HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

17 Şubat 2009 Salı

AZINLIK TOPRAKLARI VE GASPÇI SOSYALİSTLER

Mihrac Ural

16 Şubat 2009


Ali Ziya Çamur “azınlık refleksimize”, milliyetçi sosyalist refleks göstermiş. Cevabı, Baskın Oran hocaya mı? Bana mı? Yazısı “azınlık olmak zor zanaattır” adlı makalemin üstüne gelmiş, konu ikimizi de bağlaması dolaysıyla ve hocanın meşguliyetini göz önüne alarak arkadaşa kısaca durumu anlatayım.

Öncelikle yazımı iyi okumasını tavsiye edeceğim. Ayrı dünyalardan bahsediyor gibiyiz. İyi okunmamış yazıya iyi cevapta verilmez hatırlatırım.

Sonra:

Vekaleti kimden alındığı belli olmayan "azınlıklara yapılan haksızlığa gösterilen reflekse elbette katılırım" deme gibi yukardan bakan milliyetçi tutumların, sosyalizmle uzak yakın bir bağının olmadığı kanaatindeyim. Ortak ülkemizi farklılıkların eşit ortakları olarak görmeksizin sorunlara ortak bir paydada çözüm bulmak mümkün değil. Bu açıdan ifadelerimize çok dikkat etmeliyiz. Yanlış söylem, olgulara bakıştaki yanlışlıktan kaynaklanabilir diyeceğim.

Nasıl olsa “tüm halkların omuz vereceği bir sosyalist devrim yaptığımızda, bu dönümlerce araziyi (salt Süryaniler diye) bu papazlara mı terk edeceğiz?” demek ise beterin beteri bir yanlışlıktır. Bu yaklaşım ne içerik açısından ne de biçim açısından demokrat olabilir; sosyalist ise hiç olamaz. Bu yaklaşımlar düpedüz despotluktur. Bu ifadelerin, ne teori açısından ne de dünya devrimleri tarihi ve deneyleri açısından sosyalist bir değeri olabilir.

Ben burada bu arkadaşımıza toprak dağıtımının sosyalist devrim olmayacağını anlatmayacağım. Ayrıca toprakları küçük parçalara bölme anlamında gerçekleşen hiçbir devrimin verimli olmadığını, maliyeti artırdığını ve sonunda arkadaşın bilebileceği, okuduğu tüm geri kalmış ülke devrimlerin de bu nedenle ne türden ekonomik yıkımlara düştüğünü de dile getirmeyeceğim. Vietnam’ın, Cezayir’in, Gine-Bisau’nun, Etiyopya’nın, Kamboçya’nın hallerini anlatsam gözyaşlarına mendil yetişmez, bunları da geçelim...

Arkadaşa daha ileri bir uygarlıktan bahsedeceğim ki, olayı daha iyi algılasın. Kapitalizmin haksız ve adaletsiz mülkiyet ilişkileri, sistem olarak; tüm emekçileri, yoksulları, adaletsizliğe uğramış mülksüzleri, derinden rahatsız eden bir vakıadır. Feodalizmin içinden çıkıp geldiği kesitte ileri olan ve insanlığa olduğu kadar yerleştiği ülkenin insanına da onamlı açılımlar ve rahatlamalar getiren kapitalizm, gelişiminin ülke sınırları içinde süreçlerini tamamlamasıyla birlikte gerici ve yetersiz bir konuma gelmiştir. Feodalizmden daha ileri bir toplum formasyonuyla, batı uygarlığı adını alan sistemiyle klasikleşen katkıları 19. yy sonlarında 20.yy başlarından itibaren tüm insanlık için bir talan ve sömürü sistemi olarak kendini daha da hissettirmeye başladı. Sermaye birikiminin de bir gasp, talan ve fütuhat sürecinin sonucu oluşması meta ihracından, 20.yy sermaye ihracıyla birlikte emperyalist bir karaktere bürünmüştür. Bu uygarlık artık 500 yıllık gelişiminin gelip tıkandığı yerde gericileşmiştir. Rekabetçi gelişim döneminin burjuva demokratik süreçlerinde topluma kattığı değerleri de tüketmiştir. Sık sık dünya savaşlarına, bölgesel savaşlara derin ekonomik krizlere bata çıka bu günlere geldiği noktada tıpkı Feodalizmin son dönemlerindeki toplumsal tıkanmalar içinde kaoslara düşmüştür. Geçici reçetelerle artık çözüm bulamayan bu uygarlık ve sistem geniş bir muhalefetle yüz yüze kalmış ama bunalımından çıkamamıştır. Yeni bir uygarlık diye 20 yy gerçekleşen devrimlerde bir gerçekçi alternatif oluşturmaması bu kaosu daha da derinleştirmiştir. Bu uzun tarihi süreç içinde tek başına sınıf mücadelesi ise bir sonuç yaratmamıştır; sınıf mücadelesinin ürünü olarak gerçekleştiği iddiasında olunan “sosyalist devrim”ler ise gerisin geriye kapitalizme dönerek aynı madalyonun farklı yüzleri olan toplumlar dışında bir sonuç yaratamamıştır.

Bu açıdan sınıf mücadelesi sistem içi bir mücadele dışında ne güç ne de gerçekçi bir tarihsel dönüşüm yapmadığı görülmüştür. 200 yıllık kapitalizm içi sınıf mücadelesinin tarihsel bir devrim, alt ve üst yapısı farklı olan, köklü değişimi tanımlayacak yeni bir uygarlığı ifade edecek süreçlere yol açamamıştır. Sınıf mücadelesi bir reformcu sistem içi mücadeleyle sınırlı dinamizmi, demokrasi, özgürlük ve daha ileri bir toplumsal sistem için mücadelenin, büyük ve tarihsel dönüşümleri gerekli kıldığı açık hale gelmiştir. Sınıf mücadelesi reformist bir mücadeledir. Sınırlara sistem içidir Kapitalizmin temel var oluşunu sağlayan sınıflarla ilgilidir. Bu temel sınıflardan biri diğeri yok etme durumunda olamaz, böyle bir yok etme, aynı zamanda kendini de yok etmedir. Kapitalizmi var eden temel sınıflardan hiç biri bir başka toplumsal sistem kuramaz, en çok kendi sistemi kapitalizmde iyileştirmeler yapmak üzere karşıt sınıfın etkinliklerini törpüleyebilir. Kapitalizmin bir sınıfının egemenliği diğeri olmadan da gerçekleşemez (sınıflardan birey tek tek o sınıfa mensup bireylerden söz etmiyorsak). Fabrikada ve tarladaki sınırlarıyla da kapsayıcı olmaktan çok uzaktır.

Bu nedenle sınıf mücadelesi dahil diğer tüm mücadele yöntem ve kitleleri de kapsayan bir süreçte, yeterli nesnel verinin oluştuğu koşullarla gerçek anlamda bir devrimden söz edilebilir. Bu determinizm değildir. İradeci müdahaleyi doğru kavramış onu doğru yönlendirmiş ve sonuç alacağı nesnel verilerin durumuna dikkatlice bağlamış bir yaklaşımdır. İçinde iradeci etki olduğu kadar objektif etkilerde hesaba katılmıştır. Bunun dışında bir önerme, bir gece ansızın iktidarın ele geçirilmesi olur, bu ise darbedir. Bunu tanıyoruz, sonuçlarını da yakın zamanda, tüm doğu Avrupa deneyinde birlikte yaşadık.

Bu noktadan hareketle diyorum ki, eski tüm kıstaslarımızın, yönelim ve örgütlenmelerimizin yeniden gözden geçirilerek değişmesi gereklidir. Artık eski söylemlerle adil, eşit ve ilgili tüm halk kesimlerinin çıkarlarını temsil edebilecek bir yönelim yapmak gerçekçi olmaktan çok uzak hale gelmiştir.

Bu yaklaşım tamamlanmamış demokrasi ve özgürlük sorunlarımıza daha çok sarılmamızı getirir. Böylesine kapsamlı bir devrimin koşulları olgunlaşana kadar yapmamız gereken çok önemli demokratik dönüşümler, özgürlük arayışlarının sonuçlanması, hak ve hukuk mücadelesinin derinliğine ikamesi olmalıdır. Siyasetin boşluk tanımadığı gerçeğiyle yeni bir uygarlığa yeni bir toplumsal sisteme gidiş sürecinde bu görevlerimizin ihmal edilmemesi ve kimseden beklenmemesi üzerine çalışmamız gerekecektir. Ortak ülkemizde Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi, Arapların kimlik hakları, azınlık hakları, dolaysıyla tüm farklılıklarımızın sorunlarının çözümü için gerçekçi bir devrimci mücadelenin yükselmesini gereklidir diyorum.

Önermelerimiz yeni bir uygarlık, yeni bir toplumsal sistem yönelimleri içinde olan bir stratejik hedef içinde olmalıdır. Sondan başlayarak, bu yönelimin nereye gitmesi gerektiğine bir belirleme yapmak istiyorum. Bu mücadele sonucunda varılacak toplumsal sistemi ulus, ülke gibi gecikmiş tarihi statüleri aşmış olan ve yeni bir uygarlığı temsil edeceğine kani olduğum “Küresel üretim sistemi” olarak tanımlıyorum. Bu toplumsal sistemin, yakın geçmişte kurulan “sosyalist” deneyden de farklı olduğunu vurgulayarak sözlerime devam ediyorum. Bu ise hiçbir şekilde tamamlanmamış demokrasi ve özgürlük ihtiyaçları bir kenara bırakmak anlamına gelmez. Tersine onları gerçekleştirmeyi bu sürecin olmazsa olmaz koşulu sayar. Belirtmek istediğim şey, böylesi bir devrimci mücadelenin kapsamında, “az topraklıyı çok topraklı” yapma söylemi çok geri bir söylem olduğudur.


YENİ UYGARLIK, YENİ BİR TOPLUMSAL SİSTEMDİR.

Bu gün sürdürülecek demokrasi ve özgürlük mücadelesi gerçekte stratejik hedef olan yeni bir toplumsal sistemin yolunu döşeyecek mücadeledir. Bu mücadele tamamlanmış görevler aynı zamanda yeni toplumsal süreçlerin nesnel verilerini de olgunlaştıracaktır. Öznel çabaların (devrimci mücadelenin), nesnel verilerin olgunlaşmasındaki rolü de bu olacaktır.

Daha ileri bir uygarlık ise, kapitalizmin şerrinden, sömürü çarklarından insanlığı kurtaracak tek yoldur diyeceğim. Bu yolun en önemli ayırım noktasının, kapitalizmin siyasal küreselleşmeyle insanlığa bu gün dayattığı talan, savaş, sömürü, gasp, işgal, yıkıma karşı, küresel üretimle, tekniğin ve bilimin olanaklarıyla, yeryüzünün küçük emek parçacıklarını, bilgi parçacıklarını bir araya toplayıp, iş bölümüyle yabancılaştırarak insanlığın ortak kullanımına bir evrensel ürün olarak sunması olduğunu ifade edeceğim. Yeni uygarlıktır bunun adı. Devrim, bu tarihsel dönüşümün oluşturacağı toplumsal sistem karşısında bir teferruattan öteye geçmez.

Yeni uygarlık, geri dönüşü olmayan tarihsel devrimlerin ürünü olacaktır. Yeni uygarlığı ikame edecek devrim, Sovyetlerde ve dünyanın tüm 20.yy devrimlerindeki gibi geri dönüşü yaşama durumunda olmayacak bir tarihsel devrim sürecine tekabül eder. Tarihsel devrim bir devleti yıkma türünden bir ayrıntı değildir. Devletle birlikte alt ve üst yapının en köklü dönüşümüdür.

Marksın, gelişmelerinin belli bir aşamasında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkinin olgunlaşmasının ürünü olarak ebelik rolü verdiği devrimdir bu. Basit bir anlatımla internet iletişiminin, PTT ye karşı devrimidir. Bu örneği arkadaşın aklında çok iyi tutmasını salık vereceğim. PTT iletişiminin ifade ettiği tarihsel kesit ile İnternet iletişiminin ifade ettiği tarihsel kesit arasındaki farktır. Sistem açısından, maliyet açısından küreselleşme açısından, işbölümüne yaptığı katkı ve bilginin evrensel ölçekte mübadelesine yaptığı katkı açısından iki farklı tarih, iki farklı sistemi tanımlar. Bu açıdan bir kez internet iletişimi kullanmaya başlayan hiç kimse PTT’ye dönmez. Bunu yaşamın her alanındaki gelişmelere adapte ettiğinizde karşınızda belirecek toplum alt ve üst yapılarıyla bir tarihsel devrim ürünü toplum olacaktır. Yeni uygarlık budur.

Yeni uygarlık verilerinin bu tür belirtilerini, uluslararası kapitalizmin kanatları altında gelişimini görerek onu da tekelci kapitalizmin uluslararası üretim mekanizmalarından biri olarak saymamak gerek. İki ayrı şeydir bu, 16-17. yüzyılda kapitalizmin feodal krallıkların kanatları altında gelişimi gibidir. Kapitalizm güçsüz ve yeni olduğu koşulda, feodal krallıkların kanatları altında gelişerek nasıl egemen olduysa, yeni uygarlıkta, küresel üretim sistemi olarak tekelci kapitalizmin uluslararası üretiminin kanatları altından çıkıp, egemen olacaktır. Kendi farklı mülkiyet ilişkisini, toplumsal bölümlenmelerini, siyasal, kültürel düzeneklerini de kuracaktır. Ulus ve ülke merkezli olmayı aşamamış, sadece sömürü çarkları için uluslararası bir yönelim almış olan emperyalizmin tarihsel olarak zamanını doldurmuş haliyle yeni uygarlık karşısında yenilgisi de kaçınılmaz olacaktır: Devrimci irade burada da tüm yönleriyle yükselen siyasal, sosyal, kültürel bir etki olarak bu sürece dinamik katacaktır. Bunu genelleştirin, geri dönüşü olmayan bir devrim olduğunu göreceksiniz. Dolaysıyla “sosyalist devrim”i bir de teorinin gerçek anlamıyla bu açıdan algılamak, geri dönüşü olmaması için sağlam gişeden bilet almak demektir.

Bu noktada arkadaşa Pol Potçu sosyalist devrimciliği anlatmayacağım. Bildiğine eminim. Milliyetçi komünistlerin “seviye ihtilafı” taşıyan yazılarında dile getirdikleri “küresel ulus”ları, dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış geri ülke işçilerinin milli maçlarda gösterdikleri refleks ürünü olmasının komikliğini bir kenara bırakacak olursak, bunların Enternasyonalistlikleri bile tüm ülkelerin işçilerini kendi ulusal bayrakları altında birleştirmekten ibaret kalır. Bu noktada çok hırlaştıkları liberallerle aralarında hiçbir fark yoktur; biri devletçi millidir diğeri liberal millidir. Buna bakınca “liberal” diye suçladıkları birçok isim ise bu algılara savaş açmış onurlu aydındır ve kavgaları da bu aydınların milliyetçiliğe karşı mücadelelerini tıkama amacı taşımaktadır. Bu noktada Baskın Oran hoca ve düşün ortakları, ülkemizin aydınlık yüzü olduğu kadar gerçek insan sevgisiyle yükselen enternasyonalistlerdir. Solumuzun mevta halleri burada musalla taşına uzanmıştır.

Bu kısır ahval ve şerait altında, demokrasiye doymamış akıllardan adalet ve demokratik bir tutum beklemek ne kadar güç olsa da, başkasının topraklarını gasp etmeyi hiçbir teorik yaklaşıma sığdırmak mümkün değildir diyeceğim.

Olay, din, papaz, imam olayı değil hakkın hukuki olarak korunması olayıdır. İpin ucunu buradan bir kez kaçırdınız mı geri dönüşünüz olmaz, o zaman da adaleti hak getire. Böylesini oturmamış anlayışların “devrim” devleti de, bir şebeke devleti olur. Buna da Pol Potçuluk denir. Böyle bir devlet iç bükey, kapalı yapısıyla bataklıkta ölür de bir santim ileriye gidemez. Devrim de bu durumda darbe olur. Böyle bir devrim, bir gece ansızın bir kararnameyle kamulaştırdığı üretim araçlarını bir zaman sonra yine bir gece ansızın bir kararnameyle kaybeder. Doğu Avrupa’da olduğu gibi gerisin geriye kapitalizme döner. Bu yüzden gaspçılığı aklından tamamen çıkarmak gerek.

Mar Gabriyel (Aziz Cebrail) manastırının topraklarıyla ilgili sorun, ortak ülkemizin azınlıklarına karşı önü alınmayan hoyratlığın tecavüzüdür, “az topraklıya toprak dağıtma” sorunu değildir. Ülkemizde azınlıklara yönelik gasp olayı sadece topraklarına yönelmemiştir, dinlerine, dillerine, evlerine eğitimlerine, alfabelerine karşı da toptancı bir yönelim mahiyeti taşımaktadır. Kürtler açısından ise sınır dışı operasyonlara kadar uzanan bir ölüm denklemi olarak belirmiştir. Benim mensubu olduğum Arap etnik toplumunu ki, ülkemizin Kürtlerden sonra en büyük etnik toplumu olarak, Torosların güneyinde boydan boya yerli bir halk olarak kimliklerinden, kültürlerine, dillerinden, alfabelerine kadar toplu kıyıma uğrayıp durmuşlardır. Çoğu sosyalistlerimizin ise bundan haberleri bile yoktur, Türkiye’de Arapların olduğunu da ilk kez bu satırlardan duymuş olabilirler.

Bu açıdan basit bir toprak olayı gaspı olarak görülmemesi gereken bu girişimler bir tarihin talanı üzerindeki son at komşumu olarak ele alınmalıdır. Refleks işte tam da buna “serseri“ gidişe karşıdır. Atatürk’ün Osmanlıyı tanımlarken sözünü ettiği “fetihlerin arkasından serserilik“ etmek tas tamam budur (Aktaran, Cemal Kutay, Türkçe İbadet, s;154). Bu serseriliğe ilk tepkiyi sosyalistlerin göstermesi gerekirken, din, papaz imam adı altında es geçmeleri, kuracakları toplumlarda, halklarımızı nelerin beklediğine önemli bir mesaj gibi durmaktadır. Demokrat olmayı başaramamış birilerinin, kendilerini ve kuracakları toplumu rüyasında sosyalist olarak görmesi hoş karşılanabilir, ama buna gerçek diye inanması patolojik bir vaka olur.

Böylesi Osmanlı akıl erdemleriyle az toprakların başkasının ve özellikle azınlıkların topraklarını gasp etmeyi kendine hak görmesini, her dincinin dini az olanı doğramasına da fetva vermiş olur. Ki batılın şer-î olma halidir bu, toplumu kurmaz kaos yaratır.

Öncelikle bilinmeli ki, az topraklının sorunu toprak değildir, üretimde yer alamamak, emeğinin karşılığını alabileceği bir olanak bulamamaktır. Bu da devletin, toplumun çok yönlü sorunudur. Kapitalizm buna çözüm üretmez. Zira kapitalizm işçi rekabeti üzerine kuruludur hiçbir zaman yoksul köylüye, az topraklıya gerçekçi taleplerini karşılamak için bir sunumda olmayacaktır. Sınıf mücadelelerinin törpülemeleri sonucu, sosyal açıdan atılan adımlar ise hiçbir zaman istenileni vermez. Kapitalizm, emek arz ve talebini bu dengesizlikten sağladığını biliyoruz. Bunu aşmak ise az topraklıya toprak vermekle olmaz. Böylesi bir önerme artık demokratik bile sayılmaz. Gökdelenleri yıkıp gecekondu kurma gibi, Ak denizin görkemli sofraları yerine kuru fasulye-pilav sofralarını devrimci görme eğilimi gibidir. Az topraklıyı çok topraklı yapma projesi iflas etmiş, insanı toprak kölesi yapan bir projedir. Az topraklıyı öncelikle insan olarak ele almak gerek ve onu bulunulan çağın bilim ve tekniğiyle en yüksek üretim süreçlerine kazanmanın yollarına yönlendirmek gerek. Bunun için projeler geliştirmek ve üretim sürecinin merkezine oturtmanın araçlarını, kurumlarını oluşturmak gerekir. Bu da yeni uygarlığı kavramak onun nesnel ve iradevi gelişimde bize biçtiği devrimci rolü hakkıyla oynamayı gerektirir.

Basit bir demokratik hak savunusunu bu kadar uzattığıma bakmayın. Benim sorunum çok daha kapsamlı bir olguyu, böylesi somut bir sorundan ele alarak “sosyalist”liğimizi, devrimciliğimizi belli bir zemine oturtmaktır. Bunun için şu küresel üretim, yeni uygarlık söylemlerimi, emperyalist “uluslararası üretim”inden ayırmak için bir iki not düşmeyi uygun görüyorum.

Küresel üretim ile tekelci-kapitalist “uluslararası üretim” iki ayrı üretim biçimidir diyerek notumu aktaracağım. Bunları kesinlikle birbirine karıştırmamak gerektiğini söyleyeceğim. Emperyalizmin insanlığa dayattığı uluslararası üretim ne ulusları nede ülkeleri aşmamış hala kendini belli bir ulus ya da ülkenin sınırlarını merkez edinmiş ve onun çıkarları için üretimini yaygınlaştırmış olarak tanımlar. Bu kapitalizmin ulus ile tarihsel bağının anlamlı bir yanıdır. Kapitalist üretim küresel üretim yapamaz da. Böyle bir adım kapitalizmin bilimsel olarak çözümlenmiş üretim sürecinin yapısına aykırıdır. Hammadde+üretim araçları+ işgücü = meta sistemi ile küresel üretimin ifade ettiği soyut üretimde öncelikli süreç birbirinden nitelik olarak farklıdır. Soyut üretim öncelikli süreç, soyut hammadde+soyut üretim aracı+yüksek teknoloji ve evrensel ölçekli bilgi katılımıyla başlar. Soyut bir ürün ortaya çıkarır, bunu soyut alanda en iyi şekilde de sınar. Burada üretim küresel ölçekte bir katılımla ulus ve ülke sınırlarından gerçek anlamda çıkmış olur. Hatırlamaya çalışalım, PTT ile İnternet iletişimi arasındaki uygarlık farkı bunu anlatmaya yeterlidir. Bu kapitalizm değildir, onun kanatları altında gerçekleşiyor olsa da kapitalizmden nitelikçe farklı bir gelişimidir ve yeni uygarlığın temellerini ifade eder. Bu noktada bilgi mülkiyeti “dünyanın düz alanında” farklı bir mülkiyet sistemine tekabül eder.

Bu nedenle küresel üretim yeni bir uygarlığın verilerini sundukça, içinde liberallerden, milliyetçi komünistlere uzanan geniş bir yelpazeden, kapitalizm makyajlanarak bir kez daha pazarlanmak istenir. Milliyetçi sosyalistleri, komünistleri birbirleriyle çok hırlaşsalar da liberallerle bu noktada omuz omuza görmemiz normaldir. Birinin milliyetçilikten, diğerinin serbestçiliğin anlamsızlaştırdığını iddia ettiği farklı kültürlere yaklaşımından kaynaklanan tutumlar, azınlık haklarının çiğnenmesine icazet verip durmuştur. Ortak ülkemiz liberalleştikçe, azınlık haklarının daha çok çiğnenmesi bundandır. Milliyetçiliğin daha da derin etkilerle tahribat yapması da bundandır.

PTT’ye karşı internet’in yaptığı tarihsel devrimde belirginleşen küreselleşme insan kolektif aklının ürettiği bilgi ve tekniğin, en küçük emekleri ve bilgileri bir potada sentezleyip, büyük iş bölümüyle, sınırları, ulusları, ülkeleri aşarak yabancılaştırıp insanlığın ortak kullanımına süren bir üretim tarzıdır. Yeni uygarlığın küresel üretimi, insanlığı bu yolla tarihi ilerlemenin bir unsuru haline getirecektir. Mor Gabriyel (Aziz Cebrail) manastırının topraklarını korumadan ya da ortak ülkemizin azınlıklarının haklarını tanıyıp, içselleştirmeden böylesi bir çağın insanı olunamaz. Böylesi bir çağın karşısında yoksul köylüye toprak dağıtma noktasında takılı kalacak olanlar, adaleti, demokrasiyi ve özgürlüğü çiğnemekte sakınca görmeyen teorileri üretmekte zorlanmazlar.

Ortak ülkemizde tüm farklılıklarımızla eşitler olarak, barış özgürlük ve demokrasi içinde yaşamak istiyorsak, önce adalet duygusunu yerleştirecek tutumları geliştirmeliyiz. Kıymeti kendimizden menkul hayali siyasal önermelerle, başkasına tecavüzü meşrulaştırmak yeni bir toplum kurmak değil, eski bir soygun türünü tekrarlamaktır.

********************************

Yazıya konu olan yorum aşağıdadır.


kimdenAli Ziya Çamur
yanıtkomun-inisiyatifi@googlegroups.com

kimekomun-inisiyatifi@googlegroups.com

tarih12 Şubat 2009 Perşembe 00:21
konuYan: AZINLIK OLMAK ZOR ZANAATIR
posta listesi Bu posta listesindeki iletileri filtrele
gönderengooglegroups.com
imzalayangooglegroups.com

ayrıntıları gizle 12 Şub (5 gün önce) Yanıtla


Bakın azınlıklara yapılan haksızlığa karşı gösterilen reflekse elbette katılırım. Ancak burada bir illüzyon gözler önünden uzaklaştırılıyor.

Net durum nedir? Bir kaç papazın yönetimindeki dönümlerce arazi orada yatmakta, çevre köylüleri yoksulluğun pençesinde.... Bu tarlalardan umar bekliyorlar. Bunu yapınca da hemen anti Süryani hareketin öncüleri gibi görülüyor.
Bakın Oran'dan beklenen kendisi gibi olmaktır. Ama sosyalistlerin bu çabaya katılması anlaşılacak gibi değil. Bizler dinin ne olduğunu liberallerden iyi biliriz. Kaldı ki, Anadolu’da Türk-Kürt-*Laz, alevi, Süryani tüm halkların omuz vereceği bir sosyalist devrim yaptığımızda, bu dönümlerce araziyi ( salt Süryanilere diye) bu papazlara mı terk edeceğiz?
Bir başka örnek... Yörem olan Karadeniz de, eski camilere vakıf olarak bırakılmış fındık bahçeleri vardı. Her sene imamlar toplarlardı ne yaparlardı bilinmez....
70'lerden 80'lere dek bu vakıf olan fındık bahçelerine el koyduk, gelirini devrimci mücadelede kullanmak için toplayıp sattık. Kimse gıkını çıkaramadı... Kara yobazlar bile.....Şimdi 3-5 topraksız ya da az topraklı köylüler bu toprağa el koymak istiyorlar diye bu durumu anlamadan, ölçmeden sosyalist yazılar yazıyoruz çalakalem....

Bence bu durum üzerine iki defa düşünmemiz gerek. Sınıfsal bakışımız ve din olgusu açısından....

Hiç yorum yok: