HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

4 Ocak 2011 Salı

MİLİYETÇİ REFLEKSLER

Not:
MGK’nın son toplantısıyla ilgi yazdığım makaleye Olumlu ve olumsuz olmak üzere farklı birçok tepki geldi. Bunlar arasında uzun zamandır yazılarımı izlediğini söyleyen, kimi zaman “bu azminize saygı duyuyorum” diyen kimi zaman ise ırkçılığı tutarak amansızca saldıran biri var, Hüseyin Orhan diye; dayanamamış, veryansın etmiş. Bu türler kimi zaman yazılarıma ve şahsıma itirafçılardan, MİT ajanlarından aktarmalar da yaparak saldırıyorlar. Kuşum Cihat (Cahit miş) gibi milliyetçilerle mücadelemizin bir parçası olarak bu makale- mektubu kaleme aldım, okura kıssadan hisse vermeye çalıştım. M. Ural


BU AKIL DEĞİŞMEDİKÇE…
http://mirural.blogspot.com/

Mihrac Ural
2 Ocak 2011
Sayın Hüseyin Orhan,
“MGK Siyasete Müdahaleye Devam Ediyor” başlıklı son makaleme anlam vermekte zorlandığım ilkel milliyetçi bir refleksle cevap vermişsiniz. Sizinle, bu kadar olmasa da daha önce sert bir yazışmamız olmuştu.
Size kanaatlerimi açıkça yazdım, kaldı ki düzenli yazan biri olarak gönderim yaptığım mail grup listesinde adınızın olması dolaysıyla da sizlere tüm yazılarım ulaşmaktadır.
Yazılarımın tümü özgürlük ve demokrasi mücadelesi üzerine ortak ülke, algısı ve farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşama amacıyla kaleme alınmaktadır. Milliyetçiliğin her türüne bölücülüğe de sert eleştiriler yaparak bunların kim olduğunu açıkça dile getirip duruyorum. Bu ülkeyi kanlı sahnelere mahkum edenin, yalnızca devletin ve iktidarların politikası olduğunu, milliyetçiliğin ve bölücülüğün de buradan kaynaklandığını her zaman dile getiriyorum. Bunu siz de iyi biliyorsunuz. Bu açıdan, benim yazılarımda yeni bir şey yokken böylesi tepki göstermenizi anlamak güç.
Bu nedenle öncelikle, bana yönelttiğiniz “bölücü, EVANJELİST” suçlamalarını size iade edeceğim ve sizi ayıplayacağım.
Sonra, konuları başlıklar halinde şeyle dile getirmeye çalışacağım.

MGK CUMHURİYETTEKİ OSMANLIDIR.
Düşünceye, düşünceyle karşılık verilir. Siz ise her fikirsiz ve zayıf insan gibi saldırarak suçlayarak cevap vermişsiniz. Üstelik suçlamalarınız, Irkçıların kan tahlilinden yola çıkarak insanları suçlaması gibi de olmamış, paldır küldür sallamışsınız.
Diyorsunuz ki;
“KUSURA BAKMA AMA SEN TAM BİR BÖLÜCÜ VE EVANJELİST KÖLESİN. AĞIR BİR İTHAM AMA BUNU YAZMAK ZORUNDAYIM. EVET OSMANLININ HATALARI ÇOK BUNA İTİRAZIM YOK. EĞER OSMANLI O KADAR GENİŞ ALANA YAYILAMASAYDI BU GÜN BU TOPRAKLARADA NE TÜRK VE ASLEN TÜRK OLAN AMA ASLINI İNKAR EDEN KÜRTLER OLURDU.”
Öncelikle suçlamalarınızı size iade ederim, alın onları güle güle kullanın. Bu suçlamaların benimle ortak bir yanı mantıken de olamaz, zira hak arayan benim, hakkı gasp eden sizin aklınız.
Bilmelisiniz ki kendinizi bu cümlelerle de anlatamazsınız.
Yazımı tekrar okuyunuz, bu yazıda Türk halkına olan sevgimi ve saygımı, ülkenin birliği ve barışı için neleri savunduğumu yeterince dile getirdim. Konu, MGK’nın siyasete müdahalesiyle siyasal dengelerin kimyasını bozmasıyla ilgilidir. Üstelik tarihsel olarak oturduğu haksız bir zemin üzerinde bunu ısrarla yapmasının ülkemizde yarattığı gerginliklere dikkat çektim
Bu nedenle de Türk halkının, seçilmemiş bir oligarşik cunta olan MGK’dan acilen kurtulması gereklidir diye de görüşümü belirttim.
Bu cunta yarın, Cemaat’in, Fethullahçı İmamları’nın emir ve kumandası altında olacaktır. Dünü ne ise yarını da aynıyla devam edecek, siyasette “serbest rekabetin” adaletsizce, seçilmemişler tarafından bozulmasına yol açılacaktır; silahlı gücü elinde bulundurmanın pervasızlığıyla halkın iradesi dün olduğu gibi yarında çiğnenecektir. Başta Türk halkı bu gidişe onay vermez. “Çağdaş uygarlık” demek kolay, ama bunun yolları üzerindeki MGK gibi barikatlar temizlenmedikçe, bu yolda bir menzile varılabileceğini sanmak boş bir hayaldir.
Her yazımda etraflıca ve genişçe izaha çalıştım, orijinal olmayan etkilerden uzak, insanlık ailesiyle bir arada yaşamak için demokrasi ve özgürlük gerek. Bunun önüne kona her milliyetçi engel bir veba gibi tüm toplumu çökertir, dedim. Buna geçit vermememiz gerek. MGK ve üzerinde yükseldiği algı çağ dışıdır, ortak ülkemizin kimlik bunalım sorunları, kaosları hep bu dayatma kurumların yarattığı statülerin ürünüdür, dedim.
Ben bunları dile getirirken siz insanın tüylerini diken diken eden şu sözleri dile getiriyorsunuz:
“TÜRK HALKI İÇİNDEKİ MÜSLÜMAN GÖRÜNEN DÖNMELERDEN TÜRK OLMAYAN DİĞER MİLLETLERDEN ÇOK ÇEKTİ VE ÇEKİYORDA. İLERİDE BANA SORULSA BEN MALLLARININ TUTARI 100.00TL İSE ONLARA 200.000TL ÖDEYİP BU ÜLKEDEN GÖNDERMEK BENCE EN MANTIKLI OLANI. ONLAR RAHAT DURMUYOR VE ESKİDEN OLDUĞU GİBİ BU GÜN YİNE HUZURUMUZU BOZMAK VE TÜRK HALKINI YOK ETMEK İÇİN VAR GÜÇLERİ İLE ÇALIŞIYORLAR. İÇLERİNDE GERÇEKTEN SAMİMİ OLANLARI DA VAR AMA KALLEŞLİK YAPANLAR O KADAR ÇOK Kİ NASIL GÜVENECEĞİZ. BİR KÖTÜNÜN DOKUZ KÖYE ZARARI VARMIŞ. KİMBİLİR BELKİ SİZDE ONLARDAN BİRSİNİZDİR.”
Bu cümleleri Nazı subayı mı yazmış, kızıl elma peşinde koşan Alperen Ocakları militanımı ayırt etmek güç. Bakın sol milliyetçilerde de benzer yaklaşımlar var; bu utanmaz adamlar kendilerine de solcu derler. Geçenlerde “test” soruları sorarak, elimin tersiyle tokatladığım ilkel milliyetçi Cihat adlı bir paranoya “Ermeni Soykırımı diye bir söz duydunuz mu?” diye soru soruyordu. Artık gerisini siz düşünün, oysa siz bir milliyetçi olarak bu inkarcılığı sakınmadan dile getiriyorsunuz, Cihat (Cahit) ise solculuk adına yapıyor ( bkz: 211, DOSYA “İLK TEST” VE 212. DOSYA “SON TEST” http://mirural.blogspot.com/ ) Tümü aynı kefenin içinde, ırkçı-milliyetçi duruşlardır. Bunlarla, bunların devletleriyle benim mücadelem var, ona devam ediyorum.
Bu ilkel algıların saldırılarını esasında önemsemiyorum. Bu yazımı okurla paylaşmak ve bu vesile ile yararlı mesaj vermek için yazıyorum.
Saldırılarınızı bir daha okuyun ve yazdıklarımla karşılaştırın, tek boyutlu milliyetçi duygularla bölücü olmaktan başka ne anlamınız var bunu kendiniz sorguluyor musunuz?
Bu ülke, bu vatan tek sizin mi? Sizden önce olanlara ait olan bir yer yok mu? Ya köle ya da defol mu diyeceksiniz? İşte siz busunuz.
“Bunları size söylemedim” diye de kendinizi aldatmayın, bu ülkede özgürlükleri sonuna kadar götürmeden, bunları savunmadan, gönüllü birliğe ya da ayrılığa razı olmadan siz, bölücü, mütekebbir (kendini Kaf dağında gören), ötekileştirici olmaktan kurtulamazsınız.
Ben size kabalık yapmayacağım. Bana uygun düşmez. Fikirleriniz varsa tartışalım. Uluslara ve ulusal değerlere kimsenin saygısızlık etmesini de istemem. On yıllardır sürgünlerdeyim. Zindanlar yattım düşüncelerimden dolayı, oysa tek amacım demokratik ve özgür bir ülkede yaşamaktı. Ama bakıyorum siniz gibi ilkeller var oldukça, bizleri kanlı savaşlara mecbur bıraktıkça, bunu umutlarımız zor gerçekleşecek.
Sonra,
Yazılarımı dikkatlice okumuyorsunuz, ön yargılısını öyle olunca da kimse kimseyi okumuyor, birkaç satır sonra küfürlere başlıyor. Oysa insanoğlunun bulduğu en önemli iletişim ağı diyalogdur. Bunu başaramayanlar, insan olma yönünde evrimim tamamlayamamış olanlardır. Bunlara da bir şey denemez
Tekrar ediyorum, Türk halkına büyük umutlar bağlıyorum. Bu halkın aklıselim evlatları, bu gidişe son vermelidir, diyorum. Ortak ülkemizi Sevr’e taşıyanlar bu günde aynı maceraya yöneltiyorlar. Bunlar ittihatçı güruhtur. Gözü dönmüş militarist milliyetçiliği mozaik bir dokuya dayatanlardır. Bunlar İzmir suikastında Atatürk’ü bile katletmek isteyen darbeci, Teşkilatı Mahsusiye’nin serserileridir.
Bunlar asla vatansever değiller. Bunlar, fetihlerin arkasından halkını perişan eden, sarı kamışta, Sina çöllerinde, Libya’nın Fizan’nında hayali fetihler peşinde koşan militarist milliyetçiliğin emperyal gözü dönmüşleridir. Aksi söylense de Cumhuriyet farklı bir planla kuruldu dense de Cumhuriyetteki Osmanlı tas tamam budur…
Buna karşı, acıları içene atanların başında Türk halkı gelmiştir. Türkmen aşiretlerinin Anadolu’da nasıl doğrandığını size anlatmayacağım, Osmanlının iç fetih siyaseti ağırlıklı olarak Türkmen aşiretleri sindirmek için yapıla gelmiştir.
Cumhuriyetteki Osmanlı da bunların devamıdır. MGK 21. Yüzyıldaki Osmanlı saltanat kurumu gibidir.
Sizde onun bir militanı olarak bana saldırmayı uygun gördünüz. Bakın nasıl da dişinizi gösterdiniz.
Oysa siyasi bir dille yazıp tartışmamız gerekirdi, buna zemin bile bırakmadınız. Buna rağmen nezaketi elden terk etmeden yazıp, yanlış yaptığınızı basit cümleler kurarak, anlamanıza yardım ederek izah etmeye çalışıyorum.

ORTAK ÜLKE ALGISININ KÖKLERİ

Dün olduğu gibi, bu gün de ben ve düşünce arkadaşlarım, ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük hakları için mücadele etmeye çalışıyoruz; ortak ülkemizin bölünmesini asla istemiyor, milliyetçi despotlukla, tek boyutlu siyasetlerle ve bu akılların dayatmacı iktidarlarıyla mücadelede kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz. Ancak, baskılar böyle sürdükçe, bu baskıların arkasında egemen akıl toplulukları durmak istedikçe, kimse kimseyle bir arada yaşayamaz, bunun da bilinmesi gerek diyorum. Hitler’i seraplarıyla uçuran etmenler arasında, arkasındaki Alman militarist milliyetçiliğinin olduğu unutulmamalıdır.
Sonra hangi hakla, bir millet, kendisine ait olmayan bir toprağı, fi tarihinde “kılıç hakkı” adı altında ele geçirdi diye, bu toprağın yerlisi olan, başka bir yerden gelmemiş ve tarih boyunca bu topraklar üzerinde yaşmış ve yaşmaya devam edecek olan milletleri hak istediler diye bölücülükle suçlaya bilir ki?
Sakince düşünüp çevrenize bir bakın bakalım;
Kürtler, bu bölgeye uzaydan mı geldiler. Yok,
Diğer azınlıklarda öyle değil mi? Bunlar yerli. Üzerinde bastıkları toprak bile anadillerini konuşur.
Peki, yerli olan bir halk, kendi topraklarında siyasi olarak egemen değilse bu ne anlama gelir?
Size soruyorum.
Buna cevap vermeden önce emperyalistlerin I. Dünya savaşı sonrası Türkiye’yi istila etmesini düşün. Bu istilacıların adı ne idi? Topraklarımızı gasp eden emperyalistler değimiydi? Bu istilaya neden olan ittihatçıların savaşa aptalca bu milleti sürüklemeleri olmasına karşın istilacıya istilacı denir, gaspçıya gaspçı denir, işgalciye işgalci denir.
Peki, bunlara “işgalci güçler” dendi. “7 düvel” olarak, savaş galibi olarak, “kılıç hakkı” olarak bu toprakları işgal ettiler ve bu topraklar üzerinde yaşayanları siyasi iktidardan uzaklaştırdılar. Bu olayın 100 yıl önce olması ile 1000 yıl önce olması arasında ne fark var?
Yerli halk Orta-Asya’dan çözülüp gelen barbar akınlarını yenilgiye uğratamadılarsa, kendi toprakları üzerinde köle olarak yaşamaya mı mahkum oldular ?
Nedir, Söyler misiniz?
100 yıl değil de 1000 yıl sonra kendi ulusal kurtuluş savaşlarını vermeleri ayıp mı? Kendi toprakları üzerinde özgürce yaşama istekleri yanlış mı?
Atatürk bile Osmanlı için şunları demedi mi?
“Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Bu sözler, Anadolu topraklarında kimin yerli, kimin sonradan gelip, emek sarf etmeden yaşadığını anlatmaya yeterli değil mi?
Bu bir tarih gerçek ise, Kürtlerin ya da başka yerli ulusal toplulukların özgürlük için, kurtuluş için mücadele etmeleri normal değil mi? Hakları değil mi?
Yunanlılar 1828’lerde, Balkanlar 1912’de, Araplar I. Dünya savaşı ardından ulusal kurtuluşa yöneldilerse suç mu işlediler, Kürtler bu yönde geç kaldılarsa yasaklı mı oldular?
Soruyorum, sizin aklınız nasıl bir ilkel milliyetçiliktir ki, illa savaş meydanlarında mı yenilmeniz gerek? Başkasına dayattığınız “kılıç hakkı” size mi dayatsınlar istiyorsunuz? Bu akılla nereye kadar gidebilirsiniz söyler misiniz?
İlla kan mı akacak, illa kirli savaşlar mı olacak, iç savaşsız özgürlük olamaz mı? Bunu mu istiyorsunuz?
Bu güne kadar ülkemizi kana boyayan savaş bu ilkelliğin sonucu değil mi?
Tanrı sizi bu topraklarda efendi, bu toprağın gerçek yerlilerini de sizin için köle mi yaptı. Bu hakkı nerden aldınız? Söyler misiniz?
Bilmiyorsanız tarih bilginizi yenileyin öğrenin. Bir toprak parçasına vatan, ana vatan, ülke demek için, o toprakları tarihte ilk kez ziraata, yani yaşama açmış olmak ve bunun devamlılığı için kesintisiz emek sarf etmek demektir. Bakir toprakları anavatan yapan budur. Sizin yaptığınız ise gaspçılıktır sürekli kıldığınız ise hazır emeğe el koymaktır, dön Atatürk’ün Osmanlı için sözlerini bir daha oku, gerçek oradadır…

HAKLAR NASIL KAZANILIRI

Biraz sakince düşünün, yaptığınız her şeyin kirli ve yanlış olduğunu anlayacaksınız.
Yeter ki, ilkellikten uzak durun. Bu topraklar, tüm ulusların ortak vatanı olduğunu anlamaya çalışın; sonradan gelmiş olsanız da zorla gasp etmiş olsanız da 1000 yıldır emek vermeden zorla elde tutmanıza rağmen bu topraklar sizin de ortak vatanınızdır. Bu inkar edilemez, siz de inkarcı olmayın. Bu vatan sizin de bizim de vatanınızdır. Ortak vatan algısı budur, bölücülüğe karşı en geçerli yol da budur.
Buradan bakınca Bölücülüğü kimin yaptığını anlamak güç değildir. Egemen olan, devlet erkini elinde tutan, baskı yapan, özgürlükleri gasp eden kim ise bölücü de odur. Bu akılla, başkasını bölücü diye itham etmek hem komik hem de kimsenin aldanmayacağı kadar açık bir yalandır; bu yalanlar ortak yaşamın mayın tarlasıdır bundan vazgeçin…
Dayattığınız tek yol savaş ve şiddet yolu bunu anlayın. “Hak verilmez alınır” diyerek ezilenleri kışkırtan da sizin aklınızdır. Devlet benim, Güç benim diyerek daha çok ezeceğinizi sanıp şiddeti kışkırtıyorsunuz. Düelloya davet eden de sizsiniz.
Kendi milletinizden olduğunu var saydığınız (oysa Osmanlı hiçbir zaman kendini Türk saymadı “Etrak-i bila idrak” (Türk=iradesiz, aptal) dedi, “kara budunlu Türk” diye de alay etti) Farklı mezhepten olan Alevilere çektirdiğiniz zulüm, esasında ne din ne millet hiçbir şeyi tanımaz ilkelliğinizin ifadesidir. Herkesi düşman gören her farklılığı katl-i vaciptir diye üzerine saldıran aklınızla, bu gün de yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Yaşama dair tüm denklemleriniz kıyım ve kölelik üzerine kuruludur. Herkese, “bunlardan birini tercih edin” diyorsunuz; 1000 yıl önce ne idi iseniz bu gün de öylesiniz. Bu aklınızla sizler bir mevtasınız, unutmayın değişmeyen sadece deliler ve ölülerdir…
Sonra ne oluyor,
Katledebilirseniz, dış güçlerin kışkırttığı iç düşmanlar olarak ilan edip zafer sarhoşu oluyorsunuz. Yenilirseniz, “kahpe Yunan”, “hain Arap” diye de utanmadan alay edersiniz. Bu ne biçim akıldır söyler misiniz?
Bakın, bu topraklarda yeni bir uygarlığı inşa edip tüm farklılıkları tek bir ulus altında özümseyerek, asimile edip birleştirebilmiş olsaydınız( Franklar gibi, İtalyanlar gibi, Cermenler gibi) zaten bu kimlik bunalımları ve kaosları olmayacaktı; herkes Türkiyeli olacaktı ve tarihin böylesini dürülmüş sayfalarını kimse açamayacaktı. Açsa bile hiçbir adım ileri gidemeyecekti; kültürleri koruma vakfıyla her şey bir biçimde korunup geliştirilebilirdi. Ama öyle olmadı.
Ama siz Orta-Asya’dan kopup geldiğiniz gibi, Atatürk’ün yukarıdaki alıntısında da ifade ettiği üzere, toprağa emek vermeden, onu kılıç hakkıyla gasp etmekle kaldınız. Çünkü, göçebe toplulukları olarak, bu topraklarda insanlığa ışık saçan eski uygarlıkları aşıp, onları özümseyecek bir kültür dokusuna sahip değildiniz. Bunu sonradan da edinemediniz; aklınız hep fütuhattaydı, başkasının hazır emeklerini gasp etmekteydi. Bu nedenle de kültür biriktiremediniz; medenileşme yerleşmeyi gerektirir, Anadolu’da bile 5 adet başkent değiştirdiniz, üç resmi dil iki alfabe devirdiniz. Bunların kültürel birikim önünde nasıl bir engel olduğunu burada anlatmanın gereği yok, ama olay çok açık.
Bu özelliklerinizle, iyi niyetinizden dolayı değil, tamamen yetersiz olduğunuzdan dolayı kimseyi asimile edemediniz. Yapabildiğiniz tek şey, kılıçtan geçirmek oldu; %99 Hıristiyan olan Anadolu’yu %99 İslam yaptınız. Bunu becerdiniz. Ermenileri, Süryanileri yok ettiniz bunu becerdiniz. Ama yok etmeyi beceremediklerinize ne kattınız, dilini mi yok edebildiniz, kültürünü mü. İşte geride kalanlarda, bu gün kendi haklarını istiyor ve bunu almak için son 30 yıldır özveriyle mücadele ediyor (39 kez ayağa kalkarak “ben de yeryüzünde özgür yaşayan diğer uluslar gibi bir ulusum, özgür olmak istiyorum” diyor.).
Siz de geriledikçe çözülüp hakları tek tek teslim ediyorsunuz. Çünkü buna alışmışsınız; akıl ve diyalog yolu değil, şiddet ve kılıç yoluyla ya al ya ver diyorsunuz.
Bu nedenle de savaş kışkırtıcısı, bölücü olan yalnızca sizsiniz ve bu ilkel aklınız kaldıkça öncelikle kendi halkınıza zarar veriyorsunuz: İşte tam bu noktada benim öncelikli umudum Türk halkındadır, ben bu umudu Türk halkının aklı-selim siyasal önderlerince gerçek olacağı kanaati taşıyorum.
Bizim söylediğimizde gayet basit bir tarih okumasıdır. Denenmişi tekrar denemeyin, komik olursunuz. Bu anlamda acı çekmeyi erdem saymak kadar yanlış bir şey olamaz.
Bu süreci kanlı bir yol haline getirmeyin. Bu hakları tanıyın, birlikte kurucu eşitler olarak bu ortak vatanda barış içinde bir arada yaşayalım; insanlık da bunu gerektirir, tanrının buyruğu da bunu emreder.
Buna rağmen susan, acıları içene çeken, kaderine boyun eğin kim oldu sanırsınız? Bu acıları öncelikle yöneticilerinin esiri olan Türk halkı çekmiştir. Tarihte bu toprakları yaşama ilk kez açan ve gerçek anlamda bu topraklara anavatan adını veren halklar ise yok edilmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu acılar neden devam etsin? Soru budur cevabı da açıktır…
Şimdi de kalk Osmanlının tüm dinlere ve milletlere eşit mesafede davrandığını külahıma anlat. Fethullahçı Cemaatın, İslam’daki ümmetin çok ulusluluğunu ret eden, Osmanlı milletler topluluğu adı altında yeniden halifenin kölesi milletler algısını dayatmaya çalışan yeni stratejileriyle ne yapmak istediklerini anlamaya çalışın.
Her şeyi döndürüp dolandırıp dar çıkarcı yönelim içine sıkıştırmanın tek bir sonucu var, o da kanlı bir iç savaş… İstediğiniz bu mu?
Bu bir Osmanlı akılıdır. Bu dayatmacılık karşısında Türk ulusu bile hakkını almak için ayaklanmak zorunda kalmış 7 düvelle birlikte Osmanlıya karşı kurtuluş savaşı vermiştir. Atatürk bunu Nutukta bile açıkça dile getirmekten çekinmemiştir;
” Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini eline almış bulunmaktadır.” (Nutuk.II, s:475)
Osmanlıdan egemenliğini ele alan Türk ulusu kısa bir süre içinde, hasta adam iyileştikçe ona bir kez daha mağlup olmuştur. Cumhuriyetteki Osmanlı bir kez daha egemenliği ele geçirmiştir. Ülke mozaiği yok sayılmış, eşitlik yönünü gidileceğine tek boyutlu milliyetçiliğe düşülmüştür. Bu, Cumhuriyetin kuruluş amaçlarını da ayaklar altına alan bir gelişmedir. Bunun sonucu bir kez daha Türk halkı da dahil olmak üzere, ortak ülkemiz halklarının tutsak olması anlamına geliyordu. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bir kez daha gündemin en önemli sorunu olmuştu. Üç kuşak bu mücadele ülkemizin temel mücadelesi olarak böylece sorunların merkezine oturmuş oldu.
Bu açıdan bakınca, Türk ulusunun Osmanlıya karşı ayaklanarak hakkını elde etmesi hak oluyor da bu ülkenin farklılıklarının haklarını kazanmak için bu yolu tutmaları terör mü oluyor?
Oysa bizler Türk halkını da tutsak eden bu çirkin gidişe karşı, demokratik haklar için sonuna kadar barışı zorluyor, bıçak kemiğe dayanmadan da şiddet yollarına baş vurmuyoruz.

Her şeye rağmen, biz ezilen farklı topluluklar, hak ve toprak sahipleri olarak oturup aklı-selimce düşünelim diyoruz. Yaşamak için ölüme inat, “Kılıç hakkı” diye ortaçağların barbarlığına boyun eğmek zorunda kaldık. Var olmanın refleksleriyle sonuna kadar direndik ve yenildik. Üstelik kimsenin topraklarına göz dikmemiş, kendi toprağımızda barış içinde yaşarken baskına uğradık gasp edildik. Ama yok edemediniz kültürümüzle iç içe, onu koruyarak bu güne geldik. Kılıçta güçlü idiniz uygarlıkları yıkan barbarlardınız ama kültürünüz uygar ulusları asimile etmekten çok uzaktı, bunu başaramadınız.
Üzerine oturduğunuz uygarlıktan daha ileri bir uygarlık da geliştiremediniz yani almasını bile bilmediniz. Aklınız hep batıya yönelik yeni fütuhatlarla meşguldü, hazıra konmayı emek vermekten daha rahat buldunuz. Buna rağmen, 1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Bu vatan hepimizi ortak vatanı oldu üstelik hepimizi de sığan genişlikte. Hepimizi doyuracak kaynaklara da sahip. Kaldı ki küreselleşme çağında, sınırlar ortadan kalkıyor, hukuk da evrensel normlara oturmaya başlıyor insanlık yer küreyi ortak vatan sayıyor; MGK ise oturmuş saltanat makamı gibi tek tek tek deyip ilkelliğini insanlığa karşı tarihe karşı dayatmaya çalışıyor.
Oysa, böylesi bir ortak vatanda ortak paylaşımı organize etmekten başka bir zorluk yoktur. Bunu da diyalogla, ortakça düşünerek, bu güzelim toprakları kana bulamadan, gençlerimiz ölmeden, analarımızın gözyaşı sel olmadan, birlikte yeniden düzenlememiz gerekiyor.
En yakın dönemde birlikte İstiklal savaşını verdik ve bu ülkeyi kurduk. Dönemin ulusçu algılarıyla etnik bir isim olan “Türkiye” diye de isim verdiniz, varsın öyle olsun; burası Anadolu ve bu isim hepimizi kapsayan bir isim, buna rağmen sorun yok, öyle de olsa özgürlük herkese ait olmalı herkes eşit olmalı herkes hakkı olanı özgürce kullanma bağımsızlığı içinde bulunabilmeli. Demokratik özerklik bundan başka bir şey değildir…
Dedem Süreyya Ural, Osmanlının Suriye’deki 4. Ordusunda iaşe komutanı olarak Lübnan’ın Aintoura beldesinde bulunuyordu (Aintoura, Beyrut’a 14 km, Cuni’ye ise 3,5 Km, güneyinde de Nehir el Kelb bulunuyor, askeri açıdan stratejik bir mevki. Rakım 350 m ). Mondros mütarekesinden sonra, Osmanlı Orduları dağıtılınca, çekip evine gitmedi. Ortak vatan işgal altındaydı ve bir duruş sergilemesi gerekti. Atatürk’ün Kuvai-milliye kuvvetlerine ulaşıp, kurtuluş savaşına katıldı; ortak ülkemiz algısıyla bu savaşta, emperyalizme karşı ailemizin ve halkımızın geleneksel çizgisini sürdürdü, bu oluşuma emek verdi (bu gelenek babam Zeki Ural’la da devam etti, URUBA Hareketi liderlerinden biri olarak, öncelikle Fransız işgaline, sonra Hatay’ın ilhakına karşı direnmede rol oynadı; ayrıca Ermenilerle geçen kardeşçe bir yaşamın, Ermenilerin uğradığı kovuşturmalarla oluşan acı hatıralar da yaşanmıştır. Yeri geldiğinde bu kesit Aintoura’dan Antakya’ya başlığı altında verilecektir)
Dedem kim için bu savaşa katıldı, kim için bu toprakların özgürlüğünü istedi. Ortak vatanı kurtarıp, birlikte yeniden kurduysak, nerede bizim anadil haklarımız, nerede Kürtlerin ana dil hakları, bunları bile vermekten çekinen akıl, bu çağda nereye kadar gidebilir söyler misiniz?
Bu ülkeyi bizler birlikte kurmadık mı, öyle demiyor musunuz. Böyle ise ve bizler bu devlete vergisini ödeyen vatandaşlar olarak, neden resmi okullarda anadil dersleri alamıyoruz, neden çocuklarımız kolektif kimliklerini bilmiyor, kültürlerini, tarihlerini anlamak için devletin mükellef olduğu eğitimden haklarını almasınlar ki? Bu hak insanlık hukuku açısından da semavi dinlerin tanrısının hakkı açısından da öyle değil mi?
Elinizi vicdanınıza koyun, yaptığınız bir baskı rejiminin, bir dayatmacı ilkelliğin kendisi değil mi? İktidar kanaatlerinizi temsil etmiyorsa, sıradan bir vatandaş olarak buna karşı durmanız göreviniz değil mi?
Vicdanınıza sesleniyorum, bu haksızlık değil mi? Bu zulüm değil mi?
Buna direnmek, tarihler boyunca tüm insanların haklı özgürlük talepleri için direnişi değil midir? Direnmenin barışçıl olanı yetmez mi? İlla kan mı gerekli?
Dönüp bana Kürt terörü, PKK terörü deme.
Bu süreci bire bir yaşadım, detaylarıyla bilirim. Kürtleri 200 yıldır 39 kez tarihin en barbar yöntemleriyle, toplu kıyıma maruz bıraktınız, Kürdistan dereleri, her kıyımda aylarca kan aktı. Kılınız kıpırdamadı; daha dün, sosyal demokrat iddiasında olan CHP adına, Onur Öymen, ittihatçı bir milis olarak, meclisin ortasında “Ordu Dersimi doğradığında, bomba yağdırıp yakıp yıktığında, anaların gözyaşına mı bakıldı” diye, Kürt halkının taleplerine nasıl yaklaşılması gerektiğini, tüm ırkçı-milliyetçiler adına haykırmıyor muydu?
Siz karşınızdaki insanları insandan saymıyor musunuz? Bu akıl neyin aklı söyler misiniz?
En komik olanı da nedir biliyor musunuz?
Devletin resmi TV kanallarından biri TRT6 (Şeş) Kürtçe yayın yapar. Aynı devlet KCK davasında Kürtçe anadiliyle savunma yapmak isteyen sanıklara, “savunmalarında kullanacakları dil, bilinmeyen bir dil olduğu için yasak kararı” alır. Kendine saygısı olan devlet, böylesi bir gaf yapar mı?
Aynı devlet dünyanın her köşesinde Türkçenin yaşaması ve öğretilmesi için, tüm vatandaşların ödediği vergilerle oluşan bütçesinden cömertçe ödeme yaparken, ülke içinde milyonlarca vatandaşının konuştuğu anadillerin resmi eğitimi amacıyla hiçbir yatırım yapmaması nasıl izah edilebilir. Bu devlet kimindir sorusunu sorduğumuzda alacağımız cevap farklılıkları ötekileştiren bir cevap ise bu devlet altında yaşamak esaret değimidir. Bunu kim kabul edebilir, özgürlük olanağı bulan hangi aptal bu esarete katlanabilir? Bu davranışı inanç konusunda da sürdüren bu devlet, etnik ve inanç ayrımcılığıyla nereye kadar dik durabilir?
Buradan da anlıyoruz ki, Anadolu toprakları üzerinde süren 1000 yıllık hükümranlık, bu devlete ne bir bilgi birikimi ne de bir kültür birikimi kazandırmıştır; devletin vatandaşı kapsama genişliği, onun için bir hizmet ağı olmak yerine bir baskı tasallutundan öteye geçmemiştir. Bu da yukarıda dile getirdiğim acı sözlerin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
Kürt halkı, her koşulda barış için elini uzattı. Çok da taviz verdi, sırf barış içinde bir arada yaşamak için. Çünkü uygar bir ulusun davranışını sergiliyordu. Barışın yapıcı olduğunu, savaşın tarihi kinler yarattığını deneyleriyle biliyordu.
Ama siz ne yaptınız, kirli savaşınızı, sonuç alacağınız yanılgısıyla inatla sürdürdünüz. Terör dayattınız, ölüm saçtınız, insanların mezralarını, köylerini yaktınız, sürgün ettiniz yaşamı cehenneme çevirdiniz, sınır dışı operasyonları dayattınız, bunu da emperyalist-siyonist güçlerden destek alarak yaptınız. Dış güçlerin maşası olarak kendinizi görmek yerine, Kürt halkını ve onun fedakar evlatlarının siyasal yapılarını hedef seçtiniz. Kürt halkı ve PKK’nın mücadelesi ise, dayattığınız çirkin, bencil tek boyutlu ırkçı- milliyetçi faşizanlığınız karşısında, doğal bir refleksle var olma mücadelesi olarak belirdi. Bunu da hakkıyla ve kararlılıkla, halkın verdiği güç ve kaynaklarla yapmaya da devam ediyor. Yaşam hakkı için meşru olan direnişe terör demek kadar alçaltıcı bir şey olamaz. Siz ancak bunu yapabiliyorsunuz…

SONUÇ
Bir kez daha aklıselime çağırıyorum.
Birbirimizi neden kıralım? Böylesi bir kıyımdan kim kazançlı çıkar sanıyorsunuz? Kardeş kanına bu kadar mı susamışsınız? Söyler missiniz?
Oturun ve biraz düşünün, empati yapın, bizi de anlamaya çalışın…
1000 yıldır sizi de esir eden ilkel akılların dayattığı zulme dayandık, bundan sonrası çekilmeyecektir. Birbirimize karşı olmaktansa hepimizi esir eden bu ilkel akıla karşı koyalım, gelin bu makus kaderi birlikte değiştirelim…
Bu satırların yazarı her yazısında dile getirdiği gibi, milliyetçiliğin her türüne karşı mücadele etme kararındadır, bölücülüğe de karşıdır.
Bu olumsuzlukları birbirimize dayatmadan barış ve diyalog yoluyla bir çözüm bulalım, halkların bizden beklediği sorumlu tutum budur.
Sokakların refleksleriyle, ülkelerin yüksek çıkarları belirlenemez.
Sokaklara dayananlar karşı sokakların da hesabını yapmış olmalılar. Bu ise kanlı bir kıyımdır. Yaratıcı anarşi diye insanlığı kana bulayan Amerikan-İsrail üretimi olan bu ölüm denklemin kuklalığını her zaman ırkçılar ve milliyetçiler yapmıştır. Kaybeden de onlar olmuştur.
Dikkatinizi çekerim.

Hiç yorum yok: