6 Ocak 2009 Salı
SUÇLU KİM?
Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
5 Ocak 2009
Filistin davasını mekanik algılarla yorumlama çabalarının, çatışmaların artışına paralel olarak gündeme geldiği gözlemlenmektedir. Hamas’ın füzelerinin sivil hedeflere yönelmesi ve bunun yüzdelik sonuçları bu algıların önemli referansı haline gelmiştir. Beni, “soldaki Siyonistler” kavramını üretmeye götüren de bu sığ anlayış oldu. Bu anlayışların, önemli bir kısmı da rakamları gizlemek için yüzdelere sığınmıştır. Hamas’ın öldürdüğü sivil yüzdesi %75, İsrail’in katlettiği sivil sayısı ise %50. Buna bakan okurun, Hamas’ın çok sivil öldürdüğü sonucuna varması zor olmaz. Ancak burada rakamlar gizlenmiştir. Rakamları ortaya koyduğunuzda göreceksiniz ki, Hamas’ın korkutma amaçlı füzelerinin öldürdüğü toplam kişi sayısı 8’dir. Bunun %75 ise 6 sivildir. Oysa İsrail’in II. İntifada’dan bu yana ( Eylül 2000) toplam katlettiği Filistinli sayısı 7000, devam eden Gazze saldırısında ise şimdiye kadar 550 Filistinlidir.
Yüzdelerin doğru olduğunu varsaysak bile, II. İntifada’dan Gazze saldırısına kadar 7000’in %50’si 3500 sivil insan yapar. Bu oranları Gazze’de öldürülmekte olan insanlarla ilgili ele aldığımızda (ki Gazze’de öldürülen sivillerin oranı, %90’dan fazladır) 385 kişi eder. Rakamlar çok farklı şeyler söylüyor, bunu gizlemek ayrıca insanlığın katledildiği bir ortamda saygın bir ele alış sayılamaz.
Bu mantıktan derhal çıkmak gerek. İnsandan söz ediyoruz, rakamlardan değil. Bunun için haklı ve haksız ayrımı rakamların yerini almalıdır. Unutmayın, tarih boyunca hakları için dövüşenler, haksızlardan çok daha fazla öldürülmüşlerdir. Bunu bir ölçü olarak ele alsak bile, Filistin davasında öyle muteber bir tarafsızlık yapma durumuna düşmeyiz.
Hadisenin gerçek boyutu şudur:
Arap-İsrail sorunu öncelikle siyasal-ekonomik bir sorundur; yüz yıllık bir sorun olarak, emperyalistlerin bölgemizle yakın ilgileri nedeniyle gelişmiştir. Bu süreçte Batılı ülkelerin düşünsel formasyonlarından biri olarak da Siyonizm gelişmiştir. Siyonizm, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesinin bir ürünüdür ve katıksız Batı standartlıdır. Ne Filistin ne Kudüs’e dönüş ne de herhangi bir semavi dinle ilgilidir; o kendi algıları doğrultusunda yönlendirebileceği kitleyi oluşturmak ve içinden çıkıp geldiği kitleyi buna katabilmek için dini kullandı. Yahudiler, dini amaçla bir ibadet ritüeli olarak tekrar ede geldiği "Kudüs'e geri dönüş" söylemini, 20. yüzyılın emperyalist çıkar gereklerine uygun bir siyasi propaganda aracı yapmıştır. Bu tercih daha sonraları Çad ve Arjantin’de Yahudilere vatan oluşturma projelerinin tutmamasına, “Kudüs olmadan bu projeye hiçbir Yahudi katılmaz” denmesine ve II. Dünya Savaşı’nın kefareti olarak İsrail devletinin kuruluşuna kadar gitmiştir. Siyonizm, Batılı Yahudi tekelci sermayenin, uluslararası egemenlik savaşlarının bir unsurudur, bir dişlisidir. Doğuş süreci kapitalizmden emperyalizme geçiş sürecidir, doğum ve gelişme yeri de Batı’dır.
II. Dünya Savaşı’nı ve Yahudilerin çektiklerini biliyoruz. Buna Yahudilerle de ilgili hangi yanlışlarının sebebiyet verdiğini, Siyonistlerin bu konuda Batı’da giriştikleri hangi ekonomik tahribat, tekelcilik ve uluslara verdikleri zarar halkalarıyla ilgili olduklarını tartışmayacağım; bunun Yahudilerin tarih boyunca Nabuhaz Nassar’dan, Titus’a ve II. Dünya Savaşı’na kadar uzanan süreçlerinde de aramak yanlış olmayacaktır. Yeryüzünde hiçbir halk insanlığa bu kadar sorun yaratmamıştır. Bugün de Filistinlilere dayattıkları ölüm denklemlerinin sorumluları olarak insanlık karşısına çıkmaktadırlar.
Bugün solda kimi Siyonistler, Hamas’ı tartışma konusu yaparken, ben de Yahudilerin tarihler boyu devam eden ve kendilerini zora sokan davranışların, siyasal tercihlerin, yönelimlerin ne olduğunu sorgulamak gerektiğine dikkat çekeceğim. Bunlar eşit oranda araştırılmalıdır, Filistin halkı bombalar altında katledilirken değil. Devam edelim.
II. Dünya Savaşı’nda Batı kefaretini Araplara ödetti. Filistin topraklarında dünyanın her köşesinden topladıkları ayrı tarih, kültür hatta dil farklılıkları olan Yahudilere bir devlet kurdular. Bu devlete genişleme olanağı tanıdılar. Arap Filistin halkı toprakları ve her türden insani haklarının gasp edilmiş olduğu bir noktada kendilerini savunurken, “saldırgan” oldukları bahanesiyle toprakları yeniden işgal ve ilhak edildi. Başta ABD ve İngilizlerin dayatmasıyla, II. Dünya Savaşı’nın taze yaraları üzerinde süren duygu sömürüleriyle ve BM’den çıkarılan kararla kurulan İsrail devleti, topraklarını bir kez daha bin kez daha genişletmek için askeri zorbalık ve dayatma yapmıştır. Filistin halkı sadece yaşamak için direnmiştir. Muhayyemlerde (çadırlarda) aç, sefil olarak, her haktan yoksun olarak bugüne kadar gelen sürgün yaşamına mahkum edildiler. Bu gün İsrail’in yeni işgal ve statüleri kendi lehine değiştirme çabalarının ve emperyalist çıkar dengelerinin bölgemize yönelik planlarının ikamesi için girişilen Gazze saldırısı gündeme gelmiştir. “Hamas’ın füzeleri” işin komik gerekçesidir. Kimseyi aldatmayacak kadar beyhude bir gerekçedir.
Araplar ve Yahudiler binlerce yıldır birbiriyle yaşamaktadırlar. Bu ortak topraklardaki yaşamlarında insanlığı meşgul edecek ciddi bir sorun gündeme gelmemiştir. Bu sorunun yüz yıllık bir sorun olması bile, kimlerin eseri olduğunu göstermeye yeterlidir. Emperyalist çıkar çevreleri bölgemizdeki çıkar dengelerinin bir ürünü olarak ortaya çıkan bu sorunda, Yahudi olmak sadece bir figüran olmak demektir.
“Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan” tartışmasına hiç girilmemelidir. Kendi coğrafyalarında, nesiller boyu verilen emeklerle yaşama açılıp vatana dönüştürülen Filistin toprakları, Filistin Arap halkının topraklarıdır. Bu topraklarla tarihi hiçbir bağı olmayanlar getirilip konumlandırılmıştır. Bununla kalınmamış, Filistin halkı kendi toprağında göçebe haline getirilmiştir. Sonunda da sürgün edilerek, ayrımcı ırkçılığın simgesi beton duvarlar örülerek de Filistin halkının toprağı Siyonist-emperyalist amaçlar için tek ırkın hükmü altına alınmıştır. Böylesi bir haksızlık böylesi bir pervasızlık tarihin hiçbir döneminde yapılmamıştır. Cürüm burada başlamıştır. Haksızlığın ilk adımı budur. Filistin sorunun başlangıcı diye bir nokta aranıyorsa işte tastamam bu noktadır. Bundan sonrasını tartışmak yumurta tavuk tartışmasına düşmek olacaktır.
Batı’nın bölgedeki çıkarlarının korunmasına yönelik ileri karakol işlevi de bu devletin kuruluş felsefesinde temel yapı taşı olan Siyonist algılardan gelmektedir. Siyonizm böylece ayaklarını yere basabilmiştir. Bu devletin tüm malzemesi savaş artığı akıl ve kişilerden oluşmuştur. Bu devlet, Filistin topraklarında terör estiren Hagana, Stern gibi terör örgütlerin kriminal liderleri kadar, II. Dünya Savaşı’nın tüm cephelerinde deneyimli Yahudi hava, kara, deniz subaylarınca kurulmuştur. Bu devlet, bu malzemeyle, askeri bir devlet kurumlaşmasına gitmiştir; Filistin’i işgal eden Yahudilerin yaşamı bir kışla yaşamı gibidir; herkes silahlı ve her an bir Filistinliyi öldürmeye konsantre olmuştur. Bu devletin mantık süreçleri kaçınılmaz olarak, yıkımı ve kıyımı Filistinlilere dayatmıştır. Soldaki Siyonistlerin iddia ettikleri gibi ortada birbirini rasgele boğazlayan iki taraf yoktur. Haksızın, suçlunun, katilin, belli olduğu bir taraf ve maktulün, gaspa uğramışın olduğu diğer taraf vardır.
Karşımızda, dıştan gelen ve ev sahibini toprağından eden, haklarını gasp eden, BM'nin hiç bir kararını tanımayan, en küçük bir çatışmada hava, deniz, kara kuvvetleriyle bombalar yağdıran, nötron bombaları üretip bölgemizi dehşete, bir ölüm kumpasına düşüren Siyonist İsrail devleti bulunmaktadır. Bölgemizin ve tüm insanlığın barış umudunu tehlikelere atan bu ölüm makinesi İsrail’dir. Bunu görmemek vahim bir hatadır. Ama solda da olsa, Siyonistlerin bu gerçeği gözden kaçırma çabaları, işlerinden biridir. Buna ortak olmak ise ayıplanması gereken büyük bir handikaptır.
Hamas’a gelince, Hamas dini temelde örgütlenmiş Filistin halkının direnme hareketidir. Biz laikler için, sosyalistler, ilericiler, devrimciler için hoş bir tercih olmayabilir. Ama gelin bu gün bölgemizde halkın çıkarlarını ve bu uğurda direnmeyi kimlerin yaptığına bir göz atalım. Solun bittiği, çürüdüğü kısır tartışma ve kişisel sürtüşmeleri aşamadığı bir ortamda, Hamas’ın dini temelde kurduğu birlik, etkinlik ve siyasi duruşlar halkın çıkarlarını temsil etmektedir. Dün FKÖ’nün sosyalist örgütleri direnmenin başını çekerken, bugün dini temelde olan örgütlerin bunu yapmasını tarihin bu kesitiyle ilgili ilişki ve çelişkilerde aramak daha doğru olacaktır. Bunu içselleştirmeden halkların hak arayışlarında bir devamlılığın unsuru olunamaz. Bu nedenle Hamas’ın mücadelesini Siyonistlerin saldırganlığıyla eşitlemek, tarihin gerekli sürekliliğini algılamamaktır. Gazze kıyımı ortamında ise böylesi tespitler, süreçlerdeki sorumluluklardan sıyrılma çabası olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadırlar. Bu da solun bu hallere düşmesinin de bir açıklaması olarak ele alınmalıdır.
Bilinmeli ki, Filistin topraklarında süren mücadele bir insanlık mücadelesi olduğu kadar, bir hak ve hukuk mücadelesidir. BM kararlarını tüm insanlığı karşısına alarak çiğneyen Siyonist İsrail’in ABD desteği var oldukça sürdürdüğü savaş aracılığıyla yaşam, haksız olan taraftır. Böylesi bir yaşamın bir insan ömrü açısından uzun olması halkların yaşamı açısından kısa olacağı gerçeğini değiştirmeyecektir; bu savaşın haksız tarafı yaşamını silahların gölgesinde sürdürendir.
mircihan@gmail.com
5 Ocak 2009
Filistin davasını mekanik algılarla yorumlama çabalarının, çatışmaların artışına paralel olarak gündeme geldiği gözlemlenmektedir. Hamas’ın füzelerinin sivil hedeflere yönelmesi ve bunun yüzdelik sonuçları bu algıların önemli referansı haline gelmiştir. Beni, “soldaki Siyonistler” kavramını üretmeye götüren de bu sığ anlayış oldu. Bu anlayışların, önemli bir kısmı da rakamları gizlemek için yüzdelere sığınmıştır. Hamas’ın öldürdüğü sivil yüzdesi %75, İsrail’in katlettiği sivil sayısı ise %50. Buna bakan okurun, Hamas’ın çok sivil öldürdüğü sonucuna varması zor olmaz. Ancak burada rakamlar gizlenmiştir. Rakamları ortaya koyduğunuzda göreceksiniz ki, Hamas’ın korkutma amaçlı füzelerinin öldürdüğü toplam kişi sayısı 8’dir. Bunun %75 ise 6 sivildir. Oysa İsrail’in II. İntifada’dan bu yana ( Eylül 2000) toplam katlettiği Filistinli sayısı 7000, devam eden Gazze saldırısında ise şimdiye kadar 550 Filistinlidir.
Yüzdelerin doğru olduğunu varsaysak bile, II. İntifada’dan Gazze saldırısına kadar 7000’in %50’si 3500 sivil insan yapar. Bu oranları Gazze’de öldürülmekte olan insanlarla ilgili ele aldığımızda (ki Gazze’de öldürülen sivillerin oranı, %90’dan fazladır) 385 kişi eder. Rakamlar çok farklı şeyler söylüyor, bunu gizlemek ayrıca insanlığın katledildiği bir ortamda saygın bir ele alış sayılamaz.
Bu mantıktan derhal çıkmak gerek. İnsandan söz ediyoruz, rakamlardan değil. Bunun için haklı ve haksız ayrımı rakamların yerini almalıdır. Unutmayın, tarih boyunca hakları için dövüşenler, haksızlardan çok daha fazla öldürülmüşlerdir. Bunu bir ölçü olarak ele alsak bile, Filistin davasında öyle muteber bir tarafsızlık yapma durumuna düşmeyiz.
Hadisenin gerçek boyutu şudur:
Arap-İsrail sorunu öncelikle siyasal-ekonomik bir sorundur; yüz yıllık bir sorun olarak, emperyalistlerin bölgemizle yakın ilgileri nedeniyle gelişmiştir. Bu süreçte Batılı ülkelerin düşünsel formasyonlarından biri olarak da Siyonizm gelişmiştir. Siyonizm, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesinin bir ürünüdür ve katıksız Batı standartlıdır. Ne Filistin ne Kudüs’e dönüş ne de herhangi bir semavi dinle ilgilidir; o kendi algıları doğrultusunda yönlendirebileceği kitleyi oluşturmak ve içinden çıkıp geldiği kitleyi buna katabilmek için dini kullandı. Yahudiler, dini amaçla bir ibadet ritüeli olarak tekrar ede geldiği "Kudüs'e geri dönüş" söylemini, 20. yüzyılın emperyalist çıkar gereklerine uygun bir siyasi propaganda aracı yapmıştır. Bu tercih daha sonraları Çad ve Arjantin’de Yahudilere vatan oluşturma projelerinin tutmamasına, “Kudüs olmadan bu projeye hiçbir Yahudi katılmaz” denmesine ve II. Dünya Savaşı’nın kefareti olarak İsrail devletinin kuruluşuna kadar gitmiştir. Siyonizm, Batılı Yahudi tekelci sermayenin, uluslararası egemenlik savaşlarının bir unsurudur, bir dişlisidir. Doğuş süreci kapitalizmden emperyalizme geçiş sürecidir, doğum ve gelişme yeri de Batı’dır.
II. Dünya Savaşı’nı ve Yahudilerin çektiklerini biliyoruz. Buna Yahudilerle de ilgili hangi yanlışlarının sebebiyet verdiğini, Siyonistlerin bu konuda Batı’da giriştikleri hangi ekonomik tahribat, tekelcilik ve uluslara verdikleri zarar halkalarıyla ilgili olduklarını tartışmayacağım; bunun Yahudilerin tarih boyunca Nabuhaz Nassar’dan, Titus’a ve II. Dünya Savaşı’na kadar uzanan süreçlerinde de aramak yanlış olmayacaktır. Yeryüzünde hiçbir halk insanlığa bu kadar sorun yaratmamıştır. Bugün de Filistinlilere dayattıkları ölüm denklemlerinin sorumluları olarak insanlık karşısına çıkmaktadırlar.
Bugün solda kimi Siyonistler, Hamas’ı tartışma konusu yaparken, ben de Yahudilerin tarihler boyu devam eden ve kendilerini zora sokan davranışların, siyasal tercihlerin, yönelimlerin ne olduğunu sorgulamak gerektiğine dikkat çekeceğim. Bunlar eşit oranda araştırılmalıdır, Filistin halkı bombalar altında katledilirken değil. Devam edelim.
II. Dünya Savaşı’nda Batı kefaretini Araplara ödetti. Filistin topraklarında dünyanın her köşesinden topladıkları ayrı tarih, kültür hatta dil farklılıkları olan Yahudilere bir devlet kurdular. Bu devlete genişleme olanağı tanıdılar. Arap Filistin halkı toprakları ve her türden insani haklarının gasp edilmiş olduğu bir noktada kendilerini savunurken, “saldırgan” oldukları bahanesiyle toprakları yeniden işgal ve ilhak edildi. Başta ABD ve İngilizlerin dayatmasıyla, II. Dünya Savaşı’nın taze yaraları üzerinde süren duygu sömürüleriyle ve BM’den çıkarılan kararla kurulan İsrail devleti, topraklarını bir kez daha bin kez daha genişletmek için askeri zorbalık ve dayatma yapmıştır. Filistin halkı sadece yaşamak için direnmiştir. Muhayyemlerde (çadırlarda) aç, sefil olarak, her haktan yoksun olarak bugüne kadar gelen sürgün yaşamına mahkum edildiler. Bu gün İsrail’in yeni işgal ve statüleri kendi lehine değiştirme çabalarının ve emperyalist çıkar dengelerinin bölgemize yönelik planlarının ikamesi için girişilen Gazze saldırısı gündeme gelmiştir. “Hamas’ın füzeleri” işin komik gerekçesidir. Kimseyi aldatmayacak kadar beyhude bir gerekçedir.
Araplar ve Yahudiler binlerce yıldır birbiriyle yaşamaktadırlar. Bu ortak topraklardaki yaşamlarında insanlığı meşgul edecek ciddi bir sorun gündeme gelmemiştir. Bu sorunun yüz yıllık bir sorun olması bile, kimlerin eseri olduğunu göstermeye yeterlidir. Emperyalist çıkar çevreleri bölgemizdeki çıkar dengelerinin bir ürünü olarak ortaya çıkan bu sorunda, Yahudi olmak sadece bir figüran olmak demektir.
“Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan” tartışmasına hiç girilmemelidir. Kendi coğrafyalarında, nesiller boyu verilen emeklerle yaşama açılıp vatana dönüştürülen Filistin toprakları, Filistin Arap halkının topraklarıdır. Bu topraklarla tarihi hiçbir bağı olmayanlar getirilip konumlandırılmıştır. Bununla kalınmamış, Filistin halkı kendi toprağında göçebe haline getirilmiştir. Sonunda da sürgün edilerek, ayrımcı ırkçılığın simgesi beton duvarlar örülerek de Filistin halkının toprağı Siyonist-emperyalist amaçlar için tek ırkın hükmü altına alınmıştır. Böylesi bir haksızlık böylesi bir pervasızlık tarihin hiçbir döneminde yapılmamıştır. Cürüm burada başlamıştır. Haksızlığın ilk adımı budur. Filistin sorunun başlangıcı diye bir nokta aranıyorsa işte tastamam bu noktadır. Bundan sonrasını tartışmak yumurta tavuk tartışmasına düşmek olacaktır.
Batı’nın bölgedeki çıkarlarının korunmasına yönelik ileri karakol işlevi de bu devletin kuruluş felsefesinde temel yapı taşı olan Siyonist algılardan gelmektedir. Siyonizm böylece ayaklarını yere basabilmiştir. Bu devletin tüm malzemesi savaş artığı akıl ve kişilerden oluşmuştur. Bu devlet, Filistin topraklarında terör estiren Hagana, Stern gibi terör örgütlerin kriminal liderleri kadar, II. Dünya Savaşı’nın tüm cephelerinde deneyimli Yahudi hava, kara, deniz subaylarınca kurulmuştur. Bu devlet, bu malzemeyle, askeri bir devlet kurumlaşmasına gitmiştir; Filistin’i işgal eden Yahudilerin yaşamı bir kışla yaşamı gibidir; herkes silahlı ve her an bir Filistinliyi öldürmeye konsantre olmuştur. Bu devletin mantık süreçleri kaçınılmaz olarak, yıkımı ve kıyımı Filistinlilere dayatmıştır. Soldaki Siyonistlerin iddia ettikleri gibi ortada birbirini rasgele boğazlayan iki taraf yoktur. Haksızın, suçlunun, katilin, belli olduğu bir taraf ve maktulün, gaspa uğramışın olduğu diğer taraf vardır.
Karşımızda, dıştan gelen ve ev sahibini toprağından eden, haklarını gasp eden, BM'nin hiç bir kararını tanımayan, en küçük bir çatışmada hava, deniz, kara kuvvetleriyle bombalar yağdıran, nötron bombaları üretip bölgemizi dehşete, bir ölüm kumpasına düşüren Siyonist İsrail devleti bulunmaktadır. Bölgemizin ve tüm insanlığın barış umudunu tehlikelere atan bu ölüm makinesi İsrail’dir. Bunu görmemek vahim bir hatadır. Ama solda da olsa, Siyonistlerin bu gerçeği gözden kaçırma çabaları, işlerinden biridir. Buna ortak olmak ise ayıplanması gereken büyük bir handikaptır.
Hamas’a gelince, Hamas dini temelde örgütlenmiş Filistin halkının direnme hareketidir. Biz laikler için, sosyalistler, ilericiler, devrimciler için hoş bir tercih olmayabilir. Ama gelin bu gün bölgemizde halkın çıkarlarını ve bu uğurda direnmeyi kimlerin yaptığına bir göz atalım. Solun bittiği, çürüdüğü kısır tartışma ve kişisel sürtüşmeleri aşamadığı bir ortamda, Hamas’ın dini temelde kurduğu birlik, etkinlik ve siyasi duruşlar halkın çıkarlarını temsil etmektedir. Dün FKÖ’nün sosyalist örgütleri direnmenin başını çekerken, bugün dini temelde olan örgütlerin bunu yapmasını tarihin bu kesitiyle ilgili ilişki ve çelişkilerde aramak daha doğru olacaktır. Bunu içselleştirmeden halkların hak arayışlarında bir devamlılığın unsuru olunamaz. Bu nedenle Hamas’ın mücadelesini Siyonistlerin saldırganlığıyla eşitlemek, tarihin gerekli sürekliliğini algılamamaktır. Gazze kıyımı ortamında ise böylesi tespitler, süreçlerdeki sorumluluklardan sıyrılma çabası olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadırlar. Bu da solun bu hallere düşmesinin de bir açıklaması olarak ele alınmalıdır.
Bilinmeli ki, Filistin topraklarında süren mücadele bir insanlık mücadelesi olduğu kadar, bir hak ve hukuk mücadelesidir. BM kararlarını tüm insanlığı karşısına alarak çiğneyen Siyonist İsrail’in ABD desteği var oldukça sürdürdüğü savaş aracılığıyla yaşam, haksız olan taraftır. Böylesi bir yaşamın bir insan ömrü açısından uzun olması halkların yaşamı açısından kısa olacağı gerçeğini değiştirmeyecektir; bu savaşın haksız tarafı yaşamını silahların gölgesinde sürdürendir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder