6 Eylül 2008
İlk iş; gözdağı. Öncelikle Kürtlere ve onların sırtından tüm ülkeye, ordu siyasetin içindedir ve siyasetin temel figürüdür, dendi. Genelkurmay başkanı Başbuğ, Diyarbakır toplantısında, bu ülkede tırmanan yerel seçim düellosu için startını da vermiş oldu. Ordu-AKP el ele, ülkemizin demokrasi manivelası olan özgürlük hareketini Kürdistan’da çökertme kararlılığı içinde olduğunu ilan etti. Doğu'da değişen bir şey yok dedi.
Çok şey konuştu, bir kez daha aynı nakaratla Kürt sorunu ekonomiktir dedi.”Yatırımların yapılmaması terör nedeniyledir” dedi. Bu bildik kırık plak çok dinlendi. Artık kulakları tırmalamaktan da öte oldu: Bunu alması gerekenler çoktan almıştı, tekrarı artık güven vermiyor, farklı çağrışımlar yaptırıyor. Ayrıca bilinmeli ki, kıyım ve yıkımla da olsa sonuçsuz tehditler sahibine zarar verir. Olan da budur.
Başbuğ’un Diyarbakır Çıkartması’nın diğer ayağı ortak ülkemizin yıllarını etkileyecek bir “son düello”nun ilanı anlamına da geliyor. O da yerel seçimlerle ilişkilidir.
Yerel seçimlerin son düellosu için kurulan kumpas, AKP’nin kirli bir oyunu olarak tecelli ediyor. Sessiz ve sitemsiz ordunun gazabını eriten, Ergenekon çetesinin tasfiyesiyle ordu içinde erişilmeyecek hiç bir rütbe olmadığını açıkça beyan eden ( ortak ülkemiz adına olumlu olan) bu girişimler, temelde milliyetçilikte hiçbir farka sahip olmayan ordu ve AKP’yi Kürt meselesinde bir araya getirdi. Bu, Kürt meselesinde bir araya gelmekten de öte ülkemizin önemle ihtiyacı olan demokratik özgürlük ve demokrasi taleplerine gem vurulması amacıyla bir araya geliştir.
Hedef yerel seçimler. Son düello orda olacak. Yeri, saati belli. Bunun için çılgınca bir kampanyayla başlayacak provokasyonlar, yaratıcı anarşinin yerel versiyonları ortaya konulacak. Hükümetin ve ordunun tüm imkânları, her biri kendi rolü gereği bütçelerini açarak bu düelloyu kazanmaya çalışacak; bu ise, devletin kendi vatandaşını ya teslimiyete ya ölüm denklemlerinden birini tercihe mahkûm etme anlamına gelecektir.
Son düello, Kürt halkının büyük sınavıdır. Türk soluna bir söz söylemeyeceğim. La hayat lemin tunadi (canlı yok, kime sesleniyorsun). Türk solunun yapması gereken şey; özgürlük hareketi manivelasının bu düelloda yalnız kalmaması için, her çevreden aydının, demokratın, sosyalistin, sayılarına ve gücüne bakmadan desteğinin ortaya konmasına çalışmak olmalıdır. Bu günden, bunu sık sık tekrar da etmek gerek. Bahsa bitisned hayt (çakıl taşı, duvar korur).
Yüzlerce makalede tekrar edip durdum. Kürt sorunu siyasal bir sorundur; iş, aş, yatırım ya da kelimenin geniş anlamıyla ekonomik bir sorun değildir. Siyasal sorundur ki, anlatmak istediği de hukuki, kurumsal ve yasal güvencelerle belirlenmiş eşitler arası bir siyasal ortaklık talebinde anlamını bulur. Kimse kimseyi aldatmaya kalkışmasın; sorunu bu şekilde ele almamak, bir tarafı aksak bırakıp çözüm yapıyor görüntüsüne girmek, sadece daha çok acı, daha çok tehdit ve daha çok ölüm getirecektir. Demokrasiye okunan rahmetlere bir yenisini daha ekleyecektir.
Kürt ulusu tarih içinden çıkıp gelmiş haliyle modern bir ulustur. Bir ulusa ait tüm verileri, komşu uluslar kadar iyi koruyarak bu güne gelmiştir. Dili, gelenek-görenekleri, coğrafyası, tarihiyle, siyasal olmasa da hükmü altında yaşadığı devletin merkezi pazarındaki rolü ve kendi coğrafi alan pazarındaki ekonomik aktiviteleriyle bunu ifade eder. Diri bir ulustur, refleks ortaklığıyla da bunu her gelişmede göstermektedir.
Kuzey Irak örneğinde tanık olduğumuz gibi de nefes alabildiği an, süratle toparlanarak siyasal bir devlet organizasyonu yapacak birikimlere, kadrolara, başarılı kurum ve hukuki düzenlenişlere yönelebilen bir ulustur. Böylesi bir ulusu, karanlık ortaçağlarda asimile edememiş olanların bu aşamadan sonra asimile etmesi vehimdir.
Askeri zorun başarısız olduğu bir yerde, ne ekonomik ne de eğitsel hiçbir etkinlik geriye dönüşü sağlayamaz.
Kendi uluslaşma süreçleri geç kalanların, egemen ulus olma avantajıyla egemenlik alanlarındaki farklı etnik dokuları, toplulukları, azınlık ve ulusları tek bir üst kimlik etrafında birleştirmesinin tarihi geçmiştir. Yeryüzünün bütün kudretlerini toplasalar da bunu başaramazlar. Küreselleşme çağında bu çabalar artık çok geride kalmış vehimlerle iştigal anlamına gelmektedir.
Ayrıca hızla tarihe gömülmekte olan ulusal karar bağımsızlığı koşulunda başka ulusların üzerinde tasallut devam ettirmek çağdışı bir tutumdur. Bu tutumların insanlık indinde bir kıymeti itibarı kalmamıştır. Tersine bu çabalar sıkıntıları ve çağdaş, ileri adımları yarım yamalak hale getirmektedir. Türkiye’nin önünü kapatan bu zihniyetlerin Diyarbakır’daki tehditleri kullanması tarihi geçmiş, sağlıksız bir emtiadan öte değildir.
Başbuğ’un Diyarbakır gezisindeki sözleri, ortak ülkemizin fay hattına enerji taşımaktan başka işe yaramamıştır. Amaç fay hattının yüksek bir boşalmayla kırılması ise, bu başarılmıştır. Ancak bunu isteyenlerin kaba ve hoyratça bir sorumsuzlukla Diyarbakır’ı bir platform olarak seçmeleri, ortak ülkemizin eşitleri arasındaki ilişki açısından bir darbedir. Ucuzca sarf edilmiş, devir teslim sonrası bir fırsattır. Ordu bildik ordu olarak, savaşa devam demiştir.
Son düelloya verilen bu start bir Kadmos savaşıdır. Galibinin mağlup olduğu bir savaştır. Böyle savaşların içinde Sisyphos olmak, barış güçlerine bir kader olarak gelip dayandığından bahsetmek abartılı olmayacaktır.
Son düellonun fay hattı Fırat’ın ötesi ve berisi arasındaki algı farkıdır. Tekrar edeyim: Fırat’ın ötesi Fırat’ın berisi olmadan da haklı taleplerine, insani ve doğal toplumsal istençlerine çözüm bulacaktır; bunu elde etmek için geç kalmakla kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Zira kazanmak için mücadele etmektedir. Buna karşı Fırat’ın berisi, ötesi olmadan ne barışı ne güvenliğini elde edebilecektir.
I.Dünya Savaşı sonuçlarını göz ününe getirin. 5 milyon Km²den 780 000 Km²ye gerileyişte Lozan’ı kotarmak için sürdürülen çabaları düşünün, şimdi buna da rahmet okumak isteyen bir Osmanlı aklıyla karşı karşıya olduğumuzu göreceksiniz. Bu öncelikle Türk halkına yapılan tarihi zulmün bir devamıdır. Osmanlı mantığıdır ve zararını Türk halkı çekmektedir. Türk halkının özgürlük ve demokrasiden nasibini almamış tutsak halinin altında bu vardır. Öyle ya da böyle, bu akıl değişmeye mahkumdur.
Atanmışların seçilmişlere siyasal dayatmalarına, seçilmişlerin de bu nedenle atanmışları maşa olarak kullanmalarına son vermeyen bir ülke sorunlarını aklıselimle çözme şansına sahip olamıyor.
Genelkurmayın siyasete bu oranda müdahalesi ve bunu Diyarbakır gibi hassas illerde yapmasının hoyratlığı, akıllara ziyan bir duruştur. Kendi vatandaşına karşı düne kadar sınır dışı operasyon düzenleme utancını sırtında taşıyan ordunun böylesi tutumları, ortak ülkemizin gelecek kuşaklarına nelerin miras bırakılmak istendiğine önemli bir göstergedir. Bu bir Osmanlı akıl geleneğidir. Bu mirası devralanların bildiği tek şey zordur, zorbalıktır. Evveli savaş ahiri ölümdür.
Bunu istemiyoruz. Biz barışı, güvenli yaşamı ve ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi bahçelerini talep ediyoruz. Bu bahçelerde her “Ayrı Varlık” ortak ülkemizin eşiti olarak kendi siyasal kaderi üzerinde öncelikli hak tasarrufuna sahip olmalıdır.
Sınırların tarihe karışmakta olduğu bir kesitte, bu ölçüde tutucu yaklaşımların getireceği tek şey, kaos ve ona ait denklemlerdir. Bilinmeli ki, güvenlik sorunudur, ekonomik sorundur diye Kürt sorununu çözümsüz hale getirenler yalnızca kendini aldatmaktadır. Çözüm -tüm engellere karşın- verilerin olgunlaştığı an kimseyi beklemeyecektir. Bu da kendini hızla ifade etmiş bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder