HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

3 Nisan 2008 Perşembe

Ürdün ve Kralı



Mihrac Ural


( Orijinaliteden kopmanın dramı )


Kral Hüseyn öldü. 47 yıl süren krallığın ardından gelen ölüm, çok belirgin olmayan ancak oldukça anlamlı bir gerçeği açığa vurdu; Ürdün ve krallığı, bölgemizin ve dünyanın çok önemsenin bir alanıydı. Kralın cenaze töreni bu gerçeği tüm yönleriyle açığa vurdu. Ürdün bir anda dünyanın bütün liderlerini barışık olsun, savaş halinde olsun bir araya getirdi. Ürdün ve kralının bu sihirli kerameti elbette bölgenin siyasi güçleri açısından olduğu kadar, halkları açısından da bilinmesi gereken kimi gerçeklere işaret etmektedir.

Dünyamızın güçler dengesi ve bölgemizde oynanmakta olan oyunlar, Ürdün’ün jeo-stratejik konumuna nispi ancak önemli bir ilgi sağlamış bulunmaktadır. Buna Haşimi egemenliğinin Ürdün’e göçmen olarak gelişi, yani köksüz ve korunmaya muhtaç oluşunu eklediğimizde, Kral Hüseyn’in ölümüyle doğan ilgi de nispeten anlaşılabilir hale gelecektir. Bu iki unsur, coğrafya ve sosyal bileşimi, önemli olayların ceryan ettiği, servetlerin ve onlara göz dikmiş devler dalaşının hüküm sürdüğü bir bölgede büyük bir ilgi odağı oluşturmuştur. Birey olarak Kral Hüseyn bu iki unsurun sonucudur. Varsa taşıdığı bir zeka, o da, yaşamı boyunca çizdiği siyasal zikzaklardan ibarettir; Haşimi egemenliğini sürdürmek için baş vurulmuş dönemsel politikalar ve güçler dengesinin değişimine dayalı olarak birilerine yaslanmaktır.

Kral, hiçbir zaman ne kendisi, ne de dedeleri Abdullah’tan, Mekke Şerifi Hüseyn’e kadar bu toprakların orijinal bir parçası olamadılar. Arap ortak paydası bir kanara koyulursa, Ürdün’de ve Irak’taki varlıkları yalnızca bir İngiliz dayatması, böl yönet taktiği sonucundan ibaret kalır. Aynı özgünlük “kral öldü yaşasın kral” nidalarıyla dünyanın tüm gericilerinin, emperyalistlerinin ve çıkar çevrelerinin yardımına mahzar olan Kral Abdullah bin Hüseyn’in de ( Kral Hüseyn’in oğlu Abdullah ) karşısında bulunmaktadır. Yeni kral, Arapça ortak paydası açısından ise, babasından oldukça geridir. Yeni kral, aristokrat Arap ailelerinin asla kabul etmeyeceği Arapça konuşma özürlüdür. Özellikle Hz. Peygamber soyundan geldiği iddiasında olup, Kuran dili Arapça’yı üstün şekilde konuşamamanın kabul edilir bir gerekçesi olamaz; yeni kralın, bozuk lehçeli, dil sürçmeli, rekik (üst üste binmiş), konuşmasında İngiliz aksanın egemen olması (ana dili İngilizce olmanın etkisiyle), Haşimilerin bu topraklarda bir türlü dengeye getiremedikleri orijinaliteleri açısından değerlendirilmesi gereken olumsuz bir durumdur. Bu birincisi; Haşimilerin Ürdün’e kadar gelip dayanan sürgünleri, onları orijinalitelerinden koparmış, iktidarlarını korumak için, güçlü olanın yanına yamanmak gibi bölge açısından ciddi sorunlar teşkil eden bir konuma düşmüşlerdir.

İkincisi, Kralın ölümü nedeniyle bu ölçüde lider ve yöneticinin bir araya gelmesine, bölge barışı açısından biçilen değer; bu da, Ürdün’de Haşimilerin orijinalitesi kadar ciddiye alınır bir abartmadır. Öyle ki, bundan ne bir barış çıkar ne de kalıcı bir dostluk. Bu vesileyle oluşan iyimser tablo bölgenin kararsız dengesi ve dış müdahalelerin yarattığı adaletsiz didişmelerin içinde kaybolup gitmeye mahkumdur.
* * *
İslam’ın mesajıyla uluslaşma yönünde adım atan Araplar, Emevilerin dünyevi imparatorluk eğilimlerince ümmetleştiler. Emevi fütuhatlarının, İslam adına başka milletleri de kapsaması, ulus eğiliminin önüne ümmet eğilimini geçirdi; çok uluslu bir bütün olan ümmeti Arapların egemenliği altında tutmak, Aşiretleri bir ulus altında birleştirmekten daha elverişliydi. Emevilerin lokal cihadları bu işlevi yerine getirdi. Osmanlılar ümmeti bu temel kaynaktan alarak ona, İslam’ın getirdiği inanç sisteminden bir sapma olan, talancılık, fütuhat, gasp ve barbarlık olarak işlevlendirdikleri cihadla evrensel bir boyut kazandırdılar (Osmanlı barbarlığını, insanlık için can pazarı haline getiren bu atılımı, “ İslam’ın evrenselleştirilmesi ” gibi göstermeye çalışanlar, İslam’ı kökünden zedeleyen, İslam’ın insani erdemlere dayanan, barışçıl ve uygarlık mesajları yerine, yayılmacılığı, talancılığı, gaspçılığı ikame eden bir girişim olduğunu göz ardı etmek isterler. Geniş bilgi için bkz. Mihrac Ural “Türk aklı” Cephe yayınları no;67)

Bu konjonktür, Arapların Hz. Muhammed’le başlayan dengeli ulusal birlik sürecini kesintiye uğrattı, dondurdu. Tam bu noktada Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çatışma anlam kazınır; Bu aynı zamanda gerçek Haşimiler ile Emeviler arasındaki kapışmadır.

Haşimiler, Hicazın en kadim, yerleşik ve uygar kabilesidir. İslam diniyle, Hicazın Mekke şehrinden, tüm Arap kabilelerini tek bir ulus olarak birleştirme atağını onlar başlattı. Hz. Muhammed bu sürecin başındaydı. İslam’ın böylesine yerli ve orijinal olması, onun evrensel bir din olmasının da temel taşıdır; Gerçek Haşimiler, topraklarındaki köklü oluşları ve bağımsızlıklarıyla temsil ettikleri gerçek İslam’la, insanlığa da buradan seslenip, bir inanç sistemi sundular. Emeviler ise bu günkü anlamıyla ümmetçiliğe sarılarak, başka milletleri egemenlik altına alan bir imparatorluğa yöneldiler. Bunun sonucu, Arapları böl-yönet taktiklerine kurban ettiler. Bu süreç aşiret kasılmalarına, kapanmalarına, kendi icatları olan şeriatla toplumu karanlığa sürüklemeye ve düşmanlıkların kışkırtılmasına dinamik kattı. Emevilerin açıp temellerini attığı bu süreç derinleşerek, Osmanlıda doruğuna ulaştı. Osmanlı da, Ümmetçiliğin sunduğu nimetleri kullanarak, egemenliğinin bekası için önemli kaynaklar yarattı. ”İslam adına” diğer milletleri, bir potada eritip elde tutmanın çimentosu olarak ümmetçiliğe verilen önem burada yatıyordu. Çıkarların ideolojisi olarak ümmetçilik buradan beslenip durdu. Bu süreç I. Dünya savaşına kadar tüm ağırlığıyla kendini dayattı. Bu dönem Osmanlının dağılma, parçalanıp yok olma arifesidir. Ümmet adı altında toplananlar, özgürlük ve bağımsızlık arayışına yönelmeleri de bu dönemin şafağında belirmeye başlamıştı.

Dünya emperyalist güçleri, I. Dünya savaşıyla sömürgeleri yeniden paylaşırken, Osmanlının yerini İngilizler almaya başlamıştı. İngilizler ise, Arapların uyanışını kirletmek, Coğrafyalarını egemenlik altına almak, servetlerini gasp ederek, stratejik çıkarlarına bir nüfus alanı oluşturmak üzere el atmaktan geri kalmadılar. Haşimilerin yeni dönem serüvenleri de burada oluştu. Hicaza egemen olma kavgaları ve savaşları Araplar arasında ve Araplarla Osmanlılar arasında böylece alevlendi. Arapların haklı ulusal uyanış ve bağımsızlık arayışları, bir başka dış güç tarafından, kirletilmekteydi.

İngilizler de, böl yönet taktikleriyle, Arapları parçaladılar, birbirine kırdırdılar ve takatten düşürerek kendilerine bağımlı kıldılar. Mekke Şerifi Hüseyn ve oğullarının, Hicaz’da Arapları tek bir krallık altında birleştirme girişimleri de bu mihverde gelişiyordu. Ancak bu bağımlı yürüyüş, bağımsızlık getiremezdi. Nitekim bu sürecin galibi aynı zamanda mağlubu oldu; Osmanlıyı haklı olarak Hicaz’dan atmakla galip gelenler, aynı anda bir başka güç tarafından emellerine kavuşmadan mağlup oluyorlardı. Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek Es-Sabah’tan aldığı destekle hicazı adım adım eline geçiren Abdulaziz Bin-Suud (Suud Arabistan Krallığı’nın kurucusu), Haşimilerin Mekke’yle sınırlanmış, olan Hicaz krallığına son veriyordu(24 Aralık 1925). Artık Haşimiler, orijinalitesinden kopmuş, göçebeliğe zorlanmış, ayakta kalmak için güç odakları elinde bir kukla durumuna düşmüştü. Bu noktada tarihin hükmü şudur; kabile, kaybettiği toprakların yenisini kazanacak durumda olamaz ise, iki sonuçla karşı karşıya kalır, ya yok olur erir gider yada, bir başka gücün kuklası olarak şu veya bu gayeler için istihdam edilen konuma düşer. İşte Ürdün ve Irak topraklarında Haşimilere kurdurulan krallıkların taşıdığı anlam da bu kapsamdadır.

* * *
Varsayalım ki, Kral Hüseyn gerçekten Haşimidir (bu konu oldukça tartışmalıdır). Yani Hz. Muhammed’i de kapsayan Haşimi soyundan gelmektedir. Arapların Aşiret öğesine biçtikleri değerin büyük olması, bu konunun siyasal ve sosyal yaşamda önemli yer tutması, zaman zaman ilgisiz olanların da kendini bir büyük aşirete mensup gösterme iş güzarlıkları bilinen bir şeydir. Buna karşın, aşiretin rolü ilgili aşiretin nicelik gücü, ekonomik varlığı gibi bir çok öğe yanı sıra üstünde yaşadığı topraklardaki köklülüğüne bağlıdır. Bu konuda Suud aşireti örneği, önemli bir göstergedir; El Reşid tarafından Kuveyt’e sürgün gönderilmeleriyle yok olma sınırına gelen Suud aşireti, kuvvet toplayarak merkezleri Riyad’ı bir daha ele geçirmekle, kökleri olan toprakların verdiği orijinaliteyle güçlenmiş, tüm hicazı ele geçirip bu günkü Suudi Arabistan krallığını kurdular. Haşimiler ise Ürdün ve Irak topraklarında sürgün kaldılar, geri dönemediler.

Haşimilerin Ürdün macerası ise oldukça çetindir. Bunun ilk adımı İngilizlerin himayesinde, Mekke şerifi Hüseyn oğulları, Abdullah ve Faysal arasında pay edilen iki krallıkla başladı. Biri Irak ve diğeri Ürdün krallığı. Irak gibi, Ürdün de, devlet oluşumunun tüm etkinlikleri ve özellikle ordusu bir İngiliz imalatı olarak bir yandan sürgün Haşimi egemenliğini diğer yandan İngiliz çıkarlarını koruyordu. Bu durum, Haşimiler için uzun yıllar sürecek bir ittiham unsuruydu. Bu ittihamın altında ezilecek olan Kral Hüseyn, Arap alemini saran ulusal uyanışın yarattığı Nasır fırtınası altında, Ürdün’ün ordusunu İngiliz subaylardan arındıran karaları almaya zorlamıştır( Mart 1956). Ve Ürdün ordusunu kuran Gallup paşasından ayrılan Küçük Kral kendini bekleyen yeni tehlikelerin kucağında bulmakta gecikmemişti.

Hüseyn, henüz çocukken ölüm psikozları içinde kıvranıyordu. Dedesi Kral Abdullah’ın elini tutmuş, Kudüs’te Cuma namazına giderken, bir Filistinlinin sıktığı kurşunlarla dedesinin öldürülüşüne tanık oldu (20 Temmuz 1951 ). Hüseyn bin talal (Kral Hüseyn) babasının hastalığı sonucu, küçük yaşta kral ilan edildi ( 1952 ). Küçük Kral, Arap uyanışının dünyayı sardığı bir dönemde, tüm talihsizliklerle birlikte iktidarı devraldı. Orijinalitesinden kopanların çetin yaşamları, Şerif Hüseyn’in (1856 – 1931) öz topraklarından aşiretiyle sürgün edilmesi dahil ölümüne kadar, Oğlu Kral Abdullah’ın Kudüs’te namaza giderken suikasta kurban olmasından, 58 Irak devriminde torunu Kral Faysal ve tüm aile efradının katledilmesine kadar, inanılmaz çalkantılarla geçmiştir. Bu çalkantılar ve ölüm psikozu, Ürdün’ün çocuk Kralı Hüseyn’e 22 kez denenen suikastla at başı yürüdü. Bütün bu olayların girdabında yaşamda kalma becerisi göstermiş bir Kral Hüseyn gerçeği vardı. İnanılmaz zorluklarla süren bir ayakta kalış söz konusuydu. Ancak bunun maliyeti Ortadoğu coğrafyasının tam orta yerinde, zamanın değişimlerine paralel değişen, dünya ve bölge güçlerine bağımlı olmakla verilmiştir. Zaman zaman bu fatura, İsrail, İngiliz, ABD arzuları yönünde, 1970 kara Eylül’ünde olduğu gibi Filistin halkının toplu kıyımını kadar uzanmaktan çekinmemiştir. Suriye’ye karşı Müslüman Kardeşler Hareketini eğitip lojistik destek sağlamasını da bu listeye eklemek gerek.

Bu süreç öylesine kaba bir açıklıkla gündeme gelmiştir ki, Haşimiler kendi vatanları olmayan bu topraklarda egemenliklerini sürdürmek için, onları Hicaz’dan ağır can ve mal yıkımıyla süren Suud’lara yamanarak, el açmaya kadar götürmüştür. Diğer tarafta, Irak’ta, amca çocuğu Kral Faysal ve tüm aile efradını katledenlerle, her türden teslimiyete kadar uzanmıştır. Bunlara, İsrail’le onlarca yıldır sürdürülen gizli görüşme ve ittifakları, Irak Saddam rejiminin, Kuveyt’i işgaline alkış tutmayı da eklemek gerek. 50’li yıllarda İngilizlerin, 60’lı yıllarda ABD’nin, 70’li yıllarda Arap şeyhlerinin daha sonraları İsrail’in rahmetine bakan Ürdün Haşimi Krallığı, böyle ayakta kalmıştır. Bu gün ise Kral Hüseyn’in ölümüyle oluşan boşluğu, kendi lehine doldurmak isteyen bölgenin ve dünyanın tüm çıkar çevreleri, milyarlarca dolarlık yardımı akıtma yarışına başladı. ABD, bu amaçla ilk atağa kalkan devlet oldu; 300 milyon dolarlık nakdi hibe kararı kongreye sunuldu. Ardından İngilizler geldi. Hemen akabinde tüm haliç ülkeleri şeyhleri, Suudi Arabistan krallığı, Katar, Bahreyn, Kuveyt, ard arda milyonlarca doları bulan yardım ilanı yaptı. İsrail’de bu sürece katıldı, yapılan son anlaşmanın geciken mali ödemelerini derhal ödedi ve bunlara ek ödemeler yapacağını açıkladı. “Kral öldü yaşasın kral” söyleminin tarih içinde taşıdığı tüm anlamlar Hüseyn’in cenazesinde, dünyanın yıkılmış ya da hala egemen olan tüm kral ve prenslerinin, dev iktisadi ve askeri güç sahibi devlet başkanları, birbirine ezeli ve ebedi düşman olan yönetimleri, her türden siyasal örgüt lideri, bir araya böylece geldi. Arapların en zayıf noktası Ürdün ve krallığına, bölgede çıkar emelleri olanların ilgisi de bu avantajdan yararlanmak üzere fırsatı değerlendirmekteydi.

Ürdün toprakları ve Krallığı, orijinalitesini kaybedenlerin tarihte örneklerine sık rastlanan, acı ve çetin, bağımlı ve baskı altında, kararsız ve zikzaklı bir siyasal yaşam dizisini oluşturdu. Tüm veriler, bu sürecin, yeni kralla da devam edeceğine işaret ediyor.

* * *
Kralın cenazesinde dost-düşman, çıkar sahibi-ilgisiz tüm tarafların bir araya gelmesi ve ardından üretilen, “Kralın ölümü bile, barışa hizmet ediyor” mavalı, bir kez daha Ürdün ve krallığının sunduğu işleve ışık tutun nitelikteydi. Nitekim, barışa susamış bölgemizde bu mavallar hiçte azımsanmayacak yankı yapıyordu.

Kral Hüseyn dev bir cenaze töreniyle son yolculuğunu bu siyasi havada yaptı. Ürdün o gün gerçekte olması gereken “serbest topraklar” gibiydi. Defin töreninde Ürdün, dünyanın tüm liderlerinin, dostların-düşmanların, kavgalıların-barışanların, ilgili-ilgisiz tüm kesimlerin yurdu olmuştu. Bu izlenim siyaset tacirlerine “Ortadoğu barışının yeni adımı, bu uğurda emek sarf etmiş barış kahramanı Kral Hüseyn’in ölümü bile, bölgeye hizmet sundu” söylemlerini afişe etmeye yetti. Özellikle Suriye devlet başkanı Hafız El Esad’ın, İsrail yöneticilerinin olmasına rağmen, son anda cenaze törenine katılması, İsrail cumhurbaşkanı Azer Veizman’ın, Filistin Kurtuluşu için Demokratik Cephe genel sekreteri Nayif Havatme’nin odasına giderek el sıkışması ve “barışın önünde İsrailli sağcıların engelinden başka bir şey kalmamıştır” demesi, Kuveyt veliahdının, eski düşmanlık defterlerini kapatarak, büyük bir heyetle taziyeye katılması, bu söylemlere güç verdi.

Öncelikle doğru olanı teslim etmek gerek, Sezar’ın hakkı Sezar’a vermeli. Ürdün Kralı Hüseyn, İsrail’le barışı ilk ikame edendir, Sedat’ın Mısır’ı ve Arafat’ın barışı sonradan geldi. İsrail yöneticileriyle gizli de olsa ilk buluşan da kendisidir. Buna ABD hakemliğinde yapılan tüm ikili anlaşmalarda yer alışı da eklemek gerek.

Toprağı bol olsun rahmetlinin, yarım asra yakın krallığı boyunca bağımsız bir siyaset izlemeyi hiçbir şekilde denememiş olması, belki tarihinin kaydedebileceği en önemli meziyetidir. Ölen kralın bu meziyetini, yaşayan karlın sürdüreceğinden herkesin emin olması, Haşimilerin kendi topraklarından kopmuş, başka toprakları dil benzerliğinin kerameti ve malum çevrelerin korumasıyla vatan edinmiş olmaktan ileri geldiğini iddia etmek abartılı olmayacaktır. İşte dünüyle bugünü, bu açıdan tutarlı bir çizgi izleyen Ürdün ve Krallığı, aralıksız İsrail’in ve dış güçlerin arzuladıkları türden bir barış taraftarı olmuştur. Bundan dolayı, Bölgeye dayatılmak istenen teslimiyete, barış kılıfını geçirmek isteyenlerin, Ürdün’ü ve krallığının barış türünü örnek göstermeleri bundandır.

Bölgenin tüm dengelerini altüst ederek barışın da, savaşın da ahlakını zedeleyen dış güçlerin dayatmak istedikleri barış, böylesi bir teslimiyetten ibarettir. Bu dayatmalar bugün özellikle teslimiyete hayır diyenlere karşı yapılmaktadır. Ürdün’ün jeo-stratejik konumu, Haşimi krallığının oynadığı bu rolle kesişince, bölgeyi top yekûn teslimiyete düşürme avantajlarının arttığı sanılmıştır. Bu görevleri üstlenmiş olanlara gösterilen ilginin kaynağı da buradan gelmektedir. Bu da, ne Kral Hüseyn’in bilgi ve becerisinden nede, dört milyonu geçmeyen nüfusu, sahra kumundan başka serveti olmayan zenginliğindendir; jeo-stratejik konum ve Haşimilerin orijinalitelerinden kopmuş, köksüz, birilerine dayanmadan ayakta kalma şansı olmayan durumlarındandır. Bundan dolayı, Kral Hüseyn’in ölümüyle barışa hizmet etmesi söz konusuysa o da; Arap ulusuna çektirilen tüm acılara karşı, bu büyük ulusun en kötü rolleri oynayan evlatlarına dahi affedici bir rahmetle yaklaşması anlamına gelen cenaze töreninde hazır bulunmaktır. Bunun ötesi kocaman bir aldatmacadır

8 Şubat 1999

Hiç yorum yok: