HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

24 Ocak 2011 Pazartesi

ENGİN ERKİNER BİR KATİL MUHBİRDİR


220. DOSYA


ENGİN ERKİNER

İTİRAFÇI OLDUĞU KADAR

BİR “KATİL MUHBİR”DİR



Mihrac Ural
26 Ocak 2011



Malatya Beylerderesi katliamında İlker akman ve yoldaşlarının kanlı kıyımına yol açan muhbir, itirafçı Engin Erkiner’dir .


O dönemde karısı olan İlker Akman’ın ablası, “katil muhbir sensin” diyerek suratına tükürmüş ve ondan boşanmıştır. Bu günkü çabası, Resmi boşanma tarihi ile fiili boşanma tarihini birbirine karıştırarak demagoji yapması, suçluluk refleksidir.
MİT ajanı İbrahim Yalçın’a gelince, bu ahlaksız sorduğumuz “MİT’le ne zaman çalışmaya başladın ?” sorusuna cevap vermemek için fare gibi kaçmaya devam ediyor; aylar oldu soruyu tekrarla soruyoruz, ama cevap yok. Cevap veremez, çünkü o örgütümüze itirafçı Engin tarafından sızdırıldığı zaman da, bu günde MİT ajanı olarak işini sürdürüyor. Yalancı pehlivan tefrikaları ise bu gerçeği örtme çırpınışlarıdır. Ancak gerçekleri örtemiyor.


Bir MİT ajanı düşünün, örgütünü ihbar etmek için 150.000 TL alarak işe koyulmuş, örgüt merkezine iki kez gidiyor ve MİT’e bilgi aktarıyor. Yakalanmış başka MİT ajanlarının itirafından korkarak, itiraflarını 12 sayfalık el yazısıyla ortaya koymak zorunda kalıyor. Bu el yazılarında ise tarihleri karıştırarak, MİT’le ne zaman ilişkiye geçtiğini örtüyor. Bu güne kadar da bu soruya cevap vermemek için kaçıp duruyor. Bu ahlaksızın çirkin suratı bu haliyle ortada dururken, Örgütümüzün fedakar yöneticisi MK üyesi Salih hocaya karalama yapmaya kalkışıyor.


Salih hoca, hayatı boyunca devrimci mücadele için fedakarca davranmış, ailesini, çoluk çocuğunu terk etmek zorunda kalmış, en zor görevlerde mücadele etmiş, örgütü her alanda temsil etme onuru taşımış Antakya TÖB-DER başkanı, örgütümüz MK üyesi bir yoldaşımızdır. 12 Eylül karanlık dönemi boyunca, ülkede, Orta-doğuda Avrupa’da tüm gücüyle çalışarak demokrasi mücadelesine katkı yapmış, siyasi yorumlarıyla örgütün düşünsel zenginliğine katkıda bulunmuş bir yoldaştır. Bu yoldaşa yönelik karalamaların kaynağının MİT olması, mücadelemizin doğal bir tezahürü olarak görüyoruz.


MİT ajanı İbrahim Yalçın’a gelince, o ahlaksız bilmeli ki, muhatap alınmayacaktır. Çirkin dedikodularla insan kirletme çabalarının kaynağı mensup olduğu teşkilatla tarihsel bir mücadelemiz var, cevabımızı bu mücadelenin uygun bulduğu yollarla vereceğiz.


Buna rağmen bilinmeli ki, Salih hocanın ayağının altındaki kir MİT ajanı İbrahim Yalçın’dan bin kat daha temiz ve devrimci mücadelede hizmet çabasının sonucudur.
Salih hocayı eleştirmek bu ajan sürüsünü birkaç gömlek aşmakla kalmaz, bir devrimciyle bir ajan arasındaki fark gereği bir nitelik farkıdır düzlem farkıdır. Doruklarla, çukurların ölçümleri aynı olmaz. Dolaysıyla çırpınmanın bir kıymeti itibarı yoktur, olamaz da.


Örgütünü para karşılığı MİT’e satan adam, sen gevezelikleri, yalancı pehlivan tefrikalarını bir kenara bırak, MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? Bunun cevabını ver.



***



İtirafçı bunalımda. Ağır hezimet insanı perişan hallere sokuyor. Boyunun ölçüsünü siyasi olarak da aldıkça krizleri artıyor, küfür ederken akan salyalarını dizginleyemiyor. Bir sinir bozulması hallerinde, kendi yazılarıyla kim olduğunu bir kez daha ilan ediyor.


Bu çirkin tartışmayı izleyen her okur bilir ki, bizler iddialarımızı sadece bu polis organizesi ikilinin kendi el yazıları ve itiraflarından belgeleyerek kanıtladık. Hasım suçlaması yapmadık, ölü konuşturtmadık, önceki yazılarımızdan alıntı yaparak geviş getirir gibi iddia ispatına tenezzül etmedik.


Kişiyi, el yazılarında dile getirdikleriyle kim olduğunu, kendisini nasıl tanımlamışsa öyle tanımladık. İtirafçı dediysek 20 sayfalık polis itirafnamesini ortaya koyduk, MİT ajanı dediysek kendi el yazısı itiraflarıyla bunu ispatladık.


Tarih belgelerle yazılır dedik, öyle davrandık.


Onlar ise şu ana kadar bir tek satırlık bir belge ortaya koymadan yalan kurgularla örülmüş polis senaryoları üretmeye devam ettiler.


Aramızdaki fark bu kadar basit.


Son gelişme ise, yazılarında “Puşt” kelimesini istihdam eden bu “puşt oğlu puşt” İtirafçı Engin Erkiner’in, Malatya Beylerderesinde İlker akman ve arkadaşlarının katledilmesine yol açan muhbir olması üzerinedir.


Bu konu elimize iki farklı kaynaktan geçen bilgi üzerine açıldı. Biri, TMMOB’den, aileyi yakından bilen ve olayların tanığı kişiden geldi. Diğeri ise, katliam sırasında bir yolcu otobüsünde muavin olan birinin önceki makalelerimize yazdığı mail iletisinden aldık. Her ikisi de itirafçı Engin Erkiner’in Beylerderesi katliamının muhbiri olduğunu gösteriyor.


Zavallı itirafçı 26 Ocak yaklaşınca yüreğine hafakanlar gelmeye başlar. Suçludur, iç dünyasının korkuları, gerginlikleri erken tepki göstermeye yönlendirir. Bu kez de öyle oldu. Siyaset psikolojisi diyor ya ben buna “psikolojinin siyaseti” diyerek şakşakçı birinin kulağını çınlatacağım.


Suçlu, ne kadar dikkat ederse etsin mutlaka yalana sığınmak zorundadır. İtirafçı Engin de bu hallerde. Biz, elimizdeki bilgiyi okurla paylaştık. Dedik ki, itirafçının karısı İlker Akman’ın ablasıdır. Malatya Beylerderesi katliamı gündeme geldikten çok kısa bir süre sonra, bilgiler toplanınca, kadın elindeki kanıtlara dayanarak ”İlker’in ve arkadaşlarının katledilmesine yol açan ihbarı sen yaptın”, “katil muhbir” diyerek ve yüzüne tükürerek itirafçı Engin Erkiner’i o an fiilen boşamıştır.


Bu boşanma, o an aradaki ilişkinin bitmesiyle de kalmamış, dava açılmış ve resmi olarak da boşanma süreci başlamıştır.


Şimdi sıkı durun, İtirafçı Engin diyor ki, İlkerler katledildikten 6 yıl sonra boşandık. Yani 1982‘de. Bununla da İlkerlerden sonra, karısıyla 6 yıl birlikte yaşadıkları imajı vermeye çalışıyor.


Bu çirkin itirafçının bir demagoji müptezeli olduğunu söyleyip duruyorum. Aciz adam, yenilmiş ve kaçarken şaşkınlığa düşmüş. Ne dediğini bilmiyor, okuru kandırabileceğini sanıyor. Oysa kendisi yazmış, benim araştırmama ve bulup ortaya koymama bile gerek yok. Bu konuyla ilgili “Sakla Samanı Gelir Zamanı” adlı yazısında, İlkerlerin katlinden sonra boşandıklarını, ancak resmi boşanma davasının uzun sürdüğünü, 1982’da sonuçlandığını ifade etmiş.


Yani İlker Akman’ın ablası, olayın ayrıntılarını anladığı an “Katil muhbir” diye suratına tükürüp fiili olarak boşamış, ancak mahkeme kararını 6 yıl sonra vermiş (Ülkemizde o yıllarda bir boşanma davasının 6 yılda bitmesi bile erken bir sonuçtu). Bu altı yılda içinde İlker’in ablası, duruşma salonunda bile bu katille yüz yüze gelmemiştir. Acısını derinleştiren bu haini görmek istememiştir; ayrıca bu ahlaksız, işlediği cürümün korkusuyla, kızı Deniz’e bu güne kadar bir merhaba bile dememiştir (Bir “katil muhbir”in kızı olmak ise çok acı bir şey. Deniz bu duyarlılıkla, itirafçı Engin Erkiner’i baba olarak görmek, tanımak, kabul etmek istememiştir; tiksinti duymuştur)


İtirafçı Engin demagojiyle, resmi boşanma için açılan davada karar çıkana kadar geçen süreyi karısıyla birlikte geçirdiğini muğlak kelimelerle ima etmeye çalışıyor. Okur dikkat etmez diye bu kuyruklu yalanı sallıyor. Farkına varılırsa da “efendim, mahkeme boşanmamıza 6 yıl sonra karar verdiğini ifade etmek istedim” diyecek. Ancak bu hezeyanlar kimseyi aldatmıyor tersine “Katil muhbir “olduğu konusundaki kanaatleri pekiştiriyor.


Adam her yazısında okurunu aptal yerine koymaya alışmış. Ama adama sormazlar mı, 19 Ağustos 1977’de tutuklandın, 1982’de yurtdışındaydın, bu dönem İlker’in Ablasıyla nerde ve nasıl birlikte oldun söyler misin? Be soytarı, be ahlaksız yalancı, bu kadar kaba yalanla kimi aldatacaksın.


Bir önceki yazında, boşandık derken bu kez resmi boşanma kararının 6 yılda çıkmasını kelime oyunuyla, “İlkerlerin ölümünden 6 yıl sonra boşandık” diye kime yutturacaksın. Okur fiili olarak boşanma ile resmi olarak boşanmanın farkını anlamaz mı sanıyorsun.


Bunak adam, mahkeme evrakları elinde, eksiksiz yayınla da okur neyin ne zaman olduğunu ve nasıl olduğunu anlasın. Hadi göster bakayım kendini…


Bilmeyenlere tekrar belirteyim, bu itirafçının ceza evinde bir tek ziyaretçisi olmadı. Ne birinci derecede akrabaları ne de dışarıdan bir ilişkisi; selam vermek için bile geleni olmadı, çünkü yoktu. Çevresi olmayan biri, ne bir aile, ne bir ahlak ne bir kültür kimliği vardı, hep bir yere yamanarak var oldu, dik durmasını asla bilmedi. Fiziki olarak hangi siyasilerle yakın olduysa onlardan yana, HDÖ –Acil ayrılığında bizimle birlikte olduğu için bizden yana, Polise düşünce polisten yana, sıkışınca da muhbir olan bir tip. Bu gün MİT ajanıyla birlikte ondan yana olmakta beis görmeyen biriydi.


İlker akman ve arkadaşlarının Malatya Beylerderesinde katledilmesine yol açan muhbir Engin Erkiner’dir. Refleksleri de bunun içindir. Bunu örtmek için, karısı olan İlker’in ablası tarafından boşanmış olmasına rağmen, okuru yanıltmak için 6 yıl sonra boşandık diyerek, fiili boşanma ile resmi boşanma arasındaki süre üzerinde kelime oyunu yaparak yalan söylüyor.


Bir kez daha, onlarca yalandan birini böylece, kendi yazılarıyla ortaya koymuş olduk.


İlker akmanın ablası olar-n karısı, Malatya Beylerderesi katliamının muhbiri Engin Erkiner olduğu anlaşılınca onu derhal boşamıştır. Bu onurlu kadın, bu muhbirle bir an bile birlikte yaşamamıştır. Resmi olarak boşanma davası 6 yıl sürmüştür ancak hiçbir şekilde bir araya gelmemiştir.


İtirafçı 26 Ocak günü gelmeden göstermeye çalıştığı yazı refleksi, bir kez daha kendini ele vermiş oldu.

Engin Erkiner Malatya Baylerderesi katliamının muhbiridir.



FİLMİN KARELERİNİ GERİ SARARALIM



Okur bir kez daha film şeridini tersten sarsın. Kare kara olayları izlesin. Bu iddianın, gerçek olduğunu yerli yerine oturduğunu görecektir.

1. Kare


İtirafçı Engin Erkiner’in doğum gününü artık her kes biliyor 19 Ağustos 1977.


O gün Polise yardım maksadıyla itirafçı olmuş, örgütle ilgili her şeyi, hatta hayallerini bile itiraf etmiştir.

Bildiği, bilmediği, sonradan aklına gelen, gelmeyen her şeyi, geçmiş ve gelecek Üst komiteleri, tüm örgüt ev adreslerini, tüm silahları, tüm kadro, militan ve sempatizanları, hatta merhabalaştığı insanları bile polise tek tek vermiştir; adını verdiği her kişinin ayrıntılı eşkalini bile anlatmıştır.


Mazgal deliği kapısını tıklayarak, aklına sonradan gelenleri bile söylemiştir; polis karşısında “çok dürüst” davranmış, olayları bilimsel temele oturtmak için de “kronolojik sıraya” riayet etme hassasiyeti göstermiştir (bkz. Engin Erkiner Polis İfadesi, http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ Dosya No: 1)


Sorulan sorular üzerine, gelecekteki eylemleri kimlerin yapabileceği kehaneti yürütmekten de geri kalmamıştır; ilginç olan da bu kehanetlerde hep benim adımı öne çıkarmıştır. O günlerden bana karşı iç dünyasında taşıdığı hezimetlerin olduğunu göstermiştir.


Bu “puşt oğlu puşt” (Puşt kelimesi ona aittir), Polis itirafnamesinde bakın kendini nasıl tanımlaşmıştır.


Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


Biz bu günü ve bu sözleri, itirafçının doğum günü olarak tarihledik. Filmin son karesi budur. Şimdi kare kare gerisin geriye olayları izleyelim…


2. Kare


İstanbul’da örgütümüze karşı yürütülen operasyonun arifesinde bu itirafçının başka bir ihanet daha yaptığını görüyoruz. O da, MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı örgüte sızdırmasıdır.

Örgütü yok edeceklerini sandıkları darbenin hazırlığı için (19 Ağustos 1977 operasyonları) MİT ajanı İbrahim yalçın’ı örgüte sızdırıyor. Bu sızma olayı, İbrahim Yalçın’ın MİT’le daha önceden süre gelen çalışmasına da bir işarettir.


Engin Erkiner İstanbul’a nereden geldi; Ankara’dan.


Neden, Ankara’yı bırakıp İstanbul’a geliyor. Bu gelişi kim karara bağladı, kimden izin aldı belli değil. Belli olan tek şey, Ankara örgütünün tamamen tasfiye edildiğidir.


Normalde bir birimden diğerine gidilecekse, yardım için gidilir, katkı için gidilir, eksikliği tamamlamak için gidilir ve arkada bir boşluk bırakılmaz. Gidilen yerde bir boşluk oluşacaksa, bu gidişin bir anlamı kalmaz. Güney bölgesinden İstanbul’a ve diğer bölgelere kadro transfer ettiğimiz zaman, Güney bölgesi en güçlü konumundaydı ve hiçbir boşluk olmadan giden kadroların yeri dolduruluyordu. Ülkenin dört bir yanına böylesi bir etkinlikle kadroları gönderdik durduk (Ali Sönmez yoldaşı, Nebil Rahuma yoldaşı da İstanbul’a, H.G yoldaşı Samsuna, Karlos yoldaşı Ankara’ya, diğer yoldaşları ülkenin diğer illerine bu tarzdaki bir işleyişle gönderdim).


Ama bakıyoruz ki, İtirafçı Engin Ankara örgüt birimini yıktıktan sonra terk etmiştir. Bir felaketin ardından kaçarcasına İstanbul’a gitmiştir. Ancak veriler bunun bir kaçış değil de yıkımdan sonra Ankara’da yapılacak polisiye bir iş kalmayınca, Örgüte son darbeyi vurmak üzeri gerçekleşmiş bir gidiştir. Bu da bizim için büyük soru işaretlerinin bir kez daha gündeme gelmesine yeterli bir neden oluşturmaktadır.


İllegal askeri mücadele içinde olan bir örgütün Ankara birimi ölü ya da diri tamamen tasfiye edilmişse, devletin bu birimden isteyeceği bir şey kalmamış demektir. Bu durumda devlet örgütün başka alanlardaki varlığına yönelecek demektir. Geride kim ve ne kaldıysa onun peşine düşecektir. İtirafçının İstanbul’a yönlendirilmesinin nedeni de budur. İstanbul’a gidiş açıklayacak bir başka gerekçe olamaz.
Kareleri biraz daha geriye sarmaya devam edelim…



3. Kare

Ankara biriminin, en aktif ve en gözde yönetici kadrosu Ömür Karamollaoğlu’ydu. Şehitler ve yakalanmaların ardında ayakta kalan oydu. Bir de itirafçı. Ankara’nın tam tasfiyesi Ömür’ün bir biçimde tasfiyesine bağlıydı.


Okullara, kadrolara, militanlara koşturan oydu. Güney bölgesi ilişkisini sürdüren oydu. Dağlara tırmanan, hazırlıkları yapan oydu. Bu silik kişi ise karanlık bir odunun köşesine sinmiş, avını bekleyen bir yarasa olarak sarkık duran biriydi.


Kendini askeri insanı sanan bu çavuş, hayatında iki el atış bile yapmamış biri. Silahın Laz’ını orijinalinden ayırt edemeyecek kadar bu alanın dışında olan biriydi. Hakkını yememek için, kısa süreli askerlik hizmetinde s uzun namlulu silah görmüş olabileceğini var sayıyorum. Unutmayşalım, İstanbul’da 4,5 saat sonra yakalandığı hayatının ilk ve tek askeri eylemiyle “askeri ve siyasi liderliğin birliği”ni kurmuş bir çavuştan söz ediyoruz; içinde fünye olan dinamit lokumlarının sıkıştırılamayacağını bilmeyen bir çavuş…


Ömür Karamollaoğlu, bu aptalın verdiği askeri eğitim sonucu şehit olmuştur. örgütümüzün en fedakar, en örgütçü insanının yok etmişti. Ömür yoldaşın ölümünden sorumlu tek bir kişi var, o da itirafçı Engin Erkiner’dir.


Ömür’ün elinde bomba patladı ve şehit oldu (24 Mart 1977).


Polisin peşinde olduğu Acilciler örgütü Ankara birimi böylece topyekun tasfiye edilmişti; garip olan bir tek kişinin geride kalmasıydı. Bu kişi, 12 Mart döneminin kızılca kıyametinden “KURTULUŞ GAZETESİ”nin göstermelik de olsa son yazı işleri sorumlusu olarak görünen biri, ayrıca İlker Akman’ın ablasıyla evli olan, üstelik TDAS’ın “yazarı” olduğu iddiasında olan biri…


Bu kadar olgunun bir araya gelmesinden aklınızda bir soru işareti oluşmuyor mu ???...



4. Kare


Ömür’den hemen önceki kareye gerisin geriye gidelim…


Rıza Salman, ihbar olması büyük ihtimal olan bir kuşatmaya düştü. Polis kuşatmasında gerçek bir devrimci gibi davrandı. Teslim olmadı.


Bir Acilciye yakışır tutum takındı, direndi. Esir düştü. İşkencede ser verdi sır vermedi.


Bu şahısla hiçbir zaman uyumlu olamadım. İlki kaçak yollardan dere-tepe-vadi geçerek Suriye’den malzeme alıp dönmüştük (Hanna yoldaş, bu yolculukta bizi sınır köyüne kadar uğurlamıştı). İkincisi Binboğa dağları tırmanışında birlikte olduk, üçüncüsü Güney bölgesi çalışmalarına Ömürle birlikte gelip örgütlenmemizde misafir kaldı, Dördüncüsü, Niğde zindanında aynı komünde geçici bir süre bir arada olduk.


1979 HDÖ-Acil siyasi ayrılığı ardından, Konya Cezaevinden Niğde cezaevine sürgün gelmiştim ve orada Rıza’yla birlikte olmuştuk. Çok konuştuk, çok tartıştık. İnsani olarak çok farklıydık. Siyasi olarak da en temel konularda anlaşamamıştık. Ama Rıza Salman, polise karşı ve işkencede direnmiş biri örnek biridir diyerek Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmeliyim. Yakalandığında, direnmekle kalmadı, geride örgüte zarar da vermedi. Oysa İtirafçı bir tek tokat yemeden her şeyi polise gönüllüce verdi.


Bir de şu çirkin tartışmaları görünce, HDÖ ile yaşadığımız ayrılığın ne kadar kaliteli bir siyasi ayrılık olduğunu, hiçbir çirkine girilmemesiyle ortaya koyulan örneği hatırlatmam gerekecek. Örgütsel tarihimizin ortak sürecinde bu insanlar hakkıyla anılacaktır.


Ankara’da Rıza Salman da böylece tasfiye edildi. Bu tasfiyede İtirafçının nasıl bir rol aldığını fotoğrafı bütün olarak gördüğümüzde daha net anlamak mümkün olacaktır. Elimizde belge ve kanıt olmadan bu konuda daha fazla bir şey söylemeyeceğim ama aldığım bir sinyal bunun da belgeleneceğini gösteriyor (bu konuyla ilgili belge ve kanıt ulaştırılırsa bunu okurla paylaşacağım).


İtirafçı Enginin olduğu her yerde bir karanlık nokta var olmuştur okurun dikkatini buraya çekmek isterim.


Devam edelim…



5. Kare


Yüksel Eriş hoca elinde bomba patlayarak şehit oludu (24 Ocak 1977).


Bu örgütün gerçek hocası, gerçek vakur insanı, Güney bölgesinin bu süreçte yer almasının temel yöneticisi.


Yüksel Eriş hoca Ankara’dan uzaklaştırılıp, yetersiz askeri bilgi içinde, sorumsuz ve hayatında fiili bir şey yapmamış bu ahlaksızın döşediği yolda ölüme gitti.


Yüksel hoca görevini yaptı, inandığı, davası gördüğü, omuzladığı mücadelede şehit oldu. Ancak bu gelişmeler, örgütte var olan anlayışın, askeri çalışma yetersizliklerinin de bir ifadesiydi. Bunun sorumlusu kim ve ne amaçla bu sonuçlar üretildi. Bunları örgüt tarihi sorgulayacaktır; her şeyin altında kirlilik arayanlar, kendi alanlarındaki kirlilikle muhatap olacaklarını bilmelidirler. Belgesiyle, kanıtıyla ortaya çıkan kendi el yazıları ve itiraflarının yanı sıra, tarihi süreçlerin halkalarınca da ortaya çıkmakta olan gerçeklerle yüz yüze kalacaklardır.


Kurucu önderler İlker Akman ve arkadaşlarını şahsen tanımadım ama yazılarından onların nasıl bir devrimci olduğunu kestirmek zor değil. Örgütün aklı diye tanımladığım İlker Akmanın, dik duruşunu, bilgi ve algı tarzını kestirmek zor değil. Geride bıraktığı yazılar bunun en açık ifadesidir. Şehit olacak kadar sunduğu fedakarlık ise, bu gün bu ahlaksızlara bakınca, çok daha anlamlı olduğunu görüyorum. Bu önderlerin yolunda yürüyen biri varsa o da Yüksel Eriş’ti.


Yüksel Hoca, hepimizin hocasıydı. Onu çok yakından tanıdım. İnsani olarak ve devrimci bir yönetici olarak fiili süreçte tanık olduğum Yüksel Hoca, bu örgütün en büyük son kaybıydı.


Şehit olma süreci nasıl oldu, Ankara’da Karadeniz bölgesine gidiş ve o kesitin ilişkisinde neler oldu hala bilmiyoruz. Bunu Rıza Salman açıklamalı. Sürekli yalan söyleyen, kurgularla, demagojide müptezellikle, MİT ortaklığıyla ve üzerindeki şüphelerle İtirafçı Engin’in bu sürece ilişkin konuşacağı hiçbir şey tarafsız olamaz, doğru olamaz...


Ömür ve Yüksel’in şehit olma tarzlarındaki aynılığa dikkat çekerek film karesini gerisin geriye sarmaya devam edeceğim.



6. Kare

Dikkatli okur, birileri için örgütte bir yol açma olayından söz edilecekse, bu belirtilerin yeterli kanıt olduğunu görecektir.


Biz bu aşamada kitle çalışması içinde binlerce insanın katıldığı mitingler, her eylemin siyasi açıklamasını ihtiva eden basın açıklamaları, günün en önemli tartışmalarıyla ilgili kitap (Sov. Sos. Emp. Tezlerinin Saçmalığı), “TEK YOL DEVRİM” adlı dergimizi çıkarmış, şehrin her mahallesinde, ilin her ilçesinde ve köylerinde dernekler kurmuş çalışmalarımızı yükseltiyorduk.


Aynı kesitte, itirafçı karanlık odasında siyaset adına hiçbir şey yapmadan oturduğu bilinmektedir; ne bir bildiri, ne bir yayın, ne bir siyasi yorum yapma çabası olmadığı gibi, bizim bu çabalarımıza engel olma yönünde beyhude çabaları oluyordu.


Burada bir duralım. Kimse kimseyi kanıtsız belgesiz suçlamamalıdır diye tekrar edeceğim. İtirafçının polis ifadesini bir kez daha okuyun. İlgili iseniz iyice ve satır satır okuyun, yaptığı itirafların mantığını yakalamaya çalışın. Başka bir kanıta gerek duymadan bu adamın 26 Ocak 1976 Malatya Beylerderesi katliamının muhbiri olduğu görülecektir.


İlkerlerin Postanede kiminle konuştukları ya da oradaki randevunun nasıl bilindiği sorusu Beylerderesi katliamının temel sorusudur. İtirafçı Engin Erkiner, geride kalan, İlker’le Ankara’da bağlantılı tek kişidir. Bir başka kişi yoktur. Bunu itirafçının kendisi de söylüyor.


İlkerlerin tam olarak nerede oldukları, ne yaptıkları, üzerlerinde nelerin olduğunu bilen tek kişi işte bu adamdır. O kesitin siyasal ve güvenlik mantığının aksine, 12 Mart dönemi sonrası, 1974 affı ardından, Ecevit’in Karaoğlan rüzgarının sol adına yükseliş kesitinde, kim oldukları, ne yapmak için orada bulundukları, üzerlerinde nelerin olduğu bilinmeyen üç kişi için, helikopterler dahil müfreze müfreze jandarmayla, polisle ölüm saçmanın bir mantığı yoktur.


Bu bir ihbardı ve bu ihbarı Engin Erkiner yaptı.


Bu olay, sıcaklığını kaybetmeden, ilk bilgiler ele geçince, İlker Akman’ın TMMOB’deki arkadaşlarınca da yapılan araştırmalar sonrası, işin ucunda bir ihbarcının olduğu belgelendi. Bu ortaya çıkınca, İlker Akman’ın ablası bildiği ayrıntılarla kimin ne zaman kiminle tel bağlantısı içinde olduğu verilerini birleştirdi.


Her şey açıkça ortaya çıktı. Kocası olan Engin Erikiner, kardeşi İlker Akman ve arkadaşlarının kanlı bir operasyonla katledilmesinin muhbiri olduğu netleşti.


Bu bilgiler örgütümüze İlker Akmanın yakın mesai arkadaşı ve bu sürecin bir yerinde yer alan, bu gün yüksek bir kamu görevlisi olan, İlker’in TMMOB’li yakın arkadaşı mühendis bir kişidir. Çirkin tartışmaları takip eden bu kişi, tarih ve vicdani sorumluluğuna dayanarak bizlere bu açıklamaları yaptı. Bu bilgiler sürecin her kesitiyle karşılaştırmalı olarak ele alındığında, gerçek olduğunu ortaya çıkarttık ve Arşivde tutma yerine, okurla paylaşmayı uygun gördük.

Bu noktada okuru empati yapmaya davet ediyorum.


Kocasının ihbarıyla, kardeşi ve yoldaşları katledilmiş bir kadın düşünün. Böylesi bir şok yaşanmadan, en kasvetli ve en acı kesitte hiçbir kadın kocasını birden bire terk etmeyeceği sonucunu sizde varacaksınız. Ortaya çıkan bu kanlı süreç üzerinden, uzun bir dönem geçmeden, ailevi nedenlerle boşanmayı talep edecek bir kadın yoktur. Tersine bu acı süreçte duygularını paylaşacak, ona yardım edecek birine ihtiyaç duyar bu da en yakını kocası olmalıdır. Normal bir boşanma böylesi sarsıcı bir olayın ardından asla olmaz. Üstelik kızı olan birinin böyle bir davranışı mümkün değildir.


İtirafçı Boşanmayı ailevi mesele olarak okura yutturmak istiyor. Yalan söylüyor. İlker’in ablası gerçeği öğrenince, bir katil muhbirle birlikte olamayacağını ilk anda anlıyor ve suratına tükürerek fiili olarak boşanıyor. Bununla kalmıyor aynı anda mahkemeye başvurarak resmen boşanmak istediğini ilan ediyor. O andan itibaren de bu alçağın yüzünü görmeyi ret ediyor.


İlker Akman’ın Ablası, İlker gibi onurlu tutum alıyor ve “İlker’in ve arkadaşlarının katledilmesine yol açan ihbarı sen yaptın, sen bir katil muhbirsin” diyerek suratına tükürüyor. Boşanmanın nedeni de bundan ibarettir.


Örgütün kurucu önderleri İlker Akman, bu silik kişiyi örgütte işlevsiz haliyle her zaman ötelemiştir. Örgütsel çıkış için adım atamak ve bunu başarmak için yola çıktıklarında bu kişiye görev bile verilmemiştir.


Yüksel Eriş hocanın, Ömür Karamollaoğlu’nun bu kişiyle ilgili olarak söyledikleri de aynı yönde kesişmektedir. Bir köşeye itilmiştir. Rahmetli Mehmet Koç, bu adama boşuna “Çavuşesku” benzetmesi yapmadı; kin ve garez dolu sorumsuzluğuna bakarak, çirkin tartışmaların adamı olarak bu isim ona gerçekten yakışan bir isimdi, sonu da aynı şekilde yakışık olacağı kesindir.


Bu karede her şey çok net. 26 Ocak 1976 Beylerderesi katliamının arkasında Engin Erkiner adlı bir muhbir bulunuyordu.



7. Kare; filmin ilk karesi



Filmin ilk karesini okumadan önce, zihninizde şu tarihi kareleri ileriye doğru sarmaya çalışın. Beylerderesinin katil muhbiri, Ankara bölgesini ölü diri tasfiye eden, MİT ajanını örgüte sızdıran, itirafçı olarak polise örgütü teslim eden biriyle karşı karşıya kaldığınızı göreceksiniz.


Şimdi böylesi birinin eğri oturup doğru konuşması gerekirken, demokrasi mücadelesinde yer alma çabası veren, örgütlü kalacağız diye legal illegal çalışmalarını gücü oranında sürdüren örgütümüze saldırmalarının anlamı nedir. Bu ülke daha onlarca siyasi örgüt kaldırır, milyonlar zaten örgütsüz, okuyan kalmadı, eyleme katılacak insan sayısı gittikçe geriliyor bu sürece katkı yapmak, omuz vermek varken 24 saat aralıksız karalama yapmanın mantığı nedir???....


Bunun cevabını her dosyada veriyorum, bu bir polisiye Görevdir. Bunu başka türlü izah etmenin mümkünü yoktur; ne kin ne de inat 3 yıl böylesi bir karalama kampanyasını sürdüremez. Bu bir görevdir. Okur Doğu Perinçek’in devrimcileri ihbar ve karalama sürecini hatırlasın ve bu kişinin bu gün nerede olduğunu göz önüne getirsin her şeyin çok açık olduğunu görecektir…


Filmin ilk karesine dönelim…


Filmin ilk karesi, kendisinin de yazılarında ifade ettiği gibi, “Kurtuluş Gazetesi”ndeki şekli de olsa “Yazı İşleri Sorumlusu”dur.


Mahir Çayan önderliğindeki THKP-C’nin merkez yayın organı durumunda olan bir gazetede, Abdurahman Çelebilerin olmadığı yerde de olsa, “yazı işleri sorumlusu” olmak, 12 Mart vahşetindeki kanlı kıyım süreçleri, aydınların, tarafsızların bile işkencelere çekildiği, zindanlara doldurulduğu bir dönemde, Denizlerin asıldığı, Kızlderelerin kanlı kıyımının icra edildiği bir ölüm denklemi sürecinde, “KURTULUŞ GAZETESİ” Yazı İşleri sorumlusunun aranmaması, tutuklanmaması, soruşturmaya bile uğramaması ilginç değil mi ?...


İtirafçıya, “Senin baban ne iş yapar?” diye sordum durdum ama aileleri işe karıştırmamak adına bunu tekrar etmeyeceğim. Bu ortamda İtirafçı Engini kim korudu da tereyağından kıl çeker gibi 12 Mart’ın ölüm süreçlerinden çıkardı. Bu kadar tesadüf olur mu?


İşte, Malatya Beylerderesi katliamına yol açan muhbirin ilk açığı burada başlıyor.


Filmi bir kez daha, ağır çekimle seyredin, vardığınız sonuç ne ise kabulümdür.


Sonuç;


Katil Muhbir, itirafçı Engin Erkiner,


Bölgemizde kitle içinde en yaygın ve en iyi kamufle olmuş halimizle çalışırken, adımızı ilk kez polise sen afişe ettin; beni, Nebili, Ali çakmaklıyı, Ali sönmez yoldaşı ilk kez polise sen verdin. Tüm örgütü yıktın ya da ortağın MİT ajanı İbrahim Yalçın’la birlikte yıkacağınızı sandınız. Beceremediniz.


Firari olarak yılmadan çalıştık. Örgütü ayakları üzerinde oturttuk, yükselişe geçtik. Yakalandık ama ser verdik sır vermedik, bunun için örgüt yoluna devam etti. İkinci, üçüncü kuşak yöneticiler yola devam etti, bir Acilci yöneticinin alması gereken tutumu aldık. Sen ise, geride selam atacak bir tek insan bile bırakamadın.


Sonraki süreci hep anlatıp duruyoruz tekrar etmeyeceğim, Acilcileri yükselten, Kongreyle de taçlandıran emeklerimiz halkımızın davası uğruna sarf edilen emeklerin ürünüdür.Türkiye sol tarihinin en geniş katılımlı ittifakı olan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurucu üyesi olduk, Merkez yayın organı CEPHE’yi tekrar yayınladık 12 Eylül karanlık rejimine rağmen ülkede dağıtmaya çalıştık yurtdışında her alanda ek yayınlar yaptık. Bu bizim görevimizdi, bunda övünülecek bir şey de yok, bu örgüte emek veren, onurluca geçmişini taşıyan herkesin bu başarılara katkısı olmuştur. Örgüt tarihi bu insanların adını unutmayacaktır.


Sen, katil Muhbir, itirafçı Engin,


Çehren açığa çıktıkça, kuşatılıp işlevsiz kaldıkça örgütten örgüte kaçarak bukelamun gibi yaşamaya devam ettin. TKEP’te ortağın MİT ajanıyla bir kez daha buluştun. TKEP tasfiye oldu, buharlaştı, rolünüz ne idi? bunu TKEP’liler ortaya koyacak, başka örgütlerin işlerine karışma geleneğimiz yok. Ama sorular var yeri gelince sorulacak, el yazılı mektuplar var okura ulaştırılacak…


Sonuçta, sen bir katil muhbirsin bunu ispat ettik. Kaygılarının dışa vurumu olarak ortaya koyduğun refleks bunun bir ispatıdır.


Polis itirafnamene ön söz yazdığın gibi ve isteğin üzerine bu önsözü polis itirafnamenin arkasına soktuğumuz gibi, “katil muhbir” olduğunu da itiraf edeceksin. Belki bunun için elimize düşmene bile gerek kalmayacak. Ama bu gerçeği devrimci kamuoyuna itiraf edeceksin.


Bundan kaçama şansın yok bunu da bilesin…


3 yıldır küfür ediyorsun, uyduruk senaryolarla, yalan kurgularla karalama yapıyorsun. Demek ki başaramadın. Yalanlarına kimseyi inandıramadın, tersine kendi çelişkilerinle çehreni, müptezel bir demagog olduğunu, bizim anlatmamıza gerek olmadan gösterdin. Bu iflasının, ağır yenilgi altından can çekişmenin tecellisidir.



Hakkındaki tüm iddialarımızı, sadece kendi ağzından çıkan, altında imzan olan verilerle kanıtladık, bir araştırma yapma gereği bile duymadık. Ortağınla o kadar çıplaksınız ki sizi, sizden anlatmak yetip arttı bile…




MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN'A GELİNCE...


Bu it, ağzı köpürerek Salih hocaya saldırmış.


Neden? 3 yıldır herkese her türden karalama yapmasına karşın Salih yoldaşa ilişmemişlerdi.
Dürüstlükse hatası olan herkesi ifade etmek gerekmez miydi? Ancak amaç bu değil.


Amaç üreten, örgütleyen, meydanlara inen gücü kırmaktı. Bunun adresi Mihrac Ural ve onun yoldaşlarıydı. Kim ki geri çekilirse, ona övgü bile yapmak mubahtı.


Hesaplar tutmadı. Amaç kirli olunca araçlarda kirli olacaktı.

MİT ajanı olduğunu unutarak, TKEP'li bir sığınmacı olduğunu düşünmeden ve utanmadan, 22 yıldır ilgisi olmadığı Acilciler örgütüne saldırmanın hayasızlığıyal yüzü kızarmadan MK üyesi bir emektar devrimciye kara çalmak ne anlama gelir...

Bir ömür birlikte yürüdük Salih Hocayla. Güneyi birlikte örgütledik. İyi günü kötü günü birlikte yaşadık. MK üyesi bu yoldaşı tanıyanlar ne kadar barışçıl ve insani olduğunu da bilirler.

Salih Hoca sözünü söyleyeceği zamanı bilir ve söylerdi. Söyledi de…


Şok oldular. Örgütün onurlu ve sesiz insanlarını bu çirkin tartışmaya katılmadıkları için, söyleyecek sözlerinin olmadığını sandılar. Yoldaşı yoldaşa düşürerek sonuç alabileceklerini umdular. Salih hoca suratlarına sert tokadı aşkedincede, salyaları dökülerek saldırıya geçtiler. Ama kimseyi aldatamazlardı, adama dün neredeydin diye sorarlar …

Salih hoca’nın gerçek adını ifşa ederek (ihbar bunların işidir) onu eleştirmenin ne anlam taşıdığını bilenler biliyor, bunun üzerinde durmayacağım. Kod adıyla bize saldıranları, hiçbir zaman gerçek isimleriyle anmadığımızı burada hatırlatmakla yetiniyorum.


Salih hoca, bu örgütün emektarıdır; her örgüt emektarı gibi bu örgütün önemli bir değeridir. Hayatını halkımızın demokrasi ve özgürlüğü için adamış onurlu bir insandır. Hepimizin olumlu olumsuz yanları olabilir, kimse mutlak değildir, ama aramızda en büyük perişanlığı yaşayan bu insan, alnının teriyle çalışarak dün de bu günde kimseye muhtaç olmadan yoluna devam etmiştir. Örgütün değerleri uğruna, ailesini, çoluk çocuğunu, mesleği olan öğretmenliği de terk etmek zorunda kalmış bir mücadele adamıdır. Bu mücadele katılıp kaçanlara inat o sonuna kadar bir an boşluğa düşmeden bu mücadelenin insanı olmuştur. En uzak olduğu dönemlerde bile siyasi tartışmalarımızla, bilgi alış verişlerimizle, örgütümüzde taşıdığı müstesna yeri korumuştur.


Bu insanın demokrasi mücadelesindeki dik duruşunu kimse lekeleyemez. Örgütümüzün legal alandaki en önemli isimlerinden biridir. Yüksel Eriş hocanın, Güney Bölgesi komitesinde övgüyle andığı isim Salih yoldaştır. O, TÖB-DER genel merkezinde oluşturduğu ağırlığıyla, Antakya TÖB-DER başkanlığındaki başarılı çalışmalarıyla öğretmenlherin her seçimde onayladığı bir isimdir. TÖB-DER merkezi Kongre delegesidir ve onlarca delegeye yön veren bir mücadele adamıdır; karanlık odaların ölüm kusan kurgularıyla, askeri eylem yapma hayali içinde yaşayan ve sonrasında itirafçı ve MİT ajanının ihbarlarıyla yakalanmaya mahkum olanlardan değildi. Örgütümüzün, illegal ve legal çalışmasının uyumunu sağlayan mimarlarındandır.

Antakya tarihinin en önemli iki mitinginini yönetici kadrosunda yer alan Salih hoca, kitlesel çalışmanın en deneyimli yöneticisidir. Hayatında kitle çalışması nedir bilmeyenlerin, her seçimde çoğunluğu alarak demokratik yollarla derneğin başında olan bir mücadele adamına dil uzatamaları kirli amaçlarının ifadesinden başka bir şey değildir.


Onu Güney Bölgesinin Yüksel Eriş hocası olarak tanımlamak yanlış değil. Bunu ona hiçbir zaman söylemedim, ama benim için Salih yoldaş böylesine dengeli bir yoldaştır.


Bu insana dil uzatanlar önce kim olduklarını bir açıklasınlar. Kendi el yazılarıyla MİT ajanı olduklarını itiraf etmelerinin ötesini okura aktarsınlar, sonra karalamalara yeltensinler diyeceğim.

MİT ajanı, sen kimsin bunu biliyoruz, tek bir soru sorduk buna bile cevap veremedin. Konuş bakalım. Salih yoldaşa uzanan dilini bu soruyla bin kez kestik, fare gibi daha nereye kaçacaksın söyle bakalım?
Sorumuz çok basit, “MİT’le ne zaman çalışmaya başladın?”.


Tam tarih ver, kaçışın seni kurtaramaz bunu da bil…


Yazacaklarımı Jokerde iyice okusun, medyumluk labirentleri ona bir şey kazandırmaz. Kelimelerin sihirli mesajlarını, kahve falcılarına bıraksın, kırmızı teflonları da sahiplerine. Jokerden siyasi yazı beklemiyorum, bu onun birkaç gömlek aşar. Aynaya baksın Paris toplantısındaki “MİT’ten para almışsa bu adam MİT’tir” dediğini hatırlasın, sonra ortağına sorsun, “İbrahim sen neden bu mit’le ilişki tarihini net vermiyorsun, korkun nedir?” desin. Başka ihsana gerek yok…


Bunun için de el yazılı itirafnamesini bir kez daha okusun. Satır aralarını okuma uzmanı olarak, bana “ifaden beyaz kağıt da olsa, bana ver, ben okurum” diyen joker, sana el yazısıyla açıkça yazılmış ortağının yazısını, tek tokat yemeden kaleme aldığı 12 sayfalık belgeyi veriyorum. Onu oku ve inceliklerini orada döktür bakalım. Namusuz değilsen, şerefsiz bir it değilsen, elini vicdanına (varsa) koy ve ortağın İbrahime soruyu açık ve net sor, cevabı da sen aktar.

Bize ağır küfürler sarf eden biri vardı. Örgütümüzle de alakalı değildi. Farklı isimlerle ha bire bana mailler atıyor, bu çirkin insanlarla artık hiç bir şekilde ilgili olmadığını yazıyor. MİT ajanı İbrahim Yalçın'a sorduğunu iddia ediyor ve şüphelerini dile getiriyor. "Paris'teki kişi güvenilmez biridir diyor". Joker Haydar en az o kişi kadar kadar onurlu olabilirmisin…. Asla olamazsın...

Adam olmadığın için, cevap verilmeye bile değer bulmuyoruz bunu hatırlatırım.


Tekrar aktarıyorum.


İbrahim Yalçın, MİT'le ilişkisi için el yazılı itirafnamesinde üç farklı tarih veriyor. Üç farklı tarih. Üstelik hokkabazlığın tüm maharetlerini dökerek, el yazılı itirafnamesinde bu tarihleri karıştırarak veriyor.


20 Ekim 1986 da yakalandım diyor, ama 28 Ağustos 1986 tarihini MİT’e bildirip 150 000 TL paralarını alarak, ihbar iamaçlı bilgi toplamak için örgüt merkezine gittim diyor. Bu iki tarih arasında da bir tarih veriyor, Sarı Vedat'a randevu verdim, bunu MİT biliyor 13-14 Ekim 1986. (bkz. İbrahim Yalçın El yazılı itirafnamesi.


Sıradan okur dikkat etmeye bilir. Bir kaç tarih sıralanmış der geçer. Biraz dikkat edilsin, yeter. 28 Ağustos 1986 tarihi, 20 Ekim 1986 tarihinden öncedir.


Dolaysıyla, 28 ağustos1986’da MİT’ten para alarak ihbar için ortadoğuya çıkmışsa, 20 Ekim 1986'de yakalanmış olamaz. Bu durumda 20 Ekim 1986 tarihinde yakalandım demek yalandır.

20 Ekim tarihi, örgüt merkezine ikinci geliş tarihidir. Bu durumda açık olan bir gerçek varsa MİT'le ilişkinin 28 Ağustosundan önce olduğudur.

MİT ajanı bunu söylemiyor. 28 Ağustotan ne kadar önce ilişkiye geçtiğini dile getirmiyor, her şeyi yazdım dediği 12 sayfalık el yazmasında bundan hiç söz etmiyor. Özel olarak bu bilgiyi gizlemeye çalışıyor. Bizim sorumuzda tam burada anlam buluyor, bu ilişki tarihlerinin ötesi nedir bunu söyle diyoruz...

MİT ajanı İbrahim Yalçın, bir daha söylüyorum

Örgüte ilk gelişinde bilgi toplayıp gerisin geriye gittin (15 Eylül 1986 civarında). Bir yoldaş görüntüsündeydin. Hiçbir şeyden söz etmedin.

ikinci gelişinde de bir açıklama yapmadın. 1 kongreye gelmiştin, bilgi toplayıp gerisin geriye dönecektin. Ancak hesapta olmayan bir gerçekle karşı karşıya kaldın. Örgüt, kongreyi ihbar için gönderilmiş iki MİT ajanının yakalayıp sorguya çekiyordu.

Dehşete düştün, korktun. Bunlardan biri seni iyi tanıyordu (Cengiz). Öyle ki, bu kişiyi MİT senin tavsiye ettiğin yönünde elimizde bilgi bile vardı. Kaygıların arttı ve tek tokat yemeden itiraflara başladın. Ama bilinen hokkabazlığınla MİT’le ilişki tarihini karambola getirerek bulanık bıraktın. Verdiğin bilgiler ise çok eski ve MİT bgönüllüce verilmiş bilgilerdi.

Olay bu kadar. Sen çok ama çok uzun yıllardır MİT'le çalışıyorsun bu mutlak bir kesinlikle kanıtlandı. Jokerin, başı altta ayakları havada duran salmama yüzde binliğini, burada ayakları üzerine oturduğunu söylemek yanlış değildir.


Şimdi tekrar soruyoruz, “MİT’le ne zaman çalışmaya başladın?”. Bu tarihi neden vermekten korkuyorsun, aylardır neden cevap vermiyorsun.


Belli ki, hesap yaptın, bir tarih bulmaya çalıştın, ama hep açık çıktı. Bunun için susmayı tercih ettin, bu çok açık. Ama susmak seni kurtarmayacaktır…


Bir kez daha söylüyorum, kanıtsız, belgesiz insanları suçlamak doğru değildir; en azından burjuva hukuk normlarına uymak gerek. Bir iddiayı ortaya atan onu kanıtlamakla yükümlüdür.

Bir iddia başkası tarafından ortaya atılmışsa, onu da tırnak içinde göstermek gerek. Başkasının İddiasını kendisi de yapıyorsa, bunun delilerini ortaya komalıdır. Hasım iddiasının iddia olmadığını, ölü konuşturmanın kanıt olmadığını bilmek bu işin asgari etik yanıdır. Bizler buna hep uyduk. Ama bu “puşt dölleri, bu zina çocukları” (kendi sözleri), bir önceki yazılarından yer alan yalanları, bir sonraki yazılarındaki iddialarına kanıt olarak sunup yaptıkları demagojiyle kafa bulandırabileceklerini sandılar. Dayandıkları ahlaki yazım tarzı da bundan ibarettir.


Bunun için 3 yıl değil 300 yıl aynı karalamayı yapsalar da sadece iflaslarını tekrar etmiş olacaklar. Ötesi yok.


Sonuç

Bu adamları biliyordunuz da neden tasfiye etmediniz diye iyi niyetle soranlara cevap vermiştim. Tekrar edeyim.


Öncelikle bu adamları öyle bir kuşatmıştık ki, verebilecekleri hiçbir zarar olamazdı. Dünyalarını dar etmiştik, kaçışları da bundan dolayı oldu.


Sonra, İnsan katletmenin karşısında olmasaydık bunu açıkça, gerekçeleriyle uygulayabilirdik. O kesitin bunu kaldırabileceğini de çok iyi biliyorduk. Ama bu yola başvurmadık; kongre örgütleme düzeyinde olan bir örgütün buna ihtiyacı yoktu. Kuşatmak yeterliydi. Kongreyi kirletecek, moralleri zedeleyecek bir girişim bizim gelenekte yoktu. Kongrenin karar bağladığı tüzük, örgütten ihraç dışında bir müeyyide uygulamayı yasaklıyordu ve bu öneri benden gelmişti.


Bu kararım, doğru ya da yanlış olabilir, tartışıla bilir de. Ama kararımdaki kaygıları hep söyledim, yükselişte olan bir örgütün önün kesecek adam öldürme yöntemi doğru değildir.


Bu gün bütün bu kirliliği yapanlar ölümü bin kez hak etmiş olsalar da bu yola başvurmayı ret ettim; onlar da biliyorlar, bir işaretim değil, bir dudak hareketim bile onları yok etmeye yeter de artardı. Bunun için, gönüllü infaz yapmaya hazır, yazılı müracaatta bulunan kadrolar da vardı (belgeler örgüt arşivindedir). Ama bunu ilke olarak kabul edemezdim ve buna iltice etmedim.


Ajanlığı bir kez açık edilen birinin ölü olduğuna inandım. Gerisiyle uğraşmayı gereksiz gördüm. Örgüt olarak zamanı gelince de açık belgeleriyle devrimci kamuoyunu bilgilendirdik. Bizim için buraya kadar yeterliydi.


Bu gün sürmekte olan çirkin tartışmalar ise, bunların amaçlarını da yeterince ortaya koymaktadır; zaten ne örgütlü olmak, ne demokrasi mücadelesinde örgütlü olarak yer almak gibi bir dertleri olmadığını söyleyerek işlerinin polis organizesi olduğunu kendileri itiraf etmektedirler.


Bütün bunların ötesinde bizi ilgilendiren, örgüt tarihimiz ve devrimci kamuoyunu bilgilendirme adına sorduğumuz sorulara cevap bulmaktır.


MİT ajanı İbrahim Yalçın muhatabımız değil ama, açıkta kalan soruyu cevaplayana kadar peşinde olacağız. Bunu bir kez daha deklare ediyoruz.


MİT’le ne zaman çalışmaya başladın?”, sorumuz bu kadar basittir.

Benim bu soruya bir cevabım var.


İbrahim Yalçın örgütümüze itirafçı Engin Erkiner tarafından sızdırıldığında da bu gün de MİT‘le çalışan bir ajandır.


Bu yüzden “MİT’le ne zaman çalışmaya başladın?” sorusuna cevap veremez.


Hepsi bu kadar….

Hiç yorum yok: