8 Mart 2009 Pazar
8 MART KİMSE KİMSEYİ ALDATMASIN KADINLARDA KENDİ KENDİLERİNİ ALDATMASIN
Mihrac Ural
8 Mart 2009
8 Mart dünya kadınlar günü. Bir gün değil her gün kadınlar günü olsa da kadının insani hakları ve farklılığından kaynaklanan, kadın olma doğasından kaynaklanan hakları üzerine herkes birbirini aldatmasa. Kadınlar da kendilerini aldatmasa!
Bütün kadınlardan özür dileyerek, parmağımı gözlerine batıra batıra artık kendinize gelin diyorum: kendinizi oyalıyor ve aldatıyorsunuz.
Tarih boyunca kadın sorununda aşılamayan iki boyut bulunuyor.
Birincisi, insanının doğadan kopup gelirken oluşturduğu toplumsal, siyasal ve kültürel dokuların, kadını cins olarak karşı karşıya bıraktığı durumlardan kaynaklanıyor. Biyolojik ve sosyal yanı olan bir boyut.
İkincisi ise birincisinin devamı olarak insan haklarından yeterince nasibini almamış olarak tecelli ediyor.
Birincisi sorunun temelidir, bir yandan doğayı eğitmek diğer yandan kadının kendi doğasını insan kolektif aklıyla değiştirmek gibi bir sorunu vardır. Bu iki dev ve tarihsel dönüşüm erkeğin de dolaysız katkısını gerekli kılan ve tamamen tüm insanlığın doğa karşısındaki pozisyonunu ifade eden bir durumdur. Doğadan çıkarken insanın oluşturduğu toplumsal, siyasal ve kültürel sistemler kadını doğasından dolayı mahkum etmiş gibidir. Bununla mücadele tarihsel bir dönüşümün gerçekleştirilmesi mücadelesidir. Bilimin, tekniğin, kolektif insan aklının oluşturacağı gelişmelerle aşılması mümkün olan doğayı ve kadının doğasının değişimini oluşturacak verileri gerekli kılar. Bunların başında kadının hamile olması ve diğer özgün sorunları gelir. Bu hiçbir şekilde hiçbir insani haklarının ihmali anlamına gelmez.
Bu açıdan kimse kadını aldatmasın ve kadınlar da kendilerini aldatmasın diyorum. Olayı bu yanıyla kavrayıp, mücadelesinin temelinde bu boyutu oturtmalıdır.
İkincisi ise, kadının insan haklarıdır. Bu haklar hemen bu gün kazanılabilir haklardır. İradeci müdahalelerin ve objektif verilerin yeterli olgunluklarıyla ilgili olsa da kadının başkaldırısını gerçek kıldığı zaman yoğun olarak elde edilebilecek haklardır. Kadının siyasallaşması kadar devrimci olmasının bu anlamda bir zorunluluğu bulunmaktadır.
Doğadan kopup gelmiş haliyle toplumsal yaşama giren insanlık; yaşam için gerekli mücadeleyi doğaya karşı verirken ondan kopmuş ve bu mutasyonun itimleriyle oluşan düzeneklerde kadının doğası nedeniyle kadını, belli bir sınırda tutmuştur. Bu süreçte oluşan siyasal ve kültürel dokular kadını ayrıca insani haklarından da yoksun bırakmıştır. İnançların kadına karşı insanı algı anlamında gösterdiği ahlaksızlıklar da bunun bir ürünü olmuştur.
Kadın, doğanın eğitilmesi ve kendi doğasının eğitilmesi yanı sıra, kültürel, siyasi ve toplumsal sorunlarla da mücadele etme gibi bir amansız denklem içinde olmuştur.
Bu nedenle kadın mücadelesinin tek boyutlu kılınması bir aldatmacadır diye bir kez daha tekrar ediyorum. Kadının sorununu ne sınıfsal ne inançsal ne de toplumsal ilerlemeler tek başına çözebilir. Bu hiç çözülmez anlamına gelmiyor, gerçekçi çözüm yolunu önerdiği için gerçekten çözülebilir olduğunu gösteriyor.
Diğer yollar, kadını oyalıyor ve aldatıyor. Şatafatlı sloganlarla kadının hiçbir sorunun çözülmediğini, İnsan olma haklarının iyileşmesine rağmen 200 yıldır gerçek anlamda sorunlarından kurtulmadığını hepimiz biliyoruz. Bu iki asır içinde ortaya çıkan farklı sistemler, yeni bir uygarlık oluşturamadığı için de bu sorun nitel bir ilerleme kat edememiştir.
Kadının, kadın sorunlarına karşı mücadelesi tek boyutlu olmamalıdır. Olay ne sınıfsal ne de toplumsal boyutta kalan bir olaydır. Bu darlıktan artık çıkmanın zamanı gelmiştir. Tüm kadınların sorunu ortaktır. Doğaya karşı ve kendi doğasına karşı kolektif insan aklının da katkısıyla bilim ve tekniğin doğayı eğitmesiyle yapacağı bir mücadele vardı ve bu mücadele temeldir. Diğeri ise hemen şimdi kazanılabilir insan hakları kapsamındaki mücadelesidir.
Kadın, evrimci değil tamamen devrimci bir algıyla toplumsal sürecin tüm alanlarında etkin yerini aldıkça bu sorunu aşabilecektir. Erkeğin, bu alanda sesiz ve kahredici bir vurdumduymazlık içinde olması kadının başkaldırısını dizginlememelidir. Bu sorun öncelikle onların sorunudur.
Kadın bu sessiz ölüme boyun eğmeden başkaldırmasını bilmelidir. Daha çok siyasallaşması bunun en önemli adımıdır.
Bu yıl, bu kadarla yetineceğim görüşlerimi içeren bir yıl önceki makalemi tekrar sunuyorum. Aradan geçen bir yılda kadın hakları ve kadın konusunda önemli bir farklılığın olmadığından bu tekrarı yapmakta bir sorun görmüyorum.
8 Mart
Kadın Hakları İçin
İnsan Kadar Doğayı da Eğitmek Gerek
Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
http://mihracural.blogspot.com/
8 Mart 2008
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, gerçekleşmeyecek bir eşitlik uğruna aldatılan kadının günü olmamalıdır. Bu türden bir eşitlik iddiasında olanlar, hakları bir hukuki sorun olarak algılama hatasına düşerek kadını oyalamaktadırlar. Kadının, gerçek özgürlük, adalet ve eşitliği ya da daha doğru bir deyişle eşitsizlikte alması gereken hakların ikamesi, insan kadar, doğanın eğitilmesiyle, insanı geri dönülmesi mümkün olmayan büyük dönüşümlere tabi tutmasıyla mümkün olacaktır. Bunun için bilgi çağının yeni uygarlık açılımlarının, toplumsal ve kültürel süreçleriyle doğayı ve kadının doğasını eğitme etkinliklerine yönelmek gerek.
Eğitilmemiş, işlenmemiş doğa bu haliyle toplumsal, hukuki, kültürel hiç bir çabayla kadına adalet sağlayamaz. Erkek cinsi istemese de bu veriler içinde kadın cinsi üzerinde egemenliğini sürdürme durumunda olacaktır. Egemenlik bir iradeci tercih sanılmasın, öyle olsaydı yeryüzü adaleti çoktan sağlanmış olurdu.
Dünyanın hiç bir ülkesinde ve hiç bir sosyal sisteminde, kadının adil bir hak kazanımı içinde olmamasının derindeki nedenlerinden biri de budur. Bu yüzden, bu günün algılayışıyla sürdürülen çabaları her defasında yeniden erkek lehine sonuçlanan kazanımlara dönüşmektedir. Bu gün, hemen şimdi kadın hakları kazanımları için ise, kadının erkekle eşitliğini savunmak temel görev olmamalıdır, tersine kadın erkek eşitsizliğini savunmalıdır. Türlerin evrimi, biyolojik olarak kadına yüklediği misyon ve doğal varlık olarak konumu ile erkeğin misyon ve doğal varlık olarak konumu açısından bir adaletsizlik iddiasını kaldıracak bir sonuç değildir; kadının dokuz aylık hamile, düzenli regl olması ve bundan kaynaklanan toplumsal sorunları, doğanın onu oluştururken işlediği bir hata ya da adaletsizlik olarak görülmemelidir. Evrende bu türün bu cinsiyeti özgünlüğüyle yerini alır ve işlevini sürdürür.
Unutulmamalıdır ki doğa, insanların farklı cinsiyetlerde olmasını toplum ve kültürel oluşumlar kurmak için yaratmadı. Bu süreçler, insanın ihtiyaçlarıyla mücadelesinde ortaya çıkan, doğadan sıyrılma gibi sonuçlar getiren var olma savaşının bir ürünüdür. Buna erkek cinsi de bilinçli bir çabayla katkı yapmamıştır.
Milyon yıllık evrimlerin oluşturduğu sonuçların sorumlusu ne erkek ne de kadındır. Ancak bu toplumsal ve kültürel sonuçların kadın cinsine bir baskı unsuru olarak devam etmesini savunmak, adaletsizliğin en çirkini ve en erdemsiz olanıdır. Tarihi ne toplumsal açıdan ne de kültürel açıdan gerisin geriye çevirme imkanı olmadığına göre, kadın için yapılması gereken en gerçekçi hak kazanım projesi, sürmekte olan ve gelecekte de her ne biçimde olursa olsun var olacak olan insan toplulukları ve kültürel düzlemleri sürecinde doğayı ve kadının doğasının erkek doğasıyla eğitilmesi, evrimleşmesi için, insan kolektif aklının tüm verilerini hizmete koşmamız gerekmektedir.
Bu çabaları önermek çok uzun erimli, doğaya bilinçli müdahaleyle de olsa gerçekleşmesi büyük zaman kesitlerinde olabilecek önermeler olsa da, zamanın geçmişteki akış ivmesi ile bu günkü akış ivmesi arasındaki farkı göz önüne alarak bundan geri durmamak gerek. Ancak bu önerme kadının gerçek kurtuluşunu sağlayacaktır. Buna rağmen kadın, erkek cinsiyle sosyal ve kültürel oluşumların içinde mümkün olan en iyi konumda mevzilerini ikame etmek ve güçlendirmek için aktif mücadelelere girişmekten bir an geri kalmamalıdır. Kendini aldatmadan, karşıt cinsin gösterdiği naifliğe bel bağlamadan, siyasetin tumturaklı söylevlerine, hatta yasalara, kurum ve kuruluşların kadın haklarını verili sosyal-siyasal sistemde koruduğu abartmasına kanmadan kendini, toplumsal, siyasal, kültürel ve insani olan her faaliyette etkin olarak koyama yönelmelidir. Bu süreç kadının toplumdaki yeri için, doğasının ve doğanın değişim süreciyle paralel yürüyen bir staj dönemi gibi algılanmalıdır. Kadın birey bazında değil de, insan türünün bir unsuru olarak, bütünsel anlamda hak arayışı içindeyse, gelecek kuşaklar için de olsa bu birikimleri, bu evrim duraklarını düğüm düğüm örmeye yönelmesi gerekmektedir. Nesnelin üzerinde öznelin yapması gereken tastamam budur. Bu da kadının büyük bir disiplin içinde yaşama sarılması demektir.
Bu satırların yazarı erkek cinsinin zaaflarını iyi bilir. Yaşam disiplinine iyi sarılmış bir kadın cinsinin, erkek cinsi tarafından özlemle beklendiğini belirtir. Sosyal kültürel nedenlerle oluşmuş erkeksi yükümlülüklerin kadın cinsiyle paylaşımı için teslim etmeyeceği hiçbir siyasal sosyal ve yaşama ait bir mevzi bulunmamaktadır. Ancak tüm bunlar doğanın ve kadın- erkek doğasının eğitilmesi üzerinde gerçekleşebilecek arzular olduğunu da iyi bilir.
Sözlerimin çok anlaşılmaz ve tutarsızlık içinde olduğu yanılgısında olanlara şu örnekle cevap verip yetineceğim: tüp bebek ve daha üst süreçleri kadının özgürleşmesinde ve doğasının eğitilmesinde, doğa eğitimiyle birlikte bir sürecin kapılarını açıyorsa, akrabalık ilişkisinin köklüce değişimine kimsenin ağlamaması gerekmektedir. Buna benzer süreçlerin yeniden yapılandırılmaları, toplumsal-kültürel oluşumlarla esarete düşen kadının doğasını özgürleştirdiği kadar, doğayı da eğitmiş olacaktır. Yeni gelecek ortamın algıları ise, gelecek kuşakların içselleştirdikleri algılar olmakla da, bu günün akılıyla yarını yargılamanın hiç bir anlamı olmayacak ve yarının insanı bu günkü kaygılarımızın etkisi altında kalmayacaktır.
Toplumu ve kültürü gerisin geriye doğadaki ilk hallerine çevirmeden, bu gün feministler dahil kadın hakları savunucusu etkinliklerini beklediği eşitliğe çevirmenin imkanı olamaz. Kadın haklarını oy kullanma, evlilikte her şeye ortak olmak olarak algılayanlar ise gerçekte kadının ağzına bir parmak bal sürerek, onu oyalamak isteyenlerdir; tersini ne kadar iddia ederlerse de. Farklı iki cinsi karşı karşıya getirmek ya da doğalarına aykırı olacak bir eşitlik anlayışıyla denge kurmak gibi saçma eğilimler sadece oyalamacadır.
.Aradan geçen yüz yıla rağmen, kadın hakları bilincinin geldiği yerde nelerin yapılabildiği, bu gerçeği yeterince çıplak olarak gözler önünü sermeye yeterlidir. Kadınının eşitsiz haklarını kazanabilmesi için, doğanın kendi adaletiyle var oluşunu şekillendirirken, ortaya koyduğu misyonu bozan toplum ve kültür süreçlerinin dışında bir arayışta olmalıdır. Bunun yolu da doğayı eğitmekten geçmektedir. Kadının doğasını değiştirmek, doğayı değiştirmek gibi bir hedef bu çabanın merkezine oturtulmalıdır. Tek tutarlı kadın hakları çözümü de buradan geçmektedir.
Bilgi çağının evrensel ölçeklerde etkinlikleriyle doğanın derinlemesine eğitimi, düzenlenişi ve bununla yürüyecek kadının doğasının yeniden yapılandırılması toplum ve kültür verileriyle oluşan kadınların; adaletsizliğe düşmesinden çıkmak mümkün olacaktır. Bu süreçte hukuki eşitlikleri reddetme saçmalığı değil, bunları da kabullenmek kaydıyla savunmalıyız. Tersine kadın erkek eşitsizliğini öne çıkartarak, kadınların toplum ve kültürel süreçlerle doğadaki konumunu ona karşı bir zararlı unsur haline getiren toplumsal ve kültürel gelişmelere karşı daha çok hak alımı ve ikamesiyle güvenceye kavuşturup, bu süreci diğer temel görev tamamlanana kadar vermek durumunda olmalıyız. Ama kafaları kuma gömen deve kuşu misali durumlarına düşmeden, ana yönelimlerimizi doğanın eğitimine ve kadın doğasının bilgiyle yeniden yapılandırılmasına çabalamamız gerekir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder