14 Şubat 2009 Cumartesi
BAŞKAN ÖCALAN İMRALI'DA HEPİMİZ ADINA TUTSAKTIR...
Mihrac Ural
14 Şubat 2009
Bu ülkede kendini özgür sananlar beri gelsin.
Bir vehim içinde değilseniz, çevrenizle birlikte bir varlık iseniz, etkilenen ve etkileyen bar canlı olarak, sosyal bir varlık olarak bu ülkede özgür olmadığınızı her gün, her an size dayatan binlerce çözümsüz siyasal-sosyal-ekonomik sorunla yüz yüzesiniz demektir. Bunlar arasında ortak ülkemizi tek boyutlu yapan dayatma bir veba gibi yayılan milliyetçi tutumlarla, farklılıkları dışlayan bölücü davranışlar tutsaklığımızın bir başka boyutu olarak belirmektedir; farklılıklarımız, sizin kadar hak sahibi olmadıklarını iddia ediyor ve bu amaçla özgürlük ve demokrasi mücadelesine yönelmişlerse siz de özgür değilsiniz.
Kimse sizi aldatmasın. Hiçbir art niyet milyonların hareketini yaratamaz, sonuna kadar da ona hüküm edemez. Halk uğruna dövüşeceği gerçekçi bir hak talebi yoksa bir adım bile sizinle yürümez. Bunu ölçü alın ve ortak ülkemizin demokrasi taleplerindeki hareketlere bakın. Vehim değil bir gerçekle karşı karşıya kalacaksınız. Bu gerçek ülkemizin gerçeğidir; özgürlük ve demokrasinin yetersizliği, dıştalanmışlığı ve bunu talep edenlere karşı akıllara ziyan saldırı gösteriyor. Ölüm kuyularında etnik farklılığından dolayı yatanların olduğu bir ülkede demokrasiden bahsetmek abes olduğu kadar erdemsizcedir.
Tam bu noktada bu ülke farklılıklarıyla birlikte bir ülke ise bu ülkede farklılıkların eşitsizliğinden kaynaklanan sorunların aşılması diye bir sorun var demektir. Üst kimlik sorunu çözülmemiş, bunu tarihsel olarak kaçırmış bir ülkede demokrasi farklılıklarımızın demokrasisidir öncelikle; ekmek, iş ve aştan önce bu sorun demokrasinin temel sorunudur. Bu noktada da kimse kimseyi aldatmasın, sınıf mücadelesinin ayakları yere basmamış ithal malı yönelimleri bir yana, Kürt sorunun çözülmediği bir Türkiye’de demokrasiden söz etmek, anti-demokratik ortamı onaylamaktan başka bir anlama sahip değildir.
Osmanlıdan bu yana süren, cumhuriyetin farklı bir yaşam planıyla kurulduğu iddiasına rağmen kendini dayatan bir akıl sistemi ülkemizin farklılıklarından kaynaklanan zenginliğini, bir iç savaşa doğru sürüklemektedir. Kendi sığlıklarının dünyasına kafalarını kuma gömmüş olanlar, ortak ülkemizin eşitleri olması gereken farklılıkları düşman ilan etmekte bir sakınca görmemektedir. Bu akıl bir Osmanlı talan, istila, zor ve zorbalıkla iradesini dayatma aklıdır. Bu akıl tarihin bile zor kaldıracağı zulümleri vatandaşı saydığı farklı etnik yapılara reva görmekten çekinmemektedir.
Bu akıl, Fırat’ın ötesi, Torosların güneyini böylece Fırat’ın berisinden ve Torosların kuzeyinden kopartacak girişimlerle bu ülkenin tek bölücülük kaynağı olarak kendini göstermektedir. Kullanım tarihi bitmiş milliyetçilik vebasını, bu coğrafyanın uygarlıkların anavatanı olduğu gerçeğine tercih etmektedir. Cumhuriyet genetik olarak bu akılla müpteladır ve bundan kendini kurtaramamıştır.
Ortak ülkemizin kimlik bunalımını da tutsaklığımızın bir başka boyutudur. Bu ülke hala ortak bir üst kimlikte kendini tanımlayamamaktadır. Bu sorunu söylemsel etkiden başka anlamı olmayan “anayasal vatandaşlık” ya da “düşünce milliyetçiliği” gibi sosyal demokrat uydurmalar, kendi vatandaşına sınır ötesi operasyon düzenlemekten çekinmeyen Cumhuriyet devletinin elinde aldatıcı bir komedi olduğu yeterince açıktır.
Üç kuşak, 60’lı yıllardan bu yana ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesini kazanma çabasında tükenip durduk. Zindanlar, sürgünler vurgunlar yedik durduk. Tarihten gelen kültürel köklerimiz, dilimiz, ruhi şekillenmemiz, kendi coğrafyamızı tarihte yaşama ilk kez açarak anavatana dönüştüren ve bu güne kadar süren kararlı etkinliklerimiz yok sayıldı. Tek bayrak, tek devlet, tek dil yaşamaya mahkum edildik. Sanayi ürünü bir metaa dönüştürülmek istendik. Ortaçağların en karanlık dönemlerinde en amansız zulümler altında başarılamayan asimile edilişimiz, bu gün tarihin treni kaçırıldıktan sonra ikame edilmek istendi. Buna karşı direncimiz ise kanlı bir kıyım ve yıkımla karşılık buldu. Bu ülke hepimizin ortak ülkesi değildi, birimiz ülkesi olduğu hatırlatılıp duruldu.
Ortak ülkemizde farklı olmak zor. Farklı olmak yok edilme riski altındadır her zaman; en iyi Kürt ölü Kürt’tür algısı Araplar, Ermeniler ve diğer etnik toplumlar için geçerli bir algıdır. Ya göçeceksin ya öleceksin denklemleri, bu coğrafyada en kadim etnik toplulukları yok etti; Süryanilerin akıbeti bir ibret tablosudur, hala tecavüze uğramaları ise bu akıl sisteminde farklı olmanın ne anlama geldiğin anlatmaya yeterlidir.
Biz ortak ülkemiz dedikçe onlar bizim ülkemiz dediler, biz ortak kültür ve soysa yaşamımız dedikçe onlar bizim kültürümüz, dilimiz, inancımız dediler, bunu dayattılar. Vatandaş olmanın yükümlülüğü altında ödediğimiz vergiler, bu tek boyutlu sürüklenişin hizmetine sunulurken farklılıklarımıza yok olmanın yollarını aramaları açık kapı olarak bırakıldı. Kesintisiz bölücülük yaptılar. Öyle ki, kendi vatandaşına karşı “sınır dışı operasyon” düzenleyen dünyanın ilk devleti olmayı tercih ettiler.
Bu ahval ve şerait ortamında üç kuşak demokrasi için yollara döküldük, yollardan toplanıp işkencelere, zindanlara, sürgünlere maruz kaldık. Dağlara çıktık. Gittiğimiz her yerde ortak ülkemiz için halklarımız ve gelecek kuşaklarımız için demokrasi ve özgürlük mücadelesine devam ettik. Bu mücadele 12 Eylül 1980 Faşist askeri darbesinin karanlık baskıları altında direnişle cevap verdi. Bunu yükseltti. Bu noktada Kürt halkının özgürlük mücadelesi hepimiz adına önemli bir manivela görevi üstlenmişti. Türkiye solu bu süreçte ağır darbeler altında gerilerken, milliyetçi bir eğrilme, bir iç bükey ortamına kaydığı da gözlemdi.
Bu süreç aynı zaman da Kürt halkının başarıyla sürdürdüğü bir mücadeleye tanıktı. Bu süreç Başkan Öcalan’ın milliyetçilikten uzak, ortak ülkemizin ortak değerlerine bağlı liderliği altında daha da anlamlı bir yükselişti. Kürt halkı tarihi içinde yetiştirdiği en toparlayıcı en çağdaş lider başkan Öcalan’ı da ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi sunuyordu. Ülkemiz Solunun tarih içinde hiçbir zaman ulaşamadığı bu kitlesel desteğe Kürtlerin katılımıyla ulaşılıyordu.
Bu çok anlamlı bir durumdu. Ülke gerçekliğimizle de tastamam bir uyum içindeydi. Ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi talebinin güzargahı belli olmuştu. Farklılıklarımız özgürlük olmadan ülkemizde demokrasi olamazdı.
Kırılma noktası burasıydı. Ekonomik mücadele, sınıf mücadelesi, ekmek iş aş mücadelesine artık razı olan bu akıl farklılıklarımızın özgürlüğüne karşı askeri aparatının ölüm kusan namlularıyla yürüyordu. Ortak ülkemizin topraklarından ve halklarımızdan toplanan tüm servetler bu haklı talebi yok etmek için savaş meydanlarına sürülüyordu. Bu vahşetin merkezi hedeflerinden biri de hepimiz adına bu mücadelenin liderliğini yapan Başkanı Öcalan’ı tutsak etmeye yönelmişti. Uluslar arası bir komployla da bunu yaptılar.
Başkan Öcalan’ın, böylece hepimize ödetilmek istenen haksız kefaretin adına, hepimiz adına tutsak olarak İmralı zindanına attılar.
Kürt halkı özgürlük talebinde ortak ülkemizin tüm farklılıkları adına yola çıktı. O günlerin yakın tanığı olarak bu gerçeği tüm PKK lider kadrolarının algılarında ve davranışlarında bilen biri olarak bunları dile getiriyorum. Bu liderliğin başında Başkan Öcalan bulunuyor.
Uzun yıllar süren yakın yoldaşlığımızın tüm verileriyle Başkan Öcalan milliyetçiliğin hiçbir türene uzak yakın taviz vermeden, Türkün, Arap’ın, Kürdün ve diğer etnik toplulukların özgürlük hakları için yola koyulmuştu. Kürt halkı bunu hepimiz adına üstlenmişti. Bu yüzden de en sert mücadeleye zorlanmış en büyük özverileri sunmuştu; bu mücadelede on binlerce Kürdün hayatı pahasına sunduğu katkı omuzlarımızda bir borç olarak durmaktadır. Kürtler bu sorumluluk altında kıyım ve yıkımlara uğruyordu. Bir karanlık dönemde Kürt halkının hepimiz adına gösterdiği kalkış, lideri Başkan Öcalan’ın hepimiz adına tutuklanmasıyla noktalanmıştı.
Öcalan tutsaklığının ilk anından itibaren dik durdu. Hamasi militanlıktan uzak, gerçek bir liderin sükunetiyle, halkı adına şahsına yönelen bu darbeyi göğüsledi. Bunu atlattığı andan itibaren de sürece damgasını vurmaya, siyaseti kendi belirlediği kurlarla oynayarak karanlık planları bozmaya yöneldi. O artık tutsaktı ama mücadele dağlarda, sürgünlerde olduğu gibi zindanlarda da sürecekti. Nitekim bunu yükseltti.
O İmralı’daki hücresinden, hiçbir duvarın engel olamayacağı sesini halkına ve ortak ülkemizin demokrasi mücadelesine iletmeyi başardı. Siyasal gündemi belirledi. Kürt halkı da arkasında durdu. Onu bırakamadı. Sağlığıyla ilgi bir sorun da bile, meydanlara döküldü. Bu gün, halkının desteğini arkasına almış dünyanın ender liderlerinden biri olarak, ortak ülkemizin sorunlarına önermeleriyle katkı yapar duruma geldi.
Bu lider hepimize aittir. Değerlerimizi temsil etmekte halklarımıza ileteceğimiz mesajı tutsak olduğu hücresinden, denizlerle çevrili zindanından, ısrarla, kararlılıkla, zindan içinde zindan hücre cezalarına inat, ileterek tarihi devrimci misyonunun oynaya devem ediyor.
Kürt halkının liderine karşı saygı, ülkemizin ortak özgürlük ve demokrasi mücadelesine saygıdır. Ona yönelecek her suçlama, kimden gelirse gelsin aynıyla halklarımıza yönelmiş bir suçlamadır, haksızdır ve devletin derin işleriyle ilgilidir. Özel harp dairesinin kurgularıyla itirafçı ve ajanlarıyla liderlere yönelik yalanları kışkırtmaları yakından biliyoruz. Bu yöntemler, özellikle etnik topluluklara karşı onların devrimci yükselişlerine, kimlik hakları ve özgürlüklerine karşı her alanda yapılmaktadır. Tümünün ortak amacı, farklılıklar dünyasında tek boyutluluğu dayatmaktır.
Başkan Öcalan, hepimiz adına İmralı’da, demokrasi ve özgürlüğümüz için tutsak. Bu tutsaklık gerçek anlamıyla hepimizin tutsaklığıdır, halklarımızın iradesine vurulmuş bir zincirdir. Öcalan’ın zindan duvarlarını aşarak bizlere ulaşan gür sesi gerçekte özgürlük ve demokrasi mücadelemizin başarısı için direnme yolunun da önemli bir pusulasıdır.
Bu kahraman lideri korumak, özgürlüğüne kavuşması için gerekli tüm bedelleri ödemek hepimizin sorumluluğudur. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde bağlılığımız bir yanıyla bu noktadaki tutarlılığımızla ilgili olacaktır.
14 Şubat 2009
Bu ülkede kendini özgür sananlar beri gelsin.
Bir vehim içinde değilseniz, çevrenizle birlikte bir varlık iseniz, etkilenen ve etkileyen bar canlı olarak, sosyal bir varlık olarak bu ülkede özgür olmadığınızı her gün, her an size dayatan binlerce çözümsüz siyasal-sosyal-ekonomik sorunla yüz yüzesiniz demektir. Bunlar arasında ortak ülkemizi tek boyutlu yapan dayatma bir veba gibi yayılan milliyetçi tutumlarla, farklılıkları dışlayan bölücü davranışlar tutsaklığımızın bir başka boyutu olarak belirmektedir; farklılıklarımız, sizin kadar hak sahibi olmadıklarını iddia ediyor ve bu amaçla özgürlük ve demokrasi mücadelesine yönelmişlerse siz de özgür değilsiniz.
Kimse sizi aldatmasın. Hiçbir art niyet milyonların hareketini yaratamaz, sonuna kadar da ona hüküm edemez. Halk uğruna dövüşeceği gerçekçi bir hak talebi yoksa bir adım bile sizinle yürümez. Bunu ölçü alın ve ortak ülkemizin demokrasi taleplerindeki hareketlere bakın. Vehim değil bir gerçekle karşı karşıya kalacaksınız. Bu gerçek ülkemizin gerçeğidir; özgürlük ve demokrasinin yetersizliği, dıştalanmışlığı ve bunu talep edenlere karşı akıllara ziyan saldırı gösteriyor. Ölüm kuyularında etnik farklılığından dolayı yatanların olduğu bir ülkede demokrasiden bahsetmek abes olduğu kadar erdemsizcedir.
Tam bu noktada bu ülke farklılıklarıyla birlikte bir ülke ise bu ülkede farklılıkların eşitsizliğinden kaynaklanan sorunların aşılması diye bir sorun var demektir. Üst kimlik sorunu çözülmemiş, bunu tarihsel olarak kaçırmış bir ülkede demokrasi farklılıklarımızın demokrasisidir öncelikle; ekmek, iş ve aştan önce bu sorun demokrasinin temel sorunudur. Bu noktada da kimse kimseyi aldatmasın, sınıf mücadelesinin ayakları yere basmamış ithal malı yönelimleri bir yana, Kürt sorunun çözülmediği bir Türkiye’de demokrasiden söz etmek, anti-demokratik ortamı onaylamaktan başka bir anlama sahip değildir.
Osmanlıdan bu yana süren, cumhuriyetin farklı bir yaşam planıyla kurulduğu iddiasına rağmen kendini dayatan bir akıl sistemi ülkemizin farklılıklarından kaynaklanan zenginliğini, bir iç savaşa doğru sürüklemektedir. Kendi sığlıklarının dünyasına kafalarını kuma gömmüş olanlar, ortak ülkemizin eşitleri olması gereken farklılıkları düşman ilan etmekte bir sakınca görmemektedir. Bu akıl bir Osmanlı talan, istila, zor ve zorbalıkla iradesini dayatma aklıdır. Bu akıl tarihin bile zor kaldıracağı zulümleri vatandaşı saydığı farklı etnik yapılara reva görmekten çekinmemektedir.
Bu akıl, Fırat’ın ötesi, Torosların güneyini böylece Fırat’ın berisinden ve Torosların kuzeyinden kopartacak girişimlerle bu ülkenin tek bölücülük kaynağı olarak kendini göstermektedir. Kullanım tarihi bitmiş milliyetçilik vebasını, bu coğrafyanın uygarlıkların anavatanı olduğu gerçeğine tercih etmektedir. Cumhuriyet genetik olarak bu akılla müpteladır ve bundan kendini kurtaramamıştır.
Ortak ülkemizin kimlik bunalımını da tutsaklığımızın bir başka boyutudur. Bu ülke hala ortak bir üst kimlikte kendini tanımlayamamaktadır. Bu sorunu söylemsel etkiden başka anlamı olmayan “anayasal vatandaşlık” ya da “düşünce milliyetçiliği” gibi sosyal demokrat uydurmalar, kendi vatandaşına sınır ötesi operasyon düzenlemekten çekinmeyen Cumhuriyet devletinin elinde aldatıcı bir komedi olduğu yeterince açıktır.
Üç kuşak, 60’lı yıllardan bu yana ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesini kazanma çabasında tükenip durduk. Zindanlar, sürgünler vurgunlar yedik durduk. Tarihten gelen kültürel köklerimiz, dilimiz, ruhi şekillenmemiz, kendi coğrafyamızı tarihte yaşama ilk kez açarak anavatana dönüştüren ve bu güne kadar süren kararlı etkinliklerimiz yok sayıldı. Tek bayrak, tek devlet, tek dil yaşamaya mahkum edildik. Sanayi ürünü bir metaa dönüştürülmek istendik. Ortaçağların en karanlık dönemlerinde en amansız zulümler altında başarılamayan asimile edilişimiz, bu gün tarihin treni kaçırıldıktan sonra ikame edilmek istendi. Buna karşı direncimiz ise kanlı bir kıyım ve yıkımla karşılık buldu. Bu ülke hepimizin ortak ülkesi değildi, birimiz ülkesi olduğu hatırlatılıp duruldu.
Ortak ülkemizde farklı olmak zor. Farklı olmak yok edilme riski altındadır her zaman; en iyi Kürt ölü Kürt’tür algısı Araplar, Ermeniler ve diğer etnik toplumlar için geçerli bir algıdır. Ya göçeceksin ya öleceksin denklemleri, bu coğrafyada en kadim etnik toplulukları yok etti; Süryanilerin akıbeti bir ibret tablosudur, hala tecavüze uğramaları ise bu akıl sisteminde farklı olmanın ne anlama geldiğin anlatmaya yeterlidir.
Biz ortak ülkemiz dedikçe onlar bizim ülkemiz dediler, biz ortak kültür ve soysa yaşamımız dedikçe onlar bizim kültürümüz, dilimiz, inancımız dediler, bunu dayattılar. Vatandaş olmanın yükümlülüğü altında ödediğimiz vergiler, bu tek boyutlu sürüklenişin hizmetine sunulurken farklılıklarımıza yok olmanın yollarını aramaları açık kapı olarak bırakıldı. Kesintisiz bölücülük yaptılar. Öyle ki, kendi vatandaşına karşı “sınır dışı operasyon” düzenleyen dünyanın ilk devleti olmayı tercih ettiler.
Bu ahval ve şerait ortamında üç kuşak demokrasi için yollara döküldük, yollardan toplanıp işkencelere, zindanlara, sürgünlere maruz kaldık. Dağlara çıktık. Gittiğimiz her yerde ortak ülkemiz için halklarımız ve gelecek kuşaklarımız için demokrasi ve özgürlük mücadelesine devam ettik. Bu mücadele 12 Eylül 1980 Faşist askeri darbesinin karanlık baskıları altında direnişle cevap verdi. Bunu yükseltti. Bu noktada Kürt halkının özgürlük mücadelesi hepimiz adına önemli bir manivela görevi üstlenmişti. Türkiye solu bu süreçte ağır darbeler altında gerilerken, milliyetçi bir eğrilme, bir iç bükey ortamına kaydığı da gözlemdi.
Bu süreç aynı zaman da Kürt halkının başarıyla sürdürdüğü bir mücadeleye tanıktı. Bu süreç Başkan Öcalan’ın milliyetçilikten uzak, ortak ülkemizin ortak değerlerine bağlı liderliği altında daha da anlamlı bir yükselişti. Kürt halkı tarihi içinde yetiştirdiği en toparlayıcı en çağdaş lider başkan Öcalan’ı da ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi sunuyordu. Ülkemiz Solunun tarih içinde hiçbir zaman ulaşamadığı bu kitlesel desteğe Kürtlerin katılımıyla ulaşılıyordu.
Bu çok anlamlı bir durumdu. Ülke gerçekliğimizle de tastamam bir uyum içindeydi. Ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi talebinin güzargahı belli olmuştu. Farklılıklarımız özgürlük olmadan ülkemizde demokrasi olamazdı.
Kırılma noktası burasıydı. Ekonomik mücadele, sınıf mücadelesi, ekmek iş aş mücadelesine artık razı olan bu akıl farklılıklarımızın özgürlüğüne karşı askeri aparatının ölüm kusan namlularıyla yürüyordu. Ortak ülkemizin topraklarından ve halklarımızdan toplanan tüm servetler bu haklı talebi yok etmek için savaş meydanlarına sürülüyordu. Bu vahşetin merkezi hedeflerinden biri de hepimiz adına bu mücadelenin liderliğini yapan Başkanı Öcalan’ı tutsak etmeye yönelmişti. Uluslar arası bir komployla da bunu yaptılar.
Başkan Öcalan’ın, böylece hepimize ödetilmek istenen haksız kefaretin adına, hepimiz adına tutsak olarak İmralı zindanına attılar.
Kürt halkı özgürlük talebinde ortak ülkemizin tüm farklılıkları adına yola çıktı. O günlerin yakın tanığı olarak bu gerçeği tüm PKK lider kadrolarının algılarında ve davranışlarında bilen biri olarak bunları dile getiriyorum. Bu liderliğin başında Başkan Öcalan bulunuyor.
Uzun yıllar süren yakın yoldaşlığımızın tüm verileriyle Başkan Öcalan milliyetçiliğin hiçbir türene uzak yakın taviz vermeden, Türkün, Arap’ın, Kürdün ve diğer etnik toplulukların özgürlük hakları için yola koyulmuştu. Kürt halkı bunu hepimiz adına üstlenmişti. Bu yüzden de en sert mücadeleye zorlanmış en büyük özverileri sunmuştu; bu mücadelede on binlerce Kürdün hayatı pahasına sunduğu katkı omuzlarımızda bir borç olarak durmaktadır. Kürtler bu sorumluluk altında kıyım ve yıkımlara uğruyordu. Bir karanlık dönemde Kürt halkının hepimiz adına gösterdiği kalkış, lideri Başkan Öcalan’ın hepimiz adına tutuklanmasıyla noktalanmıştı.
Öcalan tutsaklığının ilk anından itibaren dik durdu. Hamasi militanlıktan uzak, gerçek bir liderin sükunetiyle, halkı adına şahsına yönelen bu darbeyi göğüsledi. Bunu atlattığı andan itibaren de sürece damgasını vurmaya, siyaseti kendi belirlediği kurlarla oynayarak karanlık planları bozmaya yöneldi. O artık tutsaktı ama mücadele dağlarda, sürgünlerde olduğu gibi zindanlarda da sürecekti. Nitekim bunu yükseltti.
O İmralı’daki hücresinden, hiçbir duvarın engel olamayacağı sesini halkına ve ortak ülkemizin demokrasi mücadelesine iletmeyi başardı. Siyasal gündemi belirledi. Kürt halkı da arkasında durdu. Onu bırakamadı. Sağlığıyla ilgi bir sorun da bile, meydanlara döküldü. Bu gün, halkının desteğini arkasına almış dünyanın ender liderlerinden biri olarak, ortak ülkemizin sorunlarına önermeleriyle katkı yapar duruma geldi.
Bu lider hepimize aittir. Değerlerimizi temsil etmekte halklarımıza ileteceğimiz mesajı tutsak olduğu hücresinden, denizlerle çevrili zindanından, ısrarla, kararlılıkla, zindan içinde zindan hücre cezalarına inat, ileterek tarihi devrimci misyonunun oynaya devem ediyor.
Kürt halkının liderine karşı saygı, ülkemizin ortak özgürlük ve demokrasi mücadelesine saygıdır. Ona yönelecek her suçlama, kimden gelirse gelsin aynıyla halklarımıza yönelmiş bir suçlamadır, haksızdır ve devletin derin işleriyle ilgilidir. Özel harp dairesinin kurgularıyla itirafçı ve ajanlarıyla liderlere yönelik yalanları kışkırtmaları yakından biliyoruz. Bu yöntemler, özellikle etnik topluluklara karşı onların devrimci yükselişlerine, kimlik hakları ve özgürlüklerine karşı her alanda yapılmaktadır. Tümünün ortak amacı, farklılıklar dünyasında tek boyutluluğu dayatmaktır.
Başkan Öcalan, hepimiz adına İmralı’da, demokrasi ve özgürlüğümüz için tutsak. Bu tutsaklık gerçek anlamıyla hepimizin tutsaklığıdır, halklarımızın iradesine vurulmuş bir zincirdir. Öcalan’ın zindan duvarlarını aşarak bizlere ulaşan gür sesi gerçekte özgürlük ve demokrasi mücadelemizin başarısı için direnme yolunun da önemli bir pusulasıdır.
Bu kahraman lideri korumak, özgürlüğüne kavuşması için gerekli tüm bedelleri ödemek hepimizin sorumluluğudur. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde bağlılığımız bir yanıyla bu noktadaki tutarlılığımızla ilgili olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder