HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

27 Şubat 2009 Cuma

YENİ OSMANLICILIK MI? PAN-İSLAMİZM Mİ?


Mihrac Ural

27 Şubat 2009


Bilinmesi gereken, bölge gerçekliği ve tarihidir. Bölgemizde İslami bir eksiklik ve bununla giderilecek bir açık yoktur. Bölge ezici ölçekte İslam’dır ve İslam dışı dini etkilere karşı bir bileşke sorunu yoktur. Pan-İslamizm bu anlamıyla da yeri olmayan bir önermedir. Emperyalist çıkar çevrelerinin bu önermelere vereceği bir prim de yoktur. Tersine böylesi girişimleri kendine karşı olarak algılamaktadır.

Pan-İslamizm bu gün terör örgütü El-Kaide’nin elinde çakaralmaz bir silahtır. Bölgemizin etnik farklılıklarıyla, tarihsel kültürel oluşumlarıyla da uyumsuz bir önermedir. Bu anlamda, olmayan şeyi tehlike olarak gösterip gerçek tehlikeyi örtmek, bu bölgede bildiğimiz ucuz bir emperyalist oyunun tuzağına düşmektir ya da onun sözcülüğüne soyunmaktır. Dini gericiliğinin bir tehlike olduğu gerçeğini unutmadan, ancak olayları ve durumları yerli yerine oturtup siyasal tutumlarımızı almak için olmayan tehlikelerle değil gerçekçi tehlikeleri ortaya sermek gerekmektedir.

Bölgemizde milli çıkarlarla ilgili, etnik çıkarlarla ilgili sorunlar vardır. Tamamlanmamış uluslaşma süreçleri, toprak sorunları, güvenlik ve su gibi önemli sorunları vardır. Bu tür sorunları etnik siyasal önermeler ya böler ya toplar. Etnik birliklerin bu tür sorunları çözme ihtimalinin olması, bölgeyi bu tarzda toparlamak ve emperyalist çıkar güdümüne sokma ihtimalide belirmiş oluyor. Bu noktada yeni Osmanlıcılık ortaya çıkmaktadır. Aldatıcı da olsa belli zeminlere sahip olmaktadır. Tehlikesi de bundandır.

Yeni Osmanlıcılık İsrail’inde kışkırttığı bir görüştür. Kendini bu oluşumun içinde görmektedir. İsrail C.Başkanı Ş. Perez’in “Ortadoğululaşma” önermesi de bunu ifade ediyor. Filistin davasının uzun vadede İsrail için yarattığı yok edici tehlikelere karşı, ulus merkezli olmaktan çıkıp tüm bölgenin birbirine açılacağı ve dolaysıyla Siyonist İsrail’in etkisi altında, emperyalist çıkarları koruyacak bir önerme olarak ortaya konmaktadır. Yeni Osmanlıcılığın Siyonistler eliyle de körüklenmesi, Osmanlının son dönemlerinde oynanan kimi benzer rolleri hatırlatır gibidir. Bu önermede ana amaç ise İslam referanslı, halka dayalı, direnme hareketlerinin yükselen başarı grafikleri ve bunun etkisiyle örnek teşkil etmesine karşı duruşu organize etmektir. Enerji kaynakları ve yollarının emperyalistler lehine korumaktır.

****************

“Yeni Osmanlıcılık”, bölgede etnik farklılıkların ortak çıkarlar adı altında bir biçimde emperyalizme bağlıması girişimi olarak pazarlanıp durulmaktadır. 20.yy her çeyrek bölümünde bir başka emperyalist güç tarafından ülkemizin maceralara sürülmesi amacıyla bu öneri dayatılmıştı. Ülkemizi, Osmanlı gibi “bir alt emperyalist ülke denetimi altında toparlamak” bölgemizi zapt-u rap altına alıp önemli kaynakların elde edebileceği aldatmacasıyla bu serüvene sürüklemek istemişlerdi. Osmanlı genetik mirasçısı Türkiye Cumhuriyetin de bu yönde eğilimler taşıdığı inkar edilemez. Bu gerçeler göz önüne alınırsa, böylesi bir maceranın silahşorları az olmayacaktır.

Pan-İslamizm ise, yüzde 95’i Müslüman olan bölgemiz için. Tarihin hiçbir döneminde anlamlı bir önerme olmamıştır. İttihatçıların, “Alman malı cihat”la I. Dünya savaşına sürüklenişlerinde özellikle Arapları kazanmak için sarıldıkları Pan-İslamizm doğmadan ölmüş bir cenindi. “Alman malı cihat”, “İngiliz malı cihatla” karşılık gördü. Araplarla Osmanlılar karşı karşıya geldi. Çıkar milli temelde oluyordu, Türkler işgalcilere, Araplar 400 yıllık sömürgeci boyunduruğa baş kaldırıyorlardı. Osmanlıyı bir daha bir arada tutabilecek bir çimento da kalmamıştı. Ulusal çıkarlar ya bölüyor ya birleştiriyordu, din ise buna bağlı olarak işlev görüyor.

Osmanlıdan, Türkiye cumhuriyetinin bu gününe kadar tüm tarih kesitlerde din, emperyalist çıkarlar için, devlet eliyle, halka ve halkın dinine karşı bir duruş sergiledi. Ancak hiç bir kesitte birleştirici olamadı. Ülkemizin üst kimlik sorununda dahi dinin hiçbir becerisi olmadı. Din yapısı gereği bir üst kimlik oluşturamaz; dinin tutarlı olabilmesi için söylemi ne yerel, ne de etnik olabilir, mesaj tüm insanlığa yöneliktir. Buna rağmen medeniyetler savaşı gibi tezlerin ön gördüğü çatışmaları baz alan El Kaide gibi terör örgütler, ilgisi olmadıkları Pan-İslamizm tezine sarılmaları eşyanın tabiatına uygundur. Bir dönem, soğuk savaş koşullarında Sovyetleri kuşatma adına ortaya atılan “Yeşil kuşak” tezi bile, evrensel değil bölgeseldi.

Başta ABD olmak üzere hiçbir emperyalist güç, gelecekte karşısına dikilme ihtimali olan öylesine geniş bir birlik Pann-İslamizm önerisinin arkasında durmaz, destek olmaz. Bölgesel birlikler için bile önerecekleri, bağrında iç çatışmaları, farklılıkları olmalı ki kendine yönelik tehlikede bunu parçalamada zorlanmamalıdır. Bunun için “Yeni Osmanlıcık”, muhteva ve biçim açısından bölgemize yapılacak en uygun emperyalist önerme gibi durmuştur her zaman. İsrail Siyonizmini merkez olarak ele alan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) çöküşü, yeni Osmanlı önermesini, İsrail için bile cazip kılmıştır.

Din bölgemizde Emevilerden, Abbasilere, Selçuklulardan Osmanlılara tarihinin hiç bir döneminde Pan-İslamizmi ayakları üzerine oturtamadı. Dönemin özgünlüğü içinde istikrarlı olan imparatorluklar etnik bileşkeler etrafında oldu. Osmanlı da bunun bir örneği, İslam ülkeleri yanı sıra diğer din ve inançtan etnik toplulukları bünyesinde taşıyordu.

Pan İslamizim gerçekçi olmaktan çok uzak bir önermedir. Böyle bir önerinin, önerilme şansı bile yoktur. Bölgemizde oynanmak istenen oyunları içerebilecek tez, Pan-İslamcılık değil yeni Osmanlıcılıktır; bu gün Pan-İslamizm, Hz. Muhhammed gelse de öneremeyeceği, önerse de yapamayacağı bir iddiadır. Unutulmamalı İslam, Arapları bile birleştirmemiştir. Böylesi bir önermeye hiç bir ülke, hiç bir ulus ve hiç bir emperyalist güç yatırım yapmaz. Komünizmi kuşatmak için ortaya atılan "Yeşil kuşak" projesinin tutunamaması ve sonuçta bu projeyle beslenen terör örgütlerinin sahibini vurmaya başlamasını bu önermelerin algılanması için iyi bir veridir.

Yeni Osmanlıcılık tehlikesi yerine Pan-İslamizm tehlikesinden bahsederken, Osmanlının bir balkan imparatorluğu olduğu iddiasından yola çıkmak, bilgi kısırlığının talihsizliğindendir.

Öncelikle, Osmanlıyı bir Balkan imparatorluğu sanmak, Osmanlıyı hiç bilmemektir. Osmanlının batıya yönelik sefer ve talan girişimleri, her ortaçağ imparatorluğu gibi servetlerle ilgilidir. En güçlü döneminde bile Balkanlar Osmanlı için kaynayan bir kazandı. Osmanlının dönem dönem Balkanlardan güç alıp savaşlara gittiğinden çok daha fazla Anadolu ve Arap insan potansiyellerine dayandığından söz etmek daha doğru ve gerçekçidir.

Konumuz Osmanlı değil. Basit ansiklopedik bilgiyle öğrenilecek bir gerçeği burada uzun uzun anlatmayacağım. Osmanlının, göçebe bir toplum olarak Anadolu, Bizans, İslam geleneği üzerinde yapılandığını ortaokul çocukları bile bilir. Mülkiyet ilişkilerinin karmaşası, baskın gelen Asya tipi özelikleriyle, tüm talancılığına karşın feodalizmden kapitalizme geçiş için yeterlilikleri olmadığı, bu yanıyla tarihsel dönüşüm ve birikim yetersizlikleriyle geri kaldığı üzerinde çok şey yazılabilir. “Göçebeliğin toprağa yerleşmesiyle ortaya çıkan askeri despotik yapılı bir merkeziyetçi devlet olgusu”, Osmanlı’nın üzerine oturduğu mirası bile doğru değerlendirememesine ya da değerlendirme durumunda olmamasına yol açtı denebilir. Osmanlının mülkiyet yapısı, kurum ve kuruluşları konusu ise ayrı bir konudur. Konumuz da bunlar değil. Konumuz Osmanlının çok etnik yapılı olan bölgemizdeki yapılanışıdır. Bu gün için önerilen Yeni Osmanlıcılıkla bu açıdan taşıdığı ilişkidir. Ama kişi illa eleştireceğim diye buzağı ararsa, komik hallerine bir şey demenin gereği kalmaz.

Osmanlı bir balkan imparatorluğuydu demek ve bundan dolayı bölgemiz için önerilen emperyalist planların işine yarar bir yapılanması yoktur sonucuna varmak Osmanlıyı bilmemektir diyeceğim. Bu aynı zamanda bölgemizde ülkemize oynatılmak istenen maceracı rolleri görmezden gelmek demektir. Bunun için, biraz tarih ve bazı rakamları bilmek gerek.

Osmanlının Balkanları ele geçirmesini sağlayan Birinci Kosova Muharebesi (20 Haziran 1389), Çirmen bozgunundan 18 yıl sonra Haçlı orduları şeklinde birleşen tüm balkanlara karşı bir zaferdi. Yani balkanlılar yenilgiye uğramıştı. Ancak Osmanlı hala tarihte yerini alacak Osmanlı imparatorluğu değildi. 28 Temmuz 1402 Ankara meydan savaşında, Yıldırım Beyazid’in, Timur’un Türkmen kuvvetleri karşısındaki bozgunu üzerinden yarım asır geçtikten sonra İstanbul’un fethi gündeme geliyor. Bu dönem boyunca balkanlar ve Anadolu sürekli bir kaynama içindedir. İmparatorluk ise bu süreçle at başı giden bir yükselişle olmuştur.

Sonuç olarak Osmanlı, İstanbul fethiyle birlikte başlayan yüz yıl içinde, gerçek bir dünya imparatorluğu olarak sahneye çıkabildi. Bu aşamadaki rakamlar Osmanlının bir balkan imparatorluğu olmadığını göstermeye yeterlidir.

Osmanlı denetlediği en geniş toprakları itibariyle 7.213 239 km² dır. Bu geniş alan içinde 55.189. 000 insan yaşıyordu. Bu alan ve nüfusun sadece 216.058 km²si Balkanları oluşturur. Nüfusu ise 10.845.000dir. Balkanlar Osmanlı içinde çok küçük bir alan ve nüfustu.

Osmanlı sarayında ve savaş gücü olarak Balkanlıların kapsadıkları alan bu ölçülerden de küçüktür. Ayrıca Baykanlardan saraya gelenlerin devşirme oldukları göz önüne alınmalıdır. Devşirmeler, hem Müslüman’dır hem de Türk’tür, öyle yetiştirilmektedir. En olumsuzundan Osmanlılaşmış, İslamlaşmış Balkanlılardır denilebilir. Bu gün Türkleşmiş Kürtlerin Kürt sayılamayacakları gibi. Kaldı ki devşirmelerden çok daha yoğun bir yönetici sınıfı, Araplardan gelmekteydi. Bu verilere bakılınca Osmanlıyı bir Arap imparatorluğu olarak tanımlamak gerekirdi ki bu yanlıştır.

Bir devletin vurucu güçleri, koruyucuları, destekçileri o devleti tanımlayamayacağım açıktır. Amerika, Çin’e karşı Tayvan’ı destekleyerek var etmiştir. Ama bu durum Tayvan’ı Amerikalı Tayvan yapmamıştır. Roma imparatorluğunda Cermen savaşçılarının, kral ve saray korumasındaki etkileri bilinir. Güçleri krala azledip, krala tayin etmeye kadar da uzanırdı ama Roma’nın, Cermen Roma’sı olarak tanımlanmayacağı açıktır. Devşirmelerden ya da savaşçılarından dolayı da Osmanlı bir Balkan imparatorluğu olarak tanımlanamaz. Osmanlı üç kıta üzerinde hüküm sürmüş, heterojen etnik yapılı teokratik bir ortaçağ imparatorluğuydu. Osmanlıyı Ortadoğu gerçeğinden koparma girişimi olarak onu Balkanlaştırma, bilinçli bir çaba değilse bilgi eksikliğidir.

Osmanlının son nefesinde, İttihatçıların olmayacak bir duaya, Pan-İslamizme sarılmaları bile bu imparatorluğun Balkanlara dayanacak hiçbir şeyinin olmadığını göstermeye yeterlidir. Ancak onlar da can havliyle İslam’dan medet ummaları, Arapların haklı bağımsızlık mücadelesiyle cevaplanmıştır.

Bu noktada, bölgemiz hakkında kısır bilgileriyle yorum yapanların anlamadıkları şey bölge gerçekliği ve tarihidir. Bölgemizde İslami bir eksiklik ve bununla giderilecek bir açık yoktur. Bölge ezici ölçekte İslam’dır ve İslam dışı dini etkilere karşı bir bileşke sorunu yoktur. Pan-İslamizm bu anlamıyla da yeri olmayan bir önermedir. Emperyalist çıkar çevrelerinin bu önermelere vereceği bir prim de yoktur.

Bölgemizde milli çıkarlarla ilgili, etnik çıkarlarla ilgili sorunlar vardır. Tamamlanmamış uluslaşma süreçleri, toprak sorunları, güvenlik ve su gibi önemli sorunları vardır. Bu tür sorunları etnik siyasal önermeler ya böler ya toplar. Etnik birliklerin bu tür sorunları çözme ihtimalinin olması, bölgeyi bu tarzda toparlamak ve emperyalist çıkar güdümüne sokma ihtimalide belirmiş oluyor. Bu noktada yeni Osmanlıcılık ortaya çıkmaktadır. Aldatıcı da olsa belli zeminlere sahip olmaktadır. Tehlikesi de bundandır.

Yeni Osmanlıcılık İsrail’inde kışkırttığı bir görüştür. Kendini bu oluşumun içinde görmektedir. İsrail C.Başkanı Ş. Perez’in “Ortadoğululaşma” önermesi de bunu ifade ediyor. Filistin davasının uzun vadede İsrail için yarattığı yok edici tehlikelere karşı, ulus merkezli olmaktan çıkıp tüm bölgenin birbirine açılacağı ve dolaysıyla Siyonist İsrail’in etkisi altında, emperyalist çıkarları koruyacak bir önerme olarak ortaya konmaktadır. Yeni Osmanlıcılığın Siyonistler eliyle de körüklenmesi, Osmanlının son dönemlerinde Sabetaycıların oynadığı rolün yeniden tekrarı gibidir. Bu önermede ana amaç ise İslam referanslı, halka dayalı, direnme hareketlerinin yükselen başarı grafikleri ve bunun etkisiyle örnek teşkil etmesine karşı duruşu organize etmektir. Enerji kaynakları ve yollarının emperyalistler lehine korunmasıdır. Bu bile bölgemizde Pan-İslamizmile değil farklı etnik toplulukları birleştirecek bir tarihi örnekle çıkarlarını korumaya yönelteceklerini göstermeye yeterlidir. Ortalıkta Sovyetler de bulunmamakta.

Osmanlı, teokratik bir imparatorluktu (şer-i ve fetva kurumuyla yasaması dini referansı esas alır) Buna rağmen az oranda farklı dinleri, daha çok etnik toplulukların belli sınırlarda yaşama şansı bulduğu bir İmparatorluktu. Kimine göre “Cumhuriyet laikliğine son verip Osmanlı sekülerizmini yerleştirecek” bir planla “Yeni Osmanlıcılığın” bölgemiz sorunlarının çözümünde önerilebilecek “kendi içinde tutarlı bir yaklaşım” olduğu iddia edilebilmektedir. Bu önermelerin tümü aynı merkezden ve aynı amaç için akmaktadır.

Mısır’lı ünlü zengin ve Müslüman Kardeşler Hareketi finansörü, 3 Aralık 1989’da Malta zirvesinde Bush ve Gorbaçov soğuk savaşın bittiğini resmen açıkladıkları toplantıda yer alıyordu. Baba Bush’un bu ilanını müteakip “yeni düşmanımız aşırı dinci tutucu güçlerdir” diyerek başlattığı yeni süreci, dostluktan düşman konumuna girdik diye belirlemiştir. Gerçekte dile getirdiği şey, İslam’ın artık evrensel ölçekte bir emperyalist maşa olma vasıflarını da kaybettiği anlamına geliyordu. Bu bir yandan emperyalistlerin düşmansız yaşayamayacakları gerçeğine diğer yandan ise denetimleri altındaki din ile halkın dini arasındaki uzlaşmaz çelişkiye de bir işaretti.

Emperyalistlerin kökleri Napolyo’na kadar uzanan bir din istismarı çabaları vardır. Bu süreç 20. Yüz yılda doruğuna varmıştır. Ama hiçbir zaman İslam birliği olarak ele alınmamış tersine bundan hep çekinilmiştir. Önerilen dini denetimli olarak kullanmaktır. Bunun için en uygunu devlettir. Devlet bin bir bağla bağımlıdır böylesi bir politikada açıklar hıza kapatılabilir.

Bunun doğal sonucu devlet dini ile halk dini gibi bir ikilem doğdu. Bu ikilem siyasi boyutuyla da bu güne gelen önemli gelişmelerin zemini olmuştur.

İslam içindeki ilk bölünmede bile devlet dininin temsil eden Emeviler ile Hz. Ali, Ehlibeyt’te ifadesini bulan halkın dini arasında oluşan çekişme, bu gün için daha anlamlı mesajlar içeriyor gibidir.

Bölgemizin İslami referanslı halk hareketlerinin direnişi hızlı bir yükseliş içindedir. Halkların çözümsüz sorunlarını çözmek için de örnek oluşturmaktadır. Bunun karşısına emperyalist, Siyonist çıkar merkezli, ülkemizi de maceralara sürecek yani Osmanlıcılık önermesi bulunuyor. Tehlikeli, maceraya sürükleyici, bölgeyi kanlı bir savaşa yönlendirici olan, halkları ezeli ve ebedi düşmanlığa götürecek olan Yeni Osmanlıcılık önermesidir. Yeni Osmanlıcılığın bu tehlikeli durumunu görmezden gelmek, hafife almak ve bunun yerine direnen örgütleri hedef gösterici Pan-İslamizm söylencesi yaratmak çok tehlikeli bir yanıltmadır. Böylesi abeslerle iştigal edenler bölge halklarının hedeflerini şaşırtmakla meşguldürler. Dini gericiliğinin bir tehlike olduğu gerçeğini unutmadan, ancak olayları ve durumları yerli yerine oturtup siyasal tutumlarımızı almak için olmayan tehlikelerle değil gerçekçi tehlikeleri ortaya sermek gerekmektedir.

Bu noktada Osmanlının talancılığının normal olup olmamasının, Fetret devrinin ardından Balkan güçlerine dayanıp yeniden toparlanmış olup olmamasının konumuzla uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Osmanlı bir ortaçağ imparatorluğu olarak diğerleri gibi talancı olacaktır, servet peşinden koşacaktır. O günün değerleri içinde bu günün algılarıyla böylesi bir bölgecilikten de söz edilemez. Osmanlıyı tanımlayan ve bu gün için yeni Osmanlı tezinin oluşmasını sağlayan veri, Osmanlının farklı etnik toplulukları büyük bir siyasal federasyon ya da siyasal bir kombinezon içinde toplamasıdır. Ortadoğu için önerilen de tastamam budur. Bağdat paktı, SENTO gibi karanlık amaçlı oluşumların bir tekrarıdır. ABD’nin ve Siyonist İsrail’in çıkarları da bu önermeyle kesişmektedir.

Pan-İslamizmin burada ne yeri ne de işi vardır. Bunun iyi anlaşılması gerek.

Osmanlı ile ilgili bilgi kısırlığı içinde olanlar, bu gün “yeni Osmanlıcılık”la ne denmek istediğini anlamakta güçlük çekerler. Konu dışına çıkıp kendi kendilerine yorum yaparlar. Alıntısız, yakıştırmaca sözler üzerinde eleştiri oluştururlar. Bu nedenle oluşan seviye ihtilafı tartışmanın düzeyini de düşürür. Osmanlıyı iyi algılamayanların bu konuda biraz daha okumaları tavsiye edilecektir. Gerisi kendi kendine gelir.

Yeni Osmanlıcılık, bölgemizde halkların hak taleplerini başarıyla savunan direnme güçlerini tasfiye etme girişimidir. Ülkemizin maceraya sürülme girişimidir. Bunun bilinmesi gerek. Pan-İslamcılığın böyle bir öneri yapması teorik olarak bile mümkün değildir. Pan-İslamizm bu gün terör örgütü El-Kaide’nin elinde çakaralmaz bir silahtır. Bölgemizin etnik farklılıklarıyla, tarihsel kültürel oluşumlarıyla da uyumsuz bir önermedir. Bu anlamda, olmayan şeyi tehlike olarak gösterip gerçek tehlikeyi örtmek, bu bölgede bildiğimiz ucuz bir emperyalist oyunun tuzağına düşmektir ya da onun sözcülüğüne soyunmaktır.

Tehlikenin ne olduğuna ilişkin kaygılarımı net olarak ifade ettim. Ancak bu tehlikeli önermenin, halkın direnme gücü karşısındaki aczini de belirtmek isterim. Bu tehlikeyi kof bir hale getiren halkların yükselen direnişidir diyeceğim.

Makalemi, önceki makalemin son bölümüyle bitirmek istiyorum.

“Yeni Osmanlıcılık kof olduğu kadar zalim bir milliyetçiliktir. Onun da ötesinde şovenizmdir. Bu, resmen talancılık, hırsızlık gasp ve Atatürk’ün dediği gibi bir serseriliktir de.

Türk ulusu böyle bir öneriyi elinin tersiyle iter. Böyle bir bela, var olanı da elinden almaya götürecek maceradan başka bir şey değildir. Bu açıdan daha demokratik ve iç farklılıklarını koruyan, onlara en yoğun özgürlükleri veren bir ülke olarak cumhuriyeti farklılıklarımızın ortak ülkesi olarak yeniden özgürlük ve eşitlik içinde düzenlemek gerekmektedir. Ortak bir ülke birimizin olmayan, ama hepimizin eşitler olarak yeniden kurduğu bir demokratik Cumhuriyet Osmanlı umut ve tercihlerine göre milyonlarca kez daha barışçıl, daha insancıl ve daha gerçekçidir. Bölgemizde hakkedilebilir bir rolü ancak bu özeliklerle oynamak mümkündür.

Bu bölgede tüm uluslar eşit ve kendi ana topraklarında yaşama özgürlüğü içinde olmalıdır. Bu toprakları kimse askerleri gücüyle oluşturduğu suni sınırlar olarak kullanmaya devam edemez. Bakın haritalar ne kadar sık değişiyor. Sizde ülkenizin haritasından sıkıntılı iseniz buyurun başka halkların haklarına dokunun, Osmanlıcılık yapın bakın sonuçta elinizde ne kalacak onu görün.

Bu bölgeyi Osmanlı gibi fiili olmasa da siyasi olarak denetim altına alma algıları da Donkişotluktur. II. Viyana Kuşatması’ndan bu yana hiçbir askeri zafer kazanmamış bir Osmanlı’nın bu bölgede kurda kuşa kepaze olması için, yeterince neden ve yeterince çıkar çevresi bulunmaktadır.

Akdeniz’den Kafkaslara uzanan enerji alanlarının kontrolü için, emperyalist zorbalığın bölgemize dayattığı yıkım bunu anlatmaya yeterlidir. Bu evrensel ölçekli oyunda ne Osmanlı ne de onun gibi bin hasta adamın oynayacağı bir rol olabilir. Tüm roller birer figüranın işlevi kadardır; bu bölgenin sorunlarından kurtuluşun tek yolu halklarının hak arayışı ve direnişinden tecelli eden siyasi iradedir. Başka kurtuluş yolu da yoktur. Bu gün bu kapı da sonuna kadar açılmıştır. Lübnan’da 12 Temmuz 2006 savaşında yenilgi alan Siyonist İsrail devleti Gazze’de istediği sonucu alamamıştır ve bu da dönemin artık direnen halklar lehine bir açılımda olduğunu göstermektedir.

Bunun için bölgemizin tüm ulusları her türden barış karşıtı çıkarcı talancıya karşı omuz omuza olma çabası sürdürmeli, bunu önermeliyiz. Yeni bir emperyal güç olarak kimseye ne bela vermeli ne belasını almalıyız.

Bu gün bölgeyi istila etme planlarının, yeni Osmanlıcılık oynamanın günü değildir. Bu gün bölgede özgür ve demokratik bir ülke olarak yaşama günüdür. Çağdaş yaklaşım da budur. Ulusal devletler çağının geçtiği iddiasında olup da yeni Osmanlıcı çağrışımlarla bölgede etkin olma hayali ise tarihin çok gerisinde kalmış bir komediden ibarettir.

Bu bölgeyi kendi halkları yönetecektir. Kimse kendini vekaleti tanrıdan alınmış yüksek ulus gibi faşizan eğilimlere kaptırıp “bölgeye barışı ancak biz getirebiliriz” yönlü düşünmesin. Böyle düşünen hep esir olmuştur; ya kendi egosunun esiri ya da bir başkasının esiri. Kendi iç sorunlarını aşamamış bir Cumhuriyet, yüz yaşına gelmeden dökülmeye başlamışken kimse boş hayallerle kendini aldatmasın.”
(Bkz. http://mirural.blogspot.com/ )

Hiç yorum yok: