HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

3 Nisan 2008 Perşembe

GEREĞİ YAPILACAK !..




Bu makaleyi yıllar önce yazdım. Ülkeme musallat olan zihniyet, on yıllar hatta, yüz yıllır önce ne ise öyle kalmış. siyasal sistemleri kırılmış ama, sorunları çözmede, zora dayalı iradeleri evrimleşmemiş, kaskatı olduğu gibi kalmış. Baskı araçlarıyla, güvenlik önlemleriyle sorunların çözüldüğü tarihin hiç bir kesitinde tespit edilmemiş olmasına rağmen, tarihten kopuk bu ilkel çözüm dayatmaların iflasından da ders alınmamıştır. Gençlerin ölümü üzerine oyanan, halkların birbirini kırması üzerine tezgahlanan ve sonuçtan her kesin zararlı çıkacağı açık olan bu süreçte kaybeden tek taraf bu irade olacaktır. Bu kayıp, ulusun tüm değerlerinin de erazyona uğramasını getirebileceği tehlikesinide hatırlatmak yerinde olacaktır.


Bütün mesele Kürt ulusunun varlığını kabul edip etmemekte, siyasal haklarını teslim edip etmemekte. Lafı hiç bir yere çekmeden sorunu olduğu gibi öylece tespit etmek gerek. Bu ulus gerçek mi? değil mi? Var mı? yok mu? Sorun bunları içselleştirip içselleştirmemekte yatıyor. Bu yüzden zorbalığı, askeri baskıyı ve ölümü çözüm olarak görenler, sahip çıktıklarını sandıkları vatanı tekellerinde tutuma gibi bir dayatmayla , bu topraklarda yaşamını sürdüren diğer ulusal varlıklara tek çıkış yolu bırakmaktadırlar, ya öleceksiniz ya savaşarak hakkınızı elde edeceksiniz. Bu onurlu uluslarda haklarını alma kararlılığı göstererek, tarihin büyük zulümlerine boyun eğmeden bu güne geldikleri gibi, bundan sonrada varlıklarını korumak, haklarını almak için kararlı olduklarını ilan ediyorlar ve kuşak kuşak evlatlarının fedakarlığın sunmakta tereddüt etmiyorlar. Bu meyanda hak talebinin bu türden tecelisine, "terör" demek, "kandırılmış çocuklar"ın öne sürülüşü demek, kendi kendine alay etmektir, ne komedi ne de trajedidir, bunamadır, şaşkınlıktır !..


Buna rağmen Kürtler, liderleri, siyasal örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla barış talebini yapmaktan geri kalmıyarak çağdaşlıkta örnek oluşturuyorlar. Ancak, barışa geçit vermeyenler, ilkel ırkçı, milliyetçi, ulusalcı ve şoven eğilmlerle var olan gerçekleri yok edebileceklerini sananlar, bir kez daha sınır ötesi "operasyona tezkere" kesmek istiyorlar. Bırakalım, ABD'nin Iraktaki hallerini ve Kuzey Irak'ta sağlanmış nispi suküneti bozup bozamyacağı ihtimalini, Irak'ın her hal ve koşuldaki hükümet iradesini, Kuzey Irak yönetiminin böylesi bir oparesyona karşı duruşunu, Böylesi bir operasyanun ülkede yaratacağı kaoslar, bırakalım bütün bunları bir kenara. Sınır ötesi oparasyon bir gezintimi sanılıyor, "mavi yolculuk"mu. Hangi akıl böylesi bir sürecin bir bataklığa girmek ve ebedi bir kavgaya ait cehennem kapılarını açmak anlamına geldiğini göremez ki !..


Rezilce sunulan timsah gözyaşlarının medyası, halkları birbirine kırdırtma yönünde işleyen çok bilinmeyenli denklemlerin bir aracı olarak, milliyetçi, ırkçı ulusalcı bölücülerin adına, askeri kapışmada ölen askerin anasını yansıtıyor. Bu acı, bir insanlık acısıdır, doğrudurda. Ama ölen Kürt, insan değilmi, anası yok mu? Kürt ananın gözyaşı da mı yok. İşte bütün sorun bu dar bakış, bu inkar, görmemezlikten gelme mantıksızlığıdır. Böyle sürdükçe de, daha çok tezkere alınır, verilir. Sonunda var olan gerçek, Kürt ulusalgerçeği, tüm tarihi görkemiyle siyasal haklarına kavuşur ve bu sürecin sorumluları vatan diye yer aramaya başlar. Bir düşünülsün, Osmanlının egemenlik altında tutuğu geniş topraklardan geriye kalan ne oldu ki? Zorla kimse kimsenin topraklarını tekelinde tutamaz. Bu ülke birimizn değil hepimizindir. Ortak, özgür ve demokratik bir yaşam için bunu birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğumuz anlaşılmaksızın ortak vatan oluşturulamaz. bu toprakları tarihe ilk açanlar, onu yaşama ilk işleyenlerin siyasal haklarını görmezden gelerek, devletin askeri zorbalığına dayalı bir hüküm uzun süremez. Bunu anlamak için, bir kaç saat anadilinizin yasaklı olduğunu düşünerek yaşamaya çalışın, empati yapın. Görülecek ki, sorunu çözme yönünde adım atmak o kadar zor değildir.

Yıllar önce yazdığım bu makele, kıymeti kendinden menkul tezkere tartışmalarının ayuka çıktığı 9 Ekim 2007 tarihi itibariyle, ülkemde bu yönden hiç bir şeyin değişmediğini görüyorum. Bende hiç değiştirmeden okumanıza sunuyorum.


Bedreddin Mahir

Savaş çılgınlığınız için ürettiğiniz tüm bahaneler yalandan ibarettir.

Bu maliyeyle değil savaş, bir mahalle kavgası bile veremezsiniz.

Sınırımızda tezgahlanmakta olan savaşa her ne şekilde olursa olsun katılırsanız kırılan taraf olacaksınız. Savaşa karşı olmak,barışı savunmak bu gün ve yarın için, gelecek kuşakların kardeşliği ve dayanışması için tek yoldur.

Ülkemizin bir dış korku ve sorun saikleriyle çözülmesi gereken hiçbir davası yoktur. Dava içtedir, halklarımıza karşı yerine getirilmemiş yükümlülüklerinizdedir.

Bırakın vermeyi düşündüğünüz savaşın insanlık dışı ahlaksız ve haksız bir savaş olacağını, bu savaştan ayaklarınız üzerinde geri dönme şansınız olursa, halkın demokrasi ve özgürlüklerini gasp etmenizden, iktisada dayadığınız krizlerden, adalet ve hukuka karşı işlediğiniz ağır tahribatlardan, insan haklarına işkence ve zindanlarla cevap vermenizden dolayı birikmiş suçlarınızın açtığı hendeklere düşmekten kurtulamayacaksınız.


“Gereği yapılacak” sözleri gündemden bir türlü düşmüyor. Telâffuz etmemelerine rağmen demek istiyorlar ki, savaş açarız, ordularımızla üstlerine gider, işlerini bitiririz. Sanırsınız ki, muhtardan bir ikametgah kağıdı çıkarıyorlar ya da mavi yolculuğa çıkıyorlar, o kadar kolay. Biz bu makalede var sayacağız ki, bol keseden savaş çığırtkanlığı yapan iktidar ricalinin önünde başka seçenek kalmadı, tüm veriler kendilerini savaşa sürülmekle yüz yüze bıraktı. Nasıl savaşacaklar, neyle savaşacaklar ve savaşın ekonomi politiği ne olacak.

Önce, cesaretle tarihi hatırlamak gerek. Viyana kapılarındaki hezimetten bu yana her savaşın maliyeti “toprak kaybı” ve ağır müeyyideler olduğu unutulmamalıdır. Bu milleti yönetenler, kıymeti kendinden menkul yönelimlerinin ağır faturasını yalnızca bu millete yıkmışlardır. Lozan’a kadar olan süreçte, gasp edilmiş 4 milyon kilometre kare toprak sahiplerine dönmüştür. Lozan’dan bu yana savaş olmadı. Hatay’ın ilhakı kapanmamış bir dava olarak, Fransızların ikinci dünya savaşı hazırlıkları çerçevesinde sundukları bir mayın, hala toprak altında henüz üstüne basılmamış. Kıbrıs ise, birkaç bin milise karşı ağır kayıplar verilerek ve bu güne kadar başa bela, içinden çıkılmaz sorunların kaynağı olan ateşten gömlek. 80 yıldır savaştan uzak, bir ordu ve millet. Savaşın fiili tahribatlarına ait hafızalarında bir şey bulunmayan bir toplum. Ve siyaseti günlük kaygılarla şekillendiren, sığ bilgilerinin sönük feneriyle kendine dahi yol gösteremeyen yöneticilerin şoven, ilkel milliyetçi, hesapsız çığırtkanlığı. Bu tabloda gereği yapılacak bir dış sorundan çok bir iç sorun var gibi.

“Gereğini” yapacaklar, ama arkalarında kocaman boşlukların, siyasi-sosyal- ekonomik hendeklerin farkında değiller. Demokrasi ve özgürlük talepleri hiçbir zaman tatmin edilmemiş, ulusal mozaiği reddedilmiş, küreselleşme talepleri kaale alınmamış, insan hakları, hukuk ve adalet ihtiyaçlarına işkencelerle, zindanlarla cevap verilmiş kaynayan bir toplumu arkasında bırakarak, komşu ülke topraklarına mavi yolculuk yapar gibi, fütuhat yapılacağını sanmaktadırlar. Ama Clausewitz’in dediği gibi “Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değil” ise, politikanın toplumu nerededir ne durumdadır. Toplum, tüm maddi ve askeri imkanlardan önce ve sonra her savaşın esasıdır. Buna uygun, haklı, onurlu ve savunma amaçlı bir savaş yok ise orda savaşa ait bir toplumda yok demektir. Ülkemiz, Osmanlıdan arta kalan kirli ve karanlık yöntemleri terk etmeyi kesin bir şekilde karara bağlamıştır. Cumhuriyet, tüm eksikliklerine karşın, bu adımın en net ifadesidir. Komşuluk ilişkilerinin tarihi erdemi, tecavüzün her türünü dışlar. Her millet, her ülke maceracı yönetimleri yüzünden, kimi talihsiz dönemlere maruz kalabilir. Bu gün komşumuz Irak maceracı zalim bir yönetim altında, bu karanlık günlerden geçmektedir. Bu konumda, komşumuzun yaralarını sarmasına, adil şekilde iç sorunlarını çözmesine, fırsattır diye bu koşullardan yararlanmadan, tarihin hafızasına silinmeyecek aşağılık davranışlara girmeden, dost elini uzatmak gerekmektedir. Bu dönemde işlenecek bir hata, hiçbir zaman unutulmaz. Bu bölgede ebede kadar birlikte yaşamak diye bir kaygı varsa, er yada geç yüz yüze gelecek olan milletler, aralarında hiçbir kötü iz bırakmamış olmalıdırlar.

Osmanlıdan arta kalan acıların tekrarı istenmiyorsa, Arap milletinin dev coğrafyası ve potansiyelleriyle ve temelde halkıyla dost kalınmak isteniyorsa ne türden gerekçeyle olursa olsun topraklarına tecavüz edilmemelidir, her hangi bir tecavüze de ortak olunmamalıdır. Kürt Federe Bölgesi Parlamentosu ya da anayasa taslağı ile ortaya koyduğunuz kaygılar ve tehditler inandırıcı değildir; 1992 de Parlamento kurulurken, 1997’den beri anayasa taslağı ortada dururken hangi çıkar saikleriyle susmuştunuz. O saikler sizin için hep geçerlidir ve bu olaylar Irak’ın iç içişleriyle, tarihiyle, acılarının kurduğu kendine özgü dengeleriyle ilgilidir. Sizin kaygılarınız, komşudaki gelişmeler ülkemizde emsal teşkil etme sorunu ise, bu sizin iç işinizdir: Sorunlarınızı, halkınıza güvenebildiğiniz kadar, hızlı çözebilirsiniz, ama bunları gerekçe göstererek başkalarının iç işlerine karışamazsınız. Irak Kürtlerinin Kerkük’ü başkent ilan etme kaygılarınıza gelince, bu daha komiktir, kimseyi aldatmaz. Bunu savaş nedeni ilan etmeniz ise, gerçek niyetinizi, komşu topraklara yapacağınız tecavüzü anlatır. Kaldı ki, Kerkük öyle basit bir belirlemeyle her hangi bir ulusun malı ilan edilemez. Kerkük Arapların olduğu kadar, Kürtlerin de diğer etnik toplulukların da yaşadığı bir kenttir. Kerkük öncelikle, Ortadoğu kültürlerinin harmanlandığı bir kenttir. Ama sorun o değil, sorun petroldür, servettir. Bu yüzden Kerkük’te yaratılacak bir oldu bitti kimseye kar getirmez. Hiç kimse böyle bir maceraya da girişemez. Kerkük’ün yönetimi sorunu ise, çok farklı bir kapsamda dır. Kerkük’ü en adil olan, tüm renkleriyle etnik dokusunu bir zenginliğe çevirebilen, demokrasi ve özgürlükleri ikame eden yönetecektir. Buna da Kerkük halkı karar verecektir. Kendi ülkesini yönetmekten aciz olanlar değil. Kaldı ki, kim yönetirse yönetsin, Kerkük Kerküklülerindir, servetleri de.

Savaş prenslerinin bu gerçeği iyi anlamaları gerek, her kesin bildiği gerçekleri çarpıtarak başlattıkları gerginlik, gerçekleri bulandıramaz .

Savaş prenslerimiz öncelikle, ortak ülkemizde Kürt milletine karşı yapılan yanlışları, ilkellikleri, şovenizmi ve çirkin davranışları göz önüne alarak, Kuzey Irak Kürtlerinin zalim Bağdat yönetimlerinden çektikleri acılara yenilerini eklememeleri gerek. İşlenen ve işlenme hazırlığı yapılan savaş cürümüne ortak olmamaları gerek. Yarın, komşu tüm devletlerin bencil milli çıkarlarının mahkumu olan itirazlarına rağmen Kürtlerin de, yaşama açtıkları topraklarda, yöneten özgür bir millet olacağını göz önüne alarak, dostluk ve dayanışma içinde olmanın planlarını yapmalıdırlar. Bunun için, savaş değil savaşa karşı mücadele etmek gerek. Bu gün birimizin değil, hepimizin olan bu ülkede toplumun duyarlı olduğu ve hazır olduğu mücadele budur, savaş değil.

Bu meyanda, halkını arkasına alamamış, toplumun taleplerini hiçe sayarak alınacak olan savaş kararı, hangi politikaların aracıdır. Bu araç yalnızca, millete yeniden Yemen türküleri okutur; giden geri gelmez. Şoven kışkırtmalarıyla oluştuğunu sandıkları kamuoyuyla, “yüksek milli çıkar” kararlarının sokaklarda alınacağını sananlar, sokaklara dahi çıkamayacak sonuçlarla karşı karşıya kalırlar. Bu asla unutulmamalıdır.

Buna rağmen var sayımlarımıza devamla, teorik olarak bir kaptı kaçtı savaşıyla büyük ganimetler elde ederek karlı çıkılacağı hesaplanıp. Savaş kararı alınarak, savaşa fiilen başlansa, bir kez başlama kararı alındıktan sonra, savaşa son verme kararının elde olmayacağı gerçeğiyle, bilançonun ne olacağına bir göz atmak gerek.

Başlama kararı elde bulanan, ancak bitirme kararı hiç kimsenin elinde olmayan bu savaşı yapacak orduların maliyeti, yalnızca bu seyahatin yol masrafları ne olacak. Yani savaşın ekonomi-politiği nasıl oluşturulacak. Bu maliyet seçim meydanlarında bol keseden vaatlere benzemez. Bu alanda yalan, başladığı an biten bir cehennemdir. Savaş çığırtkanları, askeri bir bölüğün, bir tugayın ve hele hele bir ordunun bir yerden bir yere nakli için, kaç yüz milyon dolarlık harcama gerektiğini hiç biliyorlar mı? Bu noktada, şaşkın siyasetçilerin maceracı çığırtkanlığı ile askeri eğitim görmüş subayların olağan üstü temkinli sözleri önemli bir ip ucu olsa gerek.

Savaş, kahramanlık, yiğitlik gözü kara olmakla başlatılarak, kazanılmaz. İsterseniz bunlarla başlarsınız ama dev olanaklarıyla bir bütçe ve dev harcamalarla önceden hazırlanmış çok boyutlu lojistik kaynakları hazırlamaksızın bu savaşı ayakta bitiremezsiniz. Hele hele bir başka ülke topraklarından sırt üstü dönebilmeniz bile büyük bir başarı olur.

Roma’dan itibaren, tarihte gelmiş geçmiş en büyük süper güç olan ABD dahi, savaşın hasım ülkenin topraklarına ayak basarak sürdürülemeyeceğini iyi biliyor. Bunun için bölgemizde tavşan kaç, tazı tut taktiğiyle, bir Kürt kartına, bir Türk kartına oynayarak, kışkırtarak, provake ederek, gönüllüler arasından en iyi maşayı seçmeye çalışmaktadır. Ama unutulmamalı ki, ABD’nin böylesi bir savaşta en kötü sonuçları alsa da, gidebileceği bir yeri var. Ya siz nereye gidebilirsiniz.

Bir savaş ne kadar kısa sürecekse sürsün, on milyarlarca dolarlık bir maliyetle başlar. Maliyeti, her saat, her yeni gün katlanarak artar. Önce tükenen her merminin, silahın, bombanın, füzenin vd. yerini dolduracak ihtiyatların, stokların maliyeti. Sonra, bunların yeterli olup olmamaları riskinin bindireceği ihtiyat maliyetler. Acil önlemler için bunlara katılması gerekebilecek yeni silah ve mühimmatların maliyeti. Saldırıda ve savunmada doğabilecek açıkların kapatılması için gerekli mali kaynaklara uzanan binlerce unsuru içeren hazırlıklar ve faturaları. Hasım topraklarda atılacak her ileri adımın, önünüze koyacağı düzenlemeler ve mevzilerin ikamesi, alt yapı sorunlarının maliyeti var. Bilinen o ki, savaş şose yollarda yapılmıyor, serbest arazinin ham zemini üzerinde veriliyor. Bu zemini aynı anda lehinize çevirecek maliyetle düzenlemez iseniz, bir anda askeri gücünüze mezar da olabilir. Adım atılan yerlere acil askeri alt yapı ve düzenleme maliyeti, özellikle yabancı topraklarda derinlemesine yapılacak işgallerde, bu maliyetler tüm acilliğiyle ve şiddetiyle karşılanması gereken maliyetleri getirecek. Bu konuda gecikme, önceki harcamaları da alıp götürür. Bu basit unsurları savaş tellalları ne kadar bilince çıkartmış, bilinmiyor bile. Sadece kara değil, bir hava savunması kurmak için, anti-füze bataryaları için kaç milyar dolar gerektiğinin hesabı yapılırsa, ne tür bir maliyetle karşı karşıya kalınacaktır bilinmiyor. Savaşırız, ”gerekeni yaparız” demekle savaş ne yapılır ne de kazanılır.

Ülkemiz, on yıllar içinde tüketilen ekonomik kudretlerden hangisine dayanarak savaş yapacak? İç ve dış borç toplamı 204 milyar dolar, gittikçe de artmakta, son IMF kredileri ardından başlayacak on milyarlarca dolarlık faiz ödemeleriyle, ekonomi altından kalkılması mümkün olmayan bir kıskaç altında. Milli geliri 2000 doların altına düşürmüş, 1995 veriliyle %300’lük bir borç artışı ve ardından gelen 2.5 milyon işsizler ordusu üretmiş. Enflasyon üçlü hanelerden inmediği gibi, kendi kendine yeterli ülke ekonomisinde tarım ithalatı katlanarak büyüyor. Savaşta ekmek bulmak bile büyük torpil gerektirecek. İthalat, ithalatı kovalamakta, firmalar art arda kapanmaktadır. Son yılın iş gücü nüfus 392.000 kişi artarken, istihdam ise 258.000 kişilik bir azalmayla bilinen kriz ivmelerini de aşmış bulunuyor. En üretken iş gücü olan kentli emekte işsizlik oranı, önceki yıla oranla %30 bir artışla %134.5’e çıkmıştır. Yani bu yılın ilk yarısında 650.000 işsizin eklenmesi demektir. Kentlerde eğitimli gençlerin %29.1’ işsiz üstelik bunlar kayıtlı işsiz, gerisini siz düşünün.

Bu maliyeyle değil savaş, bir mahalle kavgası bile veremezsiniz. Önerdiğiniz savaşın gayri ahlaki olmasını, komşuya tecavüzün en rezili, insan haklarının ihlali, yıkım ve kıyıcılığı bir yana, bu savaşta yer almazsanız da kaybedeceğiniz çok şey var, yer alırsanız ise kırılacaksınız.

Sağduyu sahibi herkes biliyor ki, ülkemizin dış korku ve sorunları yoktur, bu saikleriyle bir savaşa gitmek intihardır. Onurlu tutum savaşın her türüne ve tüm bahanelerine karşı çıkarak mücadele etmekten geçer. Gereği yapılması acil olan budur, savaş değildir.

Ayrıca bilinmeli ki, savaş nokta atışı değildir. Bir kez isabet etmese hemen dönüp bir kez daha deneme şansınız olmaz, her deney bırakın ardında gelecek karşı saldırıyı tek başına tekrarı için gerekli zaman ve maliyeti ölçmek bile korkunç rakamlarla karşı karşıya bırakır ilgiliyi. Ayrıca, başka ülke topraklarına yayılan bir savaş, ne tek başına düzenli ordu savaşıdır ne de hava saldırısıyla bitecek cinstendir. Köyleri ve şehirleriyle, her bir penceresi ayrı bir cephe olan savaş gerçeğinde, maliyet sadece para ve maddi olanaklar değildi, önce insan, sonra yine insan en sonunda da gene insan vardır.

Topraklarını tepeleyeceğiniz insanların, her koordinatı bir bomba gibi tehlike saçan cehenneme döner. Bu, özellikle uzun yıllar hiç savaşmamış bir ülkeyi, uzun yıllar savaş deneyimiyle pişmiş bir halk karşısında çok daha şansız koşullar içinde bırakır. Buraya kadar, bölgede patlak verecek yüzlerce sorunu, dünya kamu oyunun baskılarını ve fiili girişimlerini, ABD’nin böylesi bir savaşta olası tutumlarını, askeri ve mali kredilerde alacağı kararları vb. binlerce önemli yan etmeni hiç hesaba katmadan, verilecek bir savaş senaryosu üzerinde ilgililerin genel konumlarını irdeliyoruz. Savaş prensleri, “gereğini yaparken”, en sorunsuz haliyle nelerle karşı karşıya kalacaklar diye bakıyoruz. Bu arada, hasım elinin de, elma-armut topladığını var sayıyoruz.

Evet beyler, savaş kışkırtıcısı, ilkel milliyetçiler, şovenler, “savaşa sürükleniyoruz elimizde değil” maskesi takan ulusal solcular, insan ahlakının hiçbir türüne sığmayan yalanlarınızla, 21. Yüzyılın en yüz kızartıcı savaşına bir maşa olarak sürülmek üzere olduğunuzu bilmelisiniz. Ama bilmeniz gereken bir başka gerçekte, bu savaşta kaybedecek tek taraf siz olacaksınız. O zaman da bu toprakların sahibi olan halkta gereğini yapacaktır.

16.Ekim.2002


Hiç yorum yok: