24 Mart 2009 Salı
İKİ İFADE
Mihrac Ural
24 Mart 2009
İtirafçı Engin sonunda benim ifademi buldu. Ve içi yandı. 21 gün Ankara-İstanbul arasında süren işkencelerden sonra ifademin “bir sayfadan az” olduğunu gördü. Ser var sır yok…
İtirafçı Engin Erkiner’in ifadesi 20 sayfa. Rüyalarını bile anlatmış, örgütü kronolojik olarak düğüm düğüm çözmüş. Geçmiş üst komiteler dahil eylemleri, tüm ev adresleri, dostları, akrabaları, herkesi tek tek saymış. Olması muhtemel eylemleri ve bunların muhtemel militanlarını da vermiş. Kusmuşta kusmuş…
İtirafçı Engin’in evveli de ahiri de ifadesinde şu cümlelerle özetlenmiştir. “Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
Mihrac Ural’ın ifadesi ise ser verip sır vermemekle noktalanmıştır. Kısadır, özdür ve polise meydan okumadır, direnmektir.
İki ifadenin karşılaştırması, itirafçı Engin için bir yıkımdır. Bu yıkımın altından nasıl çıkacağı da belli değil, battıkça batıyor, sağa sola akıllara ziyan karalamalar yaparak batıyor. Engin bir çıkmazda, kendi kamburunu örtmek için çırpınıyor.
Şimdi, itirafçı adam şunu iyi bileceksin, öncelikle bu ülkede öyle kahramanlar var ki, işkencede polise direnmiş ve hiçbir şey konuşmamıştır, adını bile vermemiştir verdiği sadece “beyaz bir sayfa”dır. Burada İbrahim Kaypakkaya’yı anmak direnmeyi anmaktır. TİKB’li liderleri ve kadroları, devrimci hareket literatürüne yaptıkları “beyaz kağıt” katkısını anmadan da geçmemek gerek. “Beyaz kağıt” polise hiçbir şey vermemektir, ismini bile söylememektir. Bu örnekleri görünce benim ifademin bile uzun olduğunu söylersem yanlış olmaz. İtirafçı bu gerçekleri bilmez, bilmek istemez. Ruhuna hafakanlar basar, onursuzlaşır, yüzü kızarır yerin dibine geçer. Bu yüzden direnenlerin hiçbir belirtisinden hoşnut olmaz, onlara karşı kin taşır.
Benden duyduğu sıkıntının temelinde de tas tamam bu vardır. Okurun karşı karşıya kaldığı gerçek, itirafçının bir klinik vakıa olmasından ibarettir.
Direnenler neden itirafçıları sıkıntıya sokar bu bellidir. Bunun psikolojik boyutu nedir? bunu bir uzmana sormak gerek. Bir itirafçının teslim olmasından kaynaklanan yenilmiş ruh hali karşısında, direnenlerin çok ağır bir yük oluşturduğu açıktır. Bu her yerde öyledir. Her örgütte de öyledir. İtirafçılar utanma ve özür duyma duygusunu da yitirmişlerse Engin adam gibi, işte o zaman durum normal bir süreçten çıkar ve kinle örtülü reflekslere yerini bırakır. İtirafçının gerginliği de buradan geliyor. Ama olayları artık izah edemediği için ne tarih kesişmeleri doğru oluyor ne de içine düştüğü çelişkileri izah edebiliyor.
Engin’in bu halleri 1977 Ağustos yakalanmasından beri öyledir. Bir itirafçının ezikliğiyle aramızda yaşadı. 1. Kongrede resmileşen örgüt tüzüğünde, şiddete, bu örgüt cezaları arasında yer vermedik. Önerim böyleydi, oylandı ve kabul edildi. Bu akıl sistemini örgüte hakim kıldık. İtirafçı, hiçbir zaman kimsesi olmadan aramızda yaşadı. Ne bir militan ne bir kadro haklı olarak ona güvenmiyordu. Dostu da yoktu. Ziyaretçisi bile hiç olmadı. Böyle bir adam her kararın iki dudağı arasında olan Mihrac Ural’ın “icabına” bakmaktan söz ediyor; zavallılığın böylesine sadece acınır. Acıyorum sana Engin acıyorum.
Dün İtirafçı Engin’i halletmek bir yudum su almak kadar kolay iken, bunu yapmayı zayıflık sayan Mihrac Ural’ı bu gün TC devleti, polisi ve ajanlarının bile “icabına bakmak”ta aciz kaldığı bir ortamda, itirafçı bir soytarının rüyasının kıymeti itibarı olamaz. Kedi ciğer esprisini hatırlayın o yeter.
İtirafçı Engin, MİT ajanı İbrahim Yalçın’la ortaklığa girdiği andan itibaren (TKEP saflarına sığındıklarından beri) özel harp dairesi diliyle Doğu Perinçek’in ihbarcı yoluna girmiştir. Yazdıkları sadece kirli birer ihbardan ibarettir. Bu yüzden cevaplanmaya değer yanı yoktur. Devrimci harekete yararı olmayan bir cevabı vermenin bizim için anlamı yoktur. Bu nedenle de MİT ajanı İbrahim Yalçın yırtınsa da hiçbir zaman cevap almayacaktır. Yolları açık olsun.
Biz bu yola girdiğimizde direneceğimizi söylemiştik, devam ediyoruz. İşkencede, zindanda, Mültecilik koşullarında direndik durduk. Devam ediyoruz. Biz her ne isek, o hacimle demokrasi mücadelesine katkı verme iradesi gösteriyoruz.
Bir ton söze gerek kalmayan bir noktaya geldik. Bir yanda benim ifadem, diğer yanda itirafçının ifadesi.
İki ifadenin hikayesi, iki kişinin de kişilik hikayesidir. Buyurun bunları karşılaştırarak okuyun tüm gerçek bu iki ifade de saklı.
Bu noktada benim çağrım şudur;
İtirafçı Engin hadi gel her birimiz kendi polis ifadesine “ön söz” yazsın da bu iş bitsin. Okurun beklentisi de yerine gelsin.
24 Mart 2009
İtirafçı Engin sonunda benim ifademi buldu. Ve içi yandı. 21 gün Ankara-İstanbul arasında süren işkencelerden sonra ifademin “bir sayfadan az” olduğunu gördü. Ser var sır yok…
İtirafçı Engin Erkiner’in ifadesi 20 sayfa. Rüyalarını bile anlatmış, örgütü kronolojik olarak düğüm düğüm çözmüş. Geçmiş üst komiteler dahil eylemleri, tüm ev adresleri, dostları, akrabaları, herkesi tek tek saymış. Olması muhtemel eylemleri ve bunların muhtemel militanlarını da vermiş. Kusmuşta kusmuş…
İtirafçı Engin’in evveli de ahiri de ifadesinde şu cümlelerle özetlenmiştir. “Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
Mihrac Ural’ın ifadesi ise ser verip sır vermemekle noktalanmıştır. Kısadır, özdür ve polise meydan okumadır, direnmektir.
İki ifadenin karşılaştırması, itirafçı Engin için bir yıkımdır. Bu yıkımın altından nasıl çıkacağı da belli değil, battıkça batıyor, sağa sola akıllara ziyan karalamalar yaparak batıyor. Engin bir çıkmazda, kendi kamburunu örtmek için çırpınıyor.
Şimdi, itirafçı adam şunu iyi bileceksin, öncelikle bu ülkede öyle kahramanlar var ki, işkencede polise direnmiş ve hiçbir şey konuşmamıştır, adını bile vermemiştir verdiği sadece “beyaz bir sayfa”dır. Burada İbrahim Kaypakkaya’yı anmak direnmeyi anmaktır. TİKB’li liderleri ve kadroları, devrimci hareket literatürüne yaptıkları “beyaz kağıt” katkısını anmadan da geçmemek gerek. “Beyaz kağıt” polise hiçbir şey vermemektir, ismini bile söylememektir. Bu örnekleri görünce benim ifademin bile uzun olduğunu söylersem yanlış olmaz. İtirafçı bu gerçekleri bilmez, bilmek istemez. Ruhuna hafakanlar basar, onursuzlaşır, yüzü kızarır yerin dibine geçer. Bu yüzden direnenlerin hiçbir belirtisinden hoşnut olmaz, onlara karşı kin taşır.
Benden duyduğu sıkıntının temelinde de tas tamam bu vardır. Okurun karşı karşıya kaldığı gerçek, itirafçının bir klinik vakıa olmasından ibarettir.
Direnenler neden itirafçıları sıkıntıya sokar bu bellidir. Bunun psikolojik boyutu nedir? bunu bir uzmana sormak gerek. Bir itirafçının teslim olmasından kaynaklanan yenilmiş ruh hali karşısında, direnenlerin çok ağır bir yük oluşturduğu açıktır. Bu her yerde öyledir. Her örgütte de öyledir. İtirafçılar utanma ve özür duyma duygusunu da yitirmişlerse Engin adam gibi, işte o zaman durum normal bir süreçten çıkar ve kinle örtülü reflekslere yerini bırakır. İtirafçının gerginliği de buradan geliyor. Ama olayları artık izah edemediği için ne tarih kesişmeleri doğru oluyor ne de içine düştüğü çelişkileri izah edebiliyor.
Engin’in bu halleri 1977 Ağustos yakalanmasından beri öyledir. Bir itirafçının ezikliğiyle aramızda yaşadı. 1. Kongrede resmileşen örgüt tüzüğünde, şiddete, bu örgüt cezaları arasında yer vermedik. Önerim böyleydi, oylandı ve kabul edildi. Bu akıl sistemini örgüte hakim kıldık. İtirafçı, hiçbir zaman kimsesi olmadan aramızda yaşadı. Ne bir militan ne bir kadro haklı olarak ona güvenmiyordu. Dostu da yoktu. Ziyaretçisi bile hiç olmadı. Böyle bir adam her kararın iki dudağı arasında olan Mihrac Ural’ın “icabına” bakmaktan söz ediyor; zavallılığın böylesine sadece acınır. Acıyorum sana Engin acıyorum.
Dün İtirafçı Engin’i halletmek bir yudum su almak kadar kolay iken, bunu yapmayı zayıflık sayan Mihrac Ural’ı bu gün TC devleti, polisi ve ajanlarının bile “icabına bakmak”ta aciz kaldığı bir ortamda, itirafçı bir soytarının rüyasının kıymeti itibarı olamaz. Kedi ciğer esprisini hatırlayın o yeter.
İtirafçı Engin, MİT ajanı İbrahim Yalçın’la ortaklığa girdiği andan itibaren (TKEP saflarına sığındıklarından beri) özel harp dairesi diliyle Doğu Perinçek’in ihbarcı yoluna girmiştir. Yazdıkları sadece kirli birer ihbardan ibarettir. Bu yüzden cevaplanmaya değer yanı yoktur. Devrimci harekete yararı olmayan bir cevabı vermenin bizim için anlamı yoktur. Bu nedenle de MİT ajanı İbrahim Yalçın yırtınsa da hiçbir zaman cevap almayacaktır. Yolları açık olsun.
Biz bu yola girdiğimizde direneceğimizi söylemiştik, devam ediyoruz. İşkencede, zindanda, Mültecilik koşullarında direndik durduk. Devam ediyoruz. Biz her ne isek, o hacimle demokrasi mücadelesine katkı verme iradesi gösteriyoruz.
Bir ton söze gerek kalmayan bir noktaya geldik. Bir yanda benim ifadem, diğer yanda itirafçının ifadesi.
İki ifadenin hikayesi, iki kişinin de kişilik hikayesidir. Buyurun bunları karşılaştırarak okuyun tüm gerçek bu iki ifade de saklı.
Bu noktada benim çağrım şudur;
İtirafçı Engin hadi gel her birimiz kendi polis ifadesine “ön söz” yazsın da bu iş bitsin. Okurun beklentisi de yerine gelsin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder