamamıza yol açacak hiçbir davranışı yoktur. 3 yıldır inatla sürdürülen bu karalama kampanyasını kin, siyasi husumet gibi olgularla izah etmenin mümkünü yoktur.

Mit’e satılmış bu şahsın kullandığı yönteme dikkat edilirse, özel harp dairesinin yöntemleri olduğunu fark etmek güç değildir; yoldaşı yoldaşa, dostu dosta düşürmek, belgesiz, kanıtsız dedikoduları gerçek diye ileri sürmek, kendi iddialarını sonraki yazılarında tırnak içine alarak gerekçe olarak sunma gibi aptalca oyunlarıyla tipik bir polisiye faaliyet içindedir.

Bu satılmış kişi de kendini şöyle tanımlıyor;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu kişi ayrıca, arkadaşların uzun zamandan beri sorup durdukları, İbrahim Yalçın, MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? Sorusuna cevap vermemekte ısrar etmektedir. Bu sorudan kaçmak, bu kişinin üzerinde bu gün için de geçerli olacak şüpheleri artırmaktadır.

Buna rağmen, bir kez kendini MİT’e satan birinin, söyleyeceği her şeyde bir soru işareti olması itibariyle muhatap alınmaması gerektiği kanısındayım.
Bu kaynaklardan üreyen yalan kurgularla örülü karalamaların tek kaynağı derin devlet ve polisiye tezgahlardır.

AİLELERE DİL UZATMAK

Bu çevrenin, Mihrac Ural ailesine yaptığı hayasız saldırıyı şiddetle lanetliyorum.
Bu saldırılar gerçekte tüm devrimci ailelere yapılan saldırı olarak ortaya çıkmaktadır. Zeki Ural amcaya yönelen, saçmalık ötesi suçlamalar, bu devrimci insanın Antakya tarihinin her devrimci eyleminde en önde olduğunu bilmeyen cahillerin işidir, bunun da ötesi devrimci değerleri yıpratmak isteyen karanlık kişilerin işidir. Komik olan ise, Zeki amcanın Farsız işgaline karşı bir ulusal kurtuluş hareketi olarak beliren URUBA hareketindeki devrimci mücadelesini (1935-1938), o gün var olmayan, 1947’de kurulan Suriye devletine bağlama gafıdır. Aptalların bile alaya alacağı bu sallamaları, sadece bilgisizlik olarak görmek çok safça olacaktır. Bu çirkin çabalar polisiye işidir…

İtirafçı Engin’in, hepimizin anası olan merhume Cemile Ural teyzeyi bile dil uzatması, bu türlerin insanlıktan ne kadar uzak olduklarını gösteren bir davranıştır Bunun bile çok ağır sorumluluğu olduğunu kimse unutmamalıdır. Bu yöntemleri lanetlemekle yetineceğim. Mihrac Ural’ın ailesine çocuklarına dil uzatanları, sapık olmaktan başka bir şeyle tanımlamak mümkün değildir. Bu ahlaksızlığın bir bedeli olacaktır, lanetliyorum.

Bu muhbir şebekesinin, her siyasal sürgünün dolaşım için evrak sahibi olma çabasını bile çirkince ele alması zıvanadan çıkma hallerini yansıtıyor.

EVRAKLARIMIZ

Orta-doğuda benim de aralarında olduğum, Müntecep, Ali Sönmez ve Mihrac Ural’ın evrak sahibi olmalarını akıl zoru yorumlara tabi tutmalarını tiksintiyle karşılıyorum.

Bu evrakların, sahte onlarca işlem sonucu ve keşfedilince resmi bir değeri olmayan özeliklerini burada dile getirmeyeceğim. Kin ve ihbar üzerine kurulu yaygaraları, yukarıda saydığım yoldaşlarla aynı anda çıkardık. Sahte işlemleri aynı anda yaptık. Bu işlemleri yaparken yakalansaydık beli şu ana kadar da zindanlarda olurduk. Ama her devrimcinin yapması gereken cesareti göze alarak evrak sorunumuzu çözmeye çalıştık. Bu biliniyorken neden, sanki bu evrakı sadece Mihrac Ural yoldaşı çıkarmış gibi hedef alınmıştır. Bunu anlamak zor değil. Yoldaşa yönelik bu çabalar lanetliyorum. Yaptıkları ise doğrudan Muhabarata bir ihbardır, bu da muhabartala kimin ilgili olduğuna iyi bir veridir.

Evraklarımız sahte olmasa da ne olurdu?,

Her siyasi firarinin evraklarını %100 gerçek yapması en istenen şeydir. Bu olması %100 sahte olmasının hiçbir sakıncası yoktur. Sürgünleri bilenler bunun önemini de iyi bilirler.

Avrupa’da resim bir evrak elde etmek için siyasi mültecilerin nasıl çırpındıklarını, ne tür yollara başvurdukların bilen biri olarak, orta-doğuda elde ettiğimiz evrakların da çok daha çetrefilli yollarla ede edildiğini söylemekten başka bir ek yapmayacağım.

Ahlaksız adamlar ayrıca bölgede her örgütün kendi kimliğini, kendi kararıyla çıkarıp yoldaşlarına verdiğini ise söylememe gerek yoktur.

Bu kimlikler sonuna kadar, tüm yoldaşların emin şekilde hareket etmelerini sağlamışsa başarılı bir girişim olarak görmek gerek. PKK, DS gibi önemli örgütler aynı yöntemi değerlendirmekle akıllık ettiklerini burada ayrıca söylememe gerek yoktur; örgütümüze karşı yapılan Paris operasyonunda (30 Kasım1988), bir çanta dolusu sahte mühür ve pasaport, evrak ele geçti. Every Savcısı bile “bunlar her siyasi kaçağın taşımakta doğal hakkı olan şeylerdir” diye polise çıkışarak, delil bile saymadı; polise, daha ciddi deliler getirmesi için 21 günlük anket süresi tanıdı, sonra tutuklu yoldaşların serbest bırakılacağını söyledi. Nitekim süre dolup yeni kanıtlar ortaya konmayınca da tutuklu yoldaşlar serbest bırakıldı.

Bu ahlaksızlar Fransız savcısı kadar insan olamadılar Suriye’de evrak yapmamızı ihbarlarıyla muhabarata mesaj olarak vermeye çalışıyorlar.

Kişi herkesi kendi gibi bilir diye bir söz vardır. Bunlar hayatları boyunca yaptıkları her şey de bir kirlilik olduğu için, başkasının çabalarını da öyle görmeleri normaldir.

Örgüte emek vermiş herkesi kirletmek ve ihbar etmek işlerinin temelini oluşturuyor. Bu çirkin insanlar, TKEP’e sığınırken, bir arada oldukları kişileri bile ikna etmekten aciz insanlar. Sözde onlarca kişi kopmuştu, şu an bir araya getirdikleri bir elin parmak sayısı bile değil; bu bir şeyleri anlatmaya yetmez mi?...


MEHMET KOÇ

Çirkinliklerine alet etmeye çalıştıkları, insanlar arasında, burada önemle anacağım Mehmet Koç yoldaştır. Mehmet Koç, Ortadoğu sürecini bizimle birlikte yaşamış bir devrimci yoldaşımızdır. Birlikte iyi kötü günler paylaştık. Avrupa’da da birlikte olduk. Son dönemlerinde, hastalığını istismar ederek Mehmet Koç’u Mihrac Ural aleyhine kullanmak isteyen bu insanlardan rahatsızlığını direk bana ifade eden Mehmet Koç yoldaş’ın verdiği şu bilgiyi okurla paylaşmak vicdani bir sorumluluktur.

Mehmet Koç’u, Mihrac Ural aleyhine konuşturtmak ve kullanmak isteyen bu insanlara karşı prim vermemiştir. Hastalığı ilerleyip yatağa düşünce çevresine toplanan bu ahlaksızlara karşı, yapacakları kirliliğe ortak olmamak için, onların ısrarıyla yazacaklarını söyledikleri “Anı kitabı”nda kirli amaçlarını engellemek için, “Yazacağınız bir anı kitabı olursa, Mihrac Ural’ın adı yer almasın” demiştir.

Aklı başında olan herkes bunun ne anlama geldiğini bilir; Mehmet Koç açıkça, “sizin yazacağınız bir ‘Anı kitap’ta, beni Mihrac Ural’a karşı bir şey söyleyen adam olarak lanse etmenizi istemiyorum” demiştir. Olay budur.

Bu bir duruştur anlayana ancak gözlerini kin bürümüş insanlar her şeyi tersinden yorumlamak için kullanacakları açıktır. Mehmet Koç yoldaşın bu duruşunun çok daha açık olarak bana aktardığı şu bilgiyle kesişmesi kanaatlerimin ne kadar doğru olduğuna bir gösterge sayılır; Mehmet Koç, benim aracılığımla özel olarak Mihrac Ural’a gönderdiği bir mesaj oldu o da şudur; “bu çirkin insanlar Mihrac Ural’ın babasının fotoğrafını bulmaya ve karalama yapmaya çalışıyorlar; muhatap almasın, bu çabalar kirli çabalardır, devrimcilikle alakalı değildir

İşte Mehmet Koç böyle bir insandı. Bu ahlaksızlara karşı da böylesine duyarlıydı. Bir insana ölüm döşeğinde yaptıkları baskıların hiçbir işe yaramadığının da gerçekleri değiştirmediğinin de önemli bir ifadesidir.


NEBİL RAHUMA

Bu ikili, çirkinliklerini Antakya devrimci hareketinin yarattığı değerleri birbirine kırdırtma çabaları da dikkat çekicidir.

Antakya Acilcilerin kalesidir.

Bunu yaratan da Antakyalı devrimcilerdir. Dünü birlikte kurduğumuz insanlar arasında Nebil Rahuma da önemli bir militan ismidir. Kalleşçe şehit edilmiştir. Onu her defasında saygıyla andık o bize ait bir değerdi ve hep oyla kalmıştır. Bu yoldaşı adını kullanarak Mihrac Ural ya da herhangi bir yoldaşı karalamak beyhude bir çabadır.

Bu gerçeklerin ışığında, Nebil Rahuma yoldaşın adını kirli işlerine karıştırmak isteyenleri ölü konuşturarak, uydurmalarla, kurgu yalanlar ve karalamalarla bu kuşağı birbirine düşman gösterme çırpınışlarının sergilenmesini şiddetle kınıyorum.
Nebil yoldaş, örgütlü devrimci mücadeleye atıldığı andan itibaren Mihrac Ural yoldaşın ekibinde yer alan bir militandı. Şehit olana kadar da öyle sürdü. Bunun aksi her söz, sadece ve sadece polisiye bir çabanın ısrarıdır.

Nebil yoldaşın cesedi hala bulunamamıştır. Onunu için Antakya da yoldaşların yaptığı anıt mezar bu kuşağın birbirine olan bağlılığının ve verdiği değerin en anlamlı ifadesidir. Bu kuşağı birbirine kardırmak isteyenlere de verilen en iyi cevaptır.

Siyaset kapasitesi yetersiz olanların karanlık amaçlarla yaptığı bu saldırılar, direnme örgütü olan Acilcilerle uzak yakın bir ilişkiye sahip olamaz. Zaten bu insanların birkaç seneyi geçmeyen Acil hareketindeki varlıklarına karşı TKEP’te on yıllarını tüketmelerinin nedeni de budur; sonuçta TKEP’i tasfiye etmeleri de örgüt algılarına önemli bir gönderme olarak durmaktadır.

MÜNTECEP KESİCİ OLAYI

Ortadoğu sürecine gelince, bu sürecin her kesitinde hepimiz birlikte, zoru da kolayı da yaşadık. Bu dönemin öz verileri bu dönemin şehitleri, bu dönemin zorluklarını hepimiz bir arada paylaştık. Bu döneme dil uzatanlar, örgütümüzün en önemli ve en sağlıklı gelişme dönemini kirletmek isteyenlerdir.

Bu dönemde ortaya çıkan sorunların birçoğunda ben de vardım.

Gerçekleri yerli yerine oturtalım.

Müntecep Kesici’nin ölümü, Filistin davası uğruna dövüşen yoldaşların şehit olmasını, Hanna yoldaşın görev başında geçirdiği trafik kazasında ölümünü çarpıtarak Mihrac Ural’a saldırmak beyhude bir çabadır.

Bu dönemin canlı bir şahidi olarak, bu çirkin çevrenin tüm anlatımlarının yalan olduğunu söylüyorum. Hiçbir şeyi gerçekliğiyle anlatmıyorlar. Kulaktan dolma bilgileri bile çarpıtarak, senaryolaştırarak istedikleri kirli amaçlarına uygun servis etme çabası veriyorlar.

Müntecep (Şeyh) yoldaşın kazayla ölümü üzerine söylenenler akıl zoru söylemlerdir. Olmayanı var etme çabasıdır: Olayı onlarca kez bire bir yaşayanların aktarmasına karşın, illa Mihrac Ural yoldaşı karalamak için onun sırtına yıkma çabası, bu çirkin insanların amaçlarını da yeterince izah ediyor.

Parti Okulumuzun bulunduğu Bassit kampında Müntecep Kesici (Şeyh) yoldaşın kaza sonucu ölümü sırasında, ben, Mihrac Ural, Mustafa Burgaz ve bir dizi yoldaş Lazkiye’de bulunuyorduk.

Örgüt merkezi kampı, herkesin dikkatli davranması gereken bir yer. Müntecep yoldaş fevri davranışlarıyla bilinen bir yoldaştır. Merkezi kampta yoldaşların tüm iyi niyet ısrarlarına provokatif davranışlarla cevap vermiştir. Sorumlular gene kadar beklemesi gerektiği söylenmesine rağmen o aşırı tepkilerle tutum almıştır. Bu esnada ortaya çıkan bir itişmede kaza ile patlayan silah Yoldaşın ölümüne yol açmıştır. Bu olayın kışkırtıcısı, örgüt arşivinde belgeleriyle bulunan el yazmalı mektuplarıyla itirafçı Engin Erkiner ve TKEP’in o dönemdeki yöneticileri olduğunu, tarihe bir not olarak düşmeyi gerekli görüyorum. Bu olayı, alçakça kullanmak için, kirli niyetlere alet etmek isteyenleri lanetlemekle yetineceğim.


HANNA YOLDAŞ VE FİLİSTİN DAVASI ŞEHİTLERİ

Hanna yoldaş olayı daha da bir garip senaryo ürünü olarak sunuluyor; bu akılsızlar 300 km yol yapan, virajlarıyla yokuşlarıyla inişleriyle yol tepen bir arabanın nokta atışı yapar gibi, “fren balatalarıyla oynandığı için kaza yaptı” demek, okuru aptal yerine koymaktır.


Üstelik Hanna yoldaş, bir arama noktasında birlikte getirdikleri örgüt silahları nedeniyle yanlarına bindirilen görevliyle yerini değiştirmiş. Arabanın içinde üç yoldaş ve bir yabancı kişi olduğu halde, yaşanan trafik kazasını “Hanna yoldaşı böylece katlettiler” diye yorumlamak insafsız ve bir o kadar ahlaksızca bir cinnettir.

Bunlar okuru aptal mı sanıyorlar. Üç yoldaştan biri olan kadın yoldaş hala yaşıyor ve olayın tanığı üstelik Paris’tedir, görüşüne bile başvurmadan böylesine pervasız bir ahlaksızlıkla kurgu yapmaları manidar olmalıdır.

Kaza yapan arabayı süren yoldaş, etmedikleri söz bırakmadıkları Şerif yoldaştı. Böylesine ölümcül bir kazadan bu yoldaşın nasıl kurtulduğunun, elleri kolları ayakları başının nasıl parçalandığını bilmeden, bu kirli iddia nasıl yapılabilir ki? Bunlar hep öyledir, olayın içinde, olan ve yaşayan insanların tanıklığına bile gerek görmeden istedikleri gibi olayı yorumlayıp insanları suçlamayı bir görev edinmişlerdir.

Hitler’in propaganda bakanı Gobels ne demiş, “yalanı söyleyeceksen büyük söyle, kimse inanmasa bile kafalar karışır, bu da amaç için bir araçtır”…

Bir de Hanna yoldaşı şehit görmemek, ona bile çamur atmak neyin nesi? Vicdansız insan bile bunu kabul edemez.

Hanna yoldaş askeri elbisesiyle, görevi başında, Filistin halkının haklı davasının dayanışmasında şehit olmuştur. Bunun aksini iddia etmek, her şeyi kirletmekle bir sonuç alacağını sanmaktır. Bu karalamalar kin değil, bu karalamalar insanlıktan çıkmış derin devletin devrimcilere ve devrimcilerin enternasyonalist dayanışmasını kirletme çabasıdır.

Filistin davası uğruna şehit olan yoldaşların kanıyla oynamak, ihanetlerin en büyüğüdür.

Şehitler, enternasyonalist dayanışma amacıyla, Filistin kamplarındaki Acilci militanlarıydı. Bir siyasal eğilim olarak orada bulunuyorlardı. Filistin örgüt kamplarında eğitim görürken kopan çatışmalarda, İsrail, Arap gericiliği ve Filistin gericiliğiyle bölgenin her köşesinde süren savaşın orta yerinde, arkalarını dönüp kaçacak insanlar değildi. Kanaatlerinin arkasında durup yiğitçe, kahramanca savaşmayı tercih edenlerdi. Bu savaştan kaçarak TKEP’e sığınanların on yıllar sonra bu gün şehitlerin böylesine onurlu duruşlarını kirletmeye çalışmalarının tek bir anlamı var, oda devrimci mücadeleyi kirletmektir.

Trablus’ta süren çatışmaları Filistin örgütlerinin iç kavgası olarak algılayanların ne bölge ne de o kesit hakkında zerre kadar bir bilgileri olmadığını açıktır.

Bölgemizde hiçbir sorun, büyük saflaşmanın dışında ortaya çıkmamıştır. Trablus savaşı ise İsrail Arap Gericiliği ve ABD’nin, ısrarla istediği Filistinlileri İsrail sınırından uzak bir yerde konumlandırma çabasının bir sonucudur. İsrail, kendine yönelik Filistinli tehlikesini sınırından uzan bir alana taşıma çabasıdır. Ayrıca, bu çatışmalarda Şeyh Sait Şaban adlı gerici Müslüman Kardeşler Örgütünün de yer aldığını hatırlatacağım; bu örgüt İsrail ve Arap gericiliği tarafından beslenen bir örgüttü.

Trablus savaşlarında Filistinli ve orta-doğulu ilerici devrimci güçler zafer kazandı. Bu zafer İsrail’in bu alana yerleşmesinin belini kırmıştır. Bu başarıda örgütümüzün ve şehit yoldaşlarımızın katkı yapması onurludur. Bölge devrimcileri olmanın sorumluluğunu yerine getirmektir. Bu bir görevdi. Bu görev 12 Eylül karanlık rejimine karşı savaşın bir parçasıydı; MİT’in bu kesit boyunca, Lübnan’ın sahasında cirit attığı gerçeği, anılarını yazan her MİT görevlisi açıkça dile getirmektedir.


ÇALIŞMALAR


Bu dönemin başında olan Mihrac Ural yoldaşla, sürecin her kesitinde örgütümüzü yükseltmeye çalıştık. Bunu da birbirimize güvenle yaptık. Antakya TÖB-DER başkanlığı sürecinde ( Bu süreci ayrı bir tarih yazımı ile tüm detaylarıyla aktaracağım), Antakya Devrimci Kültür Derneği sürecinde, Antakya’nın iki büyük kitlesel mitinginin örgütlenmesi sırasında, TEK YOL DEVRİM dergisinin çıkarıldığı süreçte, tüm yoldaşlarla omuz omuza vererek devrimci mücadeleyi şehrimizde kökleştirdik; dernek dernek seminer çalışmaları, eğitim çalışmaları, legal ve illegalin koordineli çalışmasını ikame ettik. Seçimlerde bir etkin güç olarak rol oynadık; Milletvekili adayları bile desteğimiz için kapımızı aşındırıp durdu.

Bu süreci yaşayanlar bilirler ki, örgütsel çalışmamızda Mihrac Ural sürecin her kesitinde en önde duran yoldaşımızdı. Bu süreç olduğu gibi tüm etkinliğiyle yurt dışı kesitinde de sürdü. Örgütün 12 Eylül karanlık rejiminden korunması ve yeniden ülkedeki mücadeleye omuz vermesi açısından oluşturulan imkanlar yaşamsaldı. Buna yayın faaliyetlerimizi, Türkiyeli devrimci hareketlerin Cephe girişimlerindeki yerimizi (FKBDC), Devrimci Birlik Platformu çalışmalarımızı ve bütün bu çalışmaların taçlanması olan, Kongremiz ifade edeceğim.

Kongremizin ortaya koyduğu demokratik tabloda, gizli oy açık seçimle bağlanan başarısı ise ayrıcalıklı bir yere sahiptir; illegal bir silahlı mücadele örgütünde böylesi bir kongrenin, onlarca delegeyle toplanıp, hiçbir aksama olmadan başarılması, bu çirkin insanların karalama kampanyalarına verilecek en iyi yanıttır;
Kongreyi başarıyla bağlayanlarla, kongreyi ihbar için MİT’le işbirliği içinde, 150.000 TL karşılığı satılmışların karşı karşıya gelmesi kadar doğal hiçbir şey olamaz. İtirafçı ya da MİT ajanı olmak siyasal mücadelede bir insanın altından kalkamayacağı suçtur; bu ikilinin polis organizesi işlere bu ruh haliyle atılmaları eşyanın tabiatına uygundur.

AVRUPA

Avrupa sürecine gelince, bu alanda da örgütümüze yakışır emekler verdik. Hatalarımızla sevaplarımızla hiçbir özveriden kaçınmadık. Devletlerin yıkılıp buharlaştığı, dev siyasetlerin ortadan yok olduğu bir koşuldan geçtik. Biz ne ise öyle kaldık. Örgütümüzü savunduk değerlerine sahip çıktık. Hatasız insan yok, önemli olan çalışmaların devrimci kaygılarla ortaya konmasıydı. Onu yaptık. Ama bu gün hiçbir ilgileri kalmamış olduğu örgütümüze saldıranların yapmaya çalıştığı şey farklı bir şeydir; üç yıl durmadan kusulan kirlilik bir takip işidir, polisiye görevden başka bir şey değildir; hiçbir kin böylesi bir ısrarı ortaya koyamaz. Üstelik iflas eden türden böylesi bir ısrarı insan olan kimse sürdüremez bu bir görevdir isteklerden bağımsız gelişen.

Avrupa’da Tüm çabamızla her eylemde her yürüyüşte her etkinlikte var olmanın katkı yapmanın onurunu yaşadık.

Dünyanın değişimleri ve gelişmeleriyle, solun uğradığı sonuçlara bizde maruz kaldık. Ancak dönemin tümünde atılması gereken tüm adımları atmaktan, örgüt sorumluları olarak geri durmadık. Bu ortamda cımbızla tutulup çekilecek hiçbir teferruat genelin doğrultusunda yapılan olumlu çabaları örtemez. Senaristler, bıktırıcı tekrarların zavallı sığınmacıları, bu gerçekleri örtmeyi başaramayacaklardır. İtirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim yalçın’ın Avrupa çalışmalarını küçümseme ve yok sayma çabaları ise ciddiye alınmayacak bir çırpınıştır. Örgüt arşivi belgelerinde bu çabalar, dernek, yayın, etkinlik, protesto, miting, yürüyüş ve konferanslardan oluşan yoğunluğuyla, çirkin suçlamalara bir şamar olarak durmaktadır.

Ülkemiz için hiçbir özveriden çekinmeden, omuz omuza olduğumuz tüm yoldaşlarımızla verebileceğimiz her şeyi ortaya koyarak mücadele ettik. Acilciler diye bir gerçek Türkiye solunda var olduysa, bunu kolektif emeklerimize inşa ettik. Bu süreçte bu ikili sadece tahripkar tutumlarıyla var oldular.

Acil hareketinden kaçarak, başka alanlara sığınanların bu gün Acil’i dillerine dolamalarını ise kirli bir amaç olarak görüyorum. Şiddetle lanetliyorum.
Avazları çıktığı kadar havlasınlar, bu açıklamamın ardından da hakkımda etmeyecekleri söz kalmasın, önemsemiyorum bu devrimci mücadele sürecinde herkesin bir rolü var onu oynayacak kuklalarda görevlerini yapacak.

Ama bilsinler ki biz buradayız, Mihrac Ural’la yoldaşla biriz ve birlikteyiz, ona yönelen her kirliliğe karşı da duruşumuz açık ve nettir.

Bundan sonra da ülkemizin demokrasi mücadelesinin her aşamasında omuz omuza olmaya devam edeceğiz.

Bu polis organizesi çabaları bu güne kadar muhatap almadım, bundan sonra da almayacağım.



SONUÇ

Bu kısır çekişmeler zaman aşımına uğramıştır. Ülkemizin demokrasi mücadelesine omuz vermek varken bu kirlilik içinde yüzmeyi, şaibelerle başkasına saldırmayı iş edinenlerin aramızda ve çevremizde hiç bir yeri yoktur.

İtirafçılara, kendini parayla satanlara en iyi cevabı demokrasi mücadelesinde ortaya koyduğumuz ve koymaya devam edeceğimiz emekler verecektir. Nerede olursak olalım, hangi kanaatlerde bulunursak bulunalım bu ortak payda üzerinden haklarımız için ve ülkemiz için olumluyu yükseltmekle yükümlüyüz.

Örgütümüze emek vermiş her onurlu insanı bu karalamalara karşı tavır almaya, bulunduğu yer ve imkanlarla gerekli cevabı vermeye davet ediyorum.


Devrimci kamuoyuna ve Halkımıza duyurum budur.

Hiç yorum yok: