HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

4 Mart 2009 Çarşamba

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNİN TOPTANCI AKILLARI


Mihrac Ural

3 Mart 2009


Son söz:
Yazımı bitirdim gönderimlere başlayacaktım. İbrahim Çenet dostum MSN’de. İlk ona ilettim. Bir dakika sonra, R.Tayip Erdoğan’ın İstanbul’daki Metrobüs açılışıyla ilgili anekdotunu iletti.

İbrahim Çenet üç kuşak devrimciliği onurla sürdüren bir yiğit. Ona Muhtar adını taktım. O devrimcilerin her kemsiyle iyi ilişkisi olan bir denge insanı; Muhtar.

Yazımla ilgili güzel anekdotu, haberlerde hepinizin izlediği AKP’nin şu pankartıydı:

“SON OSMANLI PADİŞAHI I. RECEP TAYYİP ERDOĞAN”

Espriyi daha iyi anlamak için buyurun yazıyı birlikte okuyalım.

******************

Dayanamamış, yine yazmış. Bölgeyi bilmiyor, bölge saflaşmasıyla ilgili bir bilgi kırıntısına sahip değil, satır aralarında görüşlerine sık sık balans ayarı yapıyor, okurun farkında olmayacağını sanıyor. Bunların tümü yetersiz olduğu bir konuda tartışmaya siyasi olmayan Saiklerle atılmaktan geliyor.

Dikkatli okuyucu yaptığı kelime oyununun hemen yakalamış olacaktır. Önce Pan-İslamizm den söz ediyordu ve sorunu “yeni Osmanlıcılık” değil Pan-İslamizim” olarak görmek gerektiğini iddia ediyordu.

İşte sözleri: “Türkiye’nin Ortadoğuda etkinliğini artırma ve giderek yayılma politikasına… yeni Osmanlıcılık değil, yeni Pan-İslamizm denilebilir.” (“Yeni Osmanlıcılık mı?” yazısı)

Ancak tartışma süresince öğrendi ki, Pan-islamizmin yeryüzünde Hz. Muhammed’ten bu yana olmayan, ikame edilmeyen, bir üst kimlik kurma durumunda da o bulunmayan bir söylemdi. Referans olarak, bölgemizde bununla ilgili kimsenin yapacağı ya da yaratacağı bir tehlike yoktur. Sahte tehlikelerle kimseyi aldatmamak gerekir. Son iki yazısında böylece pan-İslamizm kayboluyor, yerini İslami referans almaya başlıyor.

Bu kelime oyunbazı yazın hayatı boyunca aynı şeyi yapıp durmuştur. Bu ince ayarı Pan-İslamizm konusunda bakın nasıl yapıyor.

“Türkiye’nin girişimi bölgede İslam’ın farklı bir yorumunu egemen kılmaktır.
Ilımlı İslam olarak da adlandırılan bir yorumu egemen kılmaktır. Referans
İslam’dır”

“Pan” yok oldu, geriye “İslami referans” kaldı. İkisi arasındaki farkı anlatmayacağım. O ne yaptığını biliyor.

Cahil adam bölgemizdeki tehlikelerden söz ettiğimiz noktasını okuyucunun gözünden kaçırıyor. Temel konumuz da budur.

Bu tehlikelere pek çoktur. Ben “Yeni Osmanlıcılık” tehlikesinin, Türkiye kaynaklı olduğunu belirtirken, ısrarla bunun bölgemizde tutmasının imkanı olamaz deyip durdum. Bölgemizde bu tezlerin tutmaması tehlikesini azaltmıyor. Bu tehlike öncelikle ortak ülkemiz üzerinde bir tehlikedir. Halklarımız bir kez daha orta-doğuda emperyalist çıkarlar için maceralara sürüklenecektir deyip durdum.

Bölge halklarının bu konuda çok duyarlı olduklarını, denenmişin bir kez daha denenmesinin deneyenler için bir risk olduğunu belirttim. Bu noktada devletin din istismarcılığıyla varacağı bir yer olmayacaktır.

Bununla da yetinmedim. Halktan aldığı tüm desteğe karşın AKP bu tehlikeyi bölgemiz halkaların başına öremeyeceğini ifade ettim. AKP bölgemizde çıkar çekişmelerinin milli çıkarlar etrafında döndüğünü bildiği gibi, bölgenin diğer milli devletleri de bilmektedir. İlişkilerin bu devletler etrafında organize edileceği de açıktır. Bu ilişkilerde İslam olmak ya da İslam referanslı olmanın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bölgemiz İsrail hariç tümü Müslüman ülkelerden oluşmaktadır. Dolaysıyla kimsenin kimseyi İslam referansıyla bu çıkarlara sürükleyemez.

Geriye tek yol kalıyor o da bölge milletlerinin çıkar ortaklığı adı altında yeni tarzda organize edilmesidir. İşte tam bu noktada yeni Osmanlıcılık anlamı buluyor. Yani bölgeyi bir biçimiyle, siyasi açıdan toparlayacak, çok etnik yapılı bir ekonomik ilişkiler sürecine geçirmektir. İsrail’in önerisi de bu yöndedir. Emperyalistlerin II. Dünya savaşından itibaren işlediği konu da budur. Buna “Yeni Osmanlıcılık” denilmektedir. İsim babaları da kendileridir. Benim yaptığım bunun bölgemize yarar değil zarar getireceğini ve tehlike oluşturduğunu seslendirmektir.

ABD hiçbir zaman heterojen bir birliği önermez. Bu kendisi içinde tehlikelidir. Yeşil Kuşağın ürünü el Kaide, Taliban’ın konumu belli. ABD’ iç çelişkileri yoğun olan bolklaşmaları ister. Karşısına dikilmesi halinde parçalamada zorlanmasın diye. Bu açıdan da Yeni Osmanlıcılık en uygun olanıdır. Bu noktayı da ekledim durdum.

AKP İslam referanslı olmasına, bölgemizin ezici çoğunluğu Müslüman devletlerden oluşmasına karşın, İslam referansıyla yapılacak bir şey yoktur. Emperyalistler çıkarları için halkı örgütlemiyorlar, var olan devletleri “milli çıkarlar etrafında” adı altında kendi çıkarları için uyumlaştırmaya çalışmaktadırlar. İsrail’in böylesi bir oluşumda ısrarlı olmasının da nedeni İslam referanslı olmamasıdır.

İslami referans, bölgemizde her siyasal hareketin kullandığı bir şeydir. Az kalsın CHP de İslam referanslı bir parti olmak üzere dediğimizde bu daha iyi anlaşılacaktır. Bu açıdan, halkın örgütlenmesine yönelirken İslami referansların oynadığı rol, devletler ilişkisinde bir işleve sahip olmaz. Devletler ilişkisinde ülke, millet çakarları gibi unsurlar ön plandadır. İslam’ın İslamlaştırılması diye bir çaba olmayacağına göre bu referansla bölge ilişkilerini düzenlemek söz konusu olmayacaktır. Bu olsaydı on yıllardır kurul olan İslam Ülkeleri Konferansının (İÜK) bir şeyler yapması gerekirdi.

Bölgemizdeki tüm Müslüman ülkelerinde yasamanın temel kaynağı şeriattır. Lübnan ve Suriye’de nispi bir medeni kanun algısı ve özgün siyasal yapılanmaları nedeniyle her iki ülkede laik bir devlet anlayışı bulunmaktadır.

Bu açıdan bakınca birilerinin, İslam referansını esas almaktan dolayı, ayrıca oluşturacağı bir tehlike yoktur. Tehlike, bölge ülkelerini emperyalist çıkarlar güdümünde ulusal çıkarlar adı altında siyasi bir bloklaşmaya götürmenin ürünü olabilir. İstenen de budur. Ülkemizi bu kirli girişim içinde bir aracı olarak ortaya sürmektedirler. Bunun için Osmanlı hatıralara, genleri, kışkırtıcı yönelimlerine durmadan destek vererek bunun yerleşmesi için çabalamaktadırlar. Siyonist İsrail devleti de bu işe tüm gücüyle omuz vermektedir.

Bunu anlamayan aptallar, İslam referanslı her var oluşu, aralarındaki farkları hiçe sayara hesapsız bir sonuç çıkartmaktadırlar. Bu hesapsızlık, bölge halklarının önemle yararlanacağı ve çıkarları için hizmete sunacağı güç ve etkinliklerin heder olmasına yol açıyorlar.

Bu türlerin soldaki Siyonistler olması gerçeğin önceki yazılarımda açıkladım. Bölgemizin kaderiyle ilgisiz olduklarını, takip etmediklerini, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hangi tehlikeleri ifade ettiğini ve bunu kimin çökerttiğini bilmeyecek kadar ayakları yere basmayan aptallar olduğunu belirtmekle yetineceğim.

Yeni Osmanlıcılığın bölgemiz açısından kimler tarafından ve nasıl örüldüğünü ise hiç bilmediklerinden bu tehlikeye karşıda tutum almalarının mümkün olmadığını dile getireceğim.

Gelelim bu yazının ana konusuna.

Soğuk savaş bitti. Bunu baba Bush, Gurbaçov’la buluştuğu Malta konferansında tüm dünyaya ilan da ettiler (3 Aralık 1989) Artık dünyamız yeni bir sürecin eşiğinde yeni bir saflaşmaya gelip dayanmıştı. Eski saflaşmalar, eski bölünmeler geride kalmıştı. Dünyada çok şeyin AK- KARA diye boyanması ve ona göre tutum takınılmasının zamanı geçmişti. Her olay kendi özgünlüğü içinde ala alınmak ve buna göre tutum takınmak gerekiyordu. Emperyalistlerin, geri ülkelere, dünyanın çeşitli bölgelerine yönelik Sosyalist Sistemin oluşturduğu eski dengelerin olmadığı bir adaletsiz koşulda saldırıları gündeme gelmişti. Bu, yeni direnme güç ve etkinliklerinin doğuşuna, dolaysıyla saflaşmanın yeni unsurlarının varlığına yol açıyordu.

Soğuk savaş döneminin toptancı algılarında iki kamp vardı ya oradasın ya da bura da. O kıstasların geçtiğinin farkında değil. Artık tek bir ölçüyle farklılıkları ölçmenin mümkünü yoktu.

Dünya değişiyor ama cehalet değişmiyor, bakın ne diyor:

“ İslam örgütleri arasında özünde fark bulunmuyor. Gerçekleştirme yolları ayrı, ama
sonuçta hedef İslam devletidir. Şeriatın evrensel geçerliliğidir. Kura’nın
anayasa olmasıdır. Bu hedef Lübnan Hizbullah’ı, Hamas ve Mısır’da Müslüman
Kardeşlerde aynıdır. Taliban’da da aynıdır.”

Bu algı gerçekten çok ilkel ve tarihin gerisinde kalmış bir algıdır.

Taliban’la Hamas’ı, Hizbullah’ı bir araya getirmek başlı başına bir cehalettir. İlk elden bunlar arasında mezhepsel açıdan İslam’ı çok farklı yorumu vardır. Sonra banlar arasında İslam referansının hedef kitleleri, hitap kitleleri ve yönelimleri birbirinden ayrıdır. Ancak en önemlisi, Hizbullah ve Hamas işgal altında olan Filistin ve Lübnan topraklarını özgürleştirilmesi mücadelesi vardır.

Taliban ve El Kadine’nin projesi dünya Müslümanlarını bir çatıda savaşa sürme olayıdır (PAN-İSLAMİZM). Kindi halkına ve dünya halklarına ilkelliği, empoze etmek için terör vardır. Yayılmacılık esastır. Bunların terörle ilişkilerini, dünyada yürüttükleri ve hiçbir insani davaya hizmet etmeyen eylemlerini burada uzunca anlatmayacağım. Bu eylemlerin terör olduğunu ilk önce devrimcilerin, solcuların ve sosyalistlerin ilan etmesi gerekmektedir: Zira bu terör dolaysızca emperyalistlerin kuklası olan bir terör olarak doğdu ve böylece sürmektedir. Terör emperyalistlerin kuklasıyken terör olacakta, emperyalizmin denetiminden çıkınca adı terör olmayacak demek ise artık cehalet ötesi bir şey olmalıdır.

Ancak Hizbullah ve Hamas İslam referansına, birinin Şii diğerinin Sünni direnme örgüt olmasına karşın, ülkelerinin ve ülkelerinde bulunan siyasal yönelimlerin farklılıklarını siyasal mücadelesinin merkezine oturtuyorlar. Bu nokta İslam referanslı ortak paydalarına rağmen, bu iki direnme örgütün bir vatansever çizgide Siyonizme karşı ve emperyalizme karşı halklarının çıkarlarını ve yönelimlerini temsil etmektedirler. Dünyanın her köşesinde bu iki örgüte desteğin ortaya çıkması, tarihin en büyük kitle eylemlerinin bu güçlerin mücadelesine destek olmasının da başka bir izahı yoktur. Aptalların bunu anlamaması ise çok normaldir.

Kaldı ki, Lübnan ve Filistin yoğun bir Hıristiyan nüfusa sahiptir. Bununla da değil farklı etnik yapı olarak kendini tanımlayan ve bir üst kimlikte kendini entegre etmeyen topluluklara sahiptir; Dürzüler, Ermeniler, Aleviler, Kürtleri vb. Bu heterojen yapıların yer aldığı bu topraklarda Hizbullah ve HAMAS, toplumlarının ezici bir çoğunluğu tarafından aktif olarak desteklenmektedir. Hizbullah, Lübnan’ın en güçlü Hıristiyan topluluğu temsilcisi Michel Aouvn’nun “Özgür Ulusal Akım”( Tayyar Vatani el Hür) ile stratejik ittifak belgesi imzalamıştır. Bu belge Lübnan’ın laik, heterojen, yapısına ve devletinin verili dokusuna ilişkin ortak kanaatleri açıkça ilan etmiştir.

Toptancı cahiller bu belgeden haberdar olmadıkları açık. Bilmiyorlar diyorum, bölgeyi izlemiyorlar dünyanın değişimini ve bunu bölgemizdeki etkilerini ise algılama düzeyleri de yok diyorum: kafalar kuma gümülü o kadar.

Bu bilgiler verili durumun izahıdır. Bu satırların yazarı her türden dini referanslı, liberal referanslı, milliyetçi referanslı eğilimlerle siyasal yaşamı boyunca mücadele etmiştir. Ancak başını kuma gömmemiş, emperyalizme karşı halkın direnme güçlerinin mücadelesine kayıtsızda kalma gibi bir pasifizm içinde olmamıştır.

Okura biraz daha bilgi vermeliyim.

Lübnan devleti, 1975’te başlayan uzun iç savaş sonucunda Taif anlaşmasıyla biçimlenen son anayasası ( Müslümanların galip geldiği bir koşulda oluşan Anayasası) devleti çok etnik (ulusal değil) ve dinsel yapılı olarak belirlemiştir. Bu belirlemenin içinde her bir inanç topluluğuna ve etnik dokuya uygun bir temsil etkinliği verilmiştir. Hizbullah, Emel gibi İslam referanslı siyasal örgütler kendilerini bu heterojen yapının bir parçası olarak tanımlamakta ve bu yapının korunmasını, kendi toplumunun, ülke ve devletinin korunması olarak algılamaktadırlar. Hıristiyanların Papa’yı dini lider görmeleri gibi Lübnan Şiilerin de kendi dini liderlerine karşı inanç bağlılıkları olmasına rağmen bir ortak vatanda farklılıkların temsilcisi olarak ortaya koymaktadırlar. Ne dünyasal, ne bölgesel ne de kendi vatanları ve yoğun yaşam bölgelerinde İslam şeriatının tatbikini bir Taliban ya da el kaide gibi dayatmamaktadırlar. Böyle bir iddiaları olmadığı gibi bu iddiayı yapan Müslüman kardeşler uzantılarının Lübnan’daki dayatmalarına karşı şiddetli bir mücadele içindedirler.

Hizbullah’ın bölgemiz açısından ortaya koyduğu tarihsel başarıları burada tekrar etmeyeceğim. Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) yıkan zaferi, Lübnan’ın çok inançlı ve çok kültürlü yapısını değiştirme yönünde kullanmaması başlı başına bir veridir. İşgal altındaki toprakları kurtaran her siyasal hareket dünyanın her yerinde iktidar olur. Zorla da olsa devlet erkini ele geçirir. Hizbullah7ın böyle bir gücü şu an bile mevcuttur. Dünyanın en büyük 4. askeri gücüne ve arkasındaki ABD-İngiliz ve gerice Arap desteğine karşı ezmesi, topraklarından kovmuş olmasının doğal istihkakı iktidar olmaktı. Ama bunu yapmadı. Ülkesinin yapısını korumanın bir garantörü olduğunu açıkladı ve buna bağlı kaldı.

Böylesi bir savaştan muzaffer çıkan bir siyasal silahlı gücün daha çok avantaj alması bile çok normalken bunu yapmadı. Ülkesinin yönetiminde bile küçücük hissesiyle yetindi. Şiiler bu gün Lübnan’ın en büyük topluluğu olmasına rağmen Taif anlaşmasının yarım asır önceki sayıma dayalı hisselerle yetinmeye bile itiraz etmedi. Tersine bu dengelerin korunmasının bir güvencesi olarak tutumunu belirledi.

Hamas’ında farklılıklara karşı yönelimi budur. İslam bu siyasal yapılanmalarda, direneme güçlerinin halka uzanan bir aracıdır. İslam’ı şeriatın herkese dayatılması olarak ele almamalarındandır. İslam bu örgütlerde toplumsal kültürel yaşamın bir parçasıdır.

Hamas, son Gazze savaşında, Filistin Demokratik Cephesi ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin (FHKC) Hıristiyan savaşçılarıyla omuz omuza olmuştur. Filistinli Hıristiyanlar ve liderleri yurtsever mücadelelerinde omuz omuza olmuş, devlet yönetimi ve toplum örgütlenmesinde ortak programlarla yollarına devam etmektedirler. Bu vatansever direnme örgütlerinin ne Pan-İslamizm, ne de İslam referanslı eğilimlerinin şeriat devleti, şeriat dayatması gibi önermeleri de yoktur. Dünyanın tüm gericiliği gibi, Arap ülkelerinin İslam şeriatıyla yönetilen tüm ülkeleriyle de mücadele halindedir. Hizbullah ve HAMAS’ın en büyük düşmanı Suudi ve Mısır gericiliğinin olması bundandır. Önceleri Şiilik adı altında Siyonizmin yararına olan ve İran’ın bölgedeki etkinliğini kırmak için uydurulan “Şii atom bombası”, “Şii yayılmacılığı” tehlikesi diaları, Sünni HAMAS’a karşı yürütülen düşmanlıkla da bir yalan olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bölgede saflaşma bu yanıyla, ne İslam referanslı olmasından ne de Şii olmasıyla ilgili değildir: Saflaşma halkın çıkarlarını savunmak, işgalcilere karşı durmak üzere oluşan direnme güçleriyle Emperyalistlerin başını çektiği tüm gericilik arasındadır. Bu anlaşılmadan soğuk savaş ölçüleriyle ve cahilce tüm İslami referanslı hareketleri aynı boyaya boyamak sorumsuzcadır.

Filistin’de El Fetih Örgütü’nün yaptığı din istismarı bunlara göre kat be kat fazladır ve bu gün Suudi Arabistan ve mısır desteği de buna işarettir. İsrail Siyonizminin Hamas düşmanlığı ve El Fetih’e olan yakınlığını da burada aramak gerekir. Sorun siyasaldır inanç değildir. Bölgemiz de saflaşmanın esası da budur. Bunu anlamayanlar bu konularda hiç konuşmamalıdır.

Hizbullah’ı ve HAMAS’ı, El Kaide’yle eşitleyen bir düzeyle bu konuları tartışmak bile sıkıntı vericidir.

İslam referanslı siyasal örgütlerin tanımlanmalarına gelince.
El kaide ve Taliban bir terör örgütüdür, Hizbullah ve Hamas vatansever birer direnme örgütüdür.

El Kaide ve taliban’ emperyalistler var edip desteklediklerinde onları terör örgütü olarak tanımlamak ne kadar doğru olduysa, bunların sahiplerinden kopup eylemlerine aynı şekilde devam etmelerinden dolayı terör örgütleri diye tanımlamak ne “ayıptır” ne de “yanlış”tır. Ayıp ve yanlış olan insanlığa karşı işledikleri suçlardır ve bunun da sorumlusu emperyalistlerdir. Aptallar emperyalistlerin hala bir biçimde bunlarla kurmak istediği ve yarın ortaya çıkma ihtimali olan ilişkilerini bilmemektir.

Bu terör örgütlerini Hizbullah ve Hamas’la eşitlemek ise ayıpların en büyüğüdür. Hamas ve Hizbullah’ın intihar eylemlerini, füze atışlarını, Vietnam savaşçılarının ulusal kurtuluş hareketlerinin eylemlerinden farklı görmekte bir o kadar abestir. Gazze, İsrail Siyonizminin ağır bombardımanları altında can çekişirken, bu ahmakların İsrail barış etkinliklerini öne süren soldaki Siyonist tutumlarının başka bir anlamı yoktur. Bu türler İsrail’i aklayacak eften püften etkinlikler arayıp dursun, işgalcilere karşı direnenler tüm insanlığı yanlarında bulmaya devam edeceklerdir.

Terör örgütleri El Kaide ve Taliban’ı ya da benzerlerini, başka bir isimle tanımlamak yanlıştır bunu kim kullanırsa kullansın doğru bir tanımdır. Bu örgüt yaratan da emperyalistlerdir, “Yeşil kuşak”çı anlayıştır. Soğuk savaş dönemi algısıdır. Halkın yaratığı İslami referanslı direnme örgütleri ise halka hizmet götürme çabasında ve vatansever bir direniş içindedir. Ne terörle ne de toptancı siyasal yönelimlerle ilgili değildir. Kendi ülkeleri için, kendi halkları için mücadele yolundadır. Bu amaç ve yönelimlerini terk ettikleri zaman da kazandıkları yeni kimliğe göre bölgenin halkları tarafından tanımlanıp karşılık göreceklerdir.

Bu satırların yazarının siyasal eğilimleri, İslam’ı bir ideolojik veri olarak ele alıp, siyasal yönelimlerini şekillendirenlerle arasında uzlaşmaz duruş vardır. Şeriatçı siyasal İslam, gericiğin önemli bir kaynağıdır. Bu günün verileri içinde bölgemizin yüz yüze kaldığı böyle bir İslam tehlikesinden çok, milli çıkarlar etrafında öbeklenmesi istenen “yeni Osmanlıcılık” girişimler bulunmaktadır. Hedef şaşırtmak için, kimse bir gerçeğin yerine kendi üretimi saçmalıkları ortaya koymasın.


Zevat diyor ki,
“Türkiye’nin girişimi bölgede İslam’ın farklı bir yorumunu egemen kılmaktır.
Ilımlı İslam olarak da adlandırılan bir yorumu egemen kılmaktır. Referans
İslam”dır, Osmanlı değil, olamaz da zaten.”
(Bkz. Kuyerel grup iletileri)
Bir kez daha bu adam bölgeyi hiç bilmiyor diyeceğim.

Ne yani Türkiye tereciye tere mi satacak? Bu bölgede İslam ve ülkeleri 1400 yıldır ayaktalar. Bu pazarlama devletlere mi? bölge halklarına mı? Yapılacak bu belli değil. Devletlere ise, Suriye bu konuda Türkiye’den çok daha mantıklı bir ılımlılık içindedir ve laiktir. Yeni Irak bu eğilimleri taşıyor Ürdün, mısır ve özellikle Lübnan çok çok ilerde bir laik süreç içinde farklılıklara Türkiye’nin gösterdiği toleranstan bin kat daha fazla demokrattır. Bu özelliğiyle de İsrail gibi ırkçı devlet yapılanmasına, hatta Türkiye gibi etnik ve inanç farklılıklarına gösterilen acımasız baskılara da bir alternatif oluşturmaktadır.

Bölgenin bu tablosunda bizim cahil neyi ılımlısını pazarlıyor anlamak zor. Geriye kim kaldı. Suudi Arabistan’a mı? Haliç ülkeleri mi? Kimsenin bilgisizlikten gülünç duruma düşmesini istemem ama anlaşılan durum budur.

Türkiye’nin ılımlı İslam’ı dediği AKP yönetimi ise, bu yönetim Suudi şeriatçılığından etkilenmiş haliyle bölgemizde pazarlayabileceği hiçbir şey yoktur. Tersine ondan etkilenmesinden söz etmek yanlış değildir. Ülkemizi bu açıdan bekleyen felaket küçümsenmez ölçektedir. Birde İsrail fonksiyonu bulunuyor bölgemizde. Oralara ılımlı İslam mı pazarlanacağı düşünüyor yoksa?

Tekrar edeyim. Bu bölgede İslam’ın Şeriatçı pazarlanmasını Suudi Arabistan ve onun yanında “Şii yayılmacılığı” teranesiyle Mısır ve Ürdün’ün yaptığı sahtekarlar topluluğu yapmak istediler. Ama tutmadı. Çünkü siyonizme ve emperyalizme karşı direnenler Şii olduğu kadar Sünni referanslıydılar. Bu tabloda saflar ne ılımlı İslam’la ne de Şii-Sünni ayrımlarıyla gerçekleşmiyordu. Saflaşma siyasiydi ve halkın çıkarlarını direnerek savunanlarla tüm gericilik arasındaydı.

Ülkemizin gerici yönetimlerinin derdi İslam pazarlamacılığı değildir. Pazarlamak istedikleri tek şey metadır. Ürettiklerine Pazar arayışıdır. Bunun için de sözde bölgenin farklı ulusal çıkarlarını bir araya getirmektir. Tehlikeyi yeni Osmanlıcılık tehlikesi olarak belirleyen de budur. Kimse kimseyi aldatmak için başka bir şey aramasın.

Bilmiyor, bilmiyor, bilmiyor. Ama bilmeden de konuşuyor...

Hiç yorum yok: