Mihrac Ural
29 Haziran 2008
Aşağıda okuyacağınız satırlar gerçekte bir MSN sohbeti, diyalogudur. Bir değerli dostum, eski bir yiğit yoldaşımla yaptığım bu sohbeti, kendi kanaatlerimi içeren satırları düzenleyerek yeni katkılarla birlikte okurlarıma sunmak istedim. Bir diyalogu, monologa çevirdim. Bununla da MSN sohbetlerimin yazım faaliyetlerinde oynadığı olumlu rolü de aktarmak istedim.
mir:
Paris’te Oberkamp’ta A.İ'nin çalıştırdığı lokantada bir davet vardı. THKP-C (Acilciler) adına davetliydik. Davetliler arasında Sarp Kuray ile Can Yücel aynı masadaydı.
mir:
Bizim Acilcilere ayrılan masada kim vardı bil bakalım ?
mir:
SİVAS KATLİAMI ŞEHİTLERİNDEN ASIM BEZİRCİ
mir:
Evet, Sarpla Can Yücel aynı masadaydı
mir:
Ben sana Can yüceli anlatacağım ama 2 Temmuz yaklaşıyor diye Asım hocayı da anlatayım dedim. Oradan aklıma bir kez daha düştü. Masalarının yanından geçerken Sarp ayağa kalktı " Bak Can” dedi Sarp, (utanarak yazıyorum) “tanıdığın en şerefli devrimciler bunlardır, bunları iyi tanı."
“Antakyalıdırlar” dedi. Yanımda Salih hoca (Antakya TÖB-DER Başkanı Kemal Bayram) bulunuyordu.
mir:
Sarp “Bassit diye bir kasabada memleketine yakın durur. Bizi tekneyle Samandağı’na yakın bir yere kadar götürdü gezdirdi; Ülkemize yakın olma heyecanı yaşattı" dedi
mir:
(bu gezinin fotosunu hemen göndereyim)
"Bassit'te soldan sağa, Osman (SVP genel sekreteri), Sarp Kuray (Partizan Hareketi lideri),
Mihrac Ural ( THKC Genel Sekreteri ), Taylan Doğan ( TKP (B) Genel Sekreteri)"
mir:
Bak bakalım tanıyabilecek misin oradakileri… Arka planda Kel Dağı, sağdaki kayalık Güvercin Adası ( Ceziret ül-Hamam) ve FKBDC den sonra kurulan Devrimci Birlik platformu liderleri yer alıyor.
mir:
Paris’deki davete dönecek olursak, Sarp’ın bu referansı üzerine Can yücel ayağa kalktı..
“Bak” dedi, “Samandağ’ı yöresinde, kel dağında yola çıkan bir devrim ateşi olacaktı yarım kaldı, belki çeyrek kaldı, daha kararlı daha birikimli insanlar gerekti, bunu unutma” dedi geldi gözümden öptü, o sigara dumanından sararmış bıyık ve sakalıyla, içe içe bir hal olmuş haliyle..
mir:
Karşımdaki insana nezaket tutumu takınarak masama geçtim (Can Yücel, tanımadığı ve ilk kez gördüğü bu satırların yazarıyla çok önemli şeyler konuştu. Ben bu kadarıyla yetiniyorum)
mir:
Ve Asım Bezirci ile sohbetimiz başladı uzuncaydı. O sakin sesiz ve sitemsiz duran nazik insanla sohbetimiz derin ve anlamlıydı. Bu satırları yazarken yanarak katledilişinin elem verici sızısı bin insan olarak iliklerime kadar beni sarmasının yanı sıra tanıdık biri, konuştuğum ve kişiliğinden mesaj almam nedeniyle heyecan ve kaygı içinde olduğumu ifade etmeliyim. Kitaplarını okumuştum onu tanıyordum, ve üstat Bezirci de “Kitaplarımı gerçekten okuyor musunuz?” dedi. Sohbetin başından sonuna kadar memnuniyetini ifade etti. Öyle ki, “Siz mi Acilcisiniz?” dedi ve devamında “İnanamıyorum..Siz bir başka şeysiniz” sözlerine karşılık ben de “tüm Acilciler böyledir” dedim.
Asım hoca çok mütevazı sesiz ve sitemsiz bir duruşa sahipti. Bunca kitabın bunca bilginin bunca değerli eserin sahibi gibi değildi. Karşısındakini dinlerken sanki bu bilgi birikimlerini kitaplara döken o değil, tersine duruşuyla karşısındakine o onuru veren bir gerçek bir insan, çok da mütevazıydi. Kararlı konuşmasındaki sakinliğinde bilgiler akıtıyordu. İddialı olmaktan çok bilgisini rekabetsiz sunan, sunduğu bilgiyi özümsemiş kendinden emin olmanın rahatlığı içindeydi. 70 kitabı aşkın eseri vardı. Edebiyatta Türkiye soluna sosyalizmi, insanı değerleriyle öğreten büyük bir duayen ve kaynaktı.
mir:
Sohbetimizin merkezinde 12 Eylül döneminin karabasanı edebiyata nasıl çöktüğü ve bundan aydınların nasıl sınıfta kaldığıydı. Tarihi geçmişiyle yeterlilikleri olmayan aydınların bu darbe karşısında düştükleri aczin acı tablosu üzerineydi. Zaman ilerliyordu ve 12 Eylül dönemi sürmekte toplumun tüm hücrelerine kendi varoluşunu sindirmekteydi. Bunun karşısında halkın yönelimlerini belirleyecek, bu karanlıktan çıkış için etkin bir aydın hareketinin hala belirmediği üzerineydi. Asım hoca üzgündü, ümitsizdi demeyeceğim ama tedirgindi. Benim Asım hoca ile yaşadığım unutulmaz anım özetle böyleydi.
mir:
Gönderdiğim fotoğrafı incelmedin mi, bak o teknede en arka palandaki tekneci Ali (Ebu Steyf). Yakalanan tekne de bu tekne ve bu tekneci yoldaştı.
mir:
2 Temmuz 1993 Sivas Katliamına ilişkin bende yazacağım, ama sinirlerim daha yetirince gerilmedi. Yazmayabilirim de. Eski yazılarımı bildirimi yayınlamakla kalabilirim. Zira çok ağır bir dille yazacağım diye çekiniyorum.
mir:
Olayın boyutu tarihsel mi ? Acaba..
mir:
Bir akıl sistematiğiyle ilgili mi ? Acaba
mir:
Hallaççı Mansur olayının bu bölgenin kaderindeki devamı mı acaba?!
mir:
Hıristiyan Anadolu’nun bildik yollarla İslamlaştırılması mıdır?
mir:
Ayrı olmanın dayanılmaz cinneti mi?
mir:
Farklılığın dinamizmine karşı öfke midir? Nedir? Önce bunları tek tek anlamlı bir biçimde, akademik olarak bilinç süzgeçlerimizden geçirmekle yükümlüyüz sanırım. Aydınların işi, ama nerede? Bu süreçleri bilmeyen, yaşamamış olan aydının gerçek aydın olmayacağı ve dolayısıyla cesur olma şansının bulunamayacağını burada bir kez daha hatırlamak gerekir.
mir:
Bu olaylar belki belgesel bir kitabı olur ama bu tür olayları ancak kısa ama etkin makaleler anlatır diye de düşünüyorum.
mir:
Bence soru ikinci bir Sivas katliamını ne engeller olmalıdır?
mir:
Bunun sigortası var mıdır? Bilmem. Ancak bu ülkede tekrarını kışkırtan çok şey var.
Tamamlanmamış toplumsal akıl yolculuğundan tut, sonradan edinilmiş hazımsız, dengesiz eklektik ve mirasız kültüre kadar çok şey var, çoook…
mir:
Öyle ki, dinini bilmeden ibadet eden bir toplumun psikososyal duruşları mı nedir, bu cinnet halleri?
mir:
Çok şey yazılabilir ama san ki, bir zamanlar haddime düşmeyen şiir yazma deneyimi gibi bir deneyime kalkıyor gibiyim. Bir tarafı eksik kalacak, yine sloganları, yine kuru gürültüye boğacağım olayı korkusu içindeyim. Bu güne kadar yapılanda bundan başka bir şey olmadığı kanısındayım. Bu korku ve kaygıyla elim yazıya bir türlü gitmiyor…
mir:
Zira tamamlanmamış, tatmin edilmemiş, sindirilmemiş binlerce toplumsal eksiğin kendini tamamlama şekillerinden biri olarak algılanınca bu çılgın davranışlar, bu zıvanasız durumlar çok akıllı sanılan insanlarca bile "onlar da kışkırtmasaydı" diyecek kadar akıl dışı olunabiliyor!
mir:
Sivas cinneti bu akıl algılayışıyla, bir kez değil bin kez bile tekrar edebilir.
mir:
Maraş katliamı bunun biçimiydi.
mir:
Çorum olayları..
mir:
Hatay’da aynı oyun tezgâhlanıyordu, dengeler engel oldu. Hatay halkının etnik dengelerinden gelen ve siyasal çalışmaların toplumda yarattığı ayrımsız ilerici mozaik dokunun duyarlılıkları, Maraş türü bir kıyımı temelden tıkamış bu niyetle yönelimlerin önüne geçmiştir. Böylesi bir girişim devletin içinde olduğu bir oyun olsa da kimsenin sonuçlarının nereye kadar uzanacağını bilmeyeceği tablolar yaratabilirdi. Anadolu’da bu olayların boğulması daha kolay gibi duruyordu.
mir:
Ortalıkta belli bir akıl var, bir akıl sistemi. Yaşamımızın tam orta yerinde bize hançer vuran… Üzerinde yaşanan toprakların, ortak bir vatan olmayacağını haykıran, gaspçılığını hırsız fenerinin sönüklüğüyle yönetmek isteyen, herkesi düşman belleyen, tarihsel hataların aşmak yerine onların ilkel duygularına dayanarak çevresini koruma telaşında düşman üretimine yönelen bir akıl. Orta Asya’dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu akıl, talan, gasp, kıyım ve yıkımın üzerinde batıya doğru ilerlerken tıkandığı viyana kapıları önünden gerisin geriye döndüğünde, elinde kalan Anadolu’yu yakıp yıkmaya ant etmiş gibidir. Beyliklerin tedip edilmesinden, Ermeni katliamına kadar uzanan bu kirli tarihten, yeni bir yaşam planıyla sıyrılacağı üzerine çok şey söylenen Cumhuriyet bile elini kana bulamadan yaşayamıyor!..
mir:
Her şeyimizi ayaklar altına alacak kadar pervasız ve kendinden emin bu kara basan, kara bir delik gibi bizi içine çekip atomlarımıza ayrıştırarak buharlaştırıyor gibidir. Aydınlarımız ise biz direnirken buharlaşmış halleri yaşıyor gibidir.
mir:
Bunu söylemekte zorlanıyorum, “akıl sistemi” diye. Ama çok iyi biliyorum bu tastamam budur gerçek olan budur, bir akıl sistematiği, ne sınıfsal çözümlemelerle ne inançsal verilerle açıklanması kolay olmayan bir akıl sistematiği. Eksiklerinin içine kapanmış haliyle, yetmezliklerinin güdüleriyle sürüklenin bir yönelimin aklıdır bu.
mir:
Atatürk’ü burada anmak tam yeridir. Hatalarıyla sevaplarıyla bu şahsiyeti algılamak gerek diyorum. Ne ilgisi var deme, dinle bak. Türkçe ibadet diye tutturmuş fi zamanında, Arap etnik kökenli biri olarak benim tarihsel kültürüme karşı inanılmaz bir handikap gibi gelebilir, özellikle alfabe değiştirme hatası sadece Araplar için değil Türk toplumunun tarihsel bilici için bile inanılmaz bir katliam. Hala öyle düşünüyorum ve bunu “Osmanlıca ve Alfabe” makalemde yazdım. Atatürk’ün Türkçe İbadet ısrarının önemli destekçiyim. Bu ısrar gerçek anlamda bir ulusun tarihsel akıl serüveninde eksik kültürel ve inançsal halkaların tamamlanmasına önemli katkıları olacaktı. Buna gücü yetmedi, kendinin de katkısı olan cumhuriyet Osmanlının genlerini taşıyordu ve bu çocuk böylesi bir düşünceyi anında bertaraf edecek bir şiddeti bağrında taşıyordu, asacak kesecekti, arkasına halkı da alarak doğrayacak yakıp yıkacaktı.
mir:
Bundan da dolayı diyorum; Cemal Kutay’ın dediği gibi “Türkçe İbadet Hakkı” olayı, uluslaşma sürecine geç girişmiş Türk toplumu için yaşamsal bir adımdı. Olmadı. Evet bu satırların yazarı ısrarla Türkçe İbadetten yanadır
mir:
Dinini bilmeden ona inanan bir toplumun handikapları çoktur. İnanç insanın en derininde yer alan en zayıf noktasında nüfuz bulan en dehşet etkinlikleriyle varolan bir fenomendir. Bencil genlerimizin yaşam yönelimlerindeki pervasızlıklarına tetikçilik yapan bir etkendir. Öbür dünyada yaşamak gibi yaşamı ölümsüzleştiren verileri ve sunularıyla din için zıvanadan çıkmak bir tapınma şeklini basit gerekçelerle alabilir. Bu noktada karşıtlar, farklılıklar ne olursa olsun tasfiyesi vacip olur, hak olur, tanrı emri olur ve insan doğadan kopmamış haliyle taşıdığı tüm dürtüleriyle harekete geçer. Diliyle öğrenilmeyen din, siyasal olayların maşası, kin gibi ilkel duyguların dayanağı olur. Türkiye böylesi handikabın önemli oranda tecelli ettiği bir yerdir.
mir:
Bunun için Atatürk’ün uluslaşma sürecinin bir parçası olarak gördüğü ve kültürel dengeler için çok gerekli olan dinin ulusal dille yaşanması olayı burada önem kazanıyor. Bu dengelerden yoksun olan toplumun insan olan kendi türünü yakması, bize inanılmaz gibi gelse de bir inanç ritüeli olarak algılanabilir. Toplum vicdanında sızısı bile gündeme gelmeyen, bir kısa süreçte de unutulabilen bu olayların, ne din ne iman ne de doğadan çıkıştan bu yana insan türünün geliştirdiği hiçbir kültüre ait olması mümkün olamaz.
mir:
Bu kısımla ilgi söylemem gereken şey, Türk halkının kendi inancını diliyle yapamamasının tarih içinde sancılarını göz önüne getirerek, ben de Atatürk’ün düşündüğü Türkçe ibadetin çok gerekli olduğuna inanıyorum.
mir:
Böylesi etkin bir devrimci türden reformu kim başarabilecek? Türk halkının böylesi dinamikleri kaldı mı? Nerededir? Yaşanmakta olan kimlik bunalımları, ulusal sorunlar, komşuluk ilişkilerinde süren gerginlikler bu toplumun böylesi önemli sorunlarını aşabilecek dinamikleri yaratması mümkün mü? Aydının rolü nedir? Nerededir ve hangi kanallardan bu çıkışı bir kitlesel etkin güç haline getirebilir, bunları çözümlemek düşünüp bilince çıkarmak gerekmektedir.
mir:
Arıyoruz…
mir:
Aydınlar nerede?
mir:
Bu halkın tamamlanmamış akıl birikimlerini tamamlayacak AYDIN ARIYORUZ
mir:
VAR OLANLAR ÇEYREK AYDIN BİLE DEĞİL
mir:
Alev Alatlı’nın Rus edebiyatı ve serüveni üzerine yazdıklarını bir gözden geçir, orada aydını daha iyi tanıyacaksın, bu ülkede yok öyle bir şey yok işte. Aydın denilen renksizlerin bırak bir tarihi konudaki dik durabilecek bilgi birikimlerini, uzamıyız diye yola çıktıkları konularda bile arkasında duracakları bir cümleleri dahi yoktur. Bunlar nasıl bir düşünce eyleminin arkasında dik durabilsinler ki. Aydının cesareti nedir? Aydından silah mı sıksın isteniyor? İstenen birikimlerinin ürünü olan düşünceye ait eylemin arkasında korkusuzca durmasıdır. Yanlışa yanlış diyebilme cüretini tüm engellere karşı ve tüm olanaklara karşı savunabilmesidir. Bu ülkenin en büyük aydınlarının toplu davranışlarını simgeleyen tek şey, patronu adına kılıç sallamaktan ibarettir. Bundan özellikle birey olarak dik duranları tenzih ettiğimi belirtmeliyim.
mir:
Ülkemiz 80 milyon, belli bir tarih, belli bir edebiyat ya da bir başka şeyde miras birikimleriyle devam eden bir tek ailesi bile yok. Kültür mirasını kuşaktan kuşağa devretmiş bir dokusu, bir topluluğu… Bir sendika ya da sivil toplum kuruluşu bile yok. Hep tıkanmış, hep doğranmış hep engellenmiş ve söndürülmüştür. Zaman zaman yazılarımda kendi adıma, 2300 yıllık Antakyalı bir ailenin şehir kültüründen geliyorum, kökleri kadim bir din ve hukuk bilgini aile mensubuyum derken dile getirdiğim kaygılar da bununla kesişiyor. Bu dengelerin birey açısından çok insanda olduğunu da iyi biliyorum. Ama toplum bu dengeleri taşımayınca bireylerin dengesizlik içinde ezilip itildiğini bir taşralı olarak farklı yerde ve yoldaş çevresinde bile, kendi deneylerimle de yaşadım. Kıyıcılık, tahammülsüzlük bazen solun bile temel çalışma tarzı olmuştur birbirine ve kendi içine dönük olarak.
mir:
Bu ülkede ciddi bir kültürel mirassızlık hüküm sürüyor.Hala insanlar kendi kimliklerdi için net olarak söyleyebilecekleri bir geçmiş irade bulunmuyor; kimisi kendini Müslüman, kimisi ise Alevi ya da Kürt ya da Arap ve ya Türk sayıyor. Kimliksiz bir toplumun dengesizlikleri diğer etmenlerle birleşince, ortaya şiddetin, tasfiyenin egemen olduğu bilinç bir anda parlayıp hâkimiyet kurabiliyor ve kitlesel bir eylem olarak tezahür eder hale geliyor.
mir:
Bazen sükunetimizi bozup verili bu ortamı belden yukarı jargonlarla izah etmekte zorluğa düşenleri anlamak gerektiğini düşünüyorum.
mir:
Evet mirassızlık çok önemli bir sorun. Sürekli sıfır artı sıfır elde var sıfır durumu. Hep başa dönmek, hep yeniden kurmak ve yıkılmak gibi sonu gelmeyen merkezsiz bir fasit daire içindeyiz.
mir:
Hep sıfırdan başlamak bir kader gibi. Sivas olaylarını anarken satırlarımıza yayılan bu öfke umarım bir kez daha Sivas katliamlarının olmaması için daha etkin önemlere sahip olabilir bunun gereklerini yerine getirebiliriz. Senin insanlığın adanı gösterdiğin “insan nasıl yakılır bu olacak şey mi, bunun hesabı sorulamayacak mı, anlamıyorum” yönündeki tepkine ise tamamen katılıyorum. İnan ki, elim kalem tutmayacak kadar taraflı olduğum bu konuda ne yazacağımı tam kestiremiyorum.
mir:
Sivas katliamına ilişkin çok az şey yapıldı. Çok az şey ve çok cılız..
mir:
Bu ülkede aydın yok.
mir:
Bütün mesele bu, bu meselenin arka palanı da ise tamamlanmamış, kolektif aklın serüvenleri, hazmedilmemiş bilgiler, aşılmamış tarihsel süreçlerden oluşmuş bir ton sorun yatıyor. ‘Aydınlanma ve Modernite’ yazımda bu konuya ilişkin söylediklerimin özeti, bu konu için bir çıkış noktası olması dileğini taşırım; yeni bir uygarlıkta kimliğimizi bulmak için bu uygarlığa ait aydınlanma çağını, öncekinde 18.yy ve sonrasında olduğu gibi atlamamak gerek, Yeni uygarlığın aydınlanma süreçlerine açık ve hazır olmak gereklidir. Yeni uygarlığın verileri bütün yönleriyle kendisini ortaya koymamasına rağmen ki, aydınlanma sürecini yakalamak için bu bile önemli bir fırsattır, ortaya çıkan değerlerini algılamak kendi orijinalitemizle bu sürecin içinde bulunmak gereklidir. Yeni uygarlığın aydınlanmasını yakalayabildiğim oranda bu çağın modernitesi içinde dengelerimizle yerimizi almak mümkündür. Dengelerinin ayakları üzerinde yaşayan bir toplum, insana ve doğaya bakışı da olumlu olacak pervasız çıkışlarının önünü kesecek bilinç ve kurumsal etkinlikleri de yaratmış olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder