27 Şubat 2009 Cuma
YENİ OSMANLICILIK MI? PAN-İSLAMİZM Mİ?
Mihrac Ural
27 Şubat 2009
Bilinmesi gereken, bölge gerçekliği ve tarihidir. Bölgemizde İslami bir eksiklik ve bununla giderilecek bir açık yoktur. Bölge ezici ölçekte İslam’dır ve İslam dışı dini etkilere karşı bir bileşke sorunu yoktur. Pan-İslamizm bu anlamıyla da yeri olmayan bir önermedir. Emperyalist çıkar çevrelerinin bu önermelere vereceği bir prim de yoktur. Tersine böylesi girişimleri kendine karşı olarak algılamaktadır.
Pan-İslamizm bu gün terör örgütü El-Kaide’nin elinde çakaralmaz bir silahtır. Bölgemizin etnik farklılıklarıyla, tarihsel kültürel oluşumlarıyla da uyumsuz bir önermedir. Bu anlamda, olmayan şeyi tehlike olarak gösterip gerçek tehlikeyi örtmek, bu bölgede bildiğimiz ucuz bir emperyalist oyunun tuzağına düşmektir ya da onun sözcülüğüne soyunmaktır. Dini gericiliğinin bir tehlike olduğu gerçeğini unutmadan, ancak olayları ve durumları yerli yerine oturtup siyasal tutumlarımızı almak için olmayan tehlikelerle değil gerçekçi tehlikeleri ortaya sermek gerekmektedir.
Bölgemizde milli çıkarlarla ilgili, etnik çıkarlarla ilgili sorunlar vardır. Tamamlanmamış uluslaşma süreçleri, toprak sorunları, güvenlik ve su gibi önemli sorunları vardır. Bu tür sorunları etnik siyasal önermeler ya böler ya toplar. Etnik birliklerin bu tür sorunları çözme ihtimalinin olması, bölgeyi bu tarzda toparlamak ve emperyalist çıkar güdümüne sokma ihtimalide belirmiş oluyor. Bu noktada yeni Osmanlıcılık ortaya çıkmaktadır. Aldatıcı da olsa belli zeminlere sahip olmaktadır. Tehlikesi de bundandır.
Yeni Osmanlıcılık İsrail’inde kışkırttığı bir görüştür. Kendini bu oluşumun içinde görmektedir. İsrail C.Başkanı Ş. Perez’in “Ortadoğululaşma” önermesi de bunu ifade ediyor. Filistin davasının uzun vadede İsrail için yarattığı yok edici tehlikelere karşı, ulus merkezli olmaktan çıkıp tüm bölgenin birbirine açılacağı ve dolaysıyla Siyonist İsrail’in etkisi altında, emperyalist çıkarları koruyacak bir önerme olarak ortaya konmaktadır. Yeni Osmanlıcılığın Siyonistler eliyle de körüklenmesi, Osmanlının son dönemlerinde oynanan kimi benzer rolleri hatırlatır gibidir. Bu önermede ana amaç ise İslam referanslı, halka dayalı, direnme hareketlerinin yükselen başarı grafikleri ve bunun etkisiyle örnek teşkil etmesine karşı duruşu organize etmektir. Enerji kaynakları ve yollarının emperyalistler lehine korumaktır.
****************
“Yeni Osmanlıcılık”, bölgede etnik farklılıkların ortak çıkarlar adı altında bir biçimde emperyalizme bağlıması girişimi olarak pazarlanıp durulmaktadır. 20.yy her çeyrek bölümünde bir başka emperyalist güç tarafından ülkemizin maceralara sürülmesi amacıyla bu öneri dayatılmıştı. Ülkemizi, Osmanlı gibi “bir alt emperyalist ülke denetimi altında toparlamak” bölgemizi zapt-u rap altına alıp önemli kaynakların elde edebileceği aldatmacasıyla bu serüvene sürüklemek istemişlerdi. Osmanlı genetik mirasçısı Türkiye Cumhuriyetin de bu yönde eğilimler taşıdığı inkar edilemez. Bu gerçeler göz önüne alınırsa, böylesi bir maceranın silahşorları az olmayacaktır.
Pan-İslamizm ise, yüzde 95’i Müslüman olan bölgemiz için. Tarihin hiçbir döneminde anlamlı bir önerme olmamıştır. İttihatçıların, “Alman malı cihat”la I. Dünya savaşına sürüklenişlerinde özellikle Arapları kazanmak için sarıldıkları Pan-İslamizm doğmadan ölmüş bir cenindi. “Alman malı cihat”, “İngiliz malı cihatla” karşılık gördü. Araplarla Osmanlılar karşı karşıya geldi. Çıkar milli temelde oluyordu, Türkler işgalcilere, Araplar 400 yıllık sömürgeci boyunduruğa baş kaldırıyorlardı. Osmanlıyı bir daha bir arada tutabilecek bir çimento da kalmamıştı. Ulusal çıkarlar ya bölüyor ya birleştiriyordu, din ise buna bağlı olarak işlev görüyor.
Osmanlıdan, Türkiye cumhuriyetinin bu gününe kadar tüm tarih kesitlerde din, emperyalist çıkarlar için, devlet eliyle, halka ve halkın dinine karşı bir duruş sergiledi. Ancak hiç bir kesitte birleştirici olamadı. Ülkemizin üst kimlik sorununda dahi dinin hiçbir becerisi olmadı. Din yapısı gereği bir üst kimlik oluşturamaz; dinin tutarlı olabilmesi için söylemi ne yerel, ne de etnik olabilir, mesaj tüm insanlığa yöneliktir. Buna rağmen medeniyetler savaşı gibi tezlerin ön gördüğü çatışmaları baz alan El Kaide gibi terör örgütler, ilgisi olmadıkları Pan-İslamizm tezine sarılmaları eşyanın tabiatına uygundur. Bir dönem, soğuk savaş koşullarında Sovyetleri kuşatma adına ortaya atılan “Yeşil kuşak” tezi bile, evrensel değil bölgeseldi.
Başta ABD olmak üzere hiçbir emperyalist güç, gelecekte karşısına dikilme ihtimali olan öylesine geniş bir birlik Pann-İslamizm önerisinin arkasında durmaz, destek olmaz. Bölgesel birlikler için bile önerecekleri, bağrında iç çatışmaları, farklılıkları olmalı ki kendine yönelik tehlikede bunu parçalamada zorlanmamalıdır. Bunun için “Yeni Osmanlıcık”, muhteva ve biçim açısından bölgemize yapılacak en uygun emperyalist önerme gibi durmuştur her zaman. İsrail Siyonizmini merkez olarak ele alan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) çöküşü, yeni Osmanlı önermesini, İsrail için bile cazip kılmıştır.
Din bölgemizde Emevilerden, Abbasilere, Selçuklulardan Osmanlılara tarihinin hiç bir döneminde Pan-İslamizmi ayakları üzerine oturtamadı. Dönemin özgünlüğü içinde istikrarlı olan imparatorluklar etnik bileşkeler etrafında oldu. Osmanlı da bunun bir örneği, İslam ülkeleri yanı sıra diğer din ve inançtan etnik toplulukları bünyesinde taşıyordu.
Pan İslamizim gerçekçi olmaktan çok uzak bir önermedir. Böyle bir önerinin, önerilme şansı bile yoktur. Bölgemizde oynanmak istenen oyunları içerebilecek tez, Pan-İslamcılık değil yeni Osmanlıcılıktır; bu gün Pan-İslamizm, Hz. Muhhammed gelse de öneremeyeceği, önerse de yapamayacağı bir iddiadır. Unutulmamalı İslam, Arapları bile birleştirmemiştir. Böylesi bir önermeye hiç bir ülke, hiç bir ulus ve hiç bir emperyalist güç yatırım yapmaz. Komünizmi kuşatmak için ortaya atılan "Yeşil kuşak" projesinin tutunamaması ve sonuçta bu projeyle beslenen terör örgütlerinin sahibini vurmaya başlamasını bu önermelerin algılanması için iyi bir veridir.
Yeni Osmanlıcılık tehlikesi yerine Pan-İslamizm tehlikesinden bahsederken, Osmanlının bir balkan imparatorluğu olduğu iddiasından yola çıkmak, bilgi kısırlığının talihsizliğindendir.
Öncelikle, Osmanlıyı bir Balkan imparatorluğu sanmak, Osmanlıyı hiç bilmemektir. Osmanlının batıya yönelik sefer ve talan girişimleri, her ortaçağ imparatorluğu gibi servetlerle ilgilidir. En güçlü döneminde bile Balkanlar Osmanlı için kaynayan bir kazandı. Osmanlının dönem dönem Balkanlardan güç alıp savaşlara gittiğinden çok daha fazla Anadolu ve Arap insan potansiyellerine dayandığından söz etmek daha doğru ve gerçekçidir.
Konumuz Osmanlı değil. Basit ansiklopedik bilgiyle öğrenilecek bir gerçeği burada uzun uzun anlatmayacağım. Osmanlının, göçebe bir toplum olarak Anadolu, Bizans, İslam geleneği üzerinde yapılandığını ortaokul çocukları bile bilir. Mülkiyet ilişkilerinin karmaşası, baskın gelen Asya tipi özelikleriyle, tüm talancılığına karşın feodalizmden kapitalizme geçiş için yeterlilikleri olmadığı, bu yanıyla tarihsel dönüşüm ve birikim yetersizlikleriyle geri kaldığı üzerinde çok şey yazılabilir. “Göçebeliğin toprağa yerleşmesiyle ortaya çıkan askeri despotik yapılı bir merkeziyetçi devlet olgusu”, Osmanlı’nın üzerine oturduğu mirası bile doğru değerlendirememesine ya da değerlendirme durumunda olmamasına yol açtı denebilir. Osmanlının mülkiyet yapısı, kurum ve kuruluşları konusu ise ayrı bir konudur. Konumuz da bunlar değil. Konumuz Osmanlının çok etnik yapılı olan bölgemizdeki yapılanışıdır. Bu gün için önerilen Yeni Osmanlıcılıkla bu açıdan taşıdığı ilişkidir. Ama kişi illa eleştireceğim diye buzağı ararsa, komik hallerine bir şey demenin gereği kalmaz.
Osmanlı bir balkan imparatorluğuydu demek ve bundan dolayı bölgemiz için önerilen emperyalist planların işine yarar bir yapılanması yoktur sonucuna varmak Osmanlıyı bilmemektir diyeceğim. Bu aynı zamanda bölgemizde ülkemize oynatılmak istenen maceracı rolleri görmezden gelmek demektir. Bunun için, biraz tarih ve bazı rakamları bilmek gerek.
Osmanlının Balkanları ele geçirmesini sağlayan Birinci Kosova Muharebesi (20 Haziran 1389), Çirmen bozgunundan 18 yıl sonra Haçlı orduları şeklinde birleşen tüm balkanlara karşı bir zaferdi. Yani balkanlılar yenilgiye uğramıştı. Ancak Osmanlı hala tarihte yerini alacak Osmanlı imparatorluğu değildi. 28 Temmuz 1402 Ankara meydan savaşında, Yıldırım Beyazid’in, Timur’un Türkmen kuvvetleri karşısındaki bozgunu üzerinden yarım asır geçtikten sonra İstanbul’un fethi gündeme geliyor. Bu dönem boyunca balkanlar ve Anadolu sürekli bir kaynama içindedir. İmparatorluk ise bu süreçle at başı giden bir yükselişle olmuştur.
Sonuç olarak Osmanlı, İstanbul fethiyle birlikte başlayan yüz yıl içinde, gerçek bir dünya imparatorluğu olarak sahneye çıkabildi. Bu aşamadaki rakamlar Osmanlının bir balkan imparatorluğu olmadığını göstermeye yeterlidir.
Osmanlı denetlediği en geniş toprakları itibariyle 7.213 239 km² dır. Bu geniş alan içinde 55.189. 000 insan yaşıyordu. Bu alan ve nüfusun sadece 216.058 km²si Balkanları oluşturur. Nüfusu ise 10.845.000dir. Balkanlar Osmanlı içinde çok küçük bir alan ve nüfustu.
Osmanlı sarayında ve savaş gücü olarak Balkanlıların kapsadıkları alan bu ölçülerden de küçüktür. Ayrıca Baykanlardan saraya gelenlerin devşirme oldukları göz önüne alınmalıdır. Devşirmeler, hem Müslüman’dır hem de Türk’tür, öyle yetiştirilmektedir. En olumsuzundan Osmanlılaşmış, İslamlaşmış Balkanlılardır denilebilir. Bu gün Türkleşmiş Kürtlerin Kürt sayılamayacakları gibi. Kaldı ki devşirmelerden çok daha yoğun bir yönetici sınıfı, Araplardan gelmekteydi. Bu verilere bakılınca Osmanlıyı bir Arap imparatorluğu olarak tanımlamak gerekirdi ki bu yanlıştır.
Bir devletin vurucu güçleri, koruyucuları, destekçileri o devleti tanımlayamayacağım açıktır. Amerika, Çin’e karşı Tayvan’ı destekleyerek var etmiştir. Ama bu durum Tayvan’ı Amerikalı Tayvan yapmamıştır. Roma imparatorluğunda Cermen savaşçılarının, kral ve saray korumasındaki etkileri bilinir. Güçleri krala azledip, krala tayin etmeye kadar da uzanırdı ama Roma’nın, Cermen Roma’sı olarak tanımlanmayacağı açıktır. Devşirmelerden ya da savaşçılarından dolayı da Osmanlı bir Balkan imparatorluğu olarak tanımlanamaz. Osmanlı üç kıta üzerinde hüküm sürmüş, heterojen etnik yapılı teokratik bir ortaçağ imparatorluğuydu. Osmanlıyı Ortadoğu gerçeğinden koparma girişimi olarak onu Balkanlaştırma, bilinçli bir çaba değilse bilgi eksikliğidir.
Osmanlının son nefesinde, İttihatçıların olmayacak bir duaya, Pan-İslamizme sarılmaları bile bu imparatorluğun Balkanlara dayanacak hiçbir şeyinin olmadığını göstermeye yeterlidir. Ancak onlar da can havliyle İslam’dan medet ummaları, Arapların haklı bağımsızlık mücadelesiyle cevaplanmıştır.
Bu noktada, bölgemiz hakkında kısır bilgileriyle yorum yapanların anlamadıkları şey bölge gerçekliği ve tarihidir. Bölgemizde İslami bir eksiklik ve bununla giderilecek bir açık yoktur. Bölge ezici ölçekte İslam’dır ve İslam dışı dini etkilere karşı bir bileşke sorunu yoktur. Pan-İslamizm bu anlamıyla da yeri olmayan bir önermedir. Emperyalist çıkar çevrelerinin bu önermelere vereceği bir prim de yoktur.
Bölgemizde milli çıkarlarla ilgili, etnik çıkarlarla ilgili sorunlar vardır. Tamamlanmamış uluslaşma süreçleri, toprak sorunları, güvenlik ve su gibi önemli sorunları vardır. Bu tür sorunları etnik siyasal önermeler ya böler ya toplar. Etnik birliklerin bu tür sorunları çözme ihtimalinin olması, bölgeyi bu tarzda toparlamak ve emperyalist çıkar güdümüne sokma ihtimalide belirmiş oluyor. Bu noktada yeni Osmanlıcılık ortaya çıkmaktadır. Aldatıcı da olsa belli zeminlere sahip olmaktadır. Tehlikesi de bundandır.
Yeni Osmanlıcılık İsrail’inde kışkırttığı bir görüştür. Kendini bu oluşumun içinde görmektedir. İsrail C.Başkanı Ş. Perez’in “Ortadoğululaşma” önermesi de bunu ifade ediyor. Filistin davasının uzun vadede İsrail için yarattığı yok edici tehlikelere karşı, ulus merkezli olmaktan çıkıp tüm bölgenin birbirine açılacağı ve dolaysıyla Siyonist İsrail’in etkisi altında, emperyalist çıkarları koruyacak bir önerme olarak ortaya konmaktadır. Yeni Osmanlıcılığın Siyonistler eliyle de körüklenmesi, Osmanlının son dönemlerinde Sabetaycıların oynadığı rolün yeniden tekrarı gibidir. Bu önermede ana amaç ise İslam referanslı, halka dayalı, direnme hareketlerinin yükselen başarı grafikleri ve bunun etkisiyle örnek teşkil etmesine karşı duruşu organize etmektir. Enerji kaynakları ve yollarının emperyalistler lehine korunmasıdır. Bu bile bölgemizde Pan-İslamizmile değil farklı etnik toplulukları birleştirecek bir tarihi örnekle çıkarlarını korumaya yönelteceklerini göstermeye yeterlidir. Ortalıkta Sovyetler de bulunmamakta.
Osmanlı, teokratik bir imparatorluktu (şer-i ve fetva kurumuyla yasaması dini referansı esas alır) Buna rağmen az oranda farklı dinleri, daha çok etnik toplulukların belli sınırlarda yaşama şansı bulduğu bir İmparatorluktu. Kimine göre “Cumhuriyet laikliğine son verip Osmanlı sekülerizmini yerleştirecek” bir planla “Yeni Osmanlıcılığın” bölgemiz sorunlarının çözümünde önerilebilecek “kendi içinde tutarlı bir yaklaşım” olduğu iddia edilebilmektedir. Bu önermelerin tümü aynı merkezden ve aynı amaç için akmaktadır.
Mısır’lı ünlü zengin ve Müslüman Kardeşler Hareketi finansörü, 3 Aralık 1989’da Malta zirvesinde Bush ve Gorbaçov soğuk savaşın bittiğini resmen açıkladıkları toplantıda yer alıyordu. Baba Bush’un bu ilanını müteakip “yeni düşmanımız aşırı dinci tutucu güçlerdir” diyerek başlattığı yeni süreci, dostluktan düşman konumuna girdik diye belirlemiştir. Gerçekte dile getirdiği şey, İslam’ın artık evrensel ölçekte bir emperyalist maşa olma vasıflarını da kaybettiği anlamına geliyordu. Bu bir yandan emperyalistlerin düşmansız yaşayamayacakları gerçeğine diğer yandan ise denetimleri altındaki din ile halkın dini arasındaki uzlaşmaz çelişkiye de bir işaretti.
Emperyalistlerin kökleri Napolyo’na kadar uzanan bir din istismarı çabaları vardır. Bu süreç 20. Yüz yılda doruğuna varmıştır. Ama hiçbir zaman İslam birliği olarak ele alınmamış tersine bundan hep çekinilmiştir. Önerilen dini denetimli olarak kullanmaktır. Bunun için en uygunu devlettir. Devlet bin bir bağla bağımlıdır böylesi bir politikada açıklar hıza kapatılabilir.
Bunun doğal sonucu devlet dini ile halk dini gibi bir ikilem doğdu. Bu ikilem siyasi boyutuyla da bu güne gelen önemli gelişmelerin zemini olmuştur.
İslam içindeki ilk bölünmede bile devlet dininin temsil eden Emeviler ile Hz. Ali, Ehlibeyt’te ifadesini bulan halkın dini arasında oluşan çekişme, bu gün için daha anlamlı mesajlar içeriyor gibidir.
Bölgemizin İslami referanslı halk hareketlerinin direnişi hızlı bir yükseliş içindedir. Halkların çözümsüz sorunlarını çözmek için de örnek oluşturmaktadır. Bunun karşısına emperyalist, Siyonist çıkar merkezli, ülkemizi de maceralara sürecek yani Osmanlıcılık önermesi bulunuyor. Tehlikeli, maceraya sürükleyici, bölgeyi kanlı bir savaşa yönlendirici olan, halkları ezeli ve ebedi düşmanlığa götürecek olan Yeni Osmanlıcılık önermesidir. Yeni Osmanlıcılığın bu tehlikeli durumunu görmezden gelmek, hafife almak ve bunun yerine direnen örgütleri hedef gösterici Pan-İslamizm söylencesi yaratmak çok tehlikeli bir yanıltmadır. Böylesi abeslerle iştigal edenler bölge halklarının hedeflerini şaşırtmakla meşguldürler. Dini gericiliğinin bir tehlike olduğu gerçeğini unutmadan, ancak olayları ve durumları yerli yerine oturtup siyasal tutumlarımızı almak için olmayan tehlikelerle değil gerçekçi tehlikeleri ortaya sermek gerekmektedir.
Bu noktada Osmanlının talancılığının normal olup olmamasının, Fetret devrinin ardından Balkan güçlerine dayanıp yeniden toparlanmış olup olmamasının konumuzla uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Osmanlı bir ortaçağ imparatorluğu olarak diğerleri gibi talancı olacaktır, servet peşinden koşacaktır. O günün değerleri içinde bu günün algılarıyla böylesi bir bölgecilikten de söz edilemez. Osmanlıyı tanımlayan ve bu gün için yeni Osmanlı tezinin oluşmasını sağlayan veri, Osmanlının farklı etnik toplulukları büyük bir siyasal federasyon ya da siyasal bir kombinezon içinde toplamasıdır. Ortadoğu için önerilen de tastamam budur. Bağdat paktı, SENTO gibi karanlık amaçlı oluşumların bir tekrarıdır. ABD’nin ve Siyonist İsrail’in çıkarları da bu önermeyle kesişmektedir.
Pan-İslamizmin burada ne yeri ne de işi vardır. Bunun iyi anlaşılması gerek.
Osmanlı ile ilgili bilgi kısırlığı içinde olanlar, bu gün “yeni Osmanlıcılık”la ne denmek istediğini anlamakta güçlük çekerler. Konu dışına çıkıp kendi kendilerine yorum yaparlar. Alıntısız, yakıştırmaca sözler üzerinde eleştiri oluştururlar. Bu nedenle oluşan seviye ihtilafı tartışmanın düzeyini de düşürür. Osmanlıyı iyi algılamayanların bu konuda biraz daha okumaları tavsiye edilecektir. Gerisi kendi kendine gelir.
Yeni Osmanlıcılık, bölgemizde halkların hak taleplerini başarıyla savunan direnme güçlerini tasfiye etme girişimidir. Ülkemizin maceraya sürülme girişimidir. Bunun bilinmesi gerek. Pan-İslamcılığın böyle bir öneri yapması teorik olarak bile mümkün değildir. Pan-İslamizm bu gün terör örgütü El-Kaide’nin elinde çakaralmaz bir silahtır. Bölgemizin etnik farklılıklarıyla, tarihsel kültürel oluşumlarıyla da uyumsuz bir önermedir. Bu anlamda, olmayan şeyi tehlike olarak gösterip gerçek tehlikeyi örtmek, bu bölgede bildiğimiz ucuz bir emperyalist oyunun tuzağına düşmektir ya da onun sözcülüğüne soyunmaktır.
Tehlikenin ne olduğuna ilişkin kaygılarımı net olarak ifade ettim. Ancak bu tehlikeli önermenin, halkın direnme gücü karşısındaki aczini de belirtmek isterim. Bu tehlikeyi kof bir hale getiren halkların yükselen direnişidir diyeceğim.
Makalemi, önceki makalemin son bölümüyle bitirmek istiyorum.
“Yeni Osmanlıcılık kof olduğu kadar zalim bir milliyetçiliktir. Onun da ötesinde şovenizmdir. Bu, resmen talancılık, hırsızlık gasp ve Atatürk’ün dediği gibi bir serseriliktir de.
Türk ulusu böyle bir öneriyi elinin tersiyle iter. Böyle bir bela, var olanı da elinden almaya götürecek maceradan başka bir şey değildir. Bu açıdan daha demokratik ve iç farklılıklarını koruyan, onlara en yoğun özgürlükleri veren bir ülke olarak cumhuriyeti farklılıklarımızın ortak ülkesi olarak yeniden özgürlük ve eşitlik içinde düzenlemek gerekmektedir. Ortak bir ülke birimizin olmayan, ama hepimizin eşitler olarak yeniden kurduğu bir demokratik Cumhuriyet Osmanlı umut ve tercihlerine göre milyonlarca kez daha barışçıl, daha insancıl ve daha gerçekçidir. Bölgemizde hakkedilebilir bir rolü ancak bu özeliklerle oynamak mümkündür.
Bu bölgede tüm uluslar eşit ve kendi ana topraklarında yaşama özgürlüğü içinde olmalıdır. Bu toprakları kimse askerleri gücüyle oluşturduğu suni sınırlar olarak kullanmaya devam edemez. Bakın haritalar ne kadar sık değişiyor. Sizde ülkenizin haritasından sıkıntılı iseniz buyurun başka halkların haklarına dokunun, Osmanlıcılık yapın bakın sonuçta elinizde ne kalacak onu görün.
Bu bölgeyi Osmanlı gibi fiili olmasa da siyasi olarak denetim altına alma algıları da Donkişotluktur. II. Viyana Kuşatması’ndan bu yana hiçbir askeri zafer kazanmamış bir Osmanlı’nın bu bölgede kurda kuşa kepaze olması için, yeterince neden ve yeterince çıkar çevresi bulunmaktadır.
Akdeniz’den Kafkaslara uzanan enerji alanlarının kontrolü için, emperyalist zorbalığın bölgemize dayattığı yıkım bunu anlatmaya yeterlidir. Bu evrensel ölçekli oyunda ne Osmanlı ne de onun gibi bin hasta adamın oynayacağı bir rol olabilir. Tüm roller birer figüranın işlevi kadardır; bu bölgenin sorunlarından kurtuluşun tek yolu halklarının hak arayışı ve direnişinden tecelli eden siyasi iradedir. Başka kurtuluş yolu da yoktur. Bu gün bu kapı da sonuna kadar açılmıştır. Lübnan’da 12 Temmuz 2006 savaşında yenilgi alan Siyonist İsrail devleti Gazze’de istediği sonucu alamamıştır ve bu da dönemin artık direnen halklar lehine bir açılımda olduğunu göstermektedir.
Bunun için bölgemizin tüm ulusları her türden barış karşıtı çıkarcı talancıya karşı omuz omuza olma çabası sürdürmeli, bunu önermeliyiz. Yeni bir emperyal güç olarak kimseye ne bela vermeli ne belasını almalıyız.
Bu gün bölgeyi istila etme planlarının, yeni Osmanlıcılık oynamanın günü değildir. Bu gün bölgede özgür ve demokratik bir ülke olarak yaşama günüdür. Çağdaş yaklaşım da budur. Ulusal devletler çağının geçtiği iddiasında olup da yeni Osmanlıcı çağrışımlarla bölgede etkin olma hayali ise tarihin çok gerisinde kalmış bir komediden ibarettir.
Bu bölgeyi kendi halkları yönetecektir. Kimse kendini vekaleti tanrıdan alınmış yüksek ulus gibi faşizan eğilimlere kaptırıp “bölgeye barışı ancak biz getirebiliriz” yönlü düşünmesin. Böyle düşünen hep esir olmuştur; ya kendi egosunun esiri ya da bir başkasının esiri. Kendi iç sorunlarını aşamamış bir Cumhuriyet, yüz yaşına gelmeden dökülmeye başlamışken kimse boş hayallerle kendini aldatmasın.” (Bkz. http://mirural.blogspot.com/ )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder