HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

31 Ocak 2011 Pazartesi

HİZBULLAH BİR EVRİM SAFLAŞMASIDIR

Mihrac Ural
31 Ocak 2011

Hizbullah Kürt ulusal gerçeğinin evriminin siyasal saflaşma kapsamındaki ifrazatlarından biridir.


Bu gelişme yoktan var olmamıştır. Derin devletin sihirli değneğiyle de var olmamıştır. Derin devletin içine sızarak ve onu insanlık dışı bir cürüm şebekesi olarak yönlendirmesine rağmen gerçek, Hizbullah Kürt siyasal evriminin bir ürünüdür.


Mendelyev'in "peryodik sistem"inde yeri olmayan bir element nasıl ki yoksa, bir biçimde var olan her siyasal harekketin, ulusun siyasal saflaşmasında da bir yeri vardır.


Derin devlet bu ifrazata sızarak, onu bir cürüm şebekesi haline getirmiştir. Ne din öğretisi ne de insan olmanın algıları Hizbullahın yaptığını bir yere oturtabilir. Ancak böyle de olsa, Hizbullah evriminin belli bir kesitinde Kürt ulusunun ortaya koyacağı inanç eksenli siyasal örgütlenmesinin kaçınılmaz tecellilerinden biri olarak görülmelidir. Yoktan var edilmemiştir.


Çağdaş tüm ulusların evriminde bu türden yapılar doğmuştur; özellikle bölgemizde, bu tarihi kesitte inanç zemininde örgütlenmeler çok daha açık bir gerçek haline gelmiştir. Bu nedenle Hizbullah'ı tarihteki yerine oturtmak yerine, onun insanlık dışı cürümleri ve derin devletin bir kuklası olma yanıyla değerlendirmek yeterli olmayacaktır.


Her ulusal evrimde ortaya çıkma ihtimali yüksek olan bu tür örgütlerin bölgemizde siyasal ağırlıklarıyla farklı işlevler omuzladıklarına tanık olunmaktadır. Kürt Hizbullah'ıyla uzak yakın bir ilişkisi olmayan Filistinde HAMAS, CİHAT, Lübnan'da Hizbullah emperyalizme - siyonizme ve halkına her türden ihaneti, baskıyı yapan yönetimlere karşı geniş kitlesiyle mücadele etmektedir.


Kürt hizbullah bu yönelimi kazanabilir mi? Böylesi bir evrimi aşabilir mi? Dönüşüm sağlayarak ulusal özgürlük için omuz verebilir mi? Bağlı olduğu tek boyutlu milliyetçi din algısını temsil eden Cemaat ve lideri Fethullaha karşı duruş sergileyebilir mi? Bu çok güç. Ancak, buna rağmen inanç temelinde siyasal örgütlenme hattı her ulusun siyasal saflaşmasının bir gerçekliği olduğu tartışmasız doğrudur. Farklı isim ve etkinlikte de olsa bu var oluş kendini bir biçimde ifade edecektir.


Bu açıdan Hizbullah olayını bütünsel olarak kavramamız demokrasi ve özgürlük hedeflerimiz açısından önem taşıyor.



Hizbullah üzerine kaleme aldığım bu ikinci makalemin ana kaygısı da budur.



TEZ



Tezleri tez yapan, ortaya konulan soyutlamaların zaman ve mekan farklılıklarında geçerliliklerini korumaları ve tarihi açıklayabilmeleridir. Tezlerin parametreleri tarihi açıklayamazsa geçerlilikleri de olamaz.


Tarih milletlerin savaşının tarihidir denilebilir ya da sınıf mücadelelerinin tarihidir. Her iki yaklaşımda bir tezdir. Çünkü her iki yaklaşımda tarihi bu parametreyle açıklamaya çalışır; evrim teorisi ya da yaratılış teorisini de bu kapsamda sayabiliriz.


Makalemizin konusu tarihi açıklamak değildir. Ulusların evriminde siyasal saflaşmanın farklı siyasal renklerle bir bütün olduğu ve bu bütünün içinde dini siyasetin merkezine oturtan yaklaşımların olduğuyla ilgilidir.


Birbirinden oldukça farklılıkları olmasına karşın, Suudi-Arabistanlı El Kaide, Mısırlı Müslüman Kardeşler Örgütü, Lübnanlı Hizbullah, Filistinli HAMAS ve CİHAD örgütü gibi Kürtlerin Hizbullahı, dini zeminde ortaya çıkan bir siyasal örgüttür.


Kürt hizbullahla ilgili yapacağım soyutlama El kaide örneğiyle başlayacak. Bunu kısaca irdeleyip aynı soyutlamaların Hizbullah için de geçerli olduğun göstermeye çalışacağım. Kürt Hizbullah daha çok El Kaide'ye benzer. Her ikisi de içine derin devletin, istihbarat örgütlerinin sızdığı bir cürüm örgütüdür. Ancak öyle olsalar da her iki örgütün de tarihte kapsadıkları yer ve ulusal siyasal evrimin bir ifrazatı olmaları onları incelenmeye ve sosyolojik olarak toplumda bir yerleri olduğunu göstermeye yeterlidir.


Var olma etkinliği gösteren her siyasal örgütlenme, ilgili olduğu toplumun siyasal evrimini ifade eder. Bunun itici dinamiği o ulusun içindendir. Dış etkiler, sızmalar, eylemler ve yönelimleri ise hangi etkiler altında olursa olsun bu gerçeği değiştirmez.


Kürt Hizbullah'ı da böylesi bir gerçekliğin verileriyle ele almak gereklidir. Yoktan var edilen değil, toplum yasalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak var olan bir fenomendir.



EL KAİDE



El Kaide bir cümürm şebekesidir. Terörün bulunabilecek en iyi tanımını El kaide'de bulmak mümkün. Made in USA olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bir taşeron şebekesi dersek de yanlış olmaz. Soğuk savaş bakiyesi, Sovyetleri kuşatmak üzere ön görülmüş NATO'nun "Yeşil Kuşak" projesinin bir unsuru. İşi bitince de ötelenen, uzak durulan hatta yok edilmek istenen bir terör şebekesidir.


Bu tanımlamalara eklenecek onlarca vasıf daha bulunabilir. Ancak bütün bunlar El Kaidenin gerçek olduğu, etkin ve kökleri kendi kültür çevresi içinde kitlesel olduğu gerçeğini değiştirmez. El Kaide gericiliği, inancı siyasi amaçlara alet eden ilkellikle müptela olsa da, Arap toplumunun bağrından çıkmış bir örgüttür ve aynı zamanda Arap toplumunun saflaşma düzlemlerinden birini de temsil etmektedir.


Demek istediğim şu; hiç bir dış güç, hiç bir dış dinamik, hiç bir yerde ve hiç bir olguyu yoktan var edemez. Dış güç, olgunluğunun belli bir birikim düzleminde bu olguların var olmasını tetikleyebilir, destekleyip hızlandırabilir, kendi çıkarları için kullanabilir, ancak koşulları yoksa, zamanı ve mekanı uygun değilse yaratamaz. El Kaide, Arap halkının siyasal saflaşmasının belli bir olgunluk düzleminde dış desteğin etkin itimiyle var edilmiş bir cürüm şebekesi olarak, bu halkın gericilik kapsamanda alması gereken yeri almıştır. Bundan sonrasının ABD karşıtı olması ya da onun bir kuklası olarak devam edip etmemesi farklı bir gerçeklikle ilgilidir. El Kaide bir gerçektir ve toplumda kendine ait bir yerde, rolünü tarihe karşı, talibancı ilkeliğin yanında, biat kültürüyle oynamaktadır.


El Kaide, soğuk Savaşın bitimiyle kendini yenileyemedi. Kukla bir örgüt olarak yoluna devam etti, Arap halklarının yanında yer alamadı. Filistin davasına hiç bir zaman destek tutumu almadı, Filistinli direnme örgütlerini bile İran’a yakın olmakla suçlayıp Siyonist eğilimlere prim verdi, İsrail’in ağır katliamları karşısında bir basın açıklaması bile yapmadı, bu günlerde ise Mısır devrimi hızla sonuç almaya giderken dahi bir tutum ortaya koymadı. Tunus devrimiyle ilgili tek kelime söylemedi. Bu da bu güçlerin demokrasi ve özgürlük alanında yerleri olmadığının bir göstergesidir. Mısır'da Müslüman Kardeşler Örgütü, kitlesel karakterine, siyonizme karşı olduğu iddialarına karşın, Mısır devriminin ilk günlerinde gösterilerle ilgisinin olmadığını açıklayarak gösterdiği korkaklığı, bu günlerde 28 Ocak 2011 sonrası, halkın yoğunlaşan direnişine katılmaktan başka çare bulamayarak kıpırdanmaya başladığı izlenmektedir.


Bölgemizde, İslam inancı temelinde siyasi eğilimin bir çok farklı düzlemi olduğunu gösteren örnekler bulunuyor. Her birinin ülke ulus ve tarihi farklılıklardan kaynaklanın konumlanışı olduğunu teslim etmeliyiz. Ancak tümü bir gerçektir ve bulunulan alanın siyasal saflaşmalarının ürünüdür. Yoktan var edilmemiştir.




KÜRT HİZBULLAH (Hizbul kontra)



Kürt Hızbullah'ı için aynı soyutlamayla yaklaşacağım. Bu örgüt Kürt halkının gelişiminin siyasal evrim sürecinin belli bir aşamasının ürünüdür.


Hizbullah'ın siyasal tarihi, ülke genelinin ortak örgütlenmesi gibi bir süreç içinde gelişmiştir. Önceki makalemde, belirttim; Osmanlıdan cumhuriyete geçişle başlayan bir sürecin, II. dünya savaşı ve sonrası, NATO'nun Anti-Sovyet planları, "Yeşil Kuşak" (Sovyetlerin İslamik terör örgütlyeri ve yönetimleriyle kuşatılması), Fethullah Güle'nin aktif öncülük ettiği Anti-Komünizm dernekleri Hizbullah'ının doğduğu rahimdir. Siyasal algı açısından bu rahim, Kürt coğrafyasında ve Kürt insanlarıyla organize olup fiili sürece katılmıştır. Düşünsel tarihiyle, fiziki tarihinin çelişkileri ise açıktır.


Kürt ulusu tarih sahnesine çağdaş bir ulus olarak çıkarken saflaşması kaçınılmazdı. Bu belirti bile başlı başına bu insan topluluğunun bir modern ulus olduğunun verisini ifade eder. Bir ulusal evrim sürecinin olgunluk evresinde farklı siyasal saflaşmaya sahip olması ve her safın boşluklarını beli bir yönelimdeki örgütlenmenin kapsaması, evrim sürecinin doğal bir yanıdır. Bu güce kimin sızıp yönlendirdiği, kimin desteklediği, kimin kışkırttığı ve saldırttığının önemi ayrı bir konudur. Hizbullahın varoluşu tamamıyla Kürt ulusunun evrimiyle ilgilidir ve gerçektir. Sihirli değneklerin işi değildir.


Teşbihte hata olmaz diyerek, siyasal saflaşmanın kaçınılmaz konumlanışını, Mendelyev'in "Peryodik Sistemle" örnekleyeceği.


Mendelyev doğada tüm elementleri kapsayan bir Peryodik tablo oluşturdu. Üstelik bunu tüm elementler bulunmamışken yaptı. Henüz keşfedilmemiş elementlerin konumlanacağı yerleri de boş bıraktı. Bilim adamlarının mutlak bir kesinlikle kanıtladıkları gibi, Peryodik Sistemde yeri olmayan bir element yoktu. Bilim adamları fizik ve matamatiksel yöntemlere baş vurarak "elektronların çekirdeğin (Atom bn.) çevresinde tıpkı güneşin etrafındaki gezegenler gibi belirli yörüngelerde döndüğünü fark ettiler. Her yörüngede sınırlı sayıda elektron dolaştığını, tüm elektron kabuklarının kapasitesinin sonlu olduğunu belirlediler. Bunu da kendi fizik simgeleriyle K, L, M, N, O,P ve Q harfleriyle tanımladılar. 1. Kabuk olan K yörüngesinde 2 elektron, L'de 8, M'de 18, N'de 32, O'da 50, P'de 72 elektron yer alır diyerek de tüm elementlerin peryodik tablodaki yerlerini, sonradan keşfedilseler bile bulacaklarını gösterdiler. (L. Vlasov, D. Trifonov, "107 Kimya Öyküsü" TÜBİTAK yayınları s: 16)


Bu müthiş keşif yapıldığında, yeryüzünün tüm elementleri bilinmiyordu. Ama bilinmeyenlerin yeri bilinmişti ve onlara da Peryodik çizelgede yer hazırlanmıştı.


Bu doğal verilerin tasnifinde kullanılan yöntemi soyutlayarak bir ulusun siyasal evriminde olası eğilimlerin neler olabileceğini kestirmek zor değildir. Bu yöntem, bir ölçüye kadar, her ulusun siyasal yelpazesi içinde aynıyla geçerlidir demek yanlış değildir.


Her ulusun siyasal saflaşmasına ait sol siyasal algıları, sağ, liberal, gerici, ilerici gibi siyasal saflaşma unsurlarını belirlersek, önceden isimleri bilinmese de siyasal konumları gereği siyasal Peryot çizelgesinde yerlerini tespit etmek mümkündür. Bu nedenle, Hizbullah adıyla ya da bir başka adla bu algının çizelgedeki yeri belirlenebilir. Bunu Mit'in keşfetmiş olması ve kullanmak amacıyla ortaya salması gerçek olsa da bu gerçek Hizbullah'ın varoluş gerçekliğinin bir sonucu, bir uzantısı olacaktır. Tıpkı itirafçıların olduğu bir yerde JİTEM'in itirafçılardan örgüt kurması gibi ( bizimde saflarımızda bir itirafçı ve MİT ajanının bu güne kadar bir polis organizesi olarak çalışmaları gibi).

Siyasal "Peryodik Çizelge"deki her siyasi algının yeri bellidir, gelip oradaki yerini alması kaçınılmazdır.


Bu nedenle Kürt Hizbullah'ı, bir cürüm şebekesi olsa da kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir. Bu algı bu gün Hizbullah adıyla yarın bir başka adla da olsa kendi evrimini sürdürecek ve toplumdaki siyasal saflaşmada herkes için belli olan yerini alacaktır. Bu türden siyasal algı, Hizbullah adlı örgüt çatısı altında doğuşunun ilk adımında, insanlık dışı eylemlerle iç içe geçmiş olsa da durum budur.


Bu gün sözcülerinin de açıklamalarından anlaşılıyor ki, ülkenin siyasi arenasında bağımsız adaylarla seçimlere katılabilecekleri, siyasi parti kurabilecekleri gözlenmektedir. Bu, yine sözcülerinden anlaşıldığı kadarıyla, Kürtlerin diğer siyasal örgütleriyle bir ittifaka dayalı olabileceği ve böylece, Türk nurcularına ve AKP'ye emanet olarak verdikleri oyları kendilerinin değerlendireceğini göstermektedir.


Bu yaklaşım, Kürt Hizbulah'ının bir kopuşa, tarihiyle yüzleşmeye yönelebileceğine bir işaret sayılabilir. Bu adımı binlerce adım izlemeksizin, Kürt özgürlüğü karşısındaki tutumu açık olarak belirlemeksizin bir aldatmadan öteye anlamı olamaz. On yılların derin devlet kuklaları, katilleri, insanlık dışı eylemlerin planlayıcı ve uygulayıcılarının bir anda değişime yönelmesi güçtür.
El Kaide örneği bu konuda çok aydınlatıcıdır; ABD kuklaları, ABD'ye karşı oldular (mı), ancak yeni süreçte bir karanlık terör örgütü olmayı aşamadı, bölge ve dünya halklarının yararını bir tek siyasi duruşu olmadı. Buna rağmen, Kürt Hizbullah'ı sorunu birinci derecede Kürt halkını sorunudur. Kürt halkı ve özgürlük mücadelesinin siyasal etkinlikleri, sivil toplum kuruluşları bu örgüt hakkında kendi kararlarını kendileri verecektir. Gerisi, bizlerin bu karara saygı göstermesi ve bu kararı referans almasını gerektirecektir.





HİZBULLAH JİTEM'in YÖNLENDİRDİĞİ KÜRT İFRAZATIDIR.




Hizbullah üzerine çok şey yazıldı. Bunları tekrar etmeyeceğim ama okurlarımın bilmesi gereken kimi bilgileri, okuduğum bir kitaptan özetle aktarmaya çalışacağım. Kitabın yazarı tarafsız değil, Fethullahçı Cemaatı aklama çabasındadır. Hanefi Avcı'ya da Ergenekon’a da "karşı" olduğunu söylüyor. Yazar Mehmet Baransu. Kitabı da Kasım 2010'da yayınlanan "MÖSYÖ Hanefi Avcının yazmadıkları" başlığını taşıyor.



Kitapta en önemli aktarım, Hizbullahla ilgili belgedir. JİTEM kurucusu Albay Arif Doğan'ın, deşifre edilmiş ses bantlarında Hanefi Avcı'nın Hizbullahla ilişkisini de anlatan aktarımda şunları okuyoruz;


"Tuncay Güney'de ele geçirilen Ergenekon Analiz Dökümanlarında 'Terör gruplarının kontrol altında tutulması gerektiği, gereğinde 'NAYLON TERÖR GRUPLARI' oluşturularak terör dünyasına yön verilmesi' gerektiği belirtiliyordu. Tıpkı Hanefi Avcı ve Arif doğan'ın kurduğu Hizbullah gibi" ( Age. s:381-382)


Bu cümleler, derin devletin mantığını yansıtıyor. Cumhuriyetteki Osmanlının ortaçağlardan günümüze getirdiği imha etme, "katli vaciptir" algısı da tas tamam budur.


Hizbullah'ın kuruluşuyla ilgili ise şunları okuyoruz; "(Hanefi) Avcı, kuruluş aşamasından itisaren Hizbullahın içerisinde. Avcı iyi bir istihbaratçı. JİTEM'e transfer ettik. Oparatif olarak JİTEM'e geçti. Çatışmaya falan giriyorduk. Arşivde vardır. Asker cephede aleni savaşır. Biz gizli savaşıyoruz. Yawkontrhizbul olarak kuruldu. PKK'ya karşı. Hüseyin Velidoğlu'ydu başındaki. Hisbullahı biz kurduk. Hizbullah değildi onun adı. Konthizbul'du. Sonra Hizbullaha dönüştü." (Age. s:380)


Ses bandındaki bu iddia ve sahibi tarafından kabulü, Hanefi Avcı'nın ağzından röportajlarda şöyle dile geliyordu "Gardaş o dönümde devlet PKK muhalifi her harekete yakın oldu" ( Aktaran, M. Baransu, Age, s: 128) Buradan da anlıyoruz ki Hizbullah var olan bir örgüt ve bu örgütün içine sızılmış, desteklenmiş ve yön verilerek istedikleri raya oturtulmuştur.


Hizbullah adı, Doğu Perinçekçi 2000'e doğru dergisinin 16 Şubat 1992 tarihli "Hizbullah Çevik kuvvet Merkezinde Eğitiliyor" başlıklı yayını üzerine, derginin Diyarbakır temsilcisi Halit Güngen'in katledilmesiyle gündeme gelir. Satırlarla, domuz bağlarıyla, mezar evleriyle, kolu, başı kesik ceset mezarlıklarıyla ünlenen Hizbullah'ın ayrıca hedefi olarak belirlediği bir de meşhur ölüm listesi var. 138 kişinin adı yer alıyor ve tümü PKK'nin bilinen aktif kadro ve yandaşlarıdır.


Hizbullahın başındaki Hüseyin Velioğlu, MİT tarafından özel korunan, düştüğü her olaydan tereyağından kıl çeker gibi çekilip temize çıkarılan bir MİT ajanıydı. Velioğlu, silahlı mücadeleyi tercih etmesiyle örgütün bölünmesi gündeme geldi. Menzil Grubu İslam’ı silahsız yayma yanlısıydı. Velioğlu bu ayrılıkta Menzil grubunu askeri olarak tasfiye edip süreci kendi grubuyla kontrol edecek güce getirildi. Bunun derin devletin yardımıyla da sonuna kadar götürdü.


Hizbullah, Velioğulu önderliğinde 138 kişilik ölüm listesinin 132 kişisini infaz etti. Tam bir kanlı kıyım ve ölüm denklemi bu sörecin temel işlevi olarak, devletin bilgisi içinde devam etti. Hanefi Avcı'nın 31 Aralık 1984'den 10 Nisan 1992'ye kadar Diyarbakır İstihbarat Şube müdürlüğü görevinde bulunduğu süre içinde, "Yeşil" denilen kişinin kuryeliğiyle Hizbullah yönlendirildi.


Basına yansıyan bilgilerden de ortaya çıktığı gibi, Hanefi Avcı JİTEM içinde itirafçılardan oluşan bir ekiple "Hizbullah'ın bölge çalışmalarına yardımcı olduğu" bilinmektedir.


JİTEM çatsı altında yer alan PKK itirafçılarından oluşan örgütün en önemli elamanlarından biri olan Suriye, Kamışlı 1965 doğumlu, gerçek adı Hacı Hasan olan, İbrahim Babat'ın açıklamaları ise çok daha dehşet vericidir.

Suriye ve Türkiye'de JİTEM talimatıyla akıl almaz kirli işlere ve katliamlara yönelen bu çevre Cem Ersever'den, Nanefi Avcı'ya kadar eli kirli ve kanlı olmayan bir istihbaratçının olmadığını gösteren ihbar raporları bulunmaktadır. Başbakanlığa da ulaşan bu ihbarlar her zaman sümen altı edilmiştir. Bu süreç JİTEM açısından olduğu kadar Hizbullah açısından da aynıyla sürmüştür. Bu kanlı süreci özetle şu cümleler anlatmaya yeterlidir; "Diyarb.akır ve çevresinde PKK'yla ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz herkesi infaz yetkimiz vardı" ( İbrahim Babat'tan Aktaran M. Baransu Age. S: 96)




HUKUK ALGISI


Hizbullah ve hukuk konusu ise başlı başına ayrı bir konudur.


Kendi adıma adalet herkese gereklidir diyeceğim.


Hukuk bunun için vardır. Bir yasa herkese işit bir adalet dağıtmadığı zaman bunun adı diktatörlük olur, keyfilik ve zulüm olur. Yasa, her insan için eşit uygulanmalıdır. Kimin yararına olacaksa olsun hukuk böylesi bir adalet ölçüsü içinde yaşamda vicdani onay bulur. Aksi takdirde, bu gün ülkemizdeki kirli adaletin şüpheli yargılarına gelmiş dayanmış oluruz.


Yasaların halkın yararına ve özgürlüklerin alanını genişletilmesine uyumlu olması için mücadele edilirken, yasa karşısında herkesin eşit olması, demokrasi ve özgürlük taraftarlarının önemle dikkat edecekleri bir husus olmalıdır. Gerici yasalara karşı mücadelenin inandırıcılığı da buna bağlıdır. Dolaysıyla, Hizubullahçıların da serbest kaldıkları yasaların olmasını anormal olarak görmemek gerek. Bu konudaki sorun bir başka yerde ve bir başka zeminin çözüm bekleyen sorunları arasında aranmalıdır. Ancak çıkan bir yasa herkese eşit uygulanıyorsa ve bundan aynı anda hasımlarımız bile yararlanıyorsa yasanın ikircimli uygulanmasını asla talep edemeyiz.


Ceza yasasında yapılan tadilatla 10 yıldır tutuklu olup hüküm giymemiş bir insanın tutukluluk halinin son bulacağı karara bağlanmıştır. Bu yasayı olumlu ya da olumsuz yanlarıyla eleştirmek bir demokratik haktır. Bu eleştirileri yasa onaylandıktan sonrada yapmak haktır. Ancak yasa uygulanırken şuculara ayrı, buculara ayrı uygulanmalıdır diye bir talep olamaz.


Hizbullah liderleri bu yasadan faydalanarak tahliye oldular. Davaları, uzun yıllar Yargıtay’da incelenmeyi beklemişti. Bu beklemeyle yapılan adaletsizlik, adalet adına öncelikle teslim edilmelidir. 12 Eylül rejiminin davalarımıza karşı gösterdiği ölümcül uzatmalar unutmamak gerek. Bu zulüm kime yapılırsa yapılsın karşı çıkma iradesi göstermek gerek, demokratlık budur.


Şimdi de bir başka adaletsizlik sergilendi., mahalle baskısı ve medya demagojileri altında, Yargıtay Hizbullah davası bir günde incelenip onaylandı. Bu bir suçtur. Kime yapılırsa yapılsın. Bu bir zulümdür; insanlık suçu işlemiş olan Hizbullah'in eli kanlı mücrimlerine adaletsizlik yapılması adalet olamaz.


Bu satırların yazarı, Hizbullah'ın her konumlanışıyla hasımdır ve öyle devam edecektir. Ancak hasımlarıma yapılacak bir adaletsizliğe karşı durmayı da demokrasi algımın sorumluluğu olarak görürüm.


Bir hukuk algısından ve duruşundan söz ediyorum. Yargının adil olmasından, hukukun herkese eşit uygulanmasından söz ediyorum. Siyasi iktidarların oyuncağı olan bir hukuk, sadece zulüm üretir, kirlilik yaratır vicdanlardan da asla onay bulmaz.


Hizbullah konusundan ortaya çıkan sonuç, devletin bu tür siyasi yapıları bir dönem kullanıp ötelediği ve sonra çıkarlarına göre baskı altına aldığı hatta katletmeyi bile ihmal etmediğini gösteriyor. Yargısı bu ölçüde kirli bir devletin yasaları uygularken kendi kurallarına bile sadık kalmaması karşısında sesiz kalınmayacağını düşünüyorum.


Bu nedenle kim olursa olsunlar hukuk herkese lazımdır ilkesine bağlı kalmak gerek. Adaleti eşitlik esasına dayalı savunmak gereklidir. Bu Hizbullahçılarla en çetin savaş hali içinde olsak da..


Hizbullah'ın geleceği ne olur, bu çok açık değil. Ancak Hizbullahta dile gelen siyasal algı, saflaşmanın bir tarafıdır. Farklı isimler taşısa da yoluna devem edecektir.

Cumhuriyet dönemini düşünelim, gerici hareketlerin çabalarını ve ısrarını, 1929 krizi ardından gelen girişimleri ve gerilemelerini, II. dünya savaşı sonrası kendilerini NATO'nun yeryüzünü kaplayan ahtapot kollarından biri olarak konumlandırmalarını düşünelim. Sovyetlere karşı komünizmle mücadele dernekleri ve bunun uzantısı olarak soğuk savaş döneminin "Yeşil kuşak" militanları olarak istihdam edilmelerini düşünelim. Kürt Hizbullah'ı bu ray üzerinde Nurcu Cemaatin Fethullahçı hattında ulusal ayrışmanın bir ürünü olarak doğuşunu göz önüne getirelim. Adının ortaya çıkışından yıllar öncesi oluşan bu çevre, Kürt ulusal olgunluğunun bir ifrazatı olarak var olmuştur.


Kürt Nurcular Hizbullah’ın temel kadrolarıdır. Yoksulluk içindeki Kürt gençlerine sıcak bir yuva gibi örtü sağlayan Nurcu çevreler, egemen ulus tek boyutlu milliyetçiliğine battıkça, onlar da Kürt ulusal etkileri altında farklılaşma, ayrışma, kendilerine özgü yeniden yapılanma sürecine girmiştir.


JİTEM bu oluşuma sızdı, Kürt özgürlük hareketinin önünü kesmek için de kullandı, destek verdi, yön verdi. Hizbullah derin devletin Kürt halkına karşı savaşında taraf oldu kendi halkına karşı savaştı ölüm denklemlerine yöneldi. Bu savaş er yada geç ortaya çıkacak olsa da erken doğuma JİTEM yol açtı demek yanlış değildir.


İlk adıyla Hizbul-kontra, PKK karşısında bir maşa olarak konumlandırıldı. Ancak bu maşa konumu onun var olduğu gerçeğini örtmüyor.
Hizbullah, bundan sonra kirli tarihiyle yüzleşme ihtimali dahil bir çok ihtimalle yüz yüze kalabilir. Ya ulusal kurtuluşun bir rengi olarak yerini belirleyecek ki bu çok zor gibi görülüyor ya da El Kaide gibi kirli eylemlerine her kese karşı bir cihat olarak devam edecektir.

Hizbullah, son tahliyelerle bir kez daha boy hedefi oldu. Hizbullah’ı yönlendiren Ergenekoncular zindanlarda, yeni derin devlet ise tek boyutlu milliyetçiliğin sultası altında Cemaatin yönlendirmesindedir. Kürt Hizbullah bir anda kendini açıkta buldu. Sahipsiz kaldı. Bunu bu gün bir kez daha görmüş oldu. PKK'ye karşı savaşının yanlış olduğunu, kendine indirilmiş bir hançer olduğunu da bilmiş olması gerek.

Bu gün Hizbullah, bir yandan devletin şüpheli kontrolü, diğer yandan özgürlük hareketinin kıskacı altında konumunu belirleme çabasında olacaktır. Bu baskıya ne kadar dayanır ne ölçüde devlete karşı kararlı bir duruş sergilemeye yönelir belli değil. Bu bir ölçüde özgürlük hareketinin etkisi ve kapsayıcılığıyla da ilgili olacaktır. En azından tarafsızlaştırılmaları için bir planın geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. İslam inancının Kürt halkı indindeki yoğunluğu da göz önüne alınarak, konuyla ilgili düşüncelerin üretilmesi bu günden yapılmalıdır derim.


Hizbullah yerel kalmadıkça, kendi ulusunun içinde yer arayıp bulamadıkça, dün JİTEM'in bu gün bir başka dış gücün kuklası olmaya makum kalacaktır. Her iki halde de bir taşeron olacaktır.


Dinin siyasetteki tarihi başarısızlığını burada anlatmayacağım. Tarihinin hiç bir kesitinde hiç bir farklılığı birleştirememiş dine dayanarak siyaset yapmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de bir tarafa yamanmaktır, kukla olmaktır. Her yerde aynı sonuçlara tanık olduk. Filistin, Tunus mısır bunun en son örnekleri. İnançlı Kürtler siyasette kendilerini en iyi şekilde en demokrat ve en özgür siyasal tercihlerde temsil etmelidir.


Dini siyasete alet eden örgütler hiç bir zaman haklı taleplerin arkasında sonuna kadar duramaz. Biat kültürü egemeni biatla başlar onun sınırlarında da son bulur. Hizbullah gibilerini bekleyen de bundan başka bir şey değildir.
Kürt halkı tüm siyasal renkleriyle tarih sahnesinde yer alırken, isimler bir yana, mutlaka inanç temelinde siyaset yürüten örgütlenmeleri de üretecektir. Bu örgütlere karşı tutum, Kürt halkının haklı davası yanında yer alıp almadıklarıyla belirlenecektir. Bunuda yakından gözlemlenmesi bu ülkede hepimize ait bir yükümlülüktür.

Hiç yorum yok: