31 Ocak 2011 Pazartesi
HİZBULLAH BİR EVRİM SAFLAŞMASIDIR
Mihrac Ural
31 Ocak 2011
Hizbullah Kürt ulusal gerçeğinin evriminin siyasal saflaşma kapsamındaki ifrazatlarından biridir.
Bu gelişme yoktan var olmamıştır. Derin devletin sihirli değneğiyle de var olmamıştır. Derin devletin içine sızarak ve onu insanlık dışı bir cürüm şebekesi olarak yönlendirmesine rağmen gerçek, Hizbullah Kürt siyasal evriminin bir ürünüdür.
Mendelyev'in "peryodik sistem"inde yeri olmayan bir element nasıl ki yoksa, bir biçimde var olan her siyasal harekketin, ulusun siyasal saflaşmasında da bir yeri vardır.
Derin devlet bu ifrazata sızarak, onu bir cürüm şebekesi haline getirmiştir. Ne din öğretisi ne de insan olmanın algıları Hizbullahın yaptığını bir yere oturtabilir. Ancak böyle de olsa, Hizbullah evriminin belli bir kesitinde Kürt ulusunun ortaya koyacağı inanç eksenli siyasal örgütlenmesinin kaçınılmaz tecellilerinden biri olarak görülmelidir. Yoktan var edilmemiştir.
Çağdaş tüm ulusların evriminde bu türden yapılar doğmuştur; özellikle bölgemizde, bu tarihi kesitte inanç zemininde örgütlenmeler çok daha açık bir gerçek haline gelmiştir. Bu nedenle Hizbullah'ı tarihteki yerine oturtmak yerine, onun insanlık dışı cürümleri ve derin devletin bir kuklası olma yanıyla değerlendirmek yeterli olmayacaktır.
Her ulusal evrimde ortaya çıkma ihtimali yüksek olan bu tür örgütlerin bölgemizde siyasal ağırlıklarıyla farklı işlevler omuzladıklarına tanık olunmaktadır. Kürt Hizbullah'ıyla uzak yakın bir ilişkisi olmayan Filistinde HAMAS, CİHAT, Lübnan'da Hizbullah emperyalizme - siyonizme ve halkına her türden ihaneti, baskıyı yapan yönetimlere karşı geniş kitlesiyle mücadele etmektedir.
Kürt hizbullah bu yönelimi kazanabilir mi? Böylesi bir evrimi aşabilir mi? Dönüşüm sağlayarak ulusal özgürlük için omuz verebilir mi? Bağlı olduğu tek boyutlu milliyetçi din algısını temsil eden Cemaat ve lideri Fethullaha karşı duruş sergileyebilir mi? Bu çok güç. Ancak, buna rağmen inanç temelinde siyasal örgütlenme hattı her ulusun siyasal saflaşmasının bir gerçekliği olduğu tartışmasız doğrudur. Farklı isim ve etkinlikte de olsa bu var oluş kendini bir biçimde ifade edecektir.
Bu açıdan Hizbullah olayını bütünsel olarak kavramamız demokrasi ve özgürlük hedeflerimiz açısından önem taşıyor.
Hizbullah üzerine kaleme aldığım bu ikinci makalemin ana kaygısı da budur.
TEZ
Tezleri tez yapan, ortaya konulan soyutlamaların zaman ve mekan farklılıklarında geçerliliklerini korumaları ve tarihi açıklayabilmeleridir. Tezlerin parametreleri tarihi açıklayamazsa geçerlilikleri de olamaz.
Tarih milletlerin savaşının tarihidir denilebilir ya da sınıf mücadelelerinin tarihidir. Her iki yaklaşımda bir tezdir. Çünkü her iki yaklaşımda tarihi bu parametreyle açıklamaya çalışır; evrim teorisi ya da yaratılış teorisini de bu kapsamda sayabiliriz.
Makalemizin konusu tarihi açıklamak değildir. Ulusların evriminde siyasal saflaşmanın farklı siyasal renklerle bir bütün olduğu ve bu bütünün içinde dini siyasetin merkezine oturtan yaklaşımların olduğuyla ilgilidir.
Birbirinden oldukça farklılıkları olmasına karşın, Suudi-Arabistanlı El Kaide, Mısırlı Müslüman Kardeşler Örgütü, Lübnanlı Hizbullah, Filistinli HAMAS ve CİHAD örgütü gibi Kürtlerin Hizbullahı, dini zeminde ortaya çıkan bir siyasal örgüttür.
Kürt hizbullahla ilgili yapacağım soyutlama El kaide örneğiyle başlayacak. Bunu kısaca irdeleyip aynı soyutlamaların Hizbullah için de geçerli olduğun göstermeye çalışacağım. Kürt Hizbullah daha çok El Kaide'ye benzer. Her ikisi de içine derin devletin, istihbarat örgütlerinin sızdığı bir cürüm örgütüdür. Ancak öyle olsalar da her iki örgütün de tarihte kapsadıkları yer ve ulusal siyasal evrimin bir ifrazatı olmaları onları incelenmeye ve sosyolojik olarak toplumda bir yerleri olduğunu göstermeye yeterlidir.
Var olma etkinliği gösteren her siyasal örgütlenme, ilgili olduğu toplumun siyasal evrimini ifade eder. Bunun itici dinamiği o ulusun içindendir. Dış etkiler, sızmalar, eylemler ve yönelimleri ise hangi etkiler altında olursa olsun bu gerçeği değiştirmez.
Kürt Hizbullah'ı da böylesi bir gerçekliğin verileriyle ele almak gereklidir. Yoktan var edilen değil, toplum yasalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak var olan bir fenomendir.
EL KAİDE
El Kaide bir cümürm şebekesidir. Terörün bulunabilecek en iyi tanımını El kaide'de bulmak mümkün. Made in USA olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bir taşeron şebekesi dersek de yanlış olmaz. Soğuk savaş bakiyesi, Sovyetleri kuşatmak üzere ön görülmüş NATO'nun "Yeşil Kuşak" projesinin bir unsuru. İşi bitince de ötelenen, uzak durulan hatta yok edilmek istenen bir terör şebekesidir.
Bu tanımlamalara eklenecek onlarca vasıf daha bulunabilir. Ancak bütün bunlar El Kaidenin gerçek olduğu, etkin ve kökleri kendi kültür çevresi içinde kitlesel olduğu gerçeğini değiştirmez. El Kaide gericiliği, inancı siyasi amaçlara alet eden ilkellikle müptela olsa da, Arap toplumunun bağrından çıkmış bir örgüttür ve aynı zamanda Arap toplumunun saflaşma düzlemlerinden birini de temsil etmektedir.
Demek istediğim şu; hiç bir dış güç, hiç bir dış dinamik, hiç bir yerde ve hiç bir olguyu yoktan var edemez. Dış güç, olgunluğunun belli bir birikim düzleminde bu olguların var olmasını tetikleyebilir, destekleyip hızlandırabilir, kendi çıkarları için kullanabilir, ancak koşulları yoksa, zamanı ve mekanı uygun değilse yaratamaz. El Kaide, Arap halkının siyasal saflaşmasının belli bir olgunluk düzleminde dış desteğin etkin itimiyle var edilmiş bir cürüm şebekesi olarak, bu halkın gericilik kapsamanda alması gereken yeri almıştır. Bundan sonrasının ABD karşıtı olması ya da onun bir kuklası olarak devam edip etmemesi farklı bir gerçeklikle ilgilidir. El Kaide bir gerçektir ve toplumda kendine ait bir yerde, rolünü tarihe karşı, talibancı ilkeliğin yanında, biat kültürüyle oynamaktadır.
El Kaide, soğuk Savaşın bitimiyle kendini yenileyemedi. Kukla bir örgüt olarak yoluna devam etti, Arap halklarının yanında yer alamadı. Filistin davasına hiç bir zaman destek tutumu almadı, Filistinli direnme örgütlerini bile İran’a yakın olmakla suçlayıp Siyonist eğilimlere prim verdi, İsrail’in ağır katliamları karşısında bir basın açıklaması bile yapmadı, bu günlerde ise Mısır devrimi hızla sonuç almaya giderken dahi bir tutum ortaya koymadı. Tunus devrimiyle ilgili tek kelime söylemedi. Bu da bu güçlerin demokrasi ve özgürlük alanında yerleri olmadığının bir göstergesidir. Mısır'da Müslüman Kardeşler Örgütü, kitlesel karakterine, siyonizme karşı olduğu iddialarına karşın, Mısır devriminin ilk günlerinde gösterilerle ilgisinin olmadığını açıklayarak gösterdiği korkaklığı, bu günlerde 28 Ocak 2011 sonrası, halkın yoğunlaşan direnişine katılmaktan başka çare bulamayarak kıpırdanmaya başladığı izlenmektedir.
Bölgemizde, İslam inancı temelinde siyasi eğilimin bir çok farklı düzlemi olduğunu gösteren örnekler bulunuyor. Her birinin ülke ulus ve tarihi farklılıklardan kaynaklanın konumlanışı olduğunu teslim etmeliyiz. Ancak tümü bir gerçektir ve bulunulan alanın siyasal saflaşmalarının ürünüdür. Yoktan var edilmemiştir.
KÜRT HİZBULLAH (Hizbul kontra)
Kürt Hızbullah'ı için aynı soyutlamayla yaklaşacağım. Bu örgüt Kürt halkının gelişiminin siyasal evrim sürecinin belli bir aşamasının ürünüdür.
Hizbullah'ın siyasal tarihi, ülke genelinin ortak örgütlenmesi gibi bir süreç içinde gelişmiştir. Önceki makalemde, belirttim; Osmanlıdan cumhuriyete geçişle başlayan bir sürecin, II. dünya savaşı ve sonrası, NATO'nun Anti-Sovyet planları, "Yeşil Kuşak" (Sovyetlerin İslamik terör örgütlyeri ve yönetimleriyle kuşatılması), Fethullah Güle'nin aktif öncülük ettiği Anti-Komünizm dernekleri Hizbullah'ının doğduğu rahimdir. Siyasal algı açısından bu rahim, Kürt coğrafyasında ve Kürt insanlarıyla organize olup fiili sürece katılmıştır. Düşünsel tarihiyle, fiziki tarihinin çelişkileri ise açıktır.
Kürt ulusu tarih sahnesine çağdaş bir ulus olarak çıkarken saflaşması kaçınılmazdı. Bu belirti bile başlı başına bu insan topluluğunun bir modern ulus olduğunun verisini ifade eder. Bir ulusal evrim sürecinin olgunluk evresinde farklı siyasal saflaşmaya sahip olması ve her safın boşluklarını beli bir yönelimdeki örgütlenmenin kapsaması, evrim sürecinin doğal bir yanıdır. Bu güce kimin sızıp yönlendirdiği, kimin desteklediği, kimin kışkırttığı ve saldırttığının önemi ayrı bir konudur. Hizbullahın varoluşu tamamıyla Kürt ulusunun evrimiyle ilgilidir ve gerçektir. Sihirli değneklerin işi değildir.
Teşbihte hata olmaz diyerek, siyasal saflaşmanın kaçınılmaz konumlanışını, Mendelyev'in "Peryodik Sistemle" örnekleyeceği.
Mendelyev doğada tüm elementleri kapsayan bir Peryodik tablo oluşturdu. Üstelik bunu tüm elementler bulunmamışken yaptı. Henüz keşfedilmemiş elementlerin konumlanacağı yerleri de boş bıraktı. Bilim adamlarının mutlak bir kesinlikle kanıtladıkları gibi, Peryodik Sistemde yeri olmayan bir element yoktu. Bilim adamları fizik ve matamatiksel yöntemlere baş vurarak "elektronların çekirdeğin (Atom bn.) çevresinde tıpkı güneşin etrafındaki gezegenler gibi belirli yörüngelerde döndüğünü fark ettiler. Her yörüngede sınırlı sayıda elektron dolaştığını, tüm elektron kabuklarının kapasitesinin sonlu olduğunu belirlediler. Bunu da kendi fizik simgeleriyle K, L, M, N, O,P ve Q harfleriyle tanımladılar. 1. Kabuk olan K yörüngesinde 2 elektron, L'de 8, M'de 18, N'de 32, O'da 50, P'de 72 elektron yer alır diyerek de tüm elementlerin peryodik tablodaki yerlerini, sonradan keşfedilseler bile bulacaklarını gösterdiler. (L. Vlasov, D. Trifonov, "107 Kimya Öyküsü" TÜBİTAK yayınları s: 16)
Bu müthiş keşif yapıldığında, yeryüzünün tüm elementleri bilinmiyordu. Ama bilinmeyenlerin yeri bilinmişti ve onlara da Peryodik çizelgede yer hazırlanmıştı.
Bu doğal verilerin tasnifinde kullanılan yöntemi soyutlayarak bir ulusun siyasal evriminde olası eğilimlerin neler olabileceğini kestirmek zor değildir. Bu yöntem, bir ölçüye kadar, her ulusun siyasal yelpazesi içinde aynıyla geçerlidir demek yanlış değildir.
Her ulusun siyasal saflaşmasına ait sol siyasal algıları, sağ, liberal, gerici, ilerici gibi siyasal saflaşma unsurlarını belirlersek, önceden isimleri bilinmese de siyasal konumları gereği siyasal Peryot çizelgesinde yerlerini tespit etmek mümkündür. Bu nedenle, Hizbullah adıyla ya da bir başka adla bu algının çizelgedeki yeri belirlenebilir. Bunu Mit'in keşfetmiş olması ve kullanmak amacıyla ortaya salması gerçek olsa da bu gerçek Hizbullah'ın varoluş gerçekliğinin bir sonucu, bir uzantısı olacaktır. Tıpkı itirafçıların olduğu bir yerde JİTEM'in itirafçılardan örgüt kurması gibi ( bizimde saflarımızda bir itirafçı ve MİT ajanının bu güne kadar bir polis organizesi olarak çalışmaları gibi).
Siyasal "Peryodik Çizelge"deki her siyasi algının yeri bellidir, gelip oradaki yerini alması kaçınılmazdır.
Bu nedenle Kürt Hizbullah'ı, bir cürüm şebekesi olsa da kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir. Bu algı bu gün Hizbullah adıyla yarın bir başka adla da olsa kendi evrimini sürdürecek ve toplumdaki siyasal saflaşmada herkes için belli olan yerini alacaktır. Bu türden siyasal algı, Hizbullah adlı örgüt çatısı altında doğuşunun ilk adımında, insanlık dışı eylemlerle iç içe geçmiş olsa da durum budur.
Bu gün sözcülerinin de açıklamalarından anlaşılıyor ki, ülkenin siyasi arenasında bağımsız adaylarla seçimlere katılabilecekleri, siyasi parti kurabilecekleri gözlenmektedir. Bu, yine sözcülerinden anlaşıldığı kadarıyla, Kürtlerin diğer siyasal örgütleriyle bir ittifaka dayalı olabileceği ve böylece, Türk nurcularına ve AKP'ye emanet olarak verdikleri oyları kendilerinin değerlendireceğini göstermektedir.
Bu yaklaşım, Kürt Hizbulah'ının bir kopuşa, tarihiyle yüzleşmeye yönelebileceğine bir işaret sayılabilir. Bu adımı binlerce adım izlemeksizin, Kürt özgürlüğü karşısındaki tutumu açık olarak belirlemeksizin bir aldatmadan öteye anlamı olamaz. On yılların derin devlet kuklaları, katilleri, insanlık dışı eylemlerin planlayıcı ve uygulayıcılarının bir anda değişime yönelmesi güçtür.
El Kaide örneği bu konuda çok aydınlatıcıdır; ABD kuklaları, ABD'ye karşı oldular (mı), ancak yeni süreçte bir karanlık terör örgütü olmayı aşamadı, bölge ve dünya halklarının yararını bir tek siyasi duruşu olmadı. Buna rağmen, Kürt Hizbullah'ı sorunu birinci derecede Kürt halkını sorunudur. Kürt halkı ve özgürlük mücadelesinin siyasal etkinlikleri, sivil toplum kuruluşları bu örgüt hakkında kendi kararlarını kendileri verecektir. Gerisi, bizlerin bu karara saygı göstermesi ve bu kararı referans almasını gerektirecektir.
HİZBULLAH JİTEM'in YÖNLENDİRDİĞİ KÜRT İFRAZATIDIR.
Hizbullah üzerine çok şey yazıldı. Bunları tekrar etmeyeceğim ama okurlarımın bilmesi gereken kimi bilgileri, okuduğum bir kitaptan özetle aktarmaya çalışacağım. Kitabın yazarı tarafsız değil, Fethullahçı Cemaatı aklama çabasındadır. Hanefi Avcı'ya da Ergenekon’a da "karşı" olduğunu söylüyor. Yazar Mehmet Baransu. Kitabı da Kasım 2010'da yayınlanan "MÖSYÖ Hanefi Avcının yazmadıkları" başlığını taşıyor.
Kitapta en önemli aktarım, Hizbullahla ilgili belgedir. JİTEM kurucusu Albay Arif Doğan'ın, deşifre edilmiş ses bantlarında Hanefi Avcı'nın Hizbullahla ilişkisini de anlatan aktarımda şunları okuyoruz;
"Tuncay Güney'de ele geçirilen Ergenekon Analiz Dökümanlarında 'Terör gruplarının kontrol altında tutulması gerektiği, gereğinde 'NAYLON TERÖR GRUPLARI' oluşturularak terör dünyasına yön verilmesi' gerektiği belirtiliyordu. Tıpkı Hanefi Avcı ve Arif doğan'ın kurduğu Hizbullah gibi" ( Age. s:381-382)
Bu cümleler, derin devletin mantığını yansıtıyor. Cumhuriyetteki Osmanlının ortaçağlardan günümüze getirdiği imha etme, "katli vaciptir" algısı da tas tamam budur.
Hizbullah'ın kuruluşuyla ilgili ise şunları okuyoruz; "(Hanefi) Avcı, kuruluş aşamasından itisaren Hizbullahın içerisinde. Avcı iyi bir istihbaratçı. JİTEM'e transfer ettik. Oparatif olarak JİTEM'e geçti. Çatışmaya falan giriyorduk. Arşivde vardır. Asker cephede aleni savaşır. Biz gizli savaşıyoruz. Yawkontrhizbul olarak kuruldu. PKK'ya karşı. Hüseyin Velidoğlu'ydu başındaki. Hisbullahı biz kurduk. Hizbullah değildi onun adı. Konthizbul'du. Sonra Hizbullaha dönüştü." (Age. s:380)
Ses bandındaki bu iddia ve sahibi tarafından kabulü, Hanefi Avcı'nın ağzından röportajlarda şöyle dile geliyordu "Gardaş o dönümde devlet PKK muhalifi her harekete yakın oldu" ( Aktaran, M. Baransu, Age, s: 128) Buradan da anlıyoruz ki Hizbullah var olan bir örgüt ve bu örgütün içine sızılmış, desteklenmiş ve yön verilerek istedikleri raya oturtulmuştur.
Hizbullah adı, Doğu Perinçekçi 2000'e doğru dergisinin 16 Şubat 1992 tarihli "Hizbullah Çevik kuvvet Merkezinde Eğitiliyor" başlıklı yayını üzerine, derginin Diyarbakır temsilcisi Halit Güngen'in katledilmesiyle gündeme gelir. Satırlarla, domuz bağlarıyla, mezar evleriyle, kolu, başı kesik ceset mezarlıklarıyla ünlenen Hizbullah'ın ayrıca hedefi olarak belirlediği bir de meşhur ölüm listesi var. 138 kişinin adı yer alıyor ve tümü PKK'nin bilinen aktif kadro ve yandaşlarıdır.
Hizbullahın başındaki Hüseyin Velioğlu, MİT tarafından özel korunan, düştüğü her olaydan tereyağından kıl çeker gibi çekilip temize çıkarılan bir MİT ajanıydı. Velioğlu, silahlı mücadeleyi tercih etmesiyle örgütün bölünmesi gündeme geldi. Menzil Grubu İslam’ı silahsız yayma yanlısıydı. Velioğlu bu ayrılıkta Menzil grubunu askeri olarak tasfiye edip süreci kendi grubuyla kontrol edecek güce getirildi. Bunun derin devletin yardımıyla da sonuna kadar götürdü.
Hizbullah, Velioğulu önderliğinde 138 kişilik ölüm listesinin 132 kişisini infaz etti. Tam bir kanlı kıyım ve ölüm denklemi bu sörecin temel işlevi olarak, devletin bilgisi içinde devam etti. Hanefi Avcı'nın 31 Aralık 1984'den 10 Nisan 1992'ye kadar Diyarbakır İstihbarat Şube müdürlüğü görevinde bulunduğu süre içinde, "Yeşil" denilen kişinin kuryeliğiyle Hizbullah yönlendirildi.
Basına yansıyan bilgilerden de ortaya çıktığı gibi, Hanefi Avcı JİTEM içinde itirafçılardan oluşan bir ekiple "Hizbullah'ın bölge çalışmalarına yardımcı olduğu" bilinmektedir.
JİTEM çatsı altında yer alan PKK itirafçılarından oluşan örgütün en önemli elamanlarından biri olan Suriye, Kamışlı 1965 doğumlu, gerçek adı Hacı Hasan olan, İbrahim Babat'ın açıklamaları ise çok daha dehşet vericidir.
Suriye ve Türkiye'de JİTEM talimatıyla akıl almaz kirli işlere ve katliamlara yönelen bu çevre Cem Ersever'den, Nanefi Avcı'ya kadar eli kirli ve kanlı olmayan bir istihbaratçının olmadığını gösteren ihbar raporları bulunmaktadır. Başbakanlığa da ulaşan bu ihbarlar her zaman sümen altı edilmiştir. Bu süreç JİTEM açısından olduğu kadar Hizbullah açısından da aynıyla sürmüştür. Bu kanlı süreci özetle şu cümleler anlatmaya yeterlidir; "Diyarb.akır ve çevresinde PKK'yla ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz herkesi infaz yetkimiz vardı" ( İbrahim Babat'tan Aktaran M. Baransu Age. S: 96)
HUKUK ALGISI
Hizbullah ve hukuk konusu ise başlı başına ayrı bir konudur.
Kendi adıma adalet herkese gereklidir diyeceğim.
Hukuk bunun için vardır. Bir yasa herkese işit bir adalet dağıtmadığı zaman bunun adı diktatörlük olur, keyfilik ve zulüm olur. Yasa, her insan için eşit uygulanmalıdır. Kimin yararına olacaksa olsun hukuk böylesi bir adalet ölçüsü içinde yaşamda vicdani onay bulur. Aksi takdirde, bu gün ülkemizdeki kirli adaletin şüpheli yargılarına gelmiş dayanmış oluruz.
Yasaların halkın yararına ve özgürlüklerin alanını genişletilmesine uyumlu olması için mücadele edilirken, yasa karşısında herkesin eşit olması, demokrasi ve özgürlük taraftarlarının önemle dikkat edecekleri bir husus olmalıdır. Gerici yasalara karşı mücadelenin inandırıcılığı da buna bağlıdır. Dolaysıyla, Hizubullahçıların da serbest kaldıkları yasaların olmasını anormal olarak görmemek gerek. Bu konudaki sorun bir başka yerde ve bir başka zeminin çözüm bekleyen sorunları arasında aranmalıdır. Ancak çıkan bir yasa herkese eşit uygulanıyorsa ve bundan aynı anda hasımlarımız bile yararlanıyorsa yasanın ikircimli uygulanmasını asla talep edemeyiz.
Ceza yasasında yapılan tadilatla 10 yıldır tutuklu olup hüküm giymemiş bir insanın tutukluluk halinin son bulacağı karara bağlanmıştır. Bu yasayı olumlu ya da olumsuz yanlarıyla eleştirmek bir demokratik haktır. Bu eleştirileri yasa onaylandıktan sonrada yapmak haktır. Ancak yasa uygulanırken şuculara ayrı, buculara ayrı uygulanmalıdır diye bir talep olamaz.
Hizbullah liderleri bu yasadan faydalanarak tahliye oldular. Davaları, uzun yıllar Yargıtay’da incelenmeyi beklemişti. Bu beklemeyle yapılan adaletsizlik, adalet adına öncelikle teslim edilmelidir. 12 Eylül rejiminin davalarımıza karşı gösterdiği ölümcül uzatmalar unutmamak gerek. Bu zulüm kime yapılırsa yapılsın karşı çıkma iradesi göstermek gerek, demokratlık budur.
Şimdi de bir başka adaletsizlik sergilendi., mahalle baskısı ve medya demagojileri altında, Yargıtay Hizbullah davası bir günde incelenip onaylandı. Bu bir suçtur. Kime yapılırsa yapılsın. Bu bir zulümdür; insanlık suçu işlemiş olan Hizbullah'in eli kanlı mücrimlerine adaletsizlik yapılması adalet olamaz.
Bu satırların yazarı, Hizbullah'ın her konumlanışıyla hasımdır ve öyle devam edecektir. Ancak hasımlarıma yapılacak bir adaletsizliğe karşı durmayı da demokrasi algımın sorumluluğu olarak görürüm.
Bir hukuk algısından ve duruşundan söz ediyorum. Yargının adil olmasından, hukukun herkese eşit uygulanmasından söz ediyorum. Siyasi iktidarların oyuncağı olan bir hukuk, sadece zulüm üretir, kirlilik yaratır vicdanlardan da asla onay bulmaz.
Hizbullah konusundan ortaya çıkan sonuç, devletin bu tür siyasi yapıları bir dönem kullanıp ötelediği ve sonra çıkarlarına göre baskı altına aldığı hatta katletmeyi bile ihmal etmediğini gösteriyor. Yargısı bu ölçüde kirli bir devletin yasaları uygularken kendi kurallarına bile sadık kalmaması karşısında sesiz kalınmayacağını düşünüyorum.
Bu nedenle kim olursa olsunlar hukuk herkese lazımdır ilkesine bağlı kalmak gerek. Adaleti eşitlik esasına dayalı savunmak gereklidir. Bu Hizbullahçılarla en çetin savaş hali içinde olsak da..
Hizbullah'ın geleceği ne olur, bu çok açık değil. Ancak Hizbullahta dile gelen siyasal algı, saflaşmanın bir tarafıdır. Farklı isimler taşısa da yoluna devem edecektir.
Cumhuriyet dönemini düşünelim, gerici hareketlerin çabalarını ve ısrarını, 1929 krizi ardından gelen girişimleri ve gerilemelerini, II. dünya savaşı sonrası kendilerini NATO'nun yeryüzünü kaplayan ahtapot kollarından biri olarak konumlandırmalarını düşünelim. Sovyetlere karşı komünizmle mücadele dernekleri ve bunun uzantısı olarak soğuk savaş döneminin "Yeşil kuşak" militanları olarak istihdam edilmelerini düşünelim. Kürt Hizbullah'ı bu ray üzerinde Nurcu Cemaatin Fethullahçı hattında ulusal ayrışmanın bir ürünü olarak doğuşunu göz önüne getirelim. Adının ortaya çıkışından yıllar öncesi oluşan bu çevre, Kürt ulusal olgunluğunun bir ifrazatı olarak var olmuştur.
Kürt Nurcular Hizbullah’ın temel kadrolarıdır. Yoksulluk içindeki Kürt gençlerine sıcak bir yuva gibi örtü sağlayan Nurcu çevreler, egemen ulus tek boyutlu milliyetçiliğine battıkça, onlar da Kürt ulusal etkileri altında farklılaşma, ayrışma, kendilerine özgü yeniden yapılanma sürecine girmiştir.
JİTEM bu oluşuma sızdı, Kürt özgürlük hareketinin önünü kesmek için de kullandı, destek verdi, yön verdi. Hizbullah derin devletin Kürt halkına karşı savaşında taraf oldu kendi halkına karşı savaştı ölüm denklemlerine yöneldi. Bu savaş er yada geç ortaya çıkacak olsa da erken doğuma JİTEM yol açtı demek yanlış değildir.
İlk adıyla Hizbul-kontra, PKK karşısında bir maşa olarak konumlandırıldı. Ancak bu maşa konumu onun var olduğu gerçeğini örtmüyor.
Hizbullah, bundan sonra kirli tarihiyle yüzleşme ihtimali dahil bir çok ihtimalle yüz yüze kalabilir. Ya ulusal kurtuluşun bir rengi olarak yerini belirleyecek ki bu çok zor gibi görülüyor ya da El Kaide gibi kirli eylemlerine her kese karşı bir cihat olarak devam edecektir.
Hizbullah, son tahliyelerle bir kez daha boy hedefi oldu. Hizbullah’ı yönlendiren Ergenekoncular zindanlarda, yeni derin devlet ise tek boyutlu milliyetçiliğin sultası altında Cemaatin yönlendirmesindedir. Kürt Hizbullah bir anda kendini açıkta buldu. Sahipsiz kaldı. Bunu bu gün bir kez daha görmüş oldu. PKK'ye karşı savaşının yanlış olduğunu, kendine indirilmiş bir hançer olduğunu da bilmiş olması gerek.
Bu gün Hizbullah, bir yandan devletin şüpheli kontrolü, diğer yandan özgürlük hareketinin kıskacı altında konumunu belirleme çabasında olacaktır. Bu baskıya ne kadar dayanır ne ölçüde devlete karşı kararlı bir duruş sergilemeye yönelir belli değil. Bu bir ölçüde özgürlük hareketinin etkisi ve kapsayıcılığıyla da ilgili olacaktır. En azından tarafsızlaştırılmaları için bir planın geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. İslam inancının Kürt halkı indindeki yoğunluğu da göz önüne alınarak, konuyla ilgili düşüncelerin üretilmesi bu günden yapılmalıdır derim.
Hizbullah yerel kalmadıkça, kendi ulusunun içinde yer arayıp bulamadıkça, dün JİTEM'in bu gün bir başka dış gücün kuklası olmaya makum kalacaktır. Her iki halde de bir taşeron olacaktır.
Dinin siyasetteki tarihi başarısızlığını burada anlatmayacağım. Tarihinin hiç bir kesitinde hiç bir farklılığı birleştirememiş dine dayanarak siyaset yapmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de bir tarafa yamanmaktır, kukla olmaktır. Her yerde aynı sonuçlara tanık olduk. Filistin, Tunus mısır bunun en son örnekleri. İnançlı Kürtler siyasette kendilerini en iyi şekilde en demokrat ve en özgür siyasal tercihlerde temsil etmelidir.
Dini siyasete alet eden örgütler hiç bir zaman haklı taleplerin arkasında sonuna kadar duramaz. Biat kültürü egemeni biatla başlar onun sınırlarında da son bulur. Hizbullah gibilerini bekleyen de bundan başka bir şey değildir.
Kürt halkı tüm siyasal renkleriyle tarih sahnesinde yer alırken, isimler bir yana, mutlaka inanç temelinde siyaset yürüten örgütlenmeleri de üretecektir. Bu örgütlere karşı tutum, Kürt halkının haklı davası yanında yer alıp almadıklarıyla belirlenecektir. Bunuda yakından gözlemlenmesi bu ülkede hepimize ait bir yükümlülüktür.
31 Ocak 2011
Hizbullah Kürt ulusal gerçeğinin evriminin siyasal saflaşma kapsamındaki ifrazatlarından biridir.
Bu gelişme yoktan var olmamıştır. Derin devletin sihirli değneğiyle de var olmamıştır. Derin devletin içine sızarak ve onu insanlık dışı bir cürüm şebekesi olarak yönlendirmesine rağmen gerçek, Hizbullah Kürt siyasal evriminin bir ürünüdür.
Mendelyev'in "peryodik sistem"inde yeri olmayan bir element nasıl ki yoksa, bir biçimde var olan her siyasal harekketin, ulusun siyasal saflaşmasında da bir yeri vardır.
Derin devlet bu ifrazata sızarak, onu bir cürüm şebekesi haline getirmiştir. Ne din öğretisi ne de insan olmanın algıları Hizbullahın yaptığını bir yere oturtabilir. Ancak böyle de olsa, Hizbullah evriminin belli bir kesitinde Kürt ulusunun ortaya koyacağı inanç eksenli siyasal örgütlenmesinin kaçınılmaz tecellilerinden biri olarak görülmelidir. Yoktan var edilmemiştir.
Çağdaş tüm ulusların evriminde bu türden yapılar doğmuştur; özellikle bölgemizde, bu tarihi kesitte inanç zemininde örgütlenmeler çok daha açık bir gerçek haline gelmiştir. Bu nedenle Hizbullah'ı tarihteki yerine oturtmak yerine, onun insanlık dışı cürümleri ve derin devletin bir kuklası olma yanıyla değerlendirmek yeterli olmayacaktır.
Her ulusal evrimde ortaya çıkma ihtimali yüksek olan bu tür örgütlerin bölgemizde siyasal ağırlıklarıyla farklı işlevler omuzladıklarına tanık olunmaktadır. Kürt Hizbullah'ıyla uzak yakın bir ilişkisi olmayan Filistinde HAMAS, CİHAT, Lübnan'da Hizbullah emperyalizme - siyonizme ve halkına her türden ihaneti, baskıyı yapan yönetimlere karşı geniş kitlesiyle mücadele etmektedir.
Kürt hizbullah bu yönelimi kazanabilir mi? Böylesi bir evrimi aşabilir mi? Dönüşüm sağlayarak ulusal özgürlük için omuz verebilir mi? Bağlı olduğu tek boyutlu milliyetçi din algısını temsil eden Cemaat ve lideri Fethullaha karşı duruş sergileyebilir mi? Bu çok güç. Ancak, buna rağmen inanç temelinde siyasal örgütlenme hattı her ulusun siyasal saflaşmasının bir gerçekliği olduğu tartışmasız doğrudur. Farklı isim ve etkinlikte de olsa bu var oluş kendini bir biçimde ifade edecektir.
Bu açıdan Hizbullah olayını bütünsel olarak kavramamız demokrasi ve özgürlük hedeflerimiz açısından önem taşıyor.
Hizbullah üzerine kaleme aldığım bu ikinci makalemin ana kaygısı da budur.
TEZ
Tezleri tez yapan, ortaya konulan soyutlamaların zaman ve mekan farklılıklarında geçerliliklerini korumaları ve tarihi açıklayabilmeleridir. Tezlerin parametreleri tarihi açıklayamazsa geçerlilikleri de olamaz.
Tarih milletlerin savaşının tarihidir denilebilir ya da sınıf mücadelelerinin tarihidir. Her iki yaklaşımda bir tezdir. Çünkü her iki yaklaşımda tarihi bu parametreyle açıklamaya çalışır; evrim teorisi ya da yaratılış teorisini de bu kapsamda sayabiliriz.
Makalemizin konusu tarihi açıklamak değildir. Ulusların evriminde siyasal saflaşmanın farklı siyasal renklerle bir bütün olduğu ve bu bütünün içinde dini siyasetin merkezine oturtan yaklaşımların olduğuyla ilgilidir.
Birbirinden oldukça farklılıkları olmasına karşın, Suudi-Arabistanlı El Kaide, Mısırlı Müslüman Kardeşler Örgütü, Lübnanlı Hizbullah, Filistinli HAMAS ve CİHAD örgütü gibi Kürtlerin Hizbullahı, dini zeminde ortaya çıkan bir siyasal örgüttür.
Kürt hizbullahla ilgili yapacağım soyutlama El kaide örneğiyle başlayacak. Bunu kısaca irdeleyip aynı soyutlamaların Hizbullah için de geçerli olduğun göstermeye çalışacağım. Kürt Hizbullah daha çok El Kaide'ye benzer. Her ikisi de içine derin devletin, istihbarat örgütlerinin sızdığı bir cürüm örgütüdür. Ancak öyle olsalar da her iki örgütün de tarihte kapsadıkları yer ve ulusal siyasal evrimin bir ifrazatı olmaları onları incelenmeye ve sosyolojik olarak toplumda bir yerleri olduğunu göstermeye yeterlidir.
Var olma etkinliği gösteren her siyasal örgütlenme, ilgili olduğu toplumun siyasal evrimini ifade eder. Bunun itici dinamiği o ulusun içindendir. Dış etkiler, sızmalar, eylemler ve yönelimleri ise hangi etkiler altında olursa olsun bu gerçeği değiştirmez.
Kürt Hizbullah'ı da böylesi bir gerçekliğin verileriyle ele almak gereklidir. Yoktan var edilen değil, toplum yasalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak var olan bir fenomendir.
EL KAİDE
El Kaide bir cümürm şebekesidir. Terörün bulunabilecek en iyi tanımını El kaide'de bulmak mümkün. Made in USA olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bir taşeron şebekesi dersek de yanlış olmaz. Soğuk savaş bakiyesi, Sovyetleri kuşatmak üzere ön görülmüş NATO'nun "Yeşil Kuşak" projesinin bir unsuru. İşi bitince de ötelenen, uzak durulan hatta yok edilmek istenen bir terör şebekesidir.
Bu tanımlamalara eklenecek onlarca vasıf daha bulunabilir. Ancak bütün bunlar El Kaidenin gerçek olduğu, etkin ve kökleri kendi kültür çevresi içinde kitlesel olduğu gerçeğini değiştirmez. El Kaide gericiliği, inancı siyasi amaçlara alet eden ilkellikle müptela olsa da, Arap toplumunun bağrından çıkmış bir örgüttür ve aynı zamanda Arap toplumunun saflaşma düzlemlerinden birini de temsil etmektedir.
Demek istediğim şu; hiç bir dış güç, hiç bir dış dinamik, hiç bir yerde ve hiç bir olguyu yoktan var edemez. Dış güç, olgunluğunun belli bir birikim düzleminde bu olguların var olmasını tetikleyebilir, destekleyip hızlandırabilir, kendi çıkarları için kullanabilir, ancak koşulları yoksa, zamanı ve mekanı uygun değilse yaratamaz. El Kaide, Arap halkının siyasal saflaşmasının belli bir olgunluk düzleminde dış desteğin etkin itimiyle var edilmiş bir cürüm şebekesi olarak, bu halkın gericilik kapsamanda alması gereken yeri almıştır. Bundan sonrasının ABD karşıtı olması ya da onun bir kuklası olarak devam edip etmemesi farklı bir gerçeklikle ilgilidir. El Kaide bir gerçektir ve toplumda kendine ait bir yerde, rolünü tarihe karşı, talibancı ilkeliğin yanında, biat kültürüyle oynamaktadır.
El Kaide, soğuk Savaşın bitimiyle kendini yenileyemedi. Kukla bir örgüt olarak yoluna devam etti, Arap halklarının yanında yer alamadı. Filistin davasına hiç bir zaman destek tutumu almadı, Filistinli direnme örgütlerini bile İran’a yakın olmakla suçlayıp Siyonist eğilimlere prim verdi, İsrail’in ağır katliamları karşısında bir basın açıklaması bile yapmadı, bu günlerde ise Mısır devrimi hızla sonuç almaya giderken dahi bir tutum ortaya koymadı. Tunus devrimiyle ilgili tek kelime söylemedi. Bu da bu güçlerin demokrasi ve özgürlük alanında yerleri olmadığının bir göstergesidir. Mısır'da Müslüman Kardeşler Örgütü, kitlesel karakterine, siyonizme karşı olduğu iddialarına karşın, Mısır devriminin ilk günlerinde gösterilerle ilgisinin olmadığını açıklayarak gösterdiği korkaklığı, bu günlerde 28 Ocak 2011 sonrası, halkın yoğunlaşan direnişine katılmaktan başka çare bulamayarak kıpırdanmaya başladığı izlenmektedir.
Bölgemizde, İslam inancı temelinde siyasi eğilimin bir çok farklı düzlemi olduğunu gösteren örnekler bulunuyor. Her birinin ülke ulus ve tarihi farklılıklardan kaynaklanın konumlanışı olduğunu teslim etmeliyiz. Ancak tümü bir gerçektir ve bulunulan alanın siyasal saflaşmalarının ürünüdür. Yoktan var edilmemiştir.
KÜRT HİZBULLAH (Hizbul kontra)
Kürt Hızbullah'ı için aynı soyutlamayla yaklaşacağım. Bu örgüt Kürt halkının gelişiminin siyasal evrim sürecinin belli bir aşamasının ürünüdür.
Hizbullah'ın siyasal tarihi, ülke genelinin ortak örgütlenmesi gibi bir süreç içinde gelişmiştir. Önceki makalemde, belirttim; Osmanlıdan cumhuriyete geçişle başlayan bir sürecin, II. dünya savaşı ve sonrası, NATO'nun Anti-Sovyet planları, "Yeşil Kuşak" (Sovyetlerin İslamik terör örgütlyeri ve yönetimleriyle kuşatılması), Fethullah Güle'nin aktif öncülük ettiği Anti-Komünizm dernekleri Hizbullah'ının doğduğu rahimdir. Siyasal algı açısından bu rahim, Kürt coğrafyasında ve Kürt insanlarıyla organize olup fiili sürece katılmıştır. Düşünsel tarihiyle, fiziki tarihinin çelişkileri ise açıktır.
Kürt ulusu tarih sahnesine çağdaş bir ulus olarak çıkarken saflaşması kaçınılmazdı. Bu belirti bile başlı başına bu insan topluluğunun bir modern ulus olduğunun verisini ifade eder. Bir ulusal evrim sürecinin olgunluk evresinde farklı siyasal saflaşmaya sahip olması ve her safın boşluklarını beli bir yönelimdeki örgütlenmenin kapsaması, evrim sürecinin doğal bir yanıdır. Bu güce kimin sızıp yönlendirdiği, kimin desteklediği, kimin kışkırttığı ve saldırttığının önemi ayrı bir konudur. Hizbullahın varoluşu tamamıyla Kürt ulusunun evrimiyle ilgilidir ve gerçektir. Sihirli değneklerin işi değildir.
Teşbihte hata olmaz diyerek, siyasal saflaşmanın kaçınılmaz konumlanışını, Mendelyev'in "Peryodik Sistemle" örnekleyeceği.
Mendelyev doğada tüm elementleri kapsayan bir Peryodik tablo oluşturdu. Üstelik bunu tüm elementler bulunmamışken yaptı. Henüz keşfedilmemiş elementlerin konumlanacağı yerleri de boş bıraktı. Bilim adamlarının mutlak bir kesinlikle kanıtladıkları gibi, Peryodik Sistemde yeri olmayan bir element yoktu. Bilim adamları fizik ve matamatiksel yöntemlere baş vurarak "elektronların çekirdeğin (Atom bn.) çevresinde tıpkı güneşin etrafındaki gezegenler gibi belirli yörüngelerde döndüğünü fark ettiler. Her yörüngede sınırlı sayıda elektron dolaştığını, tüm elektron kabuklarının kapasitesinin sonlu olduğunu belirlediler. Bunu da kendi fizik simgeleriyle K, L, M, N, O,P ve Q harfleriyle tanımladılar. 1. Kabuk olan K yörüngesinde 2 elektron, L'de 8, M'de 18, N'de 32, O'da 50, P'de 72 elektron yer alır diyerek de tüm elementlerin peryodik tablodaki yerlerini, sonradan keşfedilseler bile bulacaklarını gösterdiler. (L. Vlasov, D. Trifonov, "107 Kimya Öyküsü" TÜBİTAK yayınları s: 16)
Bu müthiş keşif yapıldığında, yeryüzünün tüm elementleri bilinmiyordu. Ama bilinmeyenlerin yeri bilinmişti ve onlara da Peryodik çizelgede yer hazırlanmıştı.
Bu doğal verilerin tasnifinde kullanılan yöntemi soyutlayarak bir ulusun siyasal evriminde olası eğilimlerin neler olabileceğini kestirmek zor değildir. Bu yöntem, bir ölçüye kadar, her ulusun siyasal yelpazesi içinde aynıyla geçerlidir demek yanlış değildir.
Her ulusun siyasal saflaşmasına ait sol siyasal algıları, sağ, liberal, gerici, ilerici gibi siyasal saflaşma unsurlarını belirlersek, önceden isimleri bilinmese de siyasal konumları gereği siyasal Peryot çizelgesinde yerlerini tespit etmek mümkündür. Bu nedenle, Hizbullah adıyla ya da bir başka adla bu algının çizelgedeki yeri belirlenebilir. Bunu Mit'in keşfetmiş olması ve kullanmak amacıyla ortaya salması gerçek olsa da bu gerçek Hizbullah'ın varoluş gerçekliğinin bir sonucu, bir uzantısı olacaktır. Tıpkı itirafçıların olduğu bir yerde JİTEM'in itirafçılardan örgüt kurması gibi ( bizimde saflarımızda bir itirafçı ve MİT ajanının bu güne kadar bir polis organizesi olarak çalışmaları gibi).
Siyasal "Peryodik Çizelge"deki her siyasi algının yeri bellidir, gelip oradaki yerini alması kaçınılmazdır.
Bu nedenle Kürt Hizbullah'ı, bir cürüm şebekesi olsa da kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir. Bu algı bu gün Hizbullah adıyla yarın bir başka adla da olsa kendi evrimini sürdürecek ve toplumdaki siyasal saflaşmada herkes için belli olan yerini alacaktır. Bu türden siyasal algı, Hizbullah adlı örgüt çatısı altında doğuşunun ilk adımında, insanlık dışı eylemlerle iç içe geçmiş olsa da durum budur.
Bu gün sözcülerinin de açıklamalarından anlaşılıyor ki, ülkenin siyasi arenasında bağımsız adaylarla seçimlere katılabilecekleri, siyasi parti kurabilecekleri gözlenmektedir. Bu, yine sözcülerinden anlaşıldığı kadarıyla, Kürtlerin diğer siyasal örgütleriyle bir ittifaka dayalı olabileceği ve böylece, Türk nurcularına ve AKP'ye emanet olarak verdikleri oyları kendilerinin değerlendireceğini göstermektedir.
Bu yaklaşım, Kürt Hizbulah'ının bir kopuşa, tarihiyle yüzleşmeye yönelebileceğine bir işaret sayılabilir. Bu adımı binlerce adım izlemeksizin, Kürt özgürlüğü karşısındaki tutumu açık olarak belirlemeksizin bir aldatmadan öteye anlamı olamaz. On yılların derin devlet kuklaları, katilleri, insanlık dışı eylemlerin planlayıcı ve uygulayıcılarının bir anda değişime yönelmesi güçtür.
El Kaide örneği bu konuda çok aydınlatıcıdır; ABD kuklaları, ABD'ye karşı oldular (mı), ancak yeni süreçte bir karanlık terör örgütü olmayı aşamadı, bölge ve dünya halklarının yararını bir tek siyasi duruşu olmadı. Buna rağmen, Kürt Hizbullah'ı sorunu birinci derecede Kürt halkını sorunudur. Kürt halkı ve özgürlük mücadelesinin siyasal etkinlikleri, sivil toplum kuruluşları bu örgüt hakkında kendi kararlarını kendileri verecektir. Gerisi, bizlerin bu karara saygı göstermesi ve bu kararı referans almasını gerektirecektir.
HİZBULLAH JİTEM'in YÖNLENDİRDİĞİ KÜRT İFRAZATIDIR.
Hizbullah üzerine çok şey yazıldı. Bunları tekrar etmeyeceğim ama okurlarımın bilmesi gereken kimi bilgileri, okuduğum bir kitaptan özetle aktarmaya çalışacağım. Kitabın yazarı tarafsız değil, Fethullahçı Cemaatı aklama çabasındadır. Hanefi Avcı'ya da Ergenekon’a da "karşı" olduğunu söylüyor. Yazar Mehmet Baransu. Kitabı da Kasım 2010'da yayınlanan "MÖSYÖ Hanefi Avcının yazmadıkları" başlığını taşıyor.
Kitapta en önemli aktarım, Hizbullahla ilgili belgedir. JİTEM kurucusu Albay Arif Doğan'ın, deşifre edilmiş ses bantlarında Hanefi Avcı'nın Hizbullahla ilişkisini de anlatan aktarımda şunları okuyoruz;
"Tuncay Güney'de ele geçirilen Ergenekon Analiz Dökümanlarında 'Terör gruplarının kontrol altında tutulması gerektiği, gereğinde 'NAYLON TERÖR GRUPLARI' oluşturularak terör dünyasına yön verilmesi' gerektiği belirtiliyordu. Tıpkı Hanefi Avcı ve Arif doğan'ın kurduğu Hizbullah gibi" ( Age. s:381-382)
Bu cümleler, derin devletin mantığını yansıtıyor. Cumhuriyetteki Osmanlının ortaçağlardan günümüze getirdiği imha etme, "katli vaciptir" algısı da tas tamam budur.
Hizbullah'ın kuruluşuyla ilgili ise şunları okuyoruz; "(Hanefi) Avcı, kuruluş aşamasından itisaren Hizbullahın içerisinde. Avcı iyi bir istihbaratçı. JİTEM'e transfer ettik. Oparatif olarak JİTEM'e geçti. Çatışmaya falan giriyorduk. Arşivde vardır. Asker cephede aleni savaşır. Biz gizli savaşıyoruz. Yawkontrhizbul olarak kuruldu. PKK'ya karşı. Hüseyin Velidoğlu'ydu başındaki. Hisbullahı biz kurduk. Hizbullah değildi onun adı. Konthizbul'du. Sonra Hizbullaha dönüştü." (Age. s:380)
Ses bandındaki bu iddia ve sahibi tarafından kabulü, Hanefi Avcı'nın ağzından röportajlarda şöyle dile geliyordu "Gardaş o dönümde devlet PKK muhalifi her harekete yakın oldu" ( Aktaran, M. Baransu, Age, s: 128) Buradan da anlıyoruz ki Hizbullah var olan bir örgüt ve bu örgütün içine sızılmış, desteklenmiş ve yön verilerek istedikleri raya oturtulmuştur.
Hizbullah adı, Doğu Perinçekçi 2000'e doğru dergisinin 16 Şubat 1992 tarihli "Hizbullah Çevik kuvvet Merkezinde Eğitiliyor" başlıklı yayını üzerine, derginin Diyarbakır temsilcisi Halit Güngen'in katledilmesiyle gündeme gelir. Satırlarla, domuz bağlarıyla, mezar evleriyle, kolu, başı kesik ceset mezarlıklarıyla ünlenen Hizbullah'ın ayrıca hedefi olarak belirlediği bir de meşhur ölüm listesi var. 138 kişinin adı yer alıyor ve tümü PKK'nin bilinen aktif kadro ve yandaşlarıdır.
Hizbullahın başındaki Hüseyin Velioğlu, MİT tarafından özel korunan, düştüğü her olaydan tereyağından kıl çeker gibi çekilip temize çıkarılan bir MİT ajanıydı. Velioğlu, silahlı mücadeleyi tercih etmesiyle örgütün bölünmesi gündeme geldi. Menzil Grubu İslam’ı silahsız yayma yanlısıydı. Velioğlu bu ayrılıkta Menzil grubunu askeri olarak tasfiye edip süreci kendi grubuyla kontrol edecek güce getirildi. Bunun derin devletin yardımıyla da sonuna kadar götürdü.
Hizbullah, Velioğulu önderliğinde 138 kişilik ölüm listesinin 132 kişisini infaz etti. Tam bir kanlı kıyım ve ölüm denklemi bu sörecin temel işlevi olarak, devletin bilgisi içinde devam etti. Hanefi Avcı'nın 31 Aralık 1984'den 10 Nisan 1992'ye kadar Diyarbakır İstihbarat Şube müdürlüğü görevinde bulunduğu süre içinde, "Yeşil" denilen kişinin kuryeliğiyle Hizbullah yönlendirildi.
Basına yansıyan bilgilerden de ortaya çıktığı gibi, Hanefi Avcı JİTEM içinde itirafçılardan oluşan bir ekiple "Hizbullah'ın bölge çalışmalarına yardımcı olduğu" bilinmektedir.
JİTEM çatsı altında yer alan PKK itirafçılarından oluşan örgütün en önemli elamanlarından biri olan Suriye, Kamışlı 1965 doğumlu, gerçek adı Hacı Hasan olan, İbrahim Babat'ın açıklamaları ise çok daha dehşet vericidir.
Suriye ve Türkiye'de JİTEM talimatıyla akıl almaz kirli işlere ve katliamlara yönelen bu çevre Cem Ersever'den, Nanefi Avcı'ya kadar eli kirli ve kanlı olmayan bir istihbaratçının olmadığını gösteren ihbar raporları bulunmaktadır. Başbakanlığa da ulaşan bu ihbarlar her zaman sümen altı edilmiştir. Bu süreç JİTEM açısından olduğu kadar Hizbullah açısından da aynıyla sürmüştür. Bu kanlı süreci özetle şu cümleler anlatmaya yeterlidir; "Diyarb.akır ve çevresinde PKK'yla ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz herkesi infaz yetkimiz vardı" ( İbrahim Babat'tan Aktaran M. Baransu Age. S: 96)
HUKUK ALGISI
Hizbullah ve hukuk konusu ise başlı başına ayrı bir konudur.
Kendi adıma adalet herkese gereklidir diyeceğim.
Hukuk bunun için vardır. Bir yasa herkese işit bir adalet dağıtmadığı zaman bunun adı diktatörlük olur, keyfilik ve zulüm olur. Yasa, her insan için eşit uygulanmalıdır. Kimin yararına olacaksa olsun hukuk böylesi bir adalet ölçüsü içinde yaşamda vicdani onay bulur. Aksi takdirde, bu gün ülkemizdeki kirli adaletin şüpheli yargılarına gelmiş dayanmış oluruz.
Yasaların halkın yararına ve özgürlüklerin alanını genişletilmesine uyumlu olması için mücadele edilirken, yasa karşısında herkesin eşit olması, demokrasi ve özgürlük taraftarlarının önemle dikkat edecekleri bir husus olmalıdır. Gerici yasalara karşı mücadelenin inandırıcılığı da buna bağlıdır. Dolaysıyla, Hizubullahçıların da serbest kaldıkları yasaların olmasını anormal olarak görmemek gerek. Bu konudaki sorun bir başka yerde ve bir başka zeminin çözüm bekleyen sorunları arasında aranmalıdır. Ancak çıkan bir yasa herkese eşit uygulanıyorsa ve bundan aynı anda hasımlarımız bile yararlanıyorsa yasanın ikircimli uygulanmasını asla talep edemeyiz.
Ceza yasasında yapılan tadilatla 10 yıldır tutuklu olup hüküm giymemiş bir insanın tutukluluk halinin son bulacağı karara bağlanmıştır. Bu yasayı olumlu ya da olumsuz yanlarıyla eleştirmek bir demokratik haktır. Bu eleştirileri yasa onaylandıktan sonrada yapmak haktır. Ancak yasa uygulanırken şuculara ayrı, buculara ayrı uygulanmalıdır diye bir talep olamaz.
Hizbullah liderleri bu yasadan faydalanarak tahliye oldular. Davaları, uzun yıllar Yargıtay’da incelenmeyi beklemişti. Bu beklemeyle yapılan adaletsizlik, adalet adına öncelikle teslim edilmelidir. 12 Eylül rejiminin davalarımıza karşı gösterdiği ölümcül uzatmalar unutmamak gerek. Bu zulüm kime yapılırsa yapılsın karşı çıkma iradesi göstermek gerek, demokratlık budur.
Şimdi de bir başka adaletsizlik sergilendi., mahalle baskısı ve medya demagojileri altında, Yargıtay Hizbullah davası bir günde incelenip onaylandı. Bu bir suçtur. Kime yapılırsa yapılsın. Bu bir zulümdür; insanlık suçu işlemiş olan Hizbullah'in eli kanlı mücrimlerine adaletsizlik yapılması adalet olamaz.
Bu satırların yazarı, Hizbullah'ın her konumlanışıyla hasımdır ve öyle devam edecektir. Ancak hasımlarıma yapılacak bir adaletsizliğe karşı durmayı da demokrasi algımın sorumluluğu olarak görürüm.
Bir hukuk algısından ve duruşundan söz ediyorum. Yargının adil olmasından, hukukun herkese eşit uygulanmasından söz ediyorum. Siyasi iktidarların oyuncağı olan bir hukuk, sadece zulüm üretir, kirlilik yaratır vicdanlardan da asla onay bulmaz.
Hizbullah konusundan ortaya çıkan sonuç, devletin bu tür siyasi yapıları bir dönem kullanıp ötelediği ve sonra çıkarlarına göre baskı altına aldığı hatta katletmeyi bile ihmal etmediğini gösteriyor. Yargısı bu ölçüde kirli bir devletin yasaları uygularken kendi kurallarına bile sadık kalmaması karşısında sesiz kalınmayacağını düşünüyorum.
Bu nedenle kim olursa olsunlar hukuk herkese lazımdır ilkesine bağlı kalmak gerek. Adaleti eşitlik esasına dayalı savunmak gereklidir. Bu Hizbullahçılarla en çetin savaş hali içinde olsak da..
Hizbullah'ın geleceği ne olur, bu çok açık değil. Ancak Hizbullahta dile gelen siyasal algı, saflaşmanın bir tarafıdır. Farklı isimler taşısa da yoluna devem edecektir.
Cumhuriyet dönemini düşünelim, gerici hareketlerin çabalarını ve ısrarını, 1929 krizi ardından gelen girişimleri ve gerilemelerini, II. dünya savaşı sonrası kendilerini NATO'nun yeryüzünü kaplayan ahtapot kollarından biri olarak konumlandırmalarını düşünelim. Sovyetlere karşı komünizmle mücadele dernekleri ve bunun uzantısı olarak soğuk savaş döneminin "Yeşil kuşak" militanları olarak istihdam edilmelerini düşünelim. Kürt Hizbullah'ı bu ray üzerinde Nurcu Cemaatin Fethullahçı hattında ulusal ayrışmanın bir ürünü olarak doğuşunu göz önüne getirelim. Adının ortaya çıkışından yıllar öncesi oluşan bu çevre, Kürt ulusal olgunluğunun bir ifrazatı olarak var olmuştur.
Kürt Nurcular Hizbullah’ın temel kadrolarıdır. Yoksulluk içindeki Kürt gençlerine sıcak bir yuva gibi örtü sağlayan Nurcu çevreler, egemen ulus tek boyutlu milliyetçiliğine battıkça, onlar da Kürt ulusal etkileri altında farklılaşma, ayrışma, kendilerine özgü yeniden yapılanma sürecine girmiştir.
JİTEM bu oluşuma sızdı, Kürt özgürlük hareketinin önünü kesmek için de kullandı, destek verdi, yön verdi. Hizbullah derin devletin Kürt halkına karşı savaşında taraf oldu kendi halkına karşı savaştı ölüm denklemlerine yöneldi. Bu savaş er yada geç ortaya çıkacak olsa da erken doğuma JİTEM yol açtı demek yanlış değildir.
İlk adıyla Hizbul-kontra, PKK karşısında bir maşa olarak konumlandırıldı. Ancak bu maşa konumu onun var olduğu gerçeğini örtmüyor.
Hizbullah, bundan sonra kirli tarihiyle yüzleşme ihtimali dahil bir çok ihtimalle yüz yüze kalabilir. Ya ulusal kurtuluşun bir rengi olarak yerini belirleyecek ki bu çok zor gibi görülüyor ya da El Kaide gibi kirli eylemlerine her kese karşı bir cihat olarak devam edecektir.
Hizbullah, son tahliyelerle bir kez daha boy hedefi oldu. Hizbullah’ı yönlendiren Ergenekoncular zindanlarda, yeni derin devlet ise tek boyutlu milliyetçiliğin sultası altında Cemaatin yönlendirmesindedir. Kürt Hizbullah bir anda kendini açıkta buldu. Sahipsiz kaldı. Bunu bu gün bir kez daha görmüş oldu. PKK'ye karşı savaşının yanlış olduğunu, kendine indirilmiş bir hançer olduğunu da bilmiş olması gerek.
Bu gün Hizbullah, bir yandan devletin şüpheli kontrolü, diğer yandan özgürlük hareketinin kıskacı altında konumunu belirleme çabasında olacaktır. Bu baskıya ne kadar dayanır ne ölçüde devlete karşı kararlı bir duruş sergilemeye yönelir belli değil. Bu bir ölçüde özgürlük hareketinin etkisi ve kapsayıcılığıyla da ilgili olacaktır. En azından tarafsızlaştırılmaları için bir planın geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. İslam inancının Kürt halkı indindeki yoğunluğu da göz önüne alınarak, konuyla ilgili düşüncelerin üretilmesi bu günden yapılmalıdır derim.
Hizbullah yerel kalmadıkça, kendi ulusunun içinde yer arayıp bulamadıkça, dün JİTEM'in bu gün bir başka dış gücün kuklası olmaya makum kalacaktır. Her iki halde de bir taşeron olacaktır.
Dinin siyasetteki tarihi başarısızlığını burada anlatmayacağım. Tarihinin hiç bir kesitinde hiç bir farklılığı birleştirememiş dine dayanarak siyaset yapmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de bir tarafa yamanmaktır, kukla olmaktır. Her yerde aynı sonuçlara tanık olduk. Filistin, Tunus mısır bunun en son örnekleri. İnançlı Kürtler siyasette kendilerini en iyi şekilde en demokrat ve en özgür siyasal tercihlerde temsil etmelidir.
Dini siyasete alet eden örgütler hiç bir zaman haklı taleplerin arkasında sonuna kadar duramaz. Biat kültürü egemeni biatla başlar onun sınırlarında da son bulur. Hizbullah gibilerini bekleyen de bundan başka bir şey değildir.
Kürt halkı tüm siyasal renkleriyle tarih sahnesinde yer alırken, isimler bir yana, mutlaka inanç temelinde siyaset yürüten örgütlenmeleri de üretecektir. Bu örgütlere karşı tutum, Kürt halkının haklı davası yanında yer alıp almadıklarıyla belirlenecektir. Bunuda yakından gözlemlenmesi bu ülkede hepimize ait bir yükümlülüktür.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder