HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

26 Ağustos 2008 Salı

İTİRAFÇILIKTAN ÖZEL HARP DARESİNE ENGİN ERKİNER

Mihrac Ural
25 ağustos 2008

Yalanlarla, abartılarla,
kanıtsız ve belgesiz şüphelerle
kimlik kazanmak.

İlk direnme gerçeğiyle yüz yüze kaldığında itirafçı olan “polise yardım ettim” diyen Engin Erkiner’in sırtındaki kambur onu terk etmiyor.

Bu durum onun siyasette kinle başlayan bir sürüklenişe yönlendirdi. Buradan da kaçınılmaz olarak şaşkın savruluşlar başladı. İtirafçılığa başladığında düştüğü ruh haliyle, bu gün de önüne gelenin gerçek adını, kod adını, ilgili işlerini yazılı olarak ihbar etmeye başladı. Yazılarını izleyenler, her gün yeni bir ihbarın, bir yeni şüphenin ve yalanın bir yerlere mesaj olarak iletildiğini göreceklerdir.

Şehitlerimizi bile diline dolamaya başlamış, onların anılarını kirletmek için akıllara ziyan sözler sarf etmiştir. Görevi başında şehit olan Hanna Maptunoğlu yoldaşa yönelttiği karalamalar artık zıvanadan çıkmış bir serserinin sözleri haline gelmiştir.

Özel harp dairesi yöntemlerinin varmak istediği yer malumdur. Devrimcilere ait tüm değerleri, şehit olmayı, inançla ve kararlılıkla mücadeleye bağlı olmayı, Filistin davasıyla dayanışmayı, farklı bir etnik ve inanç kökeninden gelip ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesi içinde önde olmayı kirletmektir. Her şey ve herkes kirli ve şüpheli hale gelmelidir; demokrasi mücadelesi sürecinde çekilen tüm zorluklar, özveriler şüpheli davranışlar olarak ortalığa üflenmelidir. Bu amaçla devrimci saflarda olduğu sanılan kişilerin, bordrolu ya da gönüllü ya da kinlerinin arkasından sürüklenirken bunu yapmaları sağlanması istenmektedir. Doğu Perincek’in dün yaptığını, bugün Engin gibi kuklalarla sürdürmektedirler. Bunun için birazcık milliyetçilik yeter ki, Engin adamda bu çokça mevcuttur.

Siyasette kin gözü kör ediyor. Şaşkın ediyor. Bir çamur atma çabası büyük bir bataklığın ortasına savrulmaya yetiyor. Polis ifadesinde düştüğü çıkmazdan bir özür, bir özeleştiri ile çıkmak yerine, siyasette kin saikleriyle, 31 yıl sonra dahi “tekrarı halinde aynı tutumu” savunma durumuna düşüşü getiriyor. Bu yüzden polis ifadesine hala beklenmekte olan “ön sözü” yazabileceğini, bu süreçte yazdığı makalelerin bir ön söz olarak kabul edilebileceğini söylüyor. İtirafçılığa, utanmadan bir biçimde devam ettiğini dile getiriyor.

Kin böylesine sakıncalı sonuçlar üretiyor. Orada da kalınmıyor. Aynı komün sofrasında yemek yediği insanları özel harp dairesi çıkarlarına hizmet olarak, gerçek isimleriyle, kod adlarıyla, yer ve olaylarla ispiyonlamaya kadar uzanıyor. Engin Erkiner’in düştüğü sefaletin adresi de tas tamam bu oluyor.

Bunu anlamak için çok söze gerek yok.

Biz gereksiz didişmelere hiçbir zaman prim vermedik. Ancak eteğinde taş olduğu vehmine kapılanların baş yarmak için yaptıkları girişimi okura gerçekliğiyle tanıtmak üzere sadece yazılı, imzalı belge ve kanıtlarla cevap verdik. Oysa bizlere, devrimci örgütlülüğe, şehitlere yöneltilen suçlamaların en iddialısı bile, MİT ve özel harp dairesinin, amaçlı yalan ve abartmalarının ürünü olan gazete küpüründen ibaret olmuştur. Gerisi ise “birileri söyledi” gibi komik dedikodulara ya da iddianamelerin ve mahkeme kararlarının yalanladığı suçlamalardan ibaret olmuştur.

Bu ilkeli tutumumuz devam edecektir. Bu amaçla itirafçının utanmadan devam eden son yazılarına, kendi el yazısı mektuplarından cevaplar aktaracağız. Okur bu belgelerden yorumsuz sonuç çıkararak bu adamın nasıl bir amaç taşıdığını bulmakta zorlanmayacaktır.

Uzun uzun yorum yapmadan dün söylediklerini bu gün söyledikleriyle karşılaştırıp bu adamın nasıl bir evrim geçirdiğini ve bu evrimin neden özel harp dairesinin devrimcilere karşı yürüttüğü kampanyalarla bire bir kesiştiğini göstereceğiz.

Evet, elimizde henüz bordro belgeleri olmayan bir özel harp dairesi kuklasıyla karşı karşıyayız. Ama aşağıda sunacağımız verilere bakın, zaman içinde bu evrimin nasıl gerçekleştiğini ve bu gün kime hizmet edeceğini kendiniz bulun.

Bu karşılaştırmada böylesine tezat tutumları aynı kişi savunabilir mi diye hayret etmeyin. Amacı ve hedefi devrimci hareket ve liderlerini karalamak olanların böylesine sorumsuzluklara yönelmesinin özgün işler olduğunu kavramakta zorlanmayacaksınız.

Engin Erkiner, derin devletin yararına gerçekleşen bir çaba içindedir. Devrimciliği, örgütlülüğü, devrimci liderleri, geçmişin tüm eylemlerini, Filistin halkıyla dayanışmayı, hatta şehitleri kirli göstermeye çalışmaktadır. Yanık topraklar siyaseti her yeri kirli alanlara dönüştürme gibi özel harp dairesinin devrimcileri halk önünde şüpheli hale düşürme çabası vermektedir. Doğu Perinçek yöntemidir bu. Engin adam bu rolü örgütümüze karşı yapma çabasındadır.


1982’de örgüt değerlendirmeleri


“Yoldaşlar,

Örgütümüzün bu önemli toplantısında aranızda bulunmadığım için öncelikle özür dilerim. Şu andaki kimlik durumumla oraya ulaşabilmek için güvenilir bir olanak yaratmam mümkün olmadı.

Bu nedenle toplantının hakkında karar alması gereken konulardaki önerilerimi iletmekle yetineceğim.

Örgütümüz son bir yılda her alanda önemli aşamalar yaptı. Bir yıl önce iyi tanınmayan ve hatta genellikle de muhatap alınmayan bir örgüt iken, bu gün demokrasi güçleri arasında tanınan, çizgisi ve görüşleri bilinen bir örgüt durumuna geldik Gelişmemiz çok olumlu olmakla birlikte henüz önümüzde aşılması gereken önemli engeller bulunduğu da bir diğer gerçektir…

Örgütümüzün en üst organı yaklaşık 1.5 yıl önce oluşturulan Politik Bürodur. Bu organın 1.5 yıllık çalışmasındaki özelliklere bakmak aydınlatıcı olacaktır (olumlu özelikler üzerinde burada durmayacağım. Bunları hepimiz biliyoruz.)” (Engin Erkiner, 1-5-1982 tarihli MK’ya hitaben gönderilen mektubundan el yazması, orijinal, Örgüt Arşivi, MK’ya gelen mektuplar bölümü)

Burada Engin Erkiner herkesin bildiği olumlu gelişmelerden bahsediyor. Örgütümüzün nasıl tanındığını, siyasal çizgisinin nasıl belli olduğunu dile getiriyor. O gün bu tespitler gerçekten başarılmışlarla kıyaslandığında çok hafif kalsa da, açık ve sarih olarak kendi el yazısıyla bunu dile getiriyor.

Bu mektup genişletilmiş MK toplantısına iletilmiştir. Toplantı 1-7 Mayıs 1982 de gerçekleştirilmiş qlup ve ilk kez oylamayla, kongreye kadar THKP-C (Acilciler) Genel Sekreterliğine bu satırların yazarı getirilmiştir. Bu önemli gelişmeler bu toplantı ve belgelerle açık bir biçimde o güne kadar, bu önder kadroyla süren çalışmaların başarısı o günde muhalif eğilim taşıyan bu zat tarafından inkar edilemiyordu.

Bunu, genişletilmiş Merkez Komitesi toplantısının (1-7 Mayıs 1982) ardından gönderdiği ikinci mektubunda da ifade ediyordu.

“Yoldaş,

Mektubunu aldım. Toplantıya gelmek için o sırada olanaklar uygun değildi O zaman bazı şeyleri atlatıp gelebilirsem bile geri dönmem olanaksız olurdu. Şuanda bu sorunlar çözümlenmiş durumda.

Örgütümüzün çeşitli organlar seçmesi ve işbölümüne gitmesi olumlu bir adımdır. Zaten bu son bir yıllık gelişimin doğal sonucu sayılır…

Buradaki çalışmalara ilişkin raporumu birkaç gün sonra göndereceğim.” (Engin Erkiner, 24.5.1982 tarihli Genel Sekreter yoldaşa hitaben gönderilen mektubundan, el yazması orijinal, Örgüt Arşivi, GS’e gelen mektuplar bölümü)

Birincisinden 24 gün sonra gönderilen bu ikinci mektupta da, örgütün genişletilmiş MK toplantısını olumlamak, işbölümünü desteklemek ve bunun örgütümüzün başarılı çalışma sürecinin “doğal sonucu” olarak görülmektedir.

Bu süreçte, inkarı mümkün olmayan örgütsel gelişim örgüt içinde muhalif olanları bile kuşatmıştı.

İtirafçı Engin Erkiner, bu belirlemelerden aylar sonra örgütten ayrılarak TKEP’e geçtiğini söylüyor. Aradan da 26 yıl geçtikten sonra bir TKEP’li, THKP-C (Acilciler)den her ne istiyorsa, 2008 de dönüp örgüt değerlendirmesini şöyle yapıyor.


2008’de geçmişin değerlendirmesi



“1981 yılı benim için şokla başladı. Suriye’nin Bassit köyünde bir tatil evinde ülkeden gelen birkaç yoldaş kalıyordu. Ek olarak başka bir ev daha vardı. Teksir makinemiz de yakında olacaktı. O civarın bölge valisi sayılan Cemil Esad –Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kardeşi- her türlü ihtiyacımızı karşılıyordu. Önce Suriye’nin bize olan ilgisini anlamadım, zaten beni şoke eden de başka bir konuydu: Kendimizi 1977 yılının anılarıyla oyalıyorduk ama, artık adı büyük kendisi hayli küçük bir örgüt durumundaydık. Burada küçüklükten kasıt sayı değildi, kadromuz kalmamıştı. Evlere şenlik bir politik-büro kuruldu.

Eskiden de adımızdan daha küçük bir örgüttük ama artık arada hiç bir denge kalmamıştı.
Bu zayıflık içinde dönüşüm gibi ağır bir sorunumuz da vardı. Ülkede koşullar radikal biçimde değişmişti. Devrimci hareket dağılmıştı, bizim de durumumuz ortadaydı.

Suriye, Hatay’ı kendi toprağı olarak görüyor, bu nedenle de oradan gelen Arap kökenli devrimcileri kendinden sayıyordu. Ek olarak, gelenlerin büyük çoğunluğu Alevi kökenliydi, Suriye’de de Aleviler yönetimdeydi.

Hiç bir devlet başkasına karşılıksız bir şey vermez. Suriye’nin de yakın işbirliği beklentisi vardı. Hatay’da Suriye yanlısı bir örgüt hiç fena olmazdı. Hatay’daki gücümüzün de bire bin katılarak anlatıldığını anlamak zor değildi.” (Engin Erkiner 1982 başlıklı makalesi)


Aradan geçen zaman 26 yıl. Engin adam bu arada TKEP’li olmuş, oradaki tasfiyeye katılmış, örgütümüzden ayrılıp kendisiyle hareket eden tek bir insan kalmamış, çevresinde örgütlü insanların tümü dağılmış ve bu ortamda bunları yazmaktadır. Elinde ise ne bir belge ne bir kanıt ne bir şahit nede akılla uyumlu bir yorum bulunmadan devrimci harekete devrimcilere kara çalmıştır.

İçinde bulunduğu sorumsuzluk (ne bir çevre baskısı ne de içinde yer aldığı bir örgütlülüğün olmaması dolayısıyla) gösterdiği pervasızlık, yaymaya çalıştığı şüphelerle dikkat çekmektedir. Kimseye yararı olmayan bu söylemlerin kaynağının olumlu bir yerde olması mümkün değildir.

Engin her zaman, aynı yöntemle Bektaşi’nin namaz kılması gibi “ben yaptım oldu”, “ister inan ister inanma diyor”. Bu yöntemin tek gayesi şüphe yaratmak temiz devrimci alanları kirletmektir. Bunu ilerleyen satırlarda daha açık görmek mümkün olacaktır.



1982 Ayrılığının dünkü nedenleri


Her siyasal örgütte ayrılıklar çıkabilir. Bu ayrılıklarda herkes birilerini suçlar. Kim haklı kim haksız nereye kadar haklı nereye kadar haksız toz duman içinde kaybolur. Ancak her ayrılığın bir nedeni vardır ve bunu her iki tarafta çok iyi bilir. On yıllar sonra da yüz yıllar sonrada bu gerçek öyle olduğu gibi yazılı belgelere geçtiği gibi kalır. İlerleyen zaman içinde yeni kanıtlar eklense de belge ve şahitler bulunsa da aynı mecraya akar.

Ancak tarihi kendinden itibaren var sananlar onu yeniden okudukça değiştirerek her dönemde ihtiyaç duydukları kılıklara sokabilirler. Böylece anı ya da tarih bir geçmiş vaka olmaktan çıkar, amacı kirlenir ve kirli amaçlara hizmet etmeye başlar. İşte Engin Erkiner de bu gün kime servis yapıyorsa o güçlerin hizmetinde tarihte tartışılmış bitmiş konuları yeniden kin saikleriyle ve kirli amaçlarla yorumlarken kendini böylece ele vermektedir.

1982 de THKP-C(Acilciler) den ayrılırken kaleme aldığı bildirilerde ve kamplarda savaştan kaçmak Avrupa’ya kapağı atmak için çırpınanları kışkırttığında ilettiği, örgütsel işleyiş kuralları dışına taşan mektuplarda ısrarla şunları tekrar edip duruyordu.

“iki hafta kadar önce THKP-C (Acilciler) hareketi içinde örgütsel bir ayrılık ortaya çıktı. Her örgütsel ayrılık gibi bu da önce örgüt içinde gelişip olgunlaştıktan sonra dışarıya yansıdı. O dönemde THKP-C (Acilciler) hareketinden ayrıldığımızı çeşitli devrimci örgütlerin temsilcilerine bildirmiş ve bu konuda detaylı bir yazının hazırlanmakta olduğunu açıklamıştık.

1-Ayrılığımız siyasi temellere sahiptir. Çeşitli konularda farklı anlayışlara sahip olduğumuzu birlikte geçirdiğimiz pratik içinde yeterince ortaya çıkmıştır…

Kısaca özetlersek; THKP-C (Acilciler) hareketinden ayrılmamıza neden olan olumsuzlukların temelini örgütün sınıf tabanına dayanmamasında görüyoruz. Bu olumsuz temel kendini örgütün bir çok konudaki faaliyet ve anlayışında çeşitli biçimler altında yansıtmaktadır.: İçinde yaşanılan objektif ortamı abartmak ve buna uygun faaliyet biçimlerine girmek, örgütsel işleyişteki temel Leninist normları çiğnemek, eylem ittifaklarına ve komünistlerin birliğine yaklaşımdaki ilkesizlik ve faydacılık...

Ayrılığımız bir ayrışmadır ve sınıfsal köklere sahiptir.” ( “Devrimci kamuoyuna duyuru” başlıklı 20 Ağustos 1982 tarihinde dolaştırılan bildiri. Örgüt arşivi, örgüte karşı yayınlanan yazılar bölümü)

Bunu o zamanın modasına uygun olarak dağıtılan “Açık mektup” adlı yazısında da şöyle dile getiriyor “Örgütsel işleyiş konularında ortaya çıkan bu anlayışın sınıfsal kökleri vardır. İçinde bulunduğumuz konum, sınıfsal bakış açısını kaybetmeden ‘Leninistleşmeye’ çalışan küçük-burjuvazinin konumudur… ‘Leninizm’ demekle Leninist olunmuyor. Türkiye gibi bir küçük burjuvalar ülkesinde işçi sınıfı içinde taban bulmak, çalışma yapmış olmak, devrimin bu temel sınıfını tanımış olmak gerekiyor. Bu yapılmadan kişi kitapları bilebilir ama hayatı bilemez” ( Engin Erkiner Açık Mektup, s. 9, 9.8.1982 )


Malum “sınıfsal ayrışma” söylemi altında “Leninist normlar” ve ittifaklara, komünistlerin birliğine faydacı yaklaşımlar bu ayrışmaya temel olarak gösteriliyor.

Bu gün, Engin adamın ve iltica ettiği TKEP’in hangi sınıfsal ayrışmayı nasıl tamamladıklarını sormayacağım, örgütsel olmak bir yana, birey olarak “sınıfın” neresinde kaldıklarını da sormayacağım, hele hele komünistlerin birliğinde TKEP’in örgütümüze karşı oynadığı ve Engin’in kukla olarak kullanılıp ayrıkçılığı körüklediklerini hiç sormayacağım; bir TKEP’liyle elden Paris’ten Şama getirilen 20.9.1982 tarihili mektupta ayrılıkçıların nasıl körüklendiklerini, “Not 2- Daktiloyu oradaki TKEP’lilerden isteyin verecekler. Buradan giden ve mektubu da getiren yoldaşla konuştum” diyen el yazılı belgelerini de hatırlatmayacağım. (20 -9 -1982 tarihli Adil Okay’a gönderilen mektup, Örgüt arşivi ‘örgüt içi sorun belgeleri bölümü’)

Ayrılanlar günün geleneklerine uygun, siyasal ayrılık gerekçesi bulma çabalarında ama bunu hızlı gelişen olaylar nedeniyle yeterince keşfedemediklerini, zamanla ortaya çıktıkça işleyeceklerini dile getirmelerini de anlayışla karşılayacağız.

Bu zorlamaların en komiğini ise geçemeyeceğim. O da günün önemli uluslar arası siyasal olayı olan Polonya’da gelişen Dayanışma Sendikası faaliyetleri ve sonuçlarıyla ilgili Merkez yayın organımız CEPHE’nin 4. sayısında yer alan “Polonya’da Sosyalizm Yenecektir” adıl makalemle ilgili yaklaşımlarını aktaracağım. Archimed’in “Buldum buldum” diye hamamdan çıplak çıkışını andıran bir tarzla Engin bunu şöyle dile dolamıştı: “ A yoldaş ( Mihrac Ural. bn) inisiyatifli davranmak adına örgütsel kuralları çiğnemeye kural haline getirmiştir. Bunun en somut örneği merkez yayın organı Cephe’de kendini gösterir…

Cephe’nin 4. sayısı bu kurallar çiğnenerek çıkmıştır. “Polonya” hakkındaki yazı eksiklikler taşımasının yanı sıra politik büronun bilgisi dışında yayınlanmıştır.

Polonya konusunda politik-büro ortak bir karar almamıştır, hatta bu konuyu etraflıca konuşmamıştır bile…

P-B’nun çoğunluğu da Polonya konusunda örgütün görüşünü Cephe ellerine geldiği zaman öğrenmek durumunda kalmıştır.” (Engin Erkiner, 1- 5 -1982 tarihli MK’ya hitaben gönderilen mektubundan el yazması, orijinal, Örgüt Arşivi, MK’ya gelen mektuplar bölümü)

Olayların en sıcak anında yazılan mektup tartışmaya gerek bırakmayacak kadar açıktır. Burada Politik büronun önemi ve bilgisinin örgütsel yapı için taşıdığı anlam üzerinde de duruluyor.

Tabiî ki konumuz politik büro değil ancak hatırlatmadan geçmemek için, kin saikleriyle yazdığı son yazılarında örgütün bu tür kurumlarına karşı kullandığı çirkin ve hafife alıcı kavramları unutmamak gereklidir.

Buna rağmen Engin ısrarla siyasi ayrılıktan söz ediyor. Ama bunu bulamıyor ve örgütsel işleyiş diyor, sonra Polonya yazısı üzerinde duruyor.

O gün için hiç makul olmayan bu bahaneler, önceden alınmış bir ayrılık kararı ve TKEP’e iltica hareketi için üretilmiş mevzular olsa da, kıymeti kendinden menkul ayrılık gerekçesi olarak ortaya kondu.

Yıllar sonra Engin adam TKEP’li olduktan ve TKEP’i tasfiye cürümüne iştirak ettikten sonra THKP-C (Acilciler) den her ne istiyorsa, yeniden dönüp ayrılığına yeni bir gerekçe üretmeye kalkıştı.

Bu gerekçe değişiminin de bir gerekçesi vardı. Engin bir itirafçıydı. Sırtında bir kambur vardı. Bu kamburu hafifletmenin tek yolu, bizleri Suriye ile ilişkilendirip muhaberat işbirlikçisi olarak töhmet etmekten geçiyordu. Böylesi iddialar da Arap kökenli oluşumuz, Alevi bir aileye mensup olmamız da tam yerine oturabilirdi. Nasıl olsa Suriye de Arap ve yönetimin başı aleviydi ya. 2x2= 4, o kadar basit.

Böylesine aptal denklemler, örgütümüze olduğu kadar tüm sol örgütlere yaşam alanı açarken çektiğimiz çileleri, zorlukları, tehlikeleri, işkence ve uzun süreli zindan yatmalarını göz ardı ederek ortaya koyduğu şüphe üflemeleri, Engin’in poliste yaptığı itirafçılığı hiç örtemiyor. Örgütümüzden kaçarken içine katıldığı TKEP’in genel sekreteri dahil, tüm kadrolarının Suriye sürecinde muhaberatla derin ilişkilerini, diğer tüm sol örgütlerin zorunlu uğrak yeri olan dış ilişkiler bürosundaki ilişkilerini burada söylemek bir o kadar saçmadır. Avrupa’daki iltica bürolarında durum ne ise tüm Türkiye solunun Suriye’de ilişkileri ancak o düzeydedir. Bu konuda dil bilmemiz ve yakın akrabalarımızın olması nedeniyle örgütümüze devlet ilişkisi dışında en az Kürt yoldaşlarımız kadar etkin ilişkiler ve yaşam alanları oluşturmamız ise bir başarı olarak örgüt tarihimizde yer almıştır. Arap olmamız ve dil bilmemiz ve alevi kökenli olmamız bize sadece onur verir. Irkçı, etnik ayrımcı bir itirafçı olarak Engin Erkiner’in bu verileri anlaması, bunların yoldaşlık ve örgütsel hizmete sunulmasını bilmesi, onu çok aşar: O hiçbir zaman bir kollektivitenin insanı olmama sıkıntısını, itirafçılığının sırtına yıktığı ve bu gün Doğu Perinçek yöntemiyle, özel harp dairesi kuklalığının kavrayacağı bir değer değildir.

Çevresini, baba mesleğini bile hala tanımadığımız bu insanın, örgütsüz olmasından kaynaklanan pervasız şüphe üflemelerinin kimse nezdinde bir kıymeti itibarı olmayacaktır.

Bu noktadan çıkıp yıllar önce siyasi bir ayrılık yaptık demesine karşın bu gün o ayrılığı nasıl değerlendirdiğini, belgelerle görelim.



1982 ayrılığının bu günkü nedenleri

Engin iki yüzlü bir aymazdır.
Uzun süre ikili yazışmaların mahremiyetine sığınarak şüphe fısıldaşmaları yapıp durdu.
Bizler açık adımız ve imzamızla belgeler ve kanıtlarla sorunları işlerken o kulaktan kulağa fısıldaşmalarla, bulanıklık yaratmayı seçti.
Ancak “ikili yazışmaların iki yüzlülüğü” yazısını yazıp bu aptalı açık olmaya zorladığımızda ve itirafçılığını, polis ifadesindeki çirkinliğini ortaya koyduğumuzda artık yapacak bir şeyi kalmamıştı. Suçlayacaktı, çamur atacaktı, ispiyon edecekti gerçek adlarımızı, kod adlarımızı, yerlerimizi, hukuki adlarımızı bile bir yerlere servis edecekti. Nitekim şimdi de bunu yapıyor.
Bu ihbarcılık için işi gücü bu olan bir site kurmuştur. Doğu Perinçek’lerin devrimcileri ispiyonlamak üzere “Aydınlık” dergisini kullandığı gibi, bu siteyi kullanmaya başladı. Özel harp dairesine katkı olarak bu suçlamalara tramplen oluşturan Engin adam, bu gün 1982 ayrılığını bakın nasıl değerlendiriyor:
“1982’de nasıl ve neden ayrıldığımı da anlattım.
Ne oldu da şimdi anlatıyorsun? Hiç bir şey olmadı. 1982 ayrılığını merak ediyordu. Ben de anlattim.
Niye daha once anlatmadım? Kimse istemedi de onun için.
Ne Mihrac ne de 1982 sonrasındaki örgüt benim için anlatılmaya değer unsurlar değillerdi. 1982 yazısında anlatmıştım. Mihrac yıllarca TKEP’e ağır biçimde saldırdı, cevap verilmesini ben engelledim. Mihrac ve çevresiyle uğraşmayı değer bulsaydım, TKEP’in cevabını da ben yazardım. Hiç gerek yok. Karsındakinin politik olumunu geciktirirsin. Yazmadım, başkalarını da yazmamaları için ikna ettim.” (ikili yazışmalarından biri, mail gönderimi)

Bu satırlara ne diyelim. Aklı başında olan birinin satırları olabilir mi? Hani siyasi bir ayrılık vardı. Hani siyasi ayrılığa cevap verilecekti, hani sınıf temelinde bir ayrılıktı Leninist normlar ve komünistlerin birliğine aykırılıkla ilgili bir ayrılıktı. Bu söylemler ayrılık sıcağı sıcağına yazılmıştı. Şimdi ne oldu? 26 yıl sonra, uzak yakın bir ilgisi olmadığı Acilciler örgütüne saldırmak için nereden ve neden işaret geldi.

Bu işaret ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesine Hatay davasını katma eğilimlerinin milliyetçiliğe set çekecek, mezhepçiliğe set çekecek katılımı için çalışmaların yükselmesi neden olmuştur. MİT ve Özel harp dairesi bunu çok iyi biliyor. Mihrac Ural ve yoldaşları Türk aydınlarının da desteğiyle bu davayı ortak ülkemizin siyasal arenasına taşıyacaktır: bunu nasıl kirletirler, bunu nasıl suçlarlar, bunu hangi kin saiklerini kukla olarak kullanıp önünü keserler? Bu soruya verilen cevap Engin’in yaptıklarıyla belirgin olmuştur; Abartılı yalanlar, gazete küpürü gibi kıymeti MİT’e üretilmiş komik belgeler ve bunların geçmişte, ol tesadüf ardamızda yer almış bir itirafçının diliyle piyasaya sürülüşü. Ergenekon’un yeni evlatları işte tam burada yeniden üretiliyorlar. Hatay davası gerçek bir davadır ve bu dava Hatay halkının kimlik davasıdır. Bölücülüğe karşıdır, dış güçlere karşıdır, bir toprak değil bir kimlik davasıdır. Anayasal haklardan, uluslar arası anlaşmalardan ve Türkiye Cumhuriyetini var eden Lozan anlaşmasında açık ifadelerle yer alan (39. madde 4. fıkra) hakların anayasal ve kurumsal güvencelerle işletilmesi davasıdır.

Engin gibi özel harp dairesi kuklaları bu hakkı inkar edebilir, bu hakka saldırabilir ve bu hakkı kirletmek için her türden Arap düşmanlığını, komşu ülke düşmanlığını, mezhep düşmanlığını yapabilir ama yer yüzünün hiçbir istihbaratı Engin gibi kuklaları istediği kadar desteklese de gerçekleri yok edemez. Biz ve bizden sonraki kuşakta bu hak için tükense de er ya da geç bu hak halkın iradesinin elinde olacaktır. O zaman ne Engin gibi kuklalar ne de bu gerici devlet var olacaktır.

Bu noktada okurun dikkatlerini Kürt Özgürlük hareketinin yükseliş dönemlerinde MİT ve Özel harp dairesinin yaydığı şüpheleri, yalanları, çamur atmaları ve bu güne kadar süren aynı yöntemlere çekeceğim. Engin Erkiner, itirafçılığının sırtında yarattığı kamburu hafifletmek için yeni sitesiyle birlikte Arap düşmanlığı ve alevi düşmanlığı yaparak derin devletin bir kuklası olma göreviyle iştigal etmektedir.

Bu yüzden üzerinden 26 yıl geçen bir örgütsel ayrılığa yeni yorumları, yeni gerekçeleri; belgesiz, kanıtsız ve tamamen yalana dayalı olarak ortaya sürmektedir.

Tartışmaktan kaçan, siyasal olmayan üsluplara sığınan, ikili yazışmaların gizli kalacağı güvencesiyle sorumsuzca çamur atıp yazanların çirkin yüzü budur. Bu türleri muhatap almak bile zaman kaybıdır.

Bu satırların yazarı, yazılarda yer alan belgelerin okuyucuya ulaşmasını önemsiyor. Geçmiş bir tarihin okuyucu tarafından yorumunun yapılması için bu yazıların içinde yer alan belgeler, dolayısıyla hiçte olumlu bir örnek olmayan didişmelerde yer alıyor.

Ancak tartışmaların boyutu öyle bir yere uzandı ki, ihbarlar ve provakatif sataşmalarla, ağızdan söz alma yöntemlerinin de işin içine karıştığını görüyoruz. Bizlerden tepkili olmak ve bunun ardından eylemlerimizi sıralamak gibi çirkin amaçlar için sataşma cümleler kuruluyor. Bu işleri bilen biri olarak Engin Erkiner, bizim için artık farklı bir fenomen haline gelmiştir.

Bu yaklaşımı abartılı bulanları Engin Erkiner’in satır aralarında MİT’e servis yaptığı, kişilere ait özel bilgileri, örgütlere ait özel bilgileri nasıl aktardığına dikkat çekeceğiz. Bu süreç önce bizimle başladı, ama burada kalmayacak. İtirafçı Engin bu işi, içinde yer aldığı, bildiği her şeyi ve herkesi ispiyonlamaya kadar uzatacaktır. Doğu Perinçek’te böyle başladı. O da itirafçıydı, poliste çözülmüştü, ifadesi utanç vericiydi, işe buradan başlıyorlar tüm kuklalar. Zaman hepimiz için tüm kanıtları gösterecektir, ona güvenmek gerek




Ayrıldığı örgütü ve insanları
dün nasıl görüyordu?
bu gün nasıl görüyor?





Engin yaptığı hiçbir şeye inanmayan bir insandır. Her zaman yaptığının da bir abartı, yalan, yanlış ve çöküş olduğunu kendi deneyleriyle bilir. Her insanın kendi zaafını bildiği gibi.

Adam Örgütümüzden kopunca ardı arkasına birkaç örgüt, dernek, sivil kuruluşta üye olmuş. “O günden bu yana 26 yıl geçti. Bu 26 yıl boyunca TKEP’in yanı sıra BSP, ÖDP, Sol Parti gibi partilerde ve değişik büyük dernek ve kuruluşlarda bulundum. Hepsinde de önemli görev ve sorumluluk taşıyan insanlar arasına seçildim.” (Engin Erkiner “26 Yıllık Şantaj” yazısı) diyor. Ama devam etmiyor, istisnasız üye olduğu bu yapıların tasfiye olduğunu dile getirmiyor.

Kimse heveslenmesin bir art niyetle söylemedim. Ama merak ediyorum, bu gün içinde olduğu ve kesinlikle, bordrolu olmasa da bir yerlere mesaj olarak bazı şeyleri servis yaptığına inandığım bu zatın, girdiği her yapıda bir melanetin, bir yıkımın, bir çatışmanın olduğuna tanıklık yapıyoruz. Bir devrimci olarak bu beni ilgilendirir. Ama bilmiyoruz, bildiğimiz bizde olanlar. Belgeleriyle ortaya koyduğumuz el yazısı mektuplarla ortaya çıkarttığımız kışkırtmalar, ikili yazışma ikiyüzlülükleri. Bunlar mutlak belgelerdir. Aynı yöntemle girdiği her örgütte kışkırtma, ve tasfiye organizasyonu içinde rol almadığını iddia etmek mümkün mü bunu o kurumların içinde olanlar bilirler.

Ben sadece bizde olandan yola çıkarak bu adamın “bir şeylerin” içinde işlev gördüğü kanaati taşımaya başladığımı açık aleni ve imzamla ortaya koyduğumu söylüyorum.

Bunu anlamak için, öncelikle 1982 de ayrılığın en şiddetli anında, en keskin sözlerin söylendiği bir kesitte, örgütümüze, ve bizlere nasıl yaklaştığını anlatan şu satırlara bir göz atın; “ Birlikte uzun bir yol yürüdük. Birçok şeyi birlikte yaşadık. İyi ve kötü günleri birlikte geçirdik. Ancak siyasi mücadelenin bir ciddiyeti ve ilkeleri vardır. Çelişkiler belirli bir boyuta ulaşınca yol ayrımına gelinir. Bu benim için kolay bir şey değil. On yıllardır bu hareketin içindeyim… her kademesinde, ideolojik, politik, örgütsel, askeri her çeşit mücadelesi içinde yer aldım. Başka arkadaşların yaptıklarını da küçümseyecek değilim… komünist selamlarımla” (Engin Erkiner “Açık Mektup” 9.8.1982)

Bu sözler üzerinden 26 yıl geçti. Herkes yoluna gitti. Her şey zamanın ve ilgililerin hükmüne bırakıldı. Ülkemizin geniş alanlarında ve örgütsüz halk kitlelerine gidişte herkese geçit vardır. Ortalıkta paylaşılmayan bir örgütlenme de yoktur. Her kes kendi köşesinden amaçları için çalışma olanağına sahip. THKP-C (Acilciler) örgütü, dünüyle bu günüyle birlikte ya da ayrı olanlarıyla örgütsel olarak benimle yollarına devam edenleriyle ayrılanları bir bütün olarak bu örgütün emektarları, çilesi ve umudu idiler. Her ne ise o tarihin birer emektarlarıydılar. Kimse kimseyle bir didişme içinde de değildi.

Olaylar örgütümüz tarihini, liderlerini, kadro ve militanlarını, Filistin’deki dayanışmalarını, şehitlerini kirletmeye özel bir çabayla bunu işlemeye başlayınca ortaya çıkan refleksler ve ardından gelen belgeli kanıtlı açıklamalarla bu süreç tırmanmıştır.

Etekte taşlar taşınıyormuş. 26 yıl hiçbir bağlantının olmadığı bir sürecin ardından, örgütümüze karşı bu saldırılar ortaya çıkınca, bizler sadece geçmişimize sahip çıktık. Şahsi geçmişini kirli görenlerle de bir işimiz yoktu. Ama kendi adına değil de başkasını kirletme adına, örgütlü geçmiş yapımızı kirletme adına vehim taşları etekten çıkınca bizler sadece belgeler ve kanıtlara başvurduk. Bunları okuyucuya sunduk.

Ne MİT yalanlarının, özgül süreçlerde ürettiği özel provakatif gazete haber küpürlerinden ne de tanımadığımız birilerinin kulağımıza yaptığı fısıldaşmalardan yola çıktık: Her ne söylediysek belgesini, el yazısı olarak ortaya koyduk.

Engin Erkiner ise hep ayakları havada yalanları getirip bir iddia olarak ortaya koydu. Şüphe yaymak için çalıştı, derin devletin işi olarak bunları yaptı. Ama tek bir belge ortaya koymadı. 26 yıl önce, ayrılığımızın en keskin ortamında bizleri anarken kullandığı dil ile bu gün kullandığı dil arasındaki fark, bu adamın nasıl bir işlev peşinde olduğuna ilişkin kaygılarımıza önemli bir kanıt olarak belirliyor.

26 yıl sonra aynı insanları ve örgütü bakın nasıl değerlendiriyor:

“… çok sayıda insan bu örgütten ayrılıp benimle görüşmek istediler. Bir broşür hazırlamışlardı. Siz bilirsiniz ama bunu yayınlamasanız iyi olur, demiştim. Nedenini de açıkça söylemiştim: Mafyanın teorik eleştirisi olmaz. Gizli polisle devrimci teori tartışılmaz. Bizim bu tür insanlarla ideolojik, politik ayrılığımız olamaz. Bu tür ayrılıklar sol ile devrimcilerle, komünistlerle olabilir. Suç işleme elemanlarıyla olamaz.” ( ikili yazışmalardan, mail gönderimi)

Aynı kişiden, iki ayrı geçmiş yorumuyla karşı karşıyayız.

26 yıl önce olayların sıcaklığında dile gelmeyenler, bu gün kin uğruna ne hallere geliyor. Siyasette kin gözleri kör ediyor, kulakları ise sağır. Bu cümleler kime hizmet eder herkes elini başına koyup bir düşünsün.

Bizler ilke açısından olduğumuz yerde, mevzi ve safta durmaya devam ediyoruz. Mücadelede, gücümüz ölçeğiyle, kimseyle rekabete düşmeden yerimizi almaktayız. İnatla da bu süreci yükseltme çabasında, yazınsal ve eylemsel tutumlarımızla yola devam ediyoruz. Elimizdeki her olanakla düşmana karşı direneceğimizi ilan edip bunu yaşamımızın her alanında yansıtmaya çalışıyoruz. Bu duruşumuza karşı yönelen, Engin Erkiner’in karalamalarını, ihbarlarını neye bağlamak gerekir. Bunu okuyucuya bırakıyorum.

Kimsenin işine yaramayacak bu didişme artık bir işleve sahip oldu gibi. Bu didişmede birileri bir yerlere servis yapmaktadır. Sırtlarındaki itiraf kamburu nüksedenler, 31 yıllık acıya yeni acı ekleme çabasındalar. Genetik bir olay gibidir, önce itirafla başlanır, bir kez çözülme olunca da kişi çevresiz ise, örgütlü ve denetim altında değilse bunun arkası kendiliğinden gelir. Doğu Perinçek’i hatırlayın Ergenekon’da ortaya çıkan özel harp dairesinin iştigal ettiği kirli işleri bir daha gözden geçirin, Engin’i anlamak zor olmayacaktır.

Ben sadece dikkat edin diyorum.




2 yorum:

Özcan-Dirdyak dedi ki...

Degerli Devrimci kökenli Yoldas Mihrac Ural.

Teneke suratli Engin Erikener, isvereni olan mit kurumuna sattigi itiraflariyla, Sadece Tüm Antakya Devrimcilerini,zarar vermedi..

Gercekleri halen inkar ederek icine yaptigi tabaktan yemektedir.

Onun itiraflari sonucu bizler,Antakya carsi karakolunda yediyimiz dayaklari,cektiyimiz izdiraplari belki unuttuk ama o,tasiyamadigi kayanin altinda bir gün ezilecegi bir muhakkaktir.

Sevgili yoldaslar.

Bu kendini meshurlastirma cabasi gösteren,ispiyonlari meslek edinen itirafci sarlatan engin erkiner,aslinda "Sırtında tasidigi kambur"uyla, kendi yazdigi masal kitaplarini satma derdindedir..

Bütün Devrimci yoldaslarima saygi ve sevgilerimi iletiyorum.
Özcan.

Adsız dedi ki...

Bloğunuzdaki paylaşımları bizim için çok önemli Perde tv olarak çok sevdik. çalışmaşarınızda başarılar dileriz.