4 Ocak 2011 Salı
MİLİYETÇİ REFLEKSLER
Not:
MGK’nın son toplantısıyla ilgi yazdığım makaleye Olumlu ve olumsuz olmak üzere farklı birçok tepki geldi. Bunlar arasında uzun zamandır yazılarımı izlediğini söyleyen, kimi zaman “bu azminize saygı duyuyorum” diyen kimi zaman ise ırkçılığı tutarak amansızca saldıran biri var, Hüseyin Orhan diye; dayanamamış, veryansın etmiş. Bu türler kimi zaman yazılarıma ve şahsıma itirafçılardan, MİT ajanlarından aktarmalar da yaparak saldırıyorlar. Kuşum Cihat (Cahit miş) gibi milliyetçilerle mücadelemizin bir parçası olarak bu makale- mektubu kaleme aldım, okura kıssadan hisse vermeye çalıştım. M. Ural
BU AKIL DEĞİŞMEDİKÇE…
http://mirural.blogspot.com/
Mihrac Ural
2 Ocak 2011
Sayın Hüseyin Orhan,
“MGK Siyasete Müdahaleye Devam Ediyor” başlıklı son makaleme anlam vermekte zorlandığım ilkel milliyetçi bir refleksle cevap vermişsiniz. Sizinle, bu kadar olmasa da daha önce sert bir yazışmamız olmuştu.
Size kanaatlerimi açıkça yazdım, kaldı ki düzenli yazan biri olarak gönderim yaptığım mail grup listesinde adınızın olması dolaysıyla da sizlere tüm yazılarım ulaşmaktadır.
Yazılarımın tümü özgürlük ve demokrasi mücadelesi üzerine ortak ülke, algısı ve farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşama amacıyla kaleme alınmaktadır. Milliyetçiliğin her türüne bölücülüğe de sert eleştiriler yaparak bunların kim olduğunu açıkça dile getirip duruyorum. Bu ülkeyi kanlı sahnelere mahkum edenin, yalnızca devletin ve iktidarların politikası olduğunu, milliyetçiliğin ve bölücülüğün de buradan kaynaklandığını her zaman dile getiriyorum. Bunu siz de iyi biliyorsunuz. Bu açıdan, benim yazılarımda yeni bir şey yokken böylesi tepki göstermenizi anlamak güç.
Bu nedenle öncelikle, bana yönelttiğiniz “bölücü, EVANJELİST” suçlamalarını size iade edeceğim ve sizi ayıplayacağım.
Sonra, konuları başlıklar halinde şeyle dile getirmeye çalışacağım.
MGK CUMHURİYETTEKİ OSMANLIDIR.
Düşünceye, düşünceyle karşılık verilir. Siz ise her fikirsiz ve zayıf insan gibi saldırarak suçlayarak cevap vermişsiniz. Üstelik suçlamalarınız, Irkçıların kan tahlilinden yola çıkarak insanları suçlaması gibi de olmamış, paldır küldür sallamışsınız.
Diyorsunuz ki;
“KUSURA BAKMA AMA SEN TAM BİR BÖLÜCÜ VE EVANJELİST KÖLESİN. AĞIR BİR İTHAM AMA BUNU YAZMAK ZORUNDAYIM. EVET OSMANLININ HATALARI ÇOK BUNA İTİRAZIM YOK. EĞER OSMANLI O KADAR GENİŞ ALANA YAYILAMASAYDI BU GÜN BU TOPRAKLARADA NE TÜRK VE ASLEN TÜRK OLAN AMA ASLINI İNKAR EDEN KÜRTLER OLURDU.”
Öncelikle suçlamalarınızı size iade ederim, alın onları güle güle kullanın. Bu suçlamaların benimle ortak bir yanı mantıken de olamaz, zira hak arayan benim, hakkı gasp eden sizin aklınız.
Bilmelisiniz ki kendinizi bu cümlelerle de anlatamazsınız.
Yazımı tekrar okuyunuz, bu yazıda Türk halkına olan sevgimi ve saygımı, ülkenin birliği ve barışı için neleri savunduğumu yeterince dile getirdim. Konu, MGK’nın siyasete müdahalesiyle siyasal dengelerin kimyasını bozmasıyla ilgilidir. Üstelik tarihsel olarak oturduğu haksız bir zemin üzerinde bunu ısrarla yapmasının ülkemizde yarattığı gerginliklere dikkat çektim
Bu nedenle de Türk halkının, seçilmemiş bir oligarşik cunta olan MGK’dan acilen kurtulması gereklidir diye de görüşümü belirttim.
Bu cunta yarın, Cemaat’in, Fethullahçı İmamları’nın emir ve kumandası altında olacaktır. Dünü ne ise yarını da aynıyla devam edecek, siyasette “serbest rekabetin” adaletsizce, seçilmemişler tarafından bozulmasına yol açılacaktır; silahlı gücü elinde bulundurmanın pervasızlığıyla halkın iradesi dün olduğu gibi yarında çiğnenecektir. Başta Türk halkı bu gidişe onay vermez. “Çağdaş uygarlık” demek kolay, ama bunun yolları üzerindeki MGK gibi barikatlar temizlenmedikçe, bu yolda bir menzile varılabileceğini sanmak boş bir hayaldir.
Her yazımda etraflıca ve genişçe izaha çalıştım, orijinal olmayan etkilerden uzak, insanlık ailesiyle bir arada yaşamak için demokrasi ve özgürlük gerek. Bunun önüne kona her milliyetçi engel bir veba gibi tüm toplumu çökertir, dedim. Buna geçit vermememiz gerek. MGK ve üzerinde yükseldiği algı çağ dışıdır, ortak ülkemizin kimlik bunalım sorunları, kaosları hep bu dayatma kurumların yarattığı statülerin ürünüdür, dedim.
Ben bunları dile getirirken siz insanın tüylerini diken diken eden şu sözleri dile getiriyorsunuz:
“TÜRK HALKI İÇİNDEKİ MÜSLÜMAN GÖRÜNEN DÖNMELERDEN TÜRK OLMAYAN DİĞER MİLLETLERDEN ÇOK ÇEKTİ VE ÇEKİYORDA. İLERİDE BANA SORULSA BEN MALLLARININ TUTARI 100.00TL İSE ONLARA 200.000TL ÖDEYİP BU ÜLKEDEN GÖNDERMEK BENCE EN MANTIKLI OLANI. ONLAR RAHAT DURMUYOR VE ESKİDEN OLDUĞU GİBİ BU GÜN YİNE HUZURUMUZU BOZMAK VE TÜRK HALKINI YOK ETMEK İÇİN VAR GÜÇLERİ İLE ÇALIŞIYORLAR. İÇLERİNDE GERÇEKTEN SAMİMİ OLANLARI DA VAR AMA KALLEŞLİK YAPANLAR O KADAR ÇOK Kİ NASIL GÜVENECEĞİZ. BİR KÖTÜNÜN DOKUZ KÖYE ZARARI VARMIŞ. KİMBİLİR BELKİ SİZDE ONLARDAN BİRSİNİZDİR.”
Bu cümleleri Nazı subayı mı yazmış, kızıl elma peşinde koşan Alperen Ocakları militanımı ayırt etmek güç. Bakın sol milliyetçilerde de benzer yaklaşımlar var; bu utanmaz adamlar kendilerine de solcu derler. Geçenlerde “test” soruları sorarak, elimin tersiyle tokatladığım ilkel milliyetçi Cihat adlı bir paranoya “Ermeni Soykırımı diye bir söz duydunuz mu?” diye soru soruyordu. Artık gerisini siz düşünün, oysa siz bir milliyetçi olarak bu inkarcılığı sakınmadan dile getiriyorsunuz, Cihat (Cahit) ise solculuk adına yapıyor ( bkz: 211, DOSYA “İLK TEST” VE 212. DOSYA “SON TEST” http://mirural.blogspot.com/ ) Tümü aynı kefenin içinde, ırkçı-milliyetçi duruşlardır. Bunlarla, bunların devletleriyle benim mücadelem var, ona devam ediyorum.
Bu ilkel algıların saldırılarını esasında önemsemiyorum. Bu yazımı okurla paylaşmak ve bu vesile ile yararlı mesaj vermek için yazıyorum.
Saldırılarınızı bir daha okuyun ve yazdıklarımla karşılaştırın, tek boyutlu milliyetçi duygularla bölücü olmaktan başka ne anlamınız var bunu kendiniz sorguluyor musunuz?
Bu ülke, bu vatan tek sizin mi? Sizden önce olanlara ait olan bir yer yok mu? Ya köle ya da defol mu diyeceksiniz? İşte siz busunuz.
“Bunları size söylemedim” diye de kendinizi aldatmayın, bu ülkede özgürlükleri sonuna kadar götürmeden, bunları savunmadan, gönüllü birliğe ya da ayrılığa razı olmadan siz, bölücü, mütekebbir (kendini Kaf dağında gören), ötekileştirici olmaktan kurtulamazsınız.
Ben size kabalık yapmayacağım. Bana uygun düşmez. Fikirleriniz varsa tartışalım. Uluslara ve ulusal değerlere kimsenin saygısızlık etmesini de istemem. On yıllardır sürgünlerdeyim. Zindanlar yattım düşüncelerimden dolayı, oysa tek amacım demokratik ve özgür bir ülkede yaşamaktı. Ama bakıyorum siniz gibi ilkeller var oldukça, bizleri kanlı savaşlara mecbur bıraktıkça, bunu umutlarımız zor gerçekleşecek.
Sonra,
Yazılarımı dikkatlice okumuyorsunuz, ön yargılısını öyle olunca da kimse kimseyi okumuyor, birkaç satır sonra küfürlere başlıyor. Oysa insanoğlunun bulduğu en önemli iletişim ağı diyalogdur. Bunu başaramayanlar, insan olma yönünde evrimim tamamlayamamış olanlardır. Bunlara da bir şey denemez
Tekrar ediyorum, Türk halkına büyük umutlar bağlıyorum. Bu halkın aklıselim evlatları, bu gidişe son vermelidir, diyorum. Ortak ülkemizi Sevr’e taşıyanlar bu günde aynı maceraya yöneltiyorlar. Bunlar ittihatçı güruhtur. Gözü dönmüş militarist milliyetçiliği mozaik bir dokuya dayatanlardır. Bunlar İzmir suikastında Atatürk’ü bile katletmek isteyen darbeci, Teşkilatı Mahsusiye’nin serserileridir.
Bunlar asla vatansever değiller. Bunlar, fetihlerin arkasından halkını perişan eden, sarı kamışta, Sina çöllerinde, Libya’nın Fizan’nında hayali fetihler peşinde koşan militarist milliyetçiliğin emperyal gözü dönmüşleridir. Aksi söylense de Cumhuriyet farklı bir planla kuruldu dense de Cumhuriyetteki Osmanlı tas tamam budur…
Buna karşı, acıları içene atanların başında Türk halkı gelmiştir. Türkmen aşiretlerinin Anadolu’da nasıl doğrandığını size anlatmayacağım, Osmanlının iç fetih siyaseti ağırlıklı olarak Türkmen aşiretleri sindirmek için yapıla gelmiştir.
Cumhuriyetteki Osmanlı da bunların devamıdır. MGK 21. Yüzyıldaki Osmanlı saltanat kurumu gibidir.
Sizde onun bir militanı olarak bana saldırmayı uygun gördünüz. Bakın nasıl da dişinizi gösterdiniz.
Oysa siyasi bir dille yazıp tartışmamız gerekirdi, buna zemin bile bırakmadınız. Buna rağmen nezaketi elden terk etmeden yazıp, yanlış yaptığınızı basit cümleler kurarak, anlamanıza yardım ederek izah etmeye çalışıyorum.
ORTAK ÜLKE ALGISININ KÖKLERİ
Dün olduğu gibi, bu gün de ben ve düşünce arkadaşlarım, ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük hakları için mücadele etmeye çalışıyoruz; ortak ülkemizin bölünmesini asla istemiyor, milliyetçi despotlukla, tek boyutlu siyasetlerle ve bu akılların dayatmacı iktidarlarıyla mücadelede kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz. Ancak, baskılar böyle sürdükçe, bu baskıların arkasında egemen akıl toplulukları durmak istedikçe, kimse kimseyle bir arada yaşayamaz, bunun da bilinmesi gerek diyorum. Hitler’i seraplarıyla uçuran etmenler arasında, arkasındaki Alman militarist milliyetçiliğinin olduğu unutulmamalıdır.
Sonra hangi hakla, bir millet, kendisine ait olmayan bir toprağı, fi tarihinde “kılıç hakkı” adı altında ele geçirdi diye, bu toprağın yerlisi olan, başka bir yerden gelmemiş ve tarih boyunca bu topraklar üzerinde yaşmış ve yaşmaya devam edecek olan milletleri hak istediler diye bölücülükle suçlaya bilir ki?
Sakince düşünüp çevrenize bir bakın bakalım;
Kürtler, bu bölgeye uzaydan mı geldiler. Yok,
Diğer azınlıklarda öyle değil mi? Bunlar yerli. Üzerinde bastıkları toprak bile anadillerini konuşur.
Peki, yerli olan bir halk, kendi topraklarında siyasi olarak egemen değilse bu ne anlama gelir?
Size soruyorum.
Buna cevap vermeden önce emperyalistlerin I. Dünya savaşı sonrası Türkiye’yi istila etmesini düşün. Bu istilacıların adı ne idi? Topraklarımızı gasp eden emperyalistler değimiydi? Bu istilaya neden olan ittihatçıların savaşa aptalca bu milleti sürüklemeleri olmasına karşın istilacıya istilacı denir, gaspçıya gaspçı denir, işgalciye işgalci denir.
Peki, bunlara “işgalci güçler” dendi. “7 düvel” olarak, savaş galibi olarak, “kılıç hakkı” olarak bu toprakları işgal ettiler ve bu topraklar üzerinde yaşayanları siyasi iktidardan uzaklaştırdılar. Bu olayın 100 yıl önce olması ile 1000 yıl önce olması arasında ne fark var?
Yerli halk Orta-Asya’dan çözülüp gelen barbar akınlarını yenilgiye uğratamadılarsa, kendi toprakları üzerinde köle olarak yaşamaya mı mahkum oldular ?
Nedir, Söyler misiniz?
100 yıl değil de 1000 yıl sonra kendi ulusal kurtuluş savaşlarını vermeleri ayıp mı? Kendi toprakları üzerinde özgürce yaşama istekleri yanlış mı?
Atatürk bile Osmanlı için şunları demedi mi?
“Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Bu sözler, Anadolu topraklarında kimin yerli, kimin sonradan gelip, emek sarf etmeden yaşadığını anlatmaya yeterli değil mi?
Bu bir tarih gerçek ise, Kürtlerin ya da başka yerli ulusal toplulukların özgürlük için, kurtuluş için mücadele etmeleri normal değil mi? Hakları değil mi?
Yunanlılar 1828’lerde, Balkanlar 1912’de, Araplar I. Dünya savaşı ardından ulusal kurtuluşa yöneldilerse suç mu işlediler, Kürtler bu yönde geç kaldılarsa yasaklı mı oldular?
Soruyorum, sizin aklınız nasıl bir ilkel milliyetçiliktir ki, illa savaş meydanlarında mı yenilmeniz gerek? Başkasına dayattığınız “kılıç hakkı” size mi dayatsınlar istiyorsunuz? Bu akılla nereye kadar gidebilirsiniz söyler misiniz?
İlla kan mı akacak, illa kirli savaşlar mı olacak, iç savaşsız özgürlük olamaz mı? Bunu mu istiyorsunuz?
Bu güne kadar ülkemizi kana boyayan savaş bu ilkelliğin sonucu değil mi?
Tanrı sizi bu topraklarda efendi, bu toprağın gerçek yerlilerini de sizin için köle mi yaptı. Bu hakkı nerden aldınız? Söyler misiniz?
Bilmiyorsanız tarih bilginizi yenileyin öğrenin. Bir toprak parçasına vatan, ana vatan, ülke demek için, o toprakları tarihte ilk kez ziraata, yani yaşama açmış olmak ve bunun devamlılığı için kesintisiz emek sarf etmek demektir. Bakir toprakları anavatan yapan budur. Sizin yaptığınız ise gaspçılıktır sürekli kıldığınız ise hazır emeğe el koymaktır, dön Atatürk’ün Osmanlı için sözlerini bir daha oku, gerçek oradadır…
HAKLAR NASIL KAZANILIRI
Biraz sakince düşünün, yaptığınız her şeyin kirli ve yanlış olduğunu anlayacaksınız.
Yeter ki, ilkellikten uzak durun. Bu topraklar, tüm ulusların ortak vatanı olduğunu anlamaya çalışın; sonradan gelmiş olsanız da zorla gasp etmiş olsanız da 1000 yıldır emek vermeden zorla elde tutmanıza rağmen bu topraklar sizin de ortak vatanınızdır. Bu inkar edilemez, siz de inkarcı olmayın. Bu vatan sizin de bizim de vatanınızdır. Ortak vatan algısı budur, bölücülüğe karşı en geçerli yol da budur.
Buradan bakınca Bölücülüğü kimin yaptığını anlamak güç değildir. Egemen olan, devlet erkini elinde tutan, baskı yapan, özgürlükleri gasp eden kim ise bölücü de odur. Bu akılla, başkasını bölücü diye itham etmek hem komik hem de kimsenin aldanmayacağı kadar açık bir yalandır; bu yalanlar ortak yaşamın mayın tarlasıdır bundan vazgeçin…
Dayattığınız tek yol savaş ve şiddet yolu bunu anlayın. “Hak verilmez alınır” diyerek ezilenleri kışkırtan da sizin aklınızdır. Devlet benim, Güç benim diyerek daha çok ezeceğinizi sanıp şiddeti kışkırtıyorsunuz. Düelloya davet eden de sizsiniz.
Kendi milletinizden olduğunu var saydığınız (oysa Osmanlı hiçbir zaman kendini Türk saymadı “Etrak-i bila idrak” (Türk=iradesiz, aptal) dedi, “kara budunlu Türk” diye de alay etti) Farklı mezhepten olan Alevilere çektirdiğiniz zulüm, esasında ne din ne millet hiçbir şeyi tanımaz ilkelliğinizin ifadesidir. Herkesi düşman gören her farklılığı katl-i vaciptir diye üzerine saldıran aklınızla, bu gün de yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Yaşama dair tüm denklemleriniz kıyım ve kölelik üzerine kuruludur. Herkese, “bunlardan birini tercih edin” diyorsunuz; 1000 yıl önce ne idi iseniz bu gün de öylesiniz. Bu aklınızla sizler bir mevtasınız, unutmayın değişmeyen sadece deliler ve ölülerdir…
Sonra ne oluyor,
Katledebilirseniz, dış güçlerin kışkırttığı iç düşmanlar olarak ilan edip zafer sarhoşu oluyorsunuz. Yenilirseniz, “kahpe Yunan”, “hain Arap” diye de utanmadan alay edersiniz. Bu ne biçim akıldır söyler misiniz?
Bakın, bu topraklarda yeni bir uygarlığı inşa edip tüm farklılıkları tek bir ulus altında özümseyerek, asimile edip birleştirebilmiş olsaydınız( Franklar gibi, İtalyanlar gibi, Cermenler gibi) zaten bu kimlik bunalımları ve kaosları olmayacaktı; herkes Türkiyeli olacaktı ve tarihin böylesini dürülmüş sayfalarını kimse açamayacaktı. Açsa bile hiçbir adım ileri gidemeyecekti; kültürleri koruma vakfıyla her şey bir biçimde korunup geliştirilebilirdi. Ama öyle olmadı.
Ama siz Orta-Asya’dan kopup geldiğiniz gibi, Atatürk’ün yukarıdaki alıntısında da ifade ettiği üzere, toprağa emek vermeden, onu kılıç hakkıyla gasp etmekle kaldınız. Çünkü, göçebe toplulukları olarak, bu topraklarda insanlığa ışık saçan eski uygarlıkları aşıp, onları özümseyecek bir kültür dokusuna sahip değildiniz. Bunu sonradan da edinemediniz; aklınız hep fütuhattaydı, başkasının hazır emeklerini gasp etmekteydi. Bu nedenle de kültür biriktiremediniz; medenileşme yerleşmeyi gerektirir, Anadolu’da bile 5 adet başkent değiştirdiniz, üç resmi dil iki alfabe devirdiniz. Bunların kültürel birikim önünde nasıl bir engel olduğunu burada anlatmanın gereği yok, ama olay çok açık.
Bu özelliklerinizle, iyi niyetinizden dolayı değil, tamamen yetersiz olduğunuzdan dolayı kimseyi asimile edemediniz. Yapabildiğiniz tek şey, kılıçtan geçirmek oldu; %99 Hıristiyan olan Anadolu’yu %99 İslam yaptınız. Bunu becerdiniz. Ermenileri, Süryanileri yok ettiniz bunu becerdiniz. Ama yok etmeyi beceremediklerinize ne kattınız, dilini mi yok edebildiniz, kültürünü mü. İşte geride kalanlarda, bu gün kendi haklarını istiyor ve bunu almak için son 30 yıldır özveriyle mücadele ediyor (39 kez ayağa kalkarak “ben de yeryüzünde özgür yaşayan diğer uluslar gibi bir ulusum, özgür olmak istiyorum” diyor.).
Siz de geriledikçe çözülüp hakları tek tek teslim ediyorsunuz. Çünkü buna alışmışsınız; akıl ve diyalog yolu değil, şiddet ve kılıç yoluyla ya al ya ver diyorsunuz.
Bu nedenle de savaş kışkırtıcısı, bölücü olan yalnızca sizsiniz ve bu ilkel aklınız kaldıkça öncelikle kendi halkınıza zarar veriyorsunuz: İşte tam bu noktada benim öncelikli umudum Türk halkındadır, ben bu umudu Türk halkının aklı-selim siyasal önderlerince gerçek olacağı kanaati taşıyorum.
Bizim söylediğimizde gayet basit bir tarih okumasıdır. Denenmişi tekrar denemeyin, komik olursunuz. Bu anlamda acı çekmeyi erdem saymak kadar yanlış bir şey olamaz.
Bu süreci kanlı bir yol haline getirmeyin. Bu hakları tanıyın, birlikte kurucu eşitler olarak bu ortak vatanda barış içinde bir arada yaşayalım; insanlık da bunu gerektirir, tanrının buyruğu da bunu emreder.
Buna rağmen susan, acıları içene çeken, kaderine boyun eğin kim oldu sanırsınız? Bu acıları öncelikle yöneticilerinin esiri olan Türk halkı çekmiştir. Tarihte bu toprakları yaşama ilk kez açan ve gerçek anlamda bu topraklara anavatan adını veren halklar ise yok edilmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu acılar neden devam etsin? Soru budur cevabı da açıktır…
Şimdi de kalk Osmanlının tüm dinlere ve milletlere eşit mesafede davrandığını külahıma anlat. Fethullahçı Cemaatın, İslam’daki ümmetin çok ulusluluğunu ret eden, Osmanlı milletler topluluğu adı altında yeniden halifenin kölesi milletler algısını dayatmaya çalışan yeni stratejileriyle ne yapmak istediklerini anlamaya çalışın.
Her şeyi döndürüp dolandırıp dar çıkarcı yönelim içine sıkıştırmanın tek bir sonucu var, o da kanlı bir iç savaş… İstediğiniz bu mu?
Bu bir Osmanlı akılıdır. Bu dayatmacılık karşısında Türk ulusu bile hakkını almak için ayaklanmak zorunda kalmış 7 düvelle birlikte Osmanlıya karşı kurtuluş savaşı vermiştir. Atatürk bunu Nutukta bile açıkça dile getirmekten çekinmemiştir;
” Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini eline almış bulunmaktadır.” (Nutuk.II, s:475)
Osmanlıdan egemenliğini ele alan Türk ulusu kısa bir süre içinde, hasta adam iyileştikçe ona bir kez daha mağlup olmuştur. Cumhuriyetteki Osmanlı bir kez daha egemenliği ele geçirmiştir. Ülke mozaiği yok sayılmış, eşitlik yönünü gidileceğine tek boyutlu milliyetçiliğe düşülmüştür. Bu, Cumhuriyetin kuruluş amaçlarını da ayaklar altına alan bir gelişmedir. Bunun sonucu bir kez daha Türk halkı da dahil olmak üzere, ortak ülkemiz halklarının tutsak olması anlamına geliyordu. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bir kez daha gündemin en önemli sorunu olmuştu. Üç kuşak bu mücadele ülkemizin temel mücadelesi olarak böylece sorunların merkezine oturmuş oldu.
Bu açıdan bakınca, Türk ulusunun Osmanlıya karşı ayaklanarak hakkını elde etmesi hak oluyor da bu ülkenin farklılıklarının haklarını kazanmak için bu yolu tutmaları terör mü oluyor?
Oysa bizler Türk halkını da tutsak eden bu çirkin gidişe karşı, demokratik haklar için sonuna kadar barışı zorluyor, bıçak kemiğe dayanmadan da şiddet yollarına baş vurmuyoruz.
Her şeye rağmen, biz ezilen farklı topluluklar, hak ve toprak sahipleri olarak oturup aklı-selimce düşünelim diyoruz. Yaşamak için ölüme inat, “Kılıç hakkı” diye ortaçağların barbarlığına boyun eğmek zorunda kaldık. Var olmanın refleksleriyle sonuna kadar direndik ve yenildik. Üstelik kimsenin topraklarına göz dikmemiş, kendi toprağımızda barış içinde yaşarken baskına uğradık gasp edildik. Ama yok edemediniz kültürümüzle iç içe, onu koruyarak bu güne geldik. Kılıçta güçlü idiniz uygarlıkları yıkan barbarlardınız ama kültürünüz uygar ulusları asimile etmekten çok uzaktı, bunu başaramadınız.
Üzerine oturduğunuz uygarlıktan daha ileri bir uygarlık da geliştiremediniz yani almasını bile bilmediniz. Aklınız hep batıya yönelik yeni fütuhatlarla meşguldü, hazıra konmayı emek vermekten daha rahat buldunuz. Buna rağmen, 1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Bu vatan hepimizi ortak vatanı oldu üstelik hepimizi de sığan genişlikte. Hepimizi doyuracak kaynaklara da sahip. Kaldı ki küreselleşme çağında, sınırlar ortadan kalkıyor, hukuk da evrensel normlara oturmaya başlıyor insanlık yer küreyi ortak vatan sayıyor; MGK ise oturmuş saltanat makamı gibi tek tek tek deyip ilkelliğini insanlığa karşı tarihe karşı dayatmaya çalışıyor.
Oysa, böylesi bir ortak vatanda ortak paylaşımı organize etmekten başka bir zorluk yoktur. Bunu da diyalogla, ortakça düşünerek, bu güzelim toprakları kana bulamadan, gençlerimiz ölmeden, analarımızın gözyaşı sel olmadan, birlikte yeniden düzenlememiz gerekiyor.
En yakın dönemde birlikte İstiklal savaşını verdik ve bu ülkeyi kurduk. Dönemin ulusçu algılarıyla etnik bir isim olan “Türkiye” diye de isim verdiniz, varsın öyle olsun; burası Anadolu ve bu isim hepimizi kapsayan bir isim, buna rağmen sorun yok, öyle de olsa özgürlük herkese ait olmalı herkes eşit olmalı herkes hakkı olanı özgürce kullanma bağımsızlığı içinde bulunabilmeli. Demokratik özerklik bundan başka bir şey değildir…
Dedem Süreyya Ural, Osmanlının Suriye’deki 4. Ordusunda iaşe komutanı olarak Lübnan’ın Aintoura beldesinde bulunuyordu (Aintoura, Beyrut’a 14 km, Cuni’ye ise 3,5 Km, güneyinde de Nehir el Kelb bulunuyor, askeri açıdan stratejik bir mevki. Rakım 350 m ). Mondros mütarekesinden sonra, Osmanlı Orduları dağıtılınca, çekip evine gitmedi. Ortak vatan işgal altındaydı ve bir duruş sergilemesi gerekti. Atatürk’ün Kuvai-milliye kuvvetlerine ulaşıp, kurtuluş savaşına katıldı; ortak ülkemiz algısıyla bu savaşta, emperyalizme karşı ailemizin ve halkımızın geleneksel çizgisini sürdürdü, bu oluşuma emek verdi (bu gelenek babam Zeki Ural’la da devam etti, URUBA Hareketi liderlerinden biri olarak, öncelikle Fransız işgaline, sonra Hatay’ın ilhakına karşı direnmede rol oynadı; ayrıca Ermenilerle geçen kardeşçe bir yaşamın, Ermenilerin uğradığı kovuşturmalarla oluşan acı hatıralar da yaşanmıştır. Yeri geldiğinde bu kesit Aintoura’dan Antakya’ya başlığı altında verilecektir)
Dedem kim için bu savaşa katıldı, kim için bu toprakların özgürlüğünü istedi. Ortak vatanı kurtarıp, birlikte yeniden kurduysak, nerede bizim anadil haklarımız, nerede Kürtlerin ana dil hakları, bunları bile vermekten çekinen akıl, bu çağda nereye kadar gidebilir söyler misiniz?
Bu ülkeyi bizler birlikte kurmadık mı, öyle demiyor musunuz. Böyle ise ve bizler bu devlete vergisini ödeyen vatandaşlar olarak, neden resmi okullarda anadil dersleri alamıyoruz, neden çocuklarımız kolektif kimliklerini bilmiyor, kültürlerini, tarihlerini anlamak için devletin mükellef olduğu eğitimden haklarını almasınlar ki? Bu hak insanlık hukuku açısından da semavi dinlerin tanrısının hakkı açısından da öyle değil mi?
Elinizi vicdanınıza koyun, yaptığınız bir baskı rejiminin, bir dayatmacı ilkelliğin kendisi değil mi? İktidar kanaatlerinizi temsil etmiyorsa, sıradan bir vatandaş olarak buna karşı durmanız göreviniz değil mi?
Vicdanınıza sesleniyorum, bu haksızlık değil mi? Bu zulüm değil mi?
Buna direnmek, tarihler boyunca tüm insanların haklı özgürlük talepleri için direnişi değil midir? Direnmenin barışçıl olanı yetmez mi? İlla kan mı gerekli?
Dönüp bana Kürt terörü, PKK terörü deme.
Bu süreci bire bir yaşadım, detaylarıyla bilirim. Kürtleri 200 yıldır 39 kez tarihin en barbar yöntemleriyle, toplu kıyıma maruz bıraktınız, Kürdistan dereleri, her kıyımda aylarca kan aktı. Kılınız kıpırdamadı; daha dün, sosyal demokrat iddiasında olan CHP adına, Onur Öymen, ittihatçı bir milis olarak, meclisin ortasında “Ordu Dersimi doğradığında, bomba yağdırıp yakıp yıktığında, anaların gözyaşına mı bakıldı” diye, Kürt halkının taleplerine nasıl yaklaşılması gerektiğini, tüm ırkçı-milliyetçiler adına haykırmıyor muydu?
Siz karşınızdaki insanları insandan saymıyor musunuz? Bu akıl neyin aklı söyler misiniz?
En komik olanı da nedir biliyor musunuz?
Devletin resmi TV kanallarından biri TRT6 (Şeş) Kürtçe yayın yapar. Aynı devlet KCK davasında Kürtçe anadiliyle savunma yapmak isteyen sanıklara, “savunmalarında kullanacakları dil, bilinmeyen bir dil olduğu için yasak kararı” alır. Kendine saygısı olan devlet, böylesi bir gaf yapar mı?
Aynı devlet dünyanın her köşesinde Türkçenin yaşaması ve öğretilmesi için, tüm vatandaşların ödediği vergilerle oluşan bütçesinden cömertçe ödeme yaparken, ülke içinde milyonlarca vatandaşının konuştuğu anadillerin resmi eğitimi amacıyla hiçbir yatırım yapmaması nasıl izah edilebilir. Bu devlet kimindir sorusunu sorduğumuzda alacağımız cevap farklılıkları ötekileştiren bir cevap ise bu devlet altında yaşamak esaret değimidir. Bunu kim kabul edebilir, özgürlük olanağı bulan hangi aptal bu esarete katlanabilir? Bu davranışı inanç konusunda da sürdüren bu devlet, etnik ve inanç ayrımcılığıyla nereye kadar dik durabilir?
Buradan da anlıyoruz ki, Anadolu toprakları üzerinde süren 1000 yıllık hükümranlık, bu devlete ne bir bilgi birikimi ne de bir kültür birikimi kazandırmıştır; devletin vatandaşı kapsama genişliği, onun için bir hizmet ağı olmak yerine bir baskı tasallutundan öteye geçmemiştir. Bu da yukarıda dile getirdiğim acı sözlerin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
Kürt halkı, her koşulda barış için elini uzattı. Çok da taviz verdi, sırf barış içinde bir arada yaşamak için. Çünkü uygar bir ulusun davranışını sergiliyordu. Barışın yapıcı olduğunu, savaşın tarihi kinler yarattığını deneyleriyle biliyordu.
Ama siz ne yaptınız, kirli savaşınızı, sonuç alacağınız yanılgısıyla inatla sürdürdünüz. Terör dayattınız, ölüm saçtınız, insanların mezralarını, köylerini yaktınız, sürgün ettiniz yaşamı cehenneme çevirdiniz, sınır dışı operasyonları dayattınız, bunu da emperyalist-siyonist güçlerden destek alarak yaptınız. Dış güçlerin maşası olarak kendinizi görmek yerine, Kürt halkını ve onun fedakar evlatlarının siyasal yapılarını hedef seçtiniz. Kürt halkı ve PKK’nın mücadelesi ise, dayattığınız çirkin, bencil tek boyutlu ırkçı- milliyetçi faşizanlığınız karşısında, doğal bir refleksle var olma mücadelesi olarak belirdi. Bunu da hakkıyla ve kararlılıkla, halkın verdiği güç ve kaynaklarla yapmaya da devam ediyor. Yaşam hakkı için meşru olan direnişe terör demek kadar alçaltıcı bir şey olamaz. Siz ancak bunu yapabiliyorsunuz…
SONUÇ
Bir kez daha aklıselime çağırıyorum.
Birbirimizi neden kıralım? Böylesi bir kıyımdan kim kazançlı çıkar sanıyorsunuz? Kardeş kanına bu kadar mı susamışsınız? Söyler missiniz?
Oturun ve biraz düşünün, empati yapın, bizi de anlamaya çalışın…
1000 yıldır sizi de esir eden ilkel akılların dayattığı zulme dayandık, bundan sonrası çekilmeyecektir. Birbirimize karşı olmaktansa hepimizi esir eden bu ilkel akıla karşı koyalım, gelin bu makus kaderi birlikte değiştirelim…
Bu satırların yazarı her yazısında dile getirdiği gibi, milliyetçiliğin her türüne karşı mücadele etme kararındadır, bölücülüğe de karşıdır.
Bu olumsuzlukları birbirimize dayatmadan barış ve diyalog yoluyla bir çözüm bulalım, halkların bizden beklediği sorumlu tutum budur.
Sokakların refleksleriyle, ülkelerin yüksek çıkarları belirlenemez.
Sokaklara dayananlar karşı sokakların da hesabını yapmış olmalılar. Bu ise kanlı bir kıyımdır. Yaratıcı anarşi diye insanlığı kana bulayan Amerikan-İsrail üretimi olan bu ölüm denklemin kuklalığını her zaman ırkçılar ve milliyetçiler yapmıştır. Kaybeden de onlar olmuştur.
Dikkatinizi çekerim.
MGK’nın son toplantısıyla ilgi yazdığım makaleye Olumlu ve olumsuz olmak üzere farklı birçok tepki geldi. Bunlar arasında uzun zamandır yazılarımı izlediğini söyleyen, kimi zaman “bu azminize saygı duyuyorum” diyen kimi zaman ise ırkçılığı tutarak amansızca saldıran biri var, Hüseyin Orhan diye; dayanamamış, veryansın etmiş. Bu türler kimi zaman yazılarıma ve şahsıma itirafçılardan, MİT ajanlarından aktarmalar da yaparak saldırıyorlar. Kuşum Cihat (Cahit miş) gibi milliyetçilerle mücadelemizin bir parçası olarak bu makale- mektubu kaleme aldım, okura kıssadan hisse vermeye çalıştım. M. Ural
BU AKIL DEĞİŞMEDİKÇE…
http://mirural.blogspot.com/
Mihrac Ural
2 Ocak 2011
Sayın Hüseyin Orhan,
“MGK Siyasete Müdahaleye Devam Ediyor” başlıklı son makaleme anlam vermekte zorlandığım ilkel milliyetçi bir refleksle cevap vermişsiniz. Sizinle, bu kadar olmasa da daha önce sert bir yazışmamız olmuştu.
Size kanaatlerimi açıkça yazdım, kaldı ki düzenli yazan biri olarak gönderim yaptığım mail grup listesinde adınızın olması dolaysıyla da sizlere tüm yazılarım ulaşmaktadır.
Yazılarımın tümü özgürlük ve demokrasi mücadelesi üzerine ortak ülke, algısı ve farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşama amacıyla kaleme alınmaktadır. Milliyetçiliğin her türüne bölücülüğe de sert eleştiriler yaparak bunların kim olduğunu açıkça dile getirip duruyorum. Bu ülkeyi kanlı sahnelere mahkum edenin, yalnızca devletin ve iktidarların politikası olduğunu, milliyetçiliğin ve bölücülüğün de buradan kaynaklandığını her zaman dile getiriyorum. Bunu siz de iyi biliyorsunuz. Bu açıdan, benim yazılarımda yeni bir şey yokken böylesi tepki göstermenizi anlamak güç.
Bu nedenle öncelikle, bana yönelttiğiniz “bölücü, EVANJELİST” suçlamalarını size iade edeceğim ve sizi ayıplayacağım.
Sonra, konuları başlıklar halinde şeyle dile getirmeye çalışacağım.
MGK CUMHURİYETTEKİ OSMANLIDIR.
Düşünceye, düşünceyle karşılık verilir. Siz ise her fikirsiz ve zayıf insan gibi saldırarak suçlayarak cevap vermişsiniz. Üstelik suçlamalarınız, Irkçıların kan tahlilinden yola çıkarak insanları suçlaması gibi de olmamış, paldır küldür sallamışsınız.
Diyorsunuz ki;
“KUSURA BAKMA AMA SEN TAM BİR BÖLÜCÜ VE EVANJELİST KÖLESİN. AĞIR BİR İTHAM AMA BUNU YAZMAK ZORUNDAYIM. EVET OSMANLININ HATALARI ÇOK BUNA İTİRAZIM YOK. EĞER OSMANLI O KADAR GENİŞ ALANA YAYILAMASAYDI BU GÜN BU TOPRAKLARADA NE TÜRK VE ASLEN TÜRK OLAN AMA ASLINI İNKAR EDEN KÜRTLER OLURDU.”
Öncelikle suçlamalarınızı size iade ederim, alın onları güle güle kullanın. Bu suçlamaların benimle ortak bir yanı mantıken de olamaz, zira hak arayan benim, hakkı gasp eden sizin aklınız.
Bilmelisiniz ki kendinizi bu cümlelerle de anlatamazsınız.
Yazımı tekrar okuyunuz, bu yazıda Türk halkına olan sevgimi ve saygımı, ülkenin birliği ve barışı için neleri savunduğumu yeterince dile getirdim. Konu, MGK’nın siyasete müdahalesiyle siyasal dengelerin kimyasını bozmasıyla ilgilidir. Üstelik tarihsel olarak oturduğu haksız bir zemin üzerinde bunu ısrarla yapmasının ülkemizde yarattığı gerginliklere dikkat çektim
Bu nedenle de Türk halkının, seçilmemiş bir oligarşik cunta olan MGK’dan acilen kurtulması gereklidir diye de görüşümü belirttim.
Bu cunta yarın, Cemaat’in, Fethullahçı İmamları’nın emir ve kumandası altında olacaktır. Dünü ne ise yarını da aynıyla devam edecek, siyasette “serbest rekabetin” adaletsizce, seçilmemişler tarafından bozulmasına yol açılacaktır; silahlı gücü elinde bulundurmanın pervasızlığıyla halkın iradesi dün olduğu gibi yarında çiğnenecektir. Başta Türk halkı bu gidişe onay vermez. “Çağdaş uygarlık” demek kolay, ama bunun yolları üzerindeki MGK gibi barikatlar temizlenmedikçe, bu yolda bir menzile varılabileceğini sanmak boş bir hayaldir.
Her yazımda etraflıca ve genişçe izaha çalıştım, orijinal olmayan etkilerden uzak, insanlık ailesiyle bir arada yaşamak için demokrasi ve özgürlük gerek. Bunun önüne kona her milliyetçi engel bir veba gibi tüm toplumu çökertir, dedim. Buna geçit vermememiz gerek. MGK ve üzerinde yükseldiği algı çağ dışıdır, ortak ülkemizin kimlik bunalım sorunları, kaosları hep bu dayatma kurumların yarattığı statülerin ürünüdür, dedim.
Ben bunları dile getirirken siz insanın tüylerini diken diken eden şu sözleri dile getiriyorsunuz:
“TÜRK HALKI İÇİNDEKİ MÜSLÜMAN GÖRÜNEN DÖNMELERDEN TÜRK OLMAYAN DİĞER MİLLETLERDEN ÇOK ÇEKTİ VE ÇEKİYORDA. İLERİDE BANA SORULSA BEN MALLLARININ TUTARI 100.00TL İSE ONLARA 200.000TL ÖDEYİP BU ÜLKEDEN GÖNDERMEK BENCE EN MANTIKLI OLANI. ONLAR RAHAT DURMUYOR VE ESKİDEN OLDUĞU GİBİ BU GÜN YİNE HUZURUMUZU BOZMAK VE TÜRK HALKINI YOK ETMEK İÇİN VAR GÜÇLERİ İLE ÇALIŞIYORLAR. İÇLERİNDE GERÇEKTEN SAMİMİ OLANLARI DA VAR AMA KALLEŞLİK YAPANLAR O KADAR ÇOK Kİ NASIL GÜVENECEĞİZ. BİR KÖTÜNÜN DOKUZ KÖYE ZARARI VARMIŞ. KİMBİLİR BELKİ SİZDE ONLARDAN BİRSİNİZDİR.”
Bu cümleleri Nazı subayı mı yazmış, kızıl elma peşinde koşan Alperen Ocakları militanımı ayırt etmek güç. Bakın sol milliyetçilerde de benzer yaklaşımlar var; bu utanmaz adamlar kendilerine de solcu derler. Geçenlerde “test” soruları sorarak, elimin tersiyle tokatladığım ilkel milliyetçi Cihat adlı bir paranoya “Ermeni Soykırımı diye bir söz duydunuz mu?” diye soru soruyordu. Artık gerisini siz düşünün, oysa siz bir milliyetçi olarak bu inkarcılığı sakınmadan dile getiriyorsunuz, Cihat (Cahit) ise solculuk adına yapıyor ( bkz: 211, DOSYA “İLK TEST” VE 212. DOSYA “SON TEST” http://mirural.blogspot.com/ ) Tümü aynı kefenin içinde, ırkçı-milliyetçi duruşlardır. Bunlarla, bunların devletleriyle benim mücadelem var, ona devam ediyorum.
Bu ilkel algıların saldırılarını esasında önemsemiyorum. Bu yazımı okurla paylaşmak ve bu vesile ile yararlı mesaj vermek için yazıyorum.
Saldırılarınızı bir daha okuyun ve yazdıklarımla karşılaştırın, tek boyutlu milliyetçi duygularla bölücü olmaktan başka ne anlamınız var bunu kendiniz sorguluyor musunuz?
Bu ülke, bu vatan tek sizin mi? Sizden önce olanlara ait olan bir yer yok mu? Ya köle ya da defol mu diyeceksiniz? İşte siz busunuz.
“Bunları size söylemedim” diye de kendinizi aldatmayın, bu ülkede özgürlükleri sonuna kadar götürmeden, bunları savunmadan, gönüllü birliğe ya da ayrılığa razı olmadan siz, bölücü, mütekebbir (kendini Kaf dağında gören), ötekileştirici olmaktan kurtulamazsınız.
Ben size kabalık yapmayacağım. Bana uygun düşmez. Fikirleriniz varsa tartışalım. Uluslara ve ulusal değerlere kimsenin saygısızlık etmesini de istemem. On yıllardır sürgünlerdeyim. Zindanlar yattım düşüncelerimden dolayı, oysa tek amacım demokratik ve özgür bir ülkede yaşamaktı. Ama bakıyorum siniz gibi ilkeller var oldukça, bizleri kanlı savaşlara mecbur bıraktıkça, bunu umutlarımız zor gerçekleşecek.
Sonra,
Yazılarımı dikkatlice okumuyorsunuz, ön yargılısını öyle olunca da kimse kimseyi okumuyor, birkaç satır sonra küfürlere başlıyor. Oysa insanoğlunun bulduğu en önemli iletişim ağı diyalogdur. Bunu başaramayanlar, insan olma yönünde evrimim tamamlayamamış olanlardır. Bunlara da bir şey denemez
Tekrar ediyorum, Türk halkına büyük umutlar bağlıyorum. Bu halkın aklıselim evlatları, bu gidişe son vermelidir, diyorum. Ortak ülkemizi Sevr’e taşıyanlar bu günde aynı maceraya yöneltiyorlar. Bunlar ittihatçı güruhtur. Gözü dönmüş militarist milliyetçiliği mozaik bir dokuya dayatanlardır. Bunlar İzmir suikastında Atatürk’ü bile katletmek isteyen darbeci, Teşkilatı Mahsusiye’nin serserileridir.
Bunlar asla vatansever değiller. Bunlar, fetihlerin arkasından halkını perişan eden, sarı kamışta, Sina çöllerinde, Libya’nın Fizan’nında hayali fetihler peşinde koşan militarist milliyetçiliğin emperyal gözü dönmüşleridir. Aksi söylense de Cumhuriyet farklı bir planla kuruldu dense de Cumhuriyetteki Osmanlı tas tamam budur…
Buna karşı, acıları içene atanların başında Türk halkı gelmiştir. Türkmen aşiretlerinin Anadolu’da nasıl doğrandığını size anlatmayacağım, Osmanlının iç fetih siyaseti ağırlıklı olarak Türkmen aşiretleri sindirmek için yapıla gelmiştir.
Cumhuriyetteki Osmanlı da bunların devamıdır. MGK 21. Yüzyıldaki Osmanlı saltanat kurumu gibidir.
Sizde onun bir militanı olarak bana saldırmayı uygun gördünüz. Bakın nasıl da dişinizi gösterdiniz.
Oysa siyasi bir dille yazıp tartışmamız gerekirdi, buna zemin bile bırakmadınız. Buna rağmen nezaketi elden terk etmeden yazıp, yanlış yaptığınızı basit cümleler kurarak, anlamanıza yardım ederek izah etmeye çalışıyorum.
ORTAK ÜLKE ALGISININ KÖKLERİ
Dün olduğu gibi, bu gün de ben ve düşünce arkadaşlarım, ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük hakları için mücadele etmeye çalışıyoruz; ortak ülkemizin bölünmesini asla istemiyor, milliyetçi despotlukla, tek boyutlu siyasetlerle ve bu akılların dayatmacı iktidarlarıyla mücadelede kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz. Ancak, baskılar böyle sürdükçe, bu baskıların arkasında egemen akıl toplulukları durmak istedikçe, kimse kimseyle bir arada yaşayamaz, bunun da bilinmesi gerek diyorum. Hitler’i seraplarıyla uçuran etmenler arasında, arkasındaki Alman militarist milliyetçiliğinin olduğu unutulmamalıdır.
Sonra hangi hakla, bir millet, kendisine ait olmayan bir toprağı, fi tarihinde “kılıç hakkı” adı altında ele geçirdi diye, bu toprağın yerlisi olan, başka bir yerden gelmemiş ve tarih boyunca bu topraklar üzerinde yaşmış ve yaşmaya devam edecek olan milletleri hak istediler diye bölücülükle suçlaya bilir ki?
Sakince düşünüp çevrenize bir bakın bakalım;
Kürtler, bu bölgeye uzaydan mı geldiler. Yok,
Diğer azınlıklarda öyle değil mi? Bunlar yerli. Üzerinde bastıkları toprak bile anadillerini konuşur.
Peki, yerli olan bir halk, kendi topraklarında siyasi olarak egemen değilse bu ne anlama gelir?
Size soruyorum.
Buna cevap vermeden önce emperyalistlerin I. Dünya savaşı sonrası Türkiye’yi istila etmesini düşün. Bu istilacıların adı ne idi? Topraklarımızı gasp eden emperyalistler değimiydi? Bu istilaya neden olan ittihatçıların savaşa aptalca bu milleti sürüklemeleri olmasına karşın istilacıya istilacı denir, gaspçıya gaspçı denir, işgalciye işgalci denir.
Peki, bunlara “işgalci güçler” dendi. “7 düvel” olarak, savaş galibi olarak, “kılıç hakkı” olarak bu toprakları işgal ettiler ve bu topraklar üzerinde yaşayanları siyasi iktidardan uzaklaştırdılar. Bu olayın 100 yıl önce olması ile 1000 yıl önce olması arasında ne fark var?
Yerli halk Orta-Asya’dan çözülüp gelen barbar akınlarını yenilgiye uğratamadılarsa, kendi toprakları üzerinde köle olarak yaşamaya mı mahkum oldular ?
Nedir, Söyler misiniz?
100 yıl değil de 1000 yıl sonra kendi ulusal kurtuluş savaşlarını vermeleri ayıp mı? Kendi toprakları üzerinde özgürce yaşama istekleri yanlış mı?
Atatürk bile Osmanlı için şunları demedi mi?
“Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Bu sözler, Anadolu topraklarında kimin yerli, kimin sonradan gelip, emek sarf etmeden yaşadığını anlatmaya yeterli değil mi?
Bu bir tarih gerçek ise, Kürtlerin ya da başka yerli ulusal toplulukların özgürlük için, kurtuluş için mücadele etmeleri normal değil mi? Hakları değil mi?
Yunanlılar 1828’lerde, Balkanlar 1912’de, Araplar I. Dünya savaşı ardından ulusal kurtuluşa yöneldilerse suç mu işlediler, Kürtler bu yönde geç kaldılarsa yasaklı mı oldular?
Soruyorum, sizin aklınız nasıl bir ilkel milliyetçiliktir ki, illa savaş meydanlarında mı yenilmeniz gerek? Başkasına dayattığınız “kılıç hakkı” size mi dayatsınlar istiyorsunuz? Bu akılla nereye kadar gidebilirsiniz söyler misiniz?
İlla kan mı akacak, illa kirli savaşlar mı olacak, iç savaşsız özgürlük olamaz mı? Bunu mu istiyorsunuz?
Bu güne kadar ülkemizi kana boyayan savaş bu ilkelliğin sonucu değil mi?
Tanrı sizi bu topraklarda efendi, bu toprağın gerçek yerlilerini de sizin için köle mi yaptı. Bu hakkı nerden aldınız? Söyler misiniz?
Bilmiyorsanız tarih bilginizi yenileyin öğrenin. Bir toprak parçasına vatan, ana vatan, ülke demek için, o toprakları tarihte ilk kez ziraata, yani yaşama açmış olmak ve bunun devamlılığı için kesintisiz emek sarf etmek demektir. Bakir toprakları anavatan yapan budur. Sizin yaptığınız ise gaspçılıktır sürekli kıldığınız ise hazır emeğe el koymaktır, dön Atatürk’ün Osmanlı için sözlerini bir daha oku, gerçek oradadır…
HAKLAR NASIL KAZANILIRI
Biraz sakince düşünün, yaptığınız her şeyin kirli ve yanlış olduğunu anlayacaksınız.
Yeter ki, ilkellikten uzak durun. Bu topraklar, tüm ulusların ortak vatanı olduğunu anlamaya çalışın; sonradan gelmiş olsanız da zorla gasp etmiş olsanız da 1000 yıldır emek vermeden zorla elde tutmanıza rağmen bu topraklar sizin de ortak vatanınızdır. Bu inkar edilemez, siz de inkarcı olmayın. Bu vatan sizin de bizim de vatanınızdır. Ortak vatan algısı budur, bölücülüğe karşı en geçerli yol da budur.
Buradan bakınca Bölücülüğü kimin yaptığını anlamak güç değildir. Egemen olan, devlet erkini elinde tutan, baskı yapan, özgürlükleri gasp eden kim ise bölücü de odur. Bu akılla, başkasını bölücü diye itham etmek hem komik hem de kimsenin aldanmayacağı kadar açık bir yalandır; bu yalanlar ortak yaşamın mayın tarlasıdır bundan vazgeçin…
Dayattığınız tek yol savaş ve şiddet yolu bunu anlayın. “Hak verilmez alınır” diyerek ezilenleri kışkırtan da sizin aklınızdır. Devlet benim, Güç benim diyerek daha çok ezeceğinizi sanıp şiddeti kışkırtıyorsunuz. Düelloya davet eden de sizsiniz.
Kendi milletinizden olduğunu var saydığınız (oysa Osmanlı hiçbir zaman kendini Türk saymadı “Etrak-i bila idrak” (Türk=iradesiz, aptal) dedi, “kara budunlu Türk” diye de alay etti) Farklı mezhepten olan Alevilere çektirdiğiniz zulüm, esasında ne din ne millet hiçbir şeyi tanımaz ilkelliğinizin ifadesidir. Herkesi düşman gören her farklılığı katl-i vaciptir diye üzerine saldıran aklınızla, bu gün de yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Yaşama dair tüm denklemleriniz kıyım ve kölelik üzerine kuruludur. Herkese, “bunlardan birini tercih edin” diyorsunuz; 1000 yıl önce ne idi iseniz bu gün de öylesiniz. Bu aklınızla sizler bir mevtasınız, unutmayın değişmeyen sadece deliler ve ölülerdir…
Sonra ne oluyor,
Katledebilirseniz, dış güçlerin kışkırttığı iç düşmanlar olarak ilan edip zafer sarhoşu oluyorsunuz. Yenilirseniz, “kahpe Yunan”, “hain Arap” diye de utanmadan alay edersiniz. Bu ne biçim akıldır söyler misiniz?
Bakın, bu topraklarda yeni bir uygarlığı inşa edip tüm farklılıkları tek bir ulus altında özümseyerek, asimile edip birleştirebilmiş olsaydınız( Franklar gibi, İtalyanlar gibi, Cermenler gibi) zaten bu kimlik bunalımları ve kaosları olmayacaktı; herkes Türkiyeli olacaktı ve tarihin böylesini dürülmüş sayfalarını kimse açamayacaktı. Açsa bile hiçbir adım ileri gidemeyecekti; kültürleri koruma vakfıyla her şey bir biçimde korunup geliştirilebilirdi. Ama öyle olmadı.
Ama siz Orta-Asya’dan kopup geldiğiniz gibi, Atatürk’ün yukarıdaki alıntısında da ifade ettiği üzere, toprağa emek vermeden, onu kılıç hakkıyla gasp etmekle kaldınız. Çünkü, göçebe toplulukları olarak, bu topraklarda insanlığa ışık saçan eski uygarlıkları aşıp, onları özümseyecek bir kültür dokusuna sahip değildiniz. Bunu sonradan da edinemediniz; aklınız hep fütuhattaydı, başkasının hazır emeklerini gasp etmekteydi. Bu nedenle de kültür biriktiremediniz; medenileşme yerleşmeyi gerektirir, Anadolu’da bile 5 adet başkent değiştirdiniz, üç resmi dil iki alfabe devirdiniz. Bunların kültürel birikim önünde nasıl bir engel olduğunu burada anlatmanın gereği yok, ama olay çok açık.
Bu özelliklerinizle, iyi niyetinizden dolayı değil, tamamen yetersiz olduğunuzdan dolayı kimseyi asimile edemediniz. Yapabildiğiniz tek şey, kılıçtan geçirmek oldu; %99 Hıristiyan olan Anadolu’yu %99 İslam yaptınız. Bunu becerdiniz. Ermenileri, Süryanileri yok ettiniz bunu becerdiniz. Ama yok etmeyi beceremediklerinize ne kattınız, dilini mi yok edebildiniz, kültürünü mü. İşte geride kalanlarda, bu gün kendi haklarını istiyor ve bunu almak için son 30 yıldır özveriyle mücadele ediyor (39 kez ayağa kalkarak “ben de yeryüzünde özgür yaşayan diğer uluslar gibi bir ulusum, özgür olmak istiyorum” diyor.).
Siz de geriledikçe çözülüp hakları tek tek teslim ediyorsunuz. Çünkü buna alışmışsınız; akıl ve diyalog yolu değil, şiddet ve kılıç yoluyla ya al ya ver diyorsunuz.
Bu nedenle de savaş kışkırtıcısı, bölücü olan yalnızca sizsiniz ve bu ilkel aklınız kaldıkça öncelikle kendi halkınıza zarar veriyorsunuz: İşte tam bu noktada benim öncelikli umudum Türk halkındadır, ben bu umudu Türk halkının aklı-selim siyasal önderlerince gerçek olacağı kanaati taşıyorum.
Bizim söylediğimizde gayet basit bir tarih okumasıdır. Denenmişi tekrar denemeyin, komik olursunuz. Bu anlamda acı çekmeyi erdem saymak kadar yanlış bir şey olamaz.
Bu süreci kanlı bir yol haline getirmeyin. Bu hakları tanıyın, birlikte kurucu eşitler olarak bu ortak vatanda barış içinde bir arada yaşayalım; insanlık da bunu gerektirir, tanrının buyruğu da bunu emreder.
Buna rağmen susan, acıları içene çeken, kaderine boyun eğin kim oldu sanırsınız? Bu acıları öncelikle yöneticilerinin esiri olan Türk halkı çekmiştir. Tarihte bu toprakları yaşama ilk kez açan ve gerçek anlamda bu topraklara anavatan adını veren halklar ise yok edilmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu acılar neden devam etsin? Soru budur cevabı da açıktır…
Şimdi de kalk Osmanlının tüm dinlere ve milletlere eşit mesafede davrandığını külahıma anlat. Fethullahçı Cemaatın, İslam’daki ümmetin çok ulusluluğunu ret eden, Osmanlı milletler topluluğu adı altında yeniden halifenin kölesi milletler algısını dayatmaya çalışan yeni stratejileriyle ne yapmak istediklerini anlamaya çalışın.
Her şeyi döndürüp dolandırıp dar çıkarcı yönelim içine sıkıştırmanın tek bir sonucu var, o da kanlı bir iç savaş… İstediğiniz bu mu?
Bu bir Osmanlı akılıdır. Bu dayatmacılık karşısında Türk ulusu bile hakkını almak için ayaklanmak zorunda kalmış 7 düvelle birlikte Osmanlıya karşı kurtuluş savaşı vermiştir. Atatürk bunu Nutukta bile açıkça dile getirmekten çekinmemiştir;
” Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini eline almış bulunmaktadır.” (Nutuk.II, s:475)
Osmanlıdan egemenliğini ele alan Türk ulusu kısa bir süre içinde, hasta adam iyileştikçe ona bir kez daha mağlup olmuştur. Cumhuriyetteki Osmanlı bir kez daha egemenliği ele geçirmiştir. Ülke mozaiği yok sayılmış, eşitlik yönünü gidileceğine tek boyutlu milliyetçiliğe düşülmüştür. Bu, Cumhuriyetin kuruluş amaçlarını da ayaklar altına alan bir gelişmedir. Bunun sonucu bir kez daha Türk halkı da dahil olmak üzere, ortak ülkemiz halklarının tutsak olması anlamına geliyordu. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bir kez daha gündemin en önemli sorunu olmuştu. Üç kuşak bu mücadele ülkemizin temel mücadelesi olarak böylece sorunların merkezine oturmuş oldu.
Bu açıdan bakınca, Türk ulusunun Osmanlıya karşı ayaklanarak hakkını elde etmesi hak oluyor da bu ülkenin farklılıklarının haklarını kazanmak için bu yolu tutmaları terör mü oluyor?
Oysa bizler Türk halkını da tutsak eden bu çirkin gidişe karşı, demokratik haklar için sonuna kadar barışı zorluyor, bıçak kemiğe dayanmadan da şiddet yollarına baş vurmuyoruz.
Her şeye rağmen, biz ezilen farklı topluluklar, hak ve toprak sahipleri olarak oturup aklı-selimce düşünelim diyoruz. Yaşamak için ölüme inat, “Kılıç hakkı” diye ortaçağların barbarlığına boyun eğmek zorunda kaldık. Var olmanın refleksleriyle sonuna kadar direndik ve yenildik. Üstelik kimsenin topraklarına göz dikmemiş, kendi toprağımızda barış içinde yaşarken baskına uğradık gasp edildik. Ama yok edemediniz kültürümüzle iç içe, onu koruyarak bu güne geldik. Kılıçta güçlü idiniz uygarlıkları yıkan barbarlardınız ama kültürünüz uygar ulusları asimile etmekten çok uzaktı, bunu başaramadınız.
Üzerine oturduğunuz uygarlıktan daha ileri bir uygarlık da geliştiremediniz yani almasını bile bilmediniz. Aklınız hep batıya yönelik yeni fütuhatlarla meşguldü, hazıra konmayı emek vermekten daha rahat buldunuz. Buna rağmen, 1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Bu vatan hepimizi ortak vatanı oldu üstelik hepimizi de sığan genişlikte. Hepimizi doyuracak kaynaklara da sahip. Kaldı ki küreselleşme çağında, sınırlar ortadan kalkıyor, hukuk da evrensel normlara oturmaya başlıyor insanlık yer küreyi ortak vatan sayıyor; MGK ise oturmuş saltanat makamı gibi tek tek tek deyip ilkelliğini insanlığa karşı tarihe karşı dayatmaya çalışıyor.
Oysa, böylesi bir ortak vatanda ortak paylaşımı organize etmekten başka bir zorluk yoktur. Bunu da diyalogla, ortakça düşünerek, bu güzelim toprakları kana bulamadan, gençlerimiz ölmeden, analarımızın gözyaşı sel olmadan, birlikte yeniden düzenlememiz gerekiyor.
En yakın dönemde birlikte İstiklal savaşını verdik ve bu ülkeyi kurduk. Dönemin ulusçu algılarıyla etnik bir isim olan “Türkiye” diye de isim verdiniz, varsın öyle olsun; burası Anadolu ve bu isim hepimizi kapsayan bir isim, buna rağmen sorun yok, öyle de olsa özgürlük herkese ait olmalı herkes eşit olmalı herkes hakkı olanı özgürce kullanma bağımsızlığı içinde bulunabilmeli. Demokratik özerklik bundan başka bir şey değildir…
Dedem Süreyya Ural, Osmanlının Suriye’deki 4. Ordusunda iaşe komutanı olarak Lübnan’ın Aintoura beldesinde bulunuyordu (Aintoura, Beyrut’a 14 km, Cuni’ye ise 3,5 Km, güneyinde de Nehir el Kelb bulunuyor, askeri açıdan stratejik bir mevki. Rakım 350 m ). Mondros mütarekesinden sonra, Osmanlı Orduları dağıtılınca, çekip evine gitmedi. Ortak vatan işgal altındaydı ve bir duruş sergilemesi gerekti. Atatürk’ün Kuvai-milliye kuvvetlerine ulaşıp, kurtuluş savaşına katıldı; ortak ülkemiz algısıyla bu savaşta, emperyalizme karşı ailemizin ve halkımızın geleneksel çizgisini sürdürdü, bu oluşuma emek verdi (bu gelenek babam Zeki Ural’la da devam etti, URUBA Hareketi liderlerinden biri olarak, öncelikle Fransız işgaline, sonra Hatay’ın ilhakına karşı direnmede rol oynadı; ayrıca Ermenilerle geçen kardeşçe bir yaşamın, Ermenilerin uğradığı kovuşturmalarla oluşan acı hatıralar da yaşanmıştır. Yeri geldiğinde bu kesit Aintoura’dan Antakya’ya başlığı altında verilecektir)
Dedem kim için bu savaşa katıldı, kim için bu toprakların özgürlüğünü istedi. Ortak vatanı kurtarıp, birlikte yeniden kurduysak, nerede bizim anadil haklarımız, nerede Kürtlerin ana dil hakları, bunları bile vermekten çekinen akıl, bu çağda nereye kadar gidebilir söyler misiniz?
Bu ülkeyi bizler birlikte kurmadık mı, öyle demiyor musunuz. Böyle ise ve bizler bu devlete vergisini ödeyen vatandaşlar olarak, neden resmi okullarda anadil dersleri alamıyoruz, neden çocuklarımız kolektif kimliklerini bilmiyor, kültürlerini, tarihlerini anlamak için devletin mükellef olduğu eğitimden haklarını almasınlar ki? Bu hak insanlık hukuku açısından da semavi dinlerin tanrısının hakkı açısından da öyle değil mi?
Elinizi vicdanınıza koyun, yaptığınız bir baskı rejiminin, bir dayatmacı ilkelliğin kendisi değil mi? İktidar kanaatlerinizi temsil etmiyorsa, sıradan bir vatandaş olarak buna karşı durmanız göreviniz değil mi?
Vicdanınıza sesleniyorum, bu haksızlık değil mi? Bu zulüm değil mi?
Buna direnmek, tarihler boyunca tüm insanların haklı özgürlük talepleri için direnişi değil midir? Direnmenin barışçıl olanı yetmez mi? İlla kan mı gerekli?
Dönüp bana Kürt terörü, PKK terörü deme.
Bu süreci bire bir yaşadım, detaylarıyla bilirim. Kürtleri 200 yıldır 39 kez tarihin en barbar yöntemleriyle, toplu kıyıma maruz bıraktınız, Kürdistan dereleri, her kıyımda aylarca kan aktı. Kılınız kıpırdamadı; daha dün, sosyal demokrat iddiasında olan CHP adına, Onur Öymen, ittihatçı bir milis olarak, meclisin ortasında “Ordu Dersimi doğradığında, bomba yağdırıp yakıp yıktığında, anaların gözyaşına mı bakıldı” diye, Kürt halkının taleplerine nasıl yaklaşılması gerektiğini, tüm ırkçı-milliyetçiler adına haykırmıyor muydu?
Siz karşınızdaki insanları insandan saymıyor musunuz? Bu akıl neyin aklı söyler misiniz?
En komik olanı da nedir biliyor musunuz?
Devletin resmi TV kanallarından biri TRT6 (Şeş) Kürtçe yayın yapar. Aynı devlet KCK davasında Kürtçe anadiliyle savunma yapmak isteyen sanıklara, “savunmalarında kullanacakları dil, bilinmeyen bir dil olduğu için yasak kararı” alır. Kendine saygısı olan devlet, böylesi bir gaf yapar mı?
Aynı devlet dünyanın her köşesinde Türkçenin yaşaması ve öğretilmesi için, tüm vatandaşların ödediği vergilerle oluşan bütçesinden cömertçe ödeme yaparken, ülke içinde milyonlarca vatandaşının konuştuğu anadillerin resmi eğitimi amacıyla hiçbir yatırım yapmaması nasıl izah edilebilir. Bu devlet kimindir sorusunu sorduğumuzda alacağımız cevap farklılıkları ötekileştiren bir cevap ise bu devlet altında yaşamak esaret değimidir. Bunu kim kabul edebilir, özgürlük olanağı bulan hangi aptal bu esarete katlanabilir? Bu davranışı inanç konusunda da sürdüren bu devlet, etnik ve inanç ayrımcılığıyla nereye kadar dik durabilir?
Buradan da anlıyoruz ki, Anadolu toprakları üzerinde süren 1000 yıllık hükümranlık, bu devlete ne bir bilgi birikimi ne de bir kültür birikimi kazandırmıştır; devletin vatandaşı kapsama genişliği, onun için bir hizmet ağı olmak yerine bir baskı tasallutundan öteye geçmemiştir. Bu da yukarıda dile getirdiğim acı sözlerin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
Kürt halkı, her koşulda barış için elini uzattı. Çok da taviz verdi, sırf barış içinde bir arada yaşamak için. Çünkü uygar bir ulusun davranışını sergiliyordu. Barışın yapıcı olduğunu, savaşın tarihi kinler yarattığını deneyleriyle biliyordu.
Ama siz ne yaptınız, kirli savaşınızı, sonuç alacağınız yanılgısıyla inatla sürdürdünüz. Terör dayattınız, ölüm saçtınız, insanların mezralarını, köylerini yaktınız, sürgün ettiniz yaşamı cehenneme çevirdiniz, sınır dışı operasyonları dayattınız, bunu da emperyalist-siyonist güçlerden destek alarak yaptınız. Dış güçlerin maşası olarak kendinizi görmek yerine, Kürt halkını ve onun fedakar evlatlarının siyasal yapılarını hedef seçtiniz. Kürt halkı ve PKK’nın mücadelesi ise, dayattığınız çirkin, bencil tek boyutlu ırkçı- milliyetçi faşizanlığınız karşısında, doğal bir refleksle var olma mücadelesi olarak belirdi. Bunu da hakkıyla ve kararlılıkla, halkın verdiği güç ve kaynaklarla yapmaya da devam ediyor. Yaşam hakkı için meşru olan direnişe terör demek kadar alçaltıcı bir şey olamaz. Siz ancak bunu yapabiliyorsunuz…
SONUÇ
Bir kez daha aklıselime çağırıyorum.
Birbirimizi neden kıralım? Böylesi bir kıyımdan kim kazançlı çıkar sanıyorsunuz? Kardeş kanına bu kadar mı susamışsınız? Söyler missiniz?
Oturun ve biraz düşünün, empati yapın, bizi de anlamaya çalışın…
1000 yıldır sizi de esir eden ilkel akılların dayattığı zulme dayandık, bundan sonrası çekilmeyecektir. Birbirimize karşı olmaktansa hepimizi esir eden bu ilkel akıla karşı koyalım, gelin bu makus kaderi birlikte değiştirelim…
Bu satırların yazarı her yazısında dile getirdiği gibi, milliyetçiliğin her türüne karşı mücadele etme kararındadır, bölücülüğe de karşıdır.
Bu olumsuzlukları birbirimize dayatmadan barış ve diyalog yoluyla bir çözüm bulalım, halkların bizden beklediği sorumlu tutum budur.
Sokakların refleksleriyle, ülkelerin yüksek çıkarları belirlenemez.
Sokaklara dayananlar karşı sokakların da hesabını yapmış olmalılar. Bu ise kanlı bir kıyımdır. Yaratıcı anarşi diye insanlığı kana bulayan Amerikan-İsrail üretimi olan bu ölüm denklemin kuklalığını her zaman ırkçılar ve milliyetçiler yapmıştır. Kaybeden de onlar olmuştur.
Dikkatinizi çekerim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder