4 Mart 2009 Çarşamba
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNİN TOPTANCI AKILLARI
Mihrac Ural
3 Mart 2009
Son söz:
Yazımı bitirdim gönderimlere başlayacaktım. İbrahim Çenet dostum MSN’de. İlk ona ilettim. Bir dakika sonra, R.Tayip Erdoğan’ın İstanbul’daki Metrobüs açılışıyla ilgili anekdotunu iletti.
İbrahim Çenet üç kuşak devrimciliği onurla sürdüren bir yiğit. Ona Muhtar adını taktım. O devrimcilerin her kemsiyle iyi ilişkisi olan bir denge insanı; Muhtar.
Yazımla ilgili güzel anekdotu, haberlerde hepinizin izlediği AKP’nin şu pankartıydı:
“SON OSMANLI PADİŞAHI I. RECEP TAYYİP ERDOĞAN”
Espriyi daha iyi anlamak için buyurun yazıyı birlikte okuyalım.
******************
Dayanamamış, yine yazmış. Bölgeyi bilmiyor, bölge saflaşmasıyla ilgili bir bilgi kırıntısına sahip değil, satır aralarında görüşlerine sık sık balans ayarı yapıyor, okurun farkında olmayacağını sanıyor. Bunların tümü yetersiz olduğu bir konuda tartışmaya siyasi olmayan Saiklerle atılmaktan geliyor.
Dikkatli okuyucu yaptığı kelime oyununun hemen yakalamış olacaktır. Önce Pan-İslamizm den söz ediyordu ve sorunu “yeni Osmanlıcılık” değil Pan-İslamizim” olarak görmek gerektiğini iddia ediyordu.
İşte sözleri: “Türkiye’nin Ortadoğuda etkinliğini artırma ve giderek yayılma politikasına… yeni Osmanlıcılık değil, yeni Pan-İslamizm denilebilir.” (“Yeni Osmanlıcılık mı?” yazısı)
Ancak tartışma süresince öğrendi ki, Pan-islamizmin yeryüzünde Hz. Muhammed’ten bu yana olmayan, ikame edilmeyen, bir üst kimlik kurma durumunda da o bulunmayan bir söylemdi. Referans olarak, bölgemizde bununla ilgili kimsenin yapacağı ya da yaratacağı bir tehlike yoktur. Sahte tehlikelerle kimseyi aldatmamak gerekir. Son iki yazısında böylece pan-İslamizm kayboluyor, yerini İslami referans almaya başlıyor.
Bu kelime oyunbazı yazın hayatı boyunca aynı şeyi yapıp durmuştur. Bu ince ayarı Pan-İslamizm konusunda bakın nasıl yapıyor.
“Türkiye’nin girişimi bölgede İslam’ın farklı bir yorumunu egemen kılmaktır.
Ilımlı İslam olarak da adlandırılan bir yorumu egemen kılmaktır. Referans
İslam’dır”
“Pan” yok oldu, geriye “İslami referans” kaldı. İkisi arasındaki farkı anlatmayacağım. O ne yaptığını biliyor.
Cahil adam bölgemizdeki tehlikelerden söz ettiğimiz noktasını okuyucunun gözünden kaçırıyor. Temel konumuz da budur.
Bu tehlikelere pek çoktur. Ben “Yeni Osmanlıcılık” tehlikesinin, Türkiye kaynaklı olduğunu belirtirken, ısrarla bunun bölgemizde tutmasının imkanı olamaz deyip durdum. Bölgemizde bu tezlerin tutmaması tehlikesini azaltmıyor. Bu tehlike öncelikle ortak ülkemiz üzerinde bir tehlikedir. Halklarımız bir kez daha orta-doğuda emperyalist çıkarlar için maceralara sürüklenecektir deyip durdum.
Bölge halklarının bu konuda çok duyarlı olduklarını, denenmişin bir kez daha denenmesinin deneyenler için bir risk olduğunu belirttim. Bu noktada devletin din istismarcılığıyla varacağı bir yer olmayacaktır.
Bununla da yetinmedim. Halktan aldığı tüm desteğe karşın AKP bu tehlikeyi bölgemiz halkaların başına öremeyeceğini ifade ettim. AKP bölgemizde çıkar çekişmelerinin milli çıkarlar etrafında döndüğünü bildiği gibi, bölgenin diğer milli devletleri de bilmektedir. İlişkilerin bu devletler etrafında organize edileceği de açıktır. Bu ilişkilerde İslam olmak ya da İslam referanslı olmanın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bölgemiz İsrail hariç tümü Müslüman ülkelerden oluşmaktadır. Dolaysıyla kimsenin kimseyi İslam referansıyla bu çıkarlara sürükleyemez.
Geriye tek yol kalıyor o da bölge milletlerinin çıkar ortaklığı adı altında yeni tarzda organize edilmesidir. İşte tam bu noktada yeni Osmanlıcılık anlamı buluyor. Yani bölgeyi bir biçimiyle, siyasi açıdan toparlayacak, çok etnik yapılı bir ekonomik ilişkiler sürecine geçirmektir. İsrail’in önerisi de bu yöndedir. Emperyalistlerin II. Dünya savaşından itibaren işlediği konu da budur. Buna “Yeni Osmanlıcılık” denilmektedir. İsim babaları da kendileridir. Benim yaptığım bunun bölgemize yarar değil zarar getireceğini ve tehlike oluşturduğunu seslendirmektir.
ABD hiçbir zaman heterojen bir birliği önermez. Bu kendisi içinde tehlikelidir. Yeşil Kuşağın ürünü el Kaide, Taliban’ın konumu belli. ABD’ iç çelişkileri yoğun olan bolklaşmaları ister. Karşısına dikilmesi halinde parçalamada zorlanmasın diye. Bu açıdan da Yeni Osmanlıcılık en uygun olanıdır. Bu noktayı da ekledim durdum.
AKP İslam referanslı olmasına, bölgemizin ezici çoğunluğu Müslüman devletlerden oluşmasına karşın, İslam referansıyla yapılacak bir şey yoktur. Emperyalistler çıkarları için halkı örgütlemiyorlar, var olan devletleri “milli çıkarlar etrafında” adı altında kendi çıkarları için uyumlaştırmaya çalışmaktadırlar. İsrail’in böylesi bir oluşumda ısrarlı olmasının da nedeni İslam referanslı olmamasıdır.
İslami referans, bölgemizde her siyasal hareketin kullandığı bir şeydir. Az kalsın CHP de İslam referanslı bir parti olmak üzere dediğimizde bu daha iyi anlaşılacaktır. Bu açıdan, halkın örgütlenmesine yönelirken İslami referansların oynadığı rol, devletler ilişkisinde bir işleve sahip olmaz. Devletler ilişkisinde ülke, millet çakarları gibi unsurlar ön plandadır. İslam’ın İslamlaştırılması diye bir çaba olmayacağına göre bu referansla bölge ilişkilerini düzenlemek söz konusu olmayacaktır. Bu olsaydı on yıllardır kurul olan İslam Ülkeleri Konferansının (İÜK) bir şeyler yapması gerekirdi.
Bölgemizdeki tüm Müslüman ülkelerinde yasamanın temel kaynağı şeriattır. Lübnan ve Suriye’de nispi bir medeni kanun algısı ve özgün siyasal yapılanmaları nedeniyle her iki ülkede laik bir devlet anlayışı bulunmaktadır.
Bu açıdan bakınca birilerinin, İslam referansını esas almaktan dolayı, ayrıca oluşturacağı bir tehlike yoktur. Tehlike, bölge ülkelerini emperyalist çıkarlar güdümünde ulusal çıkarlar adı altında siyasi bir bloklaşmaya götürmenin ürünü olabilir. İstenen de budur. Ülkemizi bu kirli girişim içinde bir aracı olarak ortaya sürmektedirler. Bunun için Osmanlı hatıralara, genleri, kışkırtıcı yönelimlerine durmadan destek vererek bunun yerleşmesi için çabalamaktadırlar. Siyonist İsrail devleti de bu işe tüm gücüyle omuz vermektedir.
Bunu anlamayan aptallar, İslam referanslı her var oluşu, aralarındaki farkları hiçe sayara hesapsız bir sonuç çıkartmaktadırlar. Bu hesapsızlık, bölge halklarının önemle yararlanacağı ve çıkarları için hizmete sunacağı güç ve etkinliklerin heder olmasına yol açıyorlar.
Bu türlerin soldaki Siyonistler olması gerçeğin önceki yazılarımda açıkladım. Bölgemizin kaderiyle ilgisiz olduklarını, takip etmediklerini, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hangi tehlikeleri ifade ettiğini ve bunu kimin çökerttiğini bilmeyecek kadar ayakları yere basmayan aptallar olduğunu belirtmekle yetineceğim.
Yeni Osmanlıcılığın bölgemiz açısından kimler tarafından ve nasıl örüldüğünü ise hiç bilmediklerinden bu tehlikeye karşıda tutum almalarının mümkün olmadığını dile getireceğim.
Gelelim bu yazının ana konusuna.
Soğuk savaş bitti. Bunu baba Bush, Gurbaçov’la buluştuğu Malta konferansında tüm dünyaya ilan da ettiler (3 Aralık 1989) Artık dünyamız yeni bir sürecin eşiğinde yeni bir saflaşmaya gelip dayanmıştı. Eski saflaşmalar, eski bölünmeler geride kalmıştı. Dünyada çok şeyin AK- KARA diye boyanması ve ona göre tutum takınılmasının zamanı geçmişti. Her olay kendi özgünlüğü içinde ala alınmak ve buna göre tutum takınmak gerekiyordu. Emperyalistlerin, geri ülkelere, dünyanın çeşitli bölgelerine yönelik Sosyalist Sistemin oluşturduğu eski dengelerin olmadığı bir adaletsiz koşulda saldırıları gündeme gelmişti. Bu, yeni direnme güç ve etkinliklerinin doğuşuna, dolaysıyla saflaşmanın yeni unsurlarının varlığına yol açıyordu.
Soğuk savaş döneminin toptancı algılarında iki kamp vardı ya oradasın ya da bura da. O kıstasların geçtiğinin farkında değil. Artık tek bir ölçüyle farklılıkları ölçmenin mümkünü yoktu.
Dünya değişiyor ama cehalet değişmiyor, bakın ne diyor:
“ İslam örgütleri arasında özünde fark bulunmuyor. Gerçekleştirme yolları ayrı, ama
sonuçta hedef İslam devletidir. Şeriatın evrensel geçerliliğidir. Kura’nın
anayasa olmasıdır. Bu hedef Lübnan Hizbullah’ı, Hamas ve Mısır’da Müslüman
Kardeşlerde aynıdır. Taliban’da da aynıdır.”
Bu algı gerçekten çok ilkel ve tarihin gerisinde kalmış bir algıdır.
Taliban’la Hamas’ı, Hizbullah’ı bir araya getirmek başlı başına bir cehalettir. İlk elden bunlar arasında mezhepsel açıdan İslam’ı çok farklı yorumu vardır. Sonra banlar arasında İslam referansının hedef kitleleri, hitap kitleleri ve yönelimleri birbirinden ayrıdır. Ancak en önemlisi, Hizbullah ve Hamas işgal altında olan Filistin ve Lübnan topraklarını özgürleştirilmesi mücadelesi vardır.
Taliban ve El Kadine’nin projesi dünya Müslümanlarını bir çatıda savaşa sürme olayıdır (PAN-İSLAMİZM). Kindi halkına ve dünya halklarına ilkelliği, empoze etmek için terör vardır. Yayılmacılık esastır. Bunların terörle ilişkilerini, dünyada yürüttükleri ve hiçbir insani davaya hizmet etmeyen eylemlerini burada uzunca anlatmayacağım. Bu eylemlerin terör olduğunu ilk önce devrimcilerin, solcuların ve sosyalistlerin ilan etmesi gerekmektedir: Zira bu terör dolaysızca emperyalistlerin kuklası olan bir terör olarak doğdu ve böylece sürmektedir. Terör emperyalistlerin kuklasıyken terör olacakta, emperyalizmin denetiminden çıkınca adı terör olmayacak demek ise artık cehalet ötesi bir şey olmalıdır.
Ancak Hizbullah ve Hamas İslam referansına, birinin Şii diğerinin Sünni direnme örgüt olmasına karşın, ülkelerinin ve ülkelerinde bulunan siyasal yönelimlerin farklılıklarını siyasal mücadelesinin merkezine oturtuyorlar. Bu nokta İslam referanslı ortak paydalarına rağmen, bu iki direnme örgütün bir vatansever çizgide Siyonizme karşı ve emperyalizme karşı halklarının çıkarlarını ve yönelimlerini temsil etmektedirler. Dünyanın her köşesinde bu iki örgüte desteğin ortaya çıkması, tarihin en büyük kitle eylemlerinin bu güçlerin mücadelesine destek olmasının da başka bir izahı yoktur. Aptalların bunu anlamaması ise çok normaldir.
Kaldı ki, Lübnan ve Filistin yoğun bir Hıristiyan nüfusa sahiptir. Bununla da değil farklı etnik yapı olarak kendini tanımlayan ve bir üst kimlikte kendini entegre etmeyen topluluklara sahiptir; Dürzüler, Ermeniler, Aleviler, Kürtleri vb. Bu heterojen yapıların yer aldığı bu topraklarda Hizbullah ve HAMAS, toplumlarının ezici bir çoğunluğu tarafından aktif olarak desteklenmektedir. Hizbullah, Lübnan’ın en güçlü Hıristiyan topluluğu temsilcisi Michel Aouvn’nun “Özgür Ulusal Akım”( Tayyar Vatani el Hür) ile stratejik ittifak belgesi imzalamıştır. Bu belge Lübnan’ın laik, heterojen, yapısına ve devletinin verili dokusuna ilişkin ortak kanaatleri açıkça ilan etmiştir.
Toptancı cahiller bu belgeden haberdar olmadıkları açık. Bilmiyorlar diyorum, bölgeyi izlemiyorlar dünyanın değişimini ve bunu bölgemizdeki etkilerini ise algılama düzeyleri de yok diyorum: kafalar kuma gümülü o kadar.
Bu bilgiler verili durumun izahıdır. Bu satırların yazarı her türden dini referanslı, liberal referanslı, milliyetçi referanslı eğilimlerle siyasal yaşamı boyunca mücadele etmiştir. Ancak başını kuma gömmemiş, emperyalizme karşı halkın direnme güçlerinin mücadelesine kayıtsızda kalma gibi bir pasifizm içinde olmamıştır.
Okura biraz daha bilgi vermeliyim.
Lübnan devleti, 1975’te başlayan uzun iç savaş sonucunda Taif anlaşmasıyla biçimlenen son anayasası ( Müslümanların galip geldiği bir koşulda oluşan Anayasası) devleti çok etnik (ulusal değil) ve dinsel yapılı olarak belirlemiştir. Bu belirlemenin içinde her bir inanç topluluğuna ve etnik dokuya uygun bir temsil etkinliği verilmiştir. Hizbullah, Emel gibi İslam referanslı siyasal örgütler kendilerini bu heterojen yapının bir parçası olarak tanımlamakta ve bu yapının korunmasını, kendi toplumunun, ülke ve devletinin korunması olarak algılamaktadırlar. Hıristiyanların Papa’yı dini lider görmeleri gibi Lübnan Şiilerin de kendi dini liderlerine karşı inanç bağlılıkları olmasına rağmen bir ortak vatanda farklılıkların temsilcisi olarak ortaya koymaktadırlar. Ne dünyasal, ne bölgesel ne de kendi vatanları ve yoğun yaşam bölgelerinde İslam şeriatının tatbikini bir Taliban ya da el kaide gibi dayatmamaktadırlar. Böyle bir iddiaları olmadığı gibi bu iddiayı yapan Müslüman kardeşler uzantılarının Lübnan’daki dayatmalarına karşı şiddetli bir mücadele içindedirler.
Hizbullah’ın bölgemiz açısından ortaya koyduğu tarihsel başarıları burada tekrar etmeyeceğim. Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) yıkan zaferi, Lübnan’ın çok inançlı ve çok kültürlü yapısını değiştirme yönünde kullanmaması başlı başına bir veridir. İşgal altındaki toprakları kurtaran her siyasal hareket dünyanın her yerinde iktidar olur. Zorla da olsa devlet erkini ele geçirir. Hizbullah7ın böyle bir gücü şu an bile mevcuttur. Dünyanın en büyük 4. askeri gücüne ve arkasındaki ABD-İngiliz ve gerice Arap desteğine karşı ezmesi, topraklarından kovmuş olmasının doğal istihkakı iktidar olmaktı. Ama bunu yapmadı. Ülkesinin yapısını korumanın bir garantörü olduğunu açıkladı ve buna bağlı kaldı.
Böylesi bir savaştan muzaffer çıkan bir siyasal silahlı gücün daha çok avantaj alması bile çok normalken bunu yapmadı. Ülkesinin yönetiminde bile küçücük hissesiyle yetindi. Şiiler bu gün Lübnan’ın en büyük topluluğu olmasına rağmen Taif anlaşmasının yarım asır önceki sayıma dayalı hisselerle yetinmeye bile itiraz etmedi. Tersine bu dengelerin korunmasının bir güvencesi olarak tutumunu belirledi.
Hamas’ında farklılıklara karşı yönelimi budur. İslam bu siyasal yapılanmalarda, direneme güçlerinin halka uzanan bir aracıdır. İslam’ı şeriatın herkese dayatılması olarak ele almamalarındandır. İslam bu örgütlerde toplumsal kültürel yaşamın bir parçasıdır.
Hamas, son Gazze savaşında, Filistin Demokratik Cephesi ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin (FHKC) Hıristiyan savaşçılarıyla omuz omuza olmuştur. Filistinli Hıristiyanlar ve liderleri yurtsever mücadelelerinde omuz omuza olmuş, devlet yönetimi ve toplum örgütlenmesinde ortak programlarla yollarına devam etmektedirler. Bu vatansever direnme örgütlerinin ne Pan-İslamizm, ne de İslam referanslı eğilimlerinin şeriat devleti, şeriat dayatması gibi önermeleri de yoktur. Dünyanın tüm gericiliği gibi, Arap ülkelerinin İslam şeriatıyla yönetilen tüm ülkeleriyle de mücadele halindedir. Hizbullah ve HAMAS’ın en büyük düşmanı Suudi ve Mısır gericiliğinin olması bundandır. Önceleri Şiilik adı altında Siyonizmin yararına olan ve İran’ın bölgedeki etkinliğini kırmak için uydurulan “Şii atom bombası”, “Şii yayılmacılığı” tehlikesi diaları, Sünni HAMAS’a karşı yürütülen düşmanlıkla da bir yalan olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bölgede saflaşma bu yanıyla, ne İslam referanslı olmasından ne de Şii olmasıyla ilgili değildir: Saflaşma halkın çıkarlarını savunmak, işgalcilere karşı durmak üzere oluşan direnme güçleriyle Emperyalistlerin başını çektiği tüm gericilik arasındadır. Bu anlaşılmadan soğuk savaş ölçüleriyle ve cahilce tüm İslami referanslı hareketleri aynı boyaya boyamak sorumsuzcadır.
Filistin’de El Fetih Örgütü’nün yaptığı din istismarı bunlara göre kat be kat fazladır ve bu gün Suudi Arabistan ve mısır desteği de buna işarettir. İsrail Siyonizminin Hamas düşmanlığı ve El Fetih’e olan yakınlığını da burada aramak gerekir. Sorun siyasaldır inanç değildir. Bölgemiz de saflaşmanın esası da budur. Bunu anlamayanlar bu konularda hiç konuşmamalıdır.
Hizbullah’ı ve HAMAS’ı, El Kaide’yle eşitleyen bir düzeyle bu konuları tartışmak bile sıkıntı vericidir.
İslam referanslı siyasal örgütlerin tanımlanmalarına gelince.
El kaide ve Taliban bir terör örgütüdür, Hizbullah ve Hamas vatansever birer direnme örgütüdür.
El Kaide ve taliban’ emperyalistler var edip desteklediklerinde onları terör örgütü olarak tanımlamak ne kadar doğru olduysa, bunların sahiplerinden kopup eylemlerine aynı şekilde devam etmelerinden dolayı terör örgütleri diye tanımlamak ne “ayıptır” ne de “yanlış”tır. Ayıp ve yanlış olan insanlığa karşı işledikleri suçlardır ve bunun da sorumlusu emperyalistlerdir. Aptallar emperyalistlerin hala bir biçimde bunlarla kurmak istediği ve yarın ortaya çıkma ihtimali olan ilişkilerini bilmemektir.
Bu terör örgütlerini Hizbullah ve Hamas’la eşitlemek ise ayıpların en büyüğüdür. Hamas ve Hizbullah’ın intihar eylemlerini, füze atışlarını, Vietnam savaşçılarının ulusal kurtuluş hareketlerinin eylemlerinden farklı görmekte bir o kadar abestir. Gazze, İsrail Siyonizminin ağır bombardımanları altında can çekişirken, bu ahmakların İsrail barış etkinliklerini öne süren soldaki Siyonist tutumlarının başka bir anlamı yoktur. Bu türler İsrail’i aklayacak eften püften etkinlikler arayıp dursun, işgalcilere karşı direnenler tüm insanlığı yanlarında bulmaya devam edeceklerdir.
Terör örgütleri El Kaide ve Taliban’ı ya da benzerlerini, başka bir isimle tanımlamak yanlıştır bunu kim kullanırsa kullansın doğru bir tanımdır. Bu örgüt yaratan da emperyalistlerdir, “Yeşil kuşak”çı anlayıştır. Soğuk savaş dönemi algısıdır. Halkın yaratığı İslami referanslı direnme örgütleri ise halka hizmet götürme çabasında ve vatansever bir direniş içindedir. Ne terörle ne de toptancı siyasal yönelimlerle ilgili değildir. Kendi ülkeleri için, kendi halkları için mücadele yolundadır. Bu amaç ve yönelimlerini terk ettikleri zaman da kazandıkları yeni kimliğe göre bölgenin halkları tarafından tanımlanıp karşılık göreceklerdir.
Bu satırların yazarının siyasal eğilimleri, İslam’ı bir ideolojik veri olarak ele alıp, siyasal yönelimlerini şekillendirenlerle arasında uzlaşmaz duruş vardır. Şeriatçı siyasal İslam, gericiğin önemli bir kaynağıdır. Bu günün verileri içinde bölgemizin yüz yüze kaldığı böyle bir İslam tehlikesinden çok, milli çıkarlar etrafında öbeklenmesi istenen “yeni Osmanlıcılık” girişimler bulunmaktadır. Hedef şaşırtmak için, kimse bir gerçeğin yerine kendi üretimi saçmalıkları ortaya koymasın.
Zevat diyor ki,
“Türkiye’nin girişimi bölgede İslam’ın farklı bir yorumunu egemen kılmaktır.
Ilımlı İslam olarak da adlandırılan bir yorumu egemen kılmaktır. Referans
İslam”dır, Osmanlı değil, olamaz da zaten.” (Bkz. Kuyerel grup iletileri)
Bir kez daha bu adam bölgeyi hiç bilmiyor diyeceğim.
Ne yani Türkiye tereciye tere mi satacak? Bu bölgede İslam ve ülkeleri 1400 yıldır ayaktalar. Bu pazarlama devletlere mi? bölge halklarına mı? Yapılacak bu belli değil. Devletlere ise, Suriye bu konuda Türkiye’den çok daha mantıklı bir ılımlılık içindedir ve laiktir. Yeni Irak bu eğilimleri taşıyor Ürdün, mısır ve özellikle Lübnan çok çok ilerde bir laik süreç içinde farklılıklara Türkiye’nin gösterdiği toleranstan bin kat daha fazla demokrattır. Bu özelliğiyle de İsrail gibi ırkçı devlet yapılanmasına, hatta Türkiye gibi etnik ve inanç farklılıklarına gösterilen acımasız baskılara da bir alternatif oluşturmaktadır.
Bölgenin bu tablosunda bizim cahil neyi ılımlısını pazarlıyor anlamak zor. Geriye kim kaldı. Suudi Arabistan’a mı? Haliç ülkeleri mi? Kimsenin bilgisizlikten gülünç duruma düşmesini istemem ama anlaşılan durum budur.
Türkiye’nin ılımlı İslam’ı dediği AKP yönetimi ise, bu yönetim Suudi şeriatçılığından etkilenmiş haliyle bölgemizde pazarlayabileceği hiçbir şey yoktur. Tersine ondan etkilenmesinden söz etmek yanlış değildir. Ülkemizi bu açıdan bekleyen felaket küçümsenmez ölçektedir. Birde İsrail fonksiyonu bulunuyor bölgemizde. Oralara ılımlı İslam mı pazarlanacağı düşünüyor yoksa?
Tekrar edeyim. Bu bölgede İslam’ın Şeriatçı pazarlanmasını Suudi Arabistan ve onun yanında “Şii yayılmacılığı” teranesiyle Mısır ve Ürdün’ün yaptığı sahtekarlar topluluğu yapmak istediler. Ama tutmadı. Çünkü siyonizme ve emperyalizme karşı direnenler Şii olduğu kadar Sünni referanslıydılar. Bu tabloda saflar ne ılımlı İslam’la ne de Şii-Sünni ayrımlarıyla gerçekleşmiyordu. Saflaşma siyasiydi ve halkın çıkarlarını direnerek savunanlarla tüm gericilik arasındaydı.
Ülkemizin gerici yönetimlerinin derdi İslam pazarlamacılığı değildir. Pazarlamak istedikleri tek şey metadır. Ürettiklerine Pazar arayışıdır. Bunun için de sözde bölgenin farklı ulusal çıkarlarını bir araya getirmektir. Tehlikeyi yeni Osmanlıcılık tehlikesi olarak belirleyen de budur. Kimse kimseyi aldatmak için başka bir şey aramasın.
Bilmiyor, bilmiyor, bilmiyor. Ama bilmeden de konuşuyor...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder