TOPLUMSAL DENGESİZLİĞİMİZİN
KİMLİK KARTIDIR.
Mihrac Ural
2 Temmuz 2008
Kimse kimseyi aldatmasın. Sivas katliamını yaptılar ve buna karşın eli kolu bağlı kaldık. Kopardığımız gürültüyü ise kimse kale bile almadı. Yapılanı kimse abartmasın, dev aynasında da görmeyelim yaptıklarımızı. Yel değirmenleriyle savaşarak kazanacağımız hiçbir mevzi yoktur.
Bu ülkenin akıl serüveni tarihinde tamamlanmamış birikimlerin, algılanmamış insani erdem ve değerlerin, farklılıkları içselleştirmeyi beceremeyecek kadar sığası dar yönelimlerin akıl sistemleri hakim olagelmiştir.
Bunu ne sınıf mücadelesiyle ne de inanç mücadelesiyle açıklamanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. Sonuçta hangi sınıfların kullanımında yer alırsa alsın, olay bir akıl sistematiğinin tarih içindeki evrimi ve dengeleri ya da dengesizlikleriyle ilgilidir.
Bu kıyımın, insan türünün doğadan kopuşuyla birlikte süren tamamlanmamış evrimine ilişkin olduğunu söyleyeceğim.
Buna, Anadolu coğrafyasının bin yıllık kaderinde bu çizginin hala devam ettiğini dehşetle algılamakta olduğumu ekleyeceğim.
Devletin bekası adı altından Anadolu beyliklerinin tedip edilmesi kadar önceki uygarlıkların, yerli etnik dokularını kıyımı, yıkımı ve tehcirlerle katli aynı mantığın kendini ikame etmesi olarak zuhur etmiştir. Bu gün yüzde yüzü tek bir etnik yapının, tek bir dilin, tek bir inanç türünün egemen olduğu iddiası da bu pervasız kaba şiddetin güvencesiyle dile gelmektedir. Bu topraklarda farklılıkların tek yaşamı yolları ölüm denklemleriyle örülüdür. Bu çok iddialı bir söylem mi? O zaman birileri Anadolu’nun bin yıl içinde gündeme gelen çok boyutlu demografik, inançsal kültürel doku değişiminin izahını yapsın.
Farklı bir yaşam planıyla Osmanlıdan bağlarını koparıp kurulduğu iddia edilen cumhuriyet bile doğasındaki barbarlığı aşamamıştır; Kürtler, ardı ardına kıyılmıştır, Ermeni kıyımının devamı olarak paylarına düşeni bu günde ödemektedirler. 6-7 Eylül 1955 olaylarının İstanbul’da azınlıklara reva görülenleri ve öncülü olan varlık vergisi dayatmalarını hatırlayalım, 18 Nisan 1978 Malatya olayları, 23-24 Aralık 1978 Maraş katliamı, 29 Mayıs 1980 Çorum olayları, Sivas katliamından sonraki İstanbul’un göbeğinde Gazi olayları (12 mart 1995), bütün bunlar bir akıl sistematiğinin ne sınıfsal ne de inançsal kaynaklara dayandırılması mümkün olmayan davranış düzeneklerini ifade etmeye yeterlidir. Her tarafa saldıran kendinden başka her şeyi düşman sayan ve en sonunda kendine düşman olan bir klinik vaka hallerinde bir akıl sistematiğiyle karşı karşıya olduğumuzu göreceğiz.
Bu aklı üreten, üretimsiz tüketimin tarihsel rolüdür.
Bu, Orta Asya’dan bir kısrak başı gibi gelip batıya uzanan göçebeliğin genetik izleridir. Başka halkların emeklerini gasp ve talan ederek, tarihte ilk kez yaşama açtıkları toprağı üretimsiz ilhak edip anavatan haline getirdiklerini sananların, farklılıklara karşı refleksleridir. Oturmamış toplumsal akıl melekelerinin kaygı ve korkusundan oluşan tepkilerin, sıradan olaylara karşı tehafütüdür (üşüşmesidir). Aydınlanmasını, yaşadığı uygarlığın verileriyle gerçekleştirememiş, modernizasyon zıplamalarını oturtamamış bir toplumun, kararsızlığı ve kaosudur.
Buna eklenecek birçok unsur daha bulmak mümkün. Bu satırların yazarının dile getirmek istediği gerçek, ilerde de vuku bulması kaçınılmaz gibi duran, toplumun kırılgan noktalarında ve zayıf halkalarında bir kez daha dehşetleri yaşatacak sorunlara karşı önlem için kaynakları doğru tespit etmektir. Slogandan kaçınmak ve bunun için gerekli tüm önlemlerin alınması için bir başlangıç noktası bulmaktır. Zira bu eksiklik Aydınlanma sürecinin olduğu kadar aydın tutumundaki inanılmaz tutarsızlığın anlaşılmasını da sağlayacaktır.
Sivas katliamının derin gerçekleri bunlardır.
Bunları aşmadan alacağımız önlemler birer güvenlik önlemi, askeri önlemler dışında hiçbir şey değildir. Bu da bir savaş önlemidir savunma olsa da. Tarihin hiçbir döneminde savaş ve ona ait araçlar kalıcı bir toplumsal barış sağlama etkinliği göstermemiştir. Geçici barışların sonu, geçici dengelerin sonu gibidir, yeniden bir savaş ve yeniden bir kararsız dengedir. Toplum kendi dinamikleriyle buna son verecek atılımları bulamazsa kaos mahkum olur ve her kaos kuşaklar boyu sürecek kinlerin, kıyımların zemini olarak kendini ikame eder.
Bu açıdan, geçici barış koşullarından sonuna kadar yararlanıp gelecek kuşaklara güvenli bir yaşam dengesini miras bırakmak, gelecek kaygısı olan her toplumun öncelikli görevidir. Yüz yıllar boyu birbiriyle savaşa tutuşmuş Avrupa’nın bu gün kurmakta olduğu Toplulukla bulduğu çıkış belki, bu günün verilerinin ürünü olmasına karşın, geçmişin yaşanması kaçınılmaz acıları üzerine kurulu olsa da bu gün için taşıdığı çok anlamlı bir mesaj bulunmaktadır. Her ne kadar Avrupa kendisi için uygun gördüğü olumlu gelişmelerin başka coğrafya ve halkların umutları içinde yer almasını engellemek için elinden gelen en lanet emperyalist komploları tezgahlamakta olsa da gerçek budur.
İnsanlık tüm kültürel farklılıklarına karşın aynı türdendir. Bu gün itibariyle bildiğinin bilincinde (homo sapiens) olan bu tür, yaptığının bilgisinde olmayan davranışlar sergilediğini gösteren kırılma noktaları taşıdığı gözlenmektedir. Birbirini yemesi ya da yakması çok gerilerde kalmış gibi olsa da, hala bu güdülerle kendi türüne sadrıma eğilimlerini bin bir kılıfla örtebilmektedir. Büyük savaşları bir kenara bıraksak da, bu gün onları aratmayacak pervasızlıkta bir insan kıyımı yaşandığına tanık olduğumuz inkar edilemez.
İnsan öldürmenin aracı ne olursa olsun bunu meşru kılınmak için büyük çabalar sürdürüldüğü de açıktır. Atom bombasını “barış bombası” olarak bilincimize nakşetmek isteyenler, “demokrasiyi yaygınlaştırma çabalarının bir parçası olarak” insan katlini insanlık bilincine meşru bir eylem olarak sokma çabasındadır. İletişim dünyasının inanılmaz araçları bu tabloları anı anına evlerimize, genç beyinlerimizin bilgi birikimlerine meze olarak sokarken, toplumsal ve tarihsel kaoslarımızın dengesizlikleri içinde, birbirimizi yakarak katletmek için küçük bir kışkırtmanın neden yeterli olduğunu anlamak güç görülmez olmuştur.
Buna, Kürtler gibi aynı coğrafyayı paylaştığımız farklı etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi taleplerine karşı gösterdiğimiz “sınır ötesi operasyonlar” ve katlettiğimiz gerillaların parçalanmış cesetlerinin görüntülerinden oluşan görse hamakat, bu duyguları bir inanca, bir gerekliliğe kadar uzatabilecek tetiklemeler yapması kaçınılmaz olmaktadır.
Oysa aynı türün bireyleri ve toplulukları olarak, ne dünyada ne de ortak ülkemizde, ne savaş ne de kıyım istiyoruz. Bu tehlikelere karşı önlem almakla yükümlüyüz. Halkımızdan önce kendimizin aydınlanması gerektiğini ve bunun eski uygarlık değerleriyle olmasa da yeni uygarlık değerleriyle yapılmasının mutlaka gerekli olduğunu bilince çıkarmalıyız.
Küresel bir bilinç algılayışıyla, insanı merkezine koyan, doğayla barışık bir aydınlanma ve kültürel dengelerin özümsenmiş etkinliğiyle, toplumsal barışı savaş yerine ikame edecek bir çıkış yolu bulmalıyız. Bu kesişme noktası aydın olma ve aynı zamanda mensup olunan halk topluluğunun yükümlülükleri için bir sorumluluk duyma konumunda olabiliriz. Bizi düşüncelerimizin arkasında dik tutacak algılayışta, düşüncelerimizin eylemleri için gerekli dinamiklerde buradan beslenecektir. Bu duruş gerçekte aydın cesareti için gerekli olduğu kadar cesaretin aydını olmak içinde gereklidir.
Doğasından henüz kurtulmamış kuşakları için olmasa da gelecek kuşaklar için yapmamız gerekenler olduğu kanısındayım. Sivas katliamının tekrar etmemesi güç olsa da bunu engellemek için gerekli bilincin olmaması kabul edilmez.
1 yorum:
Ayşe Hür’ün yorum
Mihrac Bey,
Merhaba yazınızı okudum. Çok güzel yazmışsınız. Gerçi her zamanki gibi konuyu fazla geniş tutmuşsunuz ama o da sizin tarzınız artık. Sivas'a gelinceye kadar bu ülkede ne vahşetler, ne kötülükler oluyor ama Sivas’ı simge olay olarak ele almak adet oldu. Ben doğrusu belli olayların fetişleştirilmesine pek sempati duymuyorum. Neyse bunlar derin konular, böyle maille tartışılacak şeyler değil.
Selamlar,
Ayşe Hür
*****************
Nadir Nadi Çelik’in yorumu
Aziz yoldaşım
Gönderdiğim yazıyı okudum. Yoruma ve eleştiriye yer bırakmayacak kadar net. Doğrusu taşlar yerine oturmuş. Üslup oldukça yerinde. Bizim orijinalitemizi daha iyi yansıtıyor. Eline ve beynine sağlık. Bende şu anda Akılsız Aklın Serüvenleri'nin üçüncü kısmını yazıyorum. Yine öykü üslubunu kullanmayı tercih ettim. Aslında itiraf edeyim ki, bu hilkat garibesi, rezil ve de şahsına münhasır rejimi batı merkezli teoriler ışığında analiz etmenin bir hayli güç olduğu kanısındayım. Bununla teoriyi reddettiğim sonucuna varılmamalı. Mesela senin gönderdiğin yazıdaki üslup orijinalitemizi daha net bir biçimde yansıtıyor.
Söz konusu Sivas yazısını bekliyorum.
Not: Yazıyı yarın akşam sitede yayınlayacağım.
Selamlar.
Nadir Nadi Çelik
**********************
Semire Gülşen’in yorum
Merhabalar. E-mailinizi aldım. Çok rahatladım 'teşekkürler.Yasadığımız dünyada ayni görüşleri paylaştığımız duyarlı insanların olmasını bilmek çok iyi,İzninizle size sözünü ettiğim ve yazılarını gönderdiğim yazarla ilgili ne düşündüğünüzü soracaktım.Sizin hayat tecrübeniz ideolojik bilgi birikiminiz elbette ki benden kat be kat fazla...Takdir edersiniz ki bazı insanları çözmek çok zor…
Cevabinizi dört gözle bekleyeceğim
Teşekkürler ve Saygılar...
Yorum Gönder