HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

17 Ocak 2011 Pazartesi

HİZBULLAH(Made in Turkey)

Mihrac Ural
10 Ocak 2011


“Ümmeti Mahammediye” adı altında tek ulusçu çakarlar için istihdam edilen Kürt kökten dinciliği, sonunda kendini bir biçimde Hizbullah adı altında ifade etti. Derin devletin malum komplolarının bir kuklası olarak, insanlık suçları işledi, ölüm denklemlerinde eli kanlı bir doğum yaptı.

Bu doğum, derin devletin izlerini omuzlarına yüklemiş olsa da tarihsel bir zorunluluktu; Kürt uluslaşma evriminin inkişafında ortaya çıkacak farklılıklardan biri de böylelikle siyaset sahnesindeki yerini almış oldu.

Derin devletin çirkin oyunlarıyla bir araç olarak kullanılıp atılan ve belki bir kez daha bu oyunun kuklası olma ihtimali içinde olan Hizbullah ya kendi tarihiyle yüzleşecek ve bunu aşacaktır ya da aynı çarklara su taşıyacaktır. Bunu birlikte göreceğiz.

Her halükarda ülkemizin iki önemli tehlikesinden söz etmiştim; Alevilerin Türk milliyetçiliğine ve Kürtlerin dini siyasete alet yapanların kapanına düşme riski, bu iki tehlikeyi tanımlıyor. Bu bir anlamıyla Hizbullah’la da ilgili bir konudur.
Yaklaşan seçimler, Kürt halkını tüm tayflarıyla birleştirirken bu risk daha da artabilir, buna çok dikkat edilmelidir.

Hizbullah’ın en azından tarafsızlaştırılması için geliştirilecek adımlar hiçbir zaman bu riskin kapanına düşüşü getirmemelidir.

Ortak ülkemizde tüm halkların demokrasi ve özgürlük talepleri geleceği, barış içinde bir arada güvenceye alacak projelerle ikame edilebilir. Farklılıkları hazmedemeyecek, köktenci algılar bu gerçeğe kendilerini adapte etmeden, bu sürece katabilecekleri bir şey olamaz tersine zarar verirler.

Buna rağmen Kürt İslam ümmetinin bir biçimde kendini ifade etmesi, doğal bir evrimin sonucudur, bu gelişme her yöneyle hesaba katılması gereken bir veridir.



***



Yaşar Kaya, bir röportajda Kürt burjuvazisi üzerine sorulan soruya “neden Kürtlerin de burjuvazisi olmasın neden Kürtlerin de kendi Rönesansları, aydınlama çağları olmasın” mailinde bir cevap verdi.

Kürt siyasal tarihinin önemli isimlerinden biri olarak Yaşar Kaya, önemli ve bir o kadar haklı cümlesinin geniş anlamda yorumlanacak özelikleri olduğunu belirtmek isterim.

Evet neden olmasın?

Olmaması zaten mümkün değil. Bir ulus gerçek anlamda bir ulus ise bütün özellikleriyle inkişaf edecektir. Burjuvazisi de Hizbullahı da gelip sahnedeki yerini alacaktır.

Türkiye devrimci hareketinin her tür boy ve soydan devrimci hareketi sonuçta Kürtleri temsil edemedi. Kürtleri içselleştiremediği için ya da içselleştirse bile sonuçta var olan Kürt gerçeği kendi devrimci hareketini oluşturma zorunluluğu gereği, bu halk kendi devrimci siyasal değerlerini ortaya kayması kaçınılmazdı. PKK bunun sonucudur. Bu tarihsel gerçeğin çok doğru algılanması gerekli.

Ortak örgütlenme, bu anlamıyla tarihsel olarak gerçekçi olmadığı kadar birinin diğeri üzerinden rant elde etme girişimi biçimini de alabilir. Bu nedenle,hiçbir gerekçe ayrı bir varlığa ait olan bir özgün yapılanmayı tutsak edecek bir biçim içinde tanımlama ya da var etmeyi sonuna kadar sürdüremez.

Kürtlerin ayrı örgütlenme çabaları, 200 yıllık tarih içinde her zaman önde olan bir eğilim olarak belirmiştir. 20.Yüzyılın Marksist-Leninist formasyonları içinde sınıf mücadelesi adı altında ortak örgütlenme önermeleri ise bir aldatmacadan öteye geçememiştir; bu gün bile aynı ısrarı sürdüren sol milliyetçilik, sözde “sınıf mücadelesinin bölünmemesi için” iddiası altında bir milliyetçilik tezahürü olarak belirir. Egemen ulus işçi sınıf, bu söylemde ezilen ulus işçi sınıfını kendi çıkarları için kullanmakta bir sakınca görmez.

En ağdalı söylemlerle bu günde örtülmek istenen gerçek, bir ölçüye kadar sınıf mücadelesini gerçek içeriği ve tarihi misyonunu doğru kavramamakla yakından ilgilidir. Tarihi boyunca hiçbir tarihsel devrim gerçekleştirmemiş sınıf mücadelesine böylesi hayali roller yükleyerek varılacak yer, egemen ulusun egemen işçi sınıfı kanalıyla ezilen ulus ve işçi sınıfını esir etmeye devam ettiği yerdir.
Her varlık ayrı bir varlıktır. Kendini üretimin ya da toplumun belli bir düzleminde kapsadığı yer itibariyle maddi bir gerçeklik ya da kültürel, siyasi bir duruş olarak ifade etse de her varlık ayrı varlığına ait bir alan oluşturur. Bu alan o varlığa ait bir kimlik belgesidir.

Ayrı varlık olarak kendini ifade edemeyen varlıklar ise, bir dişlisi olacağı varlık sisteminde kendini konumlarken o bütünün bir parçası olarak sürdürür.

Kürt ulusu inkişaf ederken tüm renkleriyle maddi ve kültürel dokularıyla ve bu bütünü içinde yer alan her etkinliğiyle ortaya çıkmıştır. Bu süreç çağdaş örgütlenme ve mücadele etkinlikleri içinde de kendini bu biçimde ayrı bir varlık olarak göstermiştir.

Ortak bir devlet çatısı altında yer almış olmak, mücadelenin ortak hedefe yönelik olması hatta taleplerin demokrasi ve özgürlük paydasında eşitlenmiş olması bile, ayrı olan varlıkların özgün örgütlenmelerini ve özgür mücadele etme eğilimlerinin önünde bir engel olamaz. Çünkü bu davranış ve kurumlaşmanın dinamikleri, kendine özgü bir varlığın ürünüdür.

Bu tezahür dün değil de bu gün çok daha bariz bir biçimde ortaya çıkması, bu gerçeğin varlığını değiştiren değil zaman olarak olgunlaşmanın ancak bu kesite denk düştüğünün ifadesidir.

Derin devlet eliyle eli kanlı bir örgüt olarak da olsa Hizbullah’ın tarih sahnesine çıkışını bu çerçevede doğru algılamak önem taşır.

ÜMMET

Hizbullah neyin nesi.

Bu makalenin konusu basında afişe olmuş eylemler ya da bu eylemlerin failleri olarak Hizbullah değil. Bunun üzerine çok şey yazıldı çizidi daha da fazlası yapılacak.
Konumuz bir ulusun tüm renkleriyle kendini siyasal arenada temsil etmesi olaydır. Yakın ve benzer bir örnek verecek olursak Filistin davası bunun için biçilmiş kaftandır; El FETİH örgütüyle başlayan özgürlük savaşı, Marksist örgütlerle devam etmiş, bu gün bu mücadele öncekilerle birlikte HAMAS, CİHAD gibi İslami örgütlerin de etkinliğiyle devam etmektedir.

Arada farklar az değil ancak genel bir bakışla, durumun benzerliği çok açıktır. Kürt siyasal yelpazesinin inkişafı, yaşanmış bin yıllık bir ortaklık geleneği, ortak din, hatta ortak mezhep paydası altında olmasının yarattığı geciktirici engelleri önemle saymak mümkün. Bunlara, İslam dininin bir “ümmeti Muhammediye” dini olarak birleştirici önermesinin ulusal inkişafta oynadığı dizginleşici etkileri de saymak yanlış olmayacaktır ki makalemizin konusunun esası da buna dayanmaktadır.
Bunu anlamak için, bunu algılamak ve sıkıntısız hazmetmek için çok önemli bir gerçeği bilmek gerek.

Bu gerçek, son makalelerimde sık sıkı işlediğim İslam’da “ümmet” ve ülkemizde ümmetti yadsıyan tek milliyetçi dini algı merkezlidir.

Makalemi kısa tutmak için çok kapsamlı olan ümmet mevzusuna uzunca girmeyeceğim.
“Ümmet”, İslami inanç argümanının temel taşıdır.

Hz. Muhammede’in bir hadisi “La farka beyn acemi ve Arabi illa bittakva” der.

Yani, Allah indinde Arap’la, Acem’i (İranlı, yada her hangi bir millet) arasındaki tek fark, takvadadır (Takva= inanç içerikli, tanrıdan korku ya da çekincedir, onun emirlerini yerine getirip getirmemededir)

İslam’ın kendi ümmeti vardır. Kuranda onlarca ayette çok farklı anlamlarda geçen ümmet kavramı birçok biçimiyle toplulukları ifade eder. Irk, dil, inanç, iyilik kötülük toplulukları olarak da ifade edilir. İnsanlığın bir ümmet olduğu (“İnsanlar tek bir ümmetti” Bakara-213).ve sonra ümmetlere ayrıldığı da ifade edilir.

İslam da bu ümmetlerden biridir. “Sana da kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak bu Kitab’ı gerçekle indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah isteseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı, fakat verdiği nimetlerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyleyse iyiliklerde yarışın…” (Maide - 48)

Ümmeti Muhammediye, Kuran’da vahiyle inmiş ayetlerde belirlenen inanç sistemine, peygamberin yaşamı boyunca yapılmasını uygun gördüğü sünnet denilen ameline, İslam bilginlerini icma kararları ve kıyaslarına uyan insan topluluğu olarak belirlenebilir. Bu topluluk, özgünlüğüyle, dil, gelenek ve görenek, coğrafi farklılıkları önemsemeyen olduğu iddiasında, inancın birleştirdiği bir topluluktur.

Bu veriler, gerçek anlamda hiçbir zaman, farklı toplulukların İslam adı altında “Ümmeti Muhammediye” olarak bir ve birlik olmalarını sağlayamamıştır. Ulusların, ulusal sınırların ve ulusal devletlerin tarih sahnesine çıkmadan önceki kesitlerde, farklılıkların bir imparatorluk altında, hatta teokratik imparatorluklar altında toplandığı kesitlerde bile İslam ümmetini bir ve birlik tutamamıştır.

Ümmet, inanç kardeşliği, Müslüman kardeşliği gibi revaçta olan tanımların kullanılması bir ve bütünlük olmayı hiçbir zaman ikame edememiştir. Egemen olanlar kendi dar ümmetlerini İslam ümmeti diye diğer ümmetler üzerinde bir hegemonya aracı olarak kullanmıştır. Bununla da kalmayıp İslam olan aynı din ve mezhepten devletler birbiriyle kanlı savaşlara girmiş birbirini yıkarak tarih sahnesinden silmiştir; denebilir ki, küffarın (Müslüman olmayanların) İslam ümmetine verdiği zararın, yıkım ve ölümün binlerce katını aynı ümmetten olanların birbirine vermiştir.

İslam, inanç birliği hatta aynı mezhepten olma bile farklılıkları bir ümmet içinde birleştirememiştir. Bu Hz Muhammed dönemi için bile geçerli bir tespittir, o da, peygamberin ölümü ardından ortaya çıkan bölünmeler peygamber döneminde olgunlaşmış ve hemen sonrasında inkişaf etmiş ayrılıkları ifade eder. Bu ayrılıklar üstelik aynı ümmetin en dar halkasında, Haşimi-Emevi-Abbasi gibi aileler arasında bile vuku bulmuştur. Bu yanıyla İslam, tarihinin hiçbir kesitinde farklılıkları birlik ve bütünlük içinde tutma başarısı gösterememiştir.

Bu anormal bir durum değildir. Dini inanç etrafında bir ümmet oluşturmak, daha dar veriler üzerinde oluşturulacak bir ümmetten çok daha zorludur ve bir ütopya olmaya mahkumdur. Çıkarlar dünyası, yaşamı oluşturan en küçük halkadan itibaren müthiş bir bencillik içindedir, bu bir var oluş mücadelesidir de. Bunu ortak kültürel algılarla aşmak ise tarihin evrimiyle uyumu gerektirir, ulusların tarih sahnesine çıkış şafağında ümmet bir ulusu temsil ettiği oranda anlamlıdır; bunun içinde de egemen olan ve ezilenler olmasına karşın, dil ortaklığı, coğrafi birlik, ekonomik üretim ağı birliği ve bunun ortak bir pazarda dönüşümü gibi sağlam yapıştırıcılarla tutunabilmiştir.

İnanç ise, uhrevi algılarıyla, maddi yaşam dünyası karşısında her zaman hezimete uğramıştır; bu hezimeti örtmek için, vekaleti hangi noterden alınmış belli olmayan Allah adına hüküm sürmek hiçbir zaman çare olmamıştır.

İslam çimentosu, hiçbir harcı tutacak kadar yeterli bir alaşım değildir, hangi harca katıldıysa boş çuval misali dik durmamıştır.

İslam, ulusal devletler, ülkeler, coğrafyalar sürecinde yedek teker olarak işe koyulmak da istenmiştir. Farklı ulus ve azınlıkların bir ulus olarak özümsenemediği, asimile edilemediği dolaysıyla kendi uluslaşma sürecinin bağımsızlık dürtüleriyle özgür yaşama istemi karşısında birleştirici bir rol oynayabilir diye kullanılan din (Özellikle İslam dini) bu sınavında da başarısız olmuştur. Bu konuda ülkemiz en iyi örneklerden biridir.

Daha doğru bir tanımlamayla, din birlik için ilkelerini önermiş ve buyurun bunlar etrafında bir ve bütün olun demiştir. Kurandaki ayetler de buna işaret ediyor. Ancak, dar ulusal çıkarlarda anlamını bulan milliyetçilik, bu ilkeler etrafında birleşme eğilimindeki diğer tüm ümmet türlerini kendi uydusu ve çakarlarının bir paravanı halene getirerek hükümranlığını kuruyor böylece önerme patrik anlamda ve tarihsel yeterli olgunluk olmaması nedeniyle iflasla yüz yüze kalıyor.
Her iki halde de din siyasetin bir paravanı olmaktan kurtulamıyor. Ümmeti Muhammediye bu anlamda kocaman bir hayal olup çıkıyor.

KÜRT ÜMMETİ’NİN İSLAMİ ZUHURU

Çok gerilere gitmeyeceğim. Abbasi döneminde Kürt etkinliğine ve Kürtlerin ağırlıklı olarak Şafii olmasında bunun rolü ve bu güne dek Kürtlerin kendilerini Abbasi soyundan sayma eğilimlerine değinmeyeceğim (Bu soy bağının en azından dini bir soy bağı anlamında da olsa ).

Konumuzu yakından ilgilendiren yanıyla bu süreçte Said-i Nursi ile birlikte başlayan “Nur Risaleleri”yle ideolojik literatürünü oluşturan Nurcu hareket, makalemi ilgilendiren konunun tarih kökü için yeterli bir derinliktir.
Hizbullah’ın geçmişi, ümmeti Muhammediye illüzyonuyla Kürtleri egemen milletin tek boyutlu İlkel çıkarları etrafında örgütleyen dini siyasete alet eden bir harekete dayanır. Bu hareketin geçmişi ya da ideolojik temelleri ise, bir Kürt din adamı olan, Osmanlının I. Dünya savaşına katılışında padişah adana okunan cihat fetvasının yazarı Said-i Nürsi’dir.

Said-i Nursi din bilgisiyle dönemin en parlak din hocalarından biridir. Said-i Nursi, uzun süren zindan, ölümü ve cesedinin devlet eliyle yok edilişi sonrası (cesedi birkaç farklı yerde gömülüp çıkarılmasından sonra yakılıp, küllerinin Kıbrıs açıklarında denize serpildiği söylenir), talebelerince oluşturulan Nurcu Hareket üzerinden izini sürdürür.

Bu tarihi kökler üzerinden bu güne gelen Fethullah Gülen’nin cemaati, ülkemiz tarihinin en kapsamlı Amerikan yanlısı, bir zamanların anti-Komünist dernekleri adı altında dünden bu güne süren demokrasi düşmanı milliyetçi, yeni Osmanlıcı bir harekettir.

Bu hareket bir biat hareketi olmasına karşın, ümmeti muhamediye’yi tek ulus çıkarı etrafında yeni- Osmanlıcılık adı altında sürdürme amacı içindedir: Bu hareketin kirli çabaları üzerine birden çok makale yazan bu satırların yazarı, son dönemin siyasal olaylarında temel aktör olarak eski, Ergenekoncu derin devlet yerine, yeni derin devletin temel şebeksini oluşturmaktadır.

Cemaat, Nurcu olmakla öğünür, ancak ideolojik önderinin Kürt olduğunu gerçeğini örtemeye çalışır; Soranlara sözlü cevaplarda “iki Said-i Nursi var Kürt olanın bizimle ilgisi yoktur“ diye cevap verilir. Bu inkara rağmen nurcu hareket fakir Kürt çocuklarını kuşatmada ve din adı altında asimile etmede yoğun çabaları olmuştur. Ümmeti Muhamediye burada da tek ulusçu çarklara su taşımıştır.

Kürt Hizbullah, işte bu hattın ümmetlere bölünmesiyle oluşmuştur. Gelişmesinin belli bir olgunluk seviyesinde Kürt İslam inancının kendi ayrı varlığına bir İslam ümmeti oluşturma çabası olarak siyasal sahneyi çıkarılmıştır. Bu çıkış Kürt ulusunun inkarı üzerinde olması nedeniyle de ölüm denklemleri üzerinde olmuştur; insanlık dışı vahşet katliamlarının sahibi olarak beliren bu tabloda Hizbullah, derin devletin denetiminde Kürt özgürlük hareketinin önünü kesmek için bir maşa olarak sürece sürülmüştür.

Ancak böyle olsa da bu gelişme, bir ulusun kendi farklılıklarıyla tarih sahnesinde kendini ifade etme unsurlarından biri olarak görülmelidir. Olguları sosyolojik açıdan, tarihin gerçekçi verileri olarak algılamak onları örten sansasyonel etkilerle değerlendirmekten daha önemlidir. Cumhuriyet ulusal devleti kurarken Sebatistlerin (“Yahudi dönmeleri”) rolü üzerinde çok şey yazılır; bunlar doğru olsa da Türk ulusu, bir ulusal devlet kurma olgunluğuna gelmemiş olsaydı bu asla olamazdı. Bu örnekte olduğu gibi, derin devlet Hizbullah’ı yoktan var etmedi. Konumuza dönecek olursak.

Kuranda “Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyleyse iyiliklerde yarışın” (Maide 48) denilerek insanlığın ümmetlere ayrıldığını ve bu ayrımın her ümmetin bir imtihanı olarak gerekleşeceğini ifade ediyor. Bu bir yanıyla birden çok İslam ümmeti olacağına da bir işaret sayılabilir.

Kuranda,

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurat-13)

Bu yanıyla, Kürtleri ne tarihsel ne tek ulus devlet ne de tek vatan koşullarında asimile ederek içinde eritememiş olan egemen ulus, Kürtlerin inkişafı yoğunlaştıkça bunu ifade eden etkinliklerle yüz yüze kalması kaçınılmaz olacaktır.

Bu yüz yüze kalış aynı zamanda Kürt ulusal etkinliklerinin tümü için de geçerlidir; PKK’da, BDP’da bu gerçekle yüz yüze kalmıştır demek yanlış olmayacaktır.
Hizbullah olayı da tam bu noktada anlam kazanıyor.

Kürt uluslaşma süreci ve siyasal özgürlük yönündeki mücadelesi bu yanıyla olgunlaşıp, ayrışmasında yeni doğumlar yaptığı görülmektedir.

Olguları nesnel açıdan tanımlamamız gerekiyorsa, tarihsel durum budur; Kürt dini akımları gelişmekte ve bir ulus olmanın tüm tayfını üreten canlı bir organizma olarak Hizbullah’ın da siyasal sahneye çıkışı kaçınılmaz oluyor.

Yeterli dinamiği varsa, Kürt ulusu içinde yer alan tüm farklılıkların (Kürt Alevi gücünün ya da Zazaların da) tarih sahnesine çıkışı gündeme gelebilir. Bu Kürt özgürlük hareketinin gelişimine bağlı olduğu kadar, bu süreçte egemen ulusun baskı ve kovuşturmasının düzeyine de bağlı olacaktır (siyasi açıdan bu inkişaf demokrasi ve özgürlük sürecine aykırı olmaması önem taşır)

Ancak tarihin tüm deneyleri gösteriyor ki, bir ulus uyanıp ayağa kalkmışken bu güçlerin tümü ortak bir bölen etrafında, demokrasi ve özgürlüğü kazanmaya yönelir. Hizbullah’ın geleceğiyle ilgili belirlemelerimiz de bu zemin üzerinde olacaktır: bu daha çok Kürt ulusunun iç dinamikleri, siyasal etkinliklerinin ilişki ve çelişkilerince belirlenecektir. Kimsenin dışarıdan gazel okuma hatasına düşmemesi gerektiğini bir kez daha altını çizerek belirtmek gereklidir.

Bu çıkışı engellemek için çırpınan egemen ulus yönetimleri, dini akımları kullanmasına karşın iflas etmekten Kurtulamamıştır.

Dini siyasete alet ederek, İslam’i toplumları ümmet adı altında birleştirecek tek çimento olduğu iddiasıyla Kürt ulus gerçeğini bin bir biçimde inkar edenler, kendi İslamlarına alternatif bir Kürt İslam’ı üreterek cevap vermeleri manidardır. Buradan da dinin ümmetle ilgili tarihsel işlevine ilişkin yaptığımız soyutlama bir kaz daha yerli yerine oturmaktadır; İslam ümmeti söylemi egemen gücün çıkarları için diğer toplulukları aldatma aracından başka bir şey değildir. Ülkemiz somutunda böylesi bir ağırlığı ve rekabeti Kürt Hizbulah’ı kaldırıp kaldıramamasının bir önemi yoktur, adı ne olursa olsun bu geçek er ya da geç, bir biçimde gerçekleşecek.

Bu ayrışmanın en sert, en uç çıkışlarla başlaması da eşyanın tabiatına uygundur.
Dipten gelen dalga, doğada da toplumlarda da böylesine acımasız ve kanlı gelir ve sonra yerli yerine oturdukça normale döner. Bu açından ele alındığında Hizbullah’ı algılamak için, işlediği cinayetler ve insanlık dışı korkunç eylemleri tek boyutlu algılamak yeterli değildir.

Hizbullah bir icram şebekesidir. Üstelik bunu, çarpıtılmış din algısıyla da yapıyor. işlenen insanlık suçları İslam açısından da asla onaylanmaz bir şeydir. Ancak bu tusinami bir biçimde dinginleşerek, kendi özgün yerini kendi “ümmeti” içinde bulacaktır.

Nitekim, yorumcuların, avukatlarının dile getirdiği gerçek de bu yöndedir. Teknolojinin, sanal dünyanın yarattığı değerleri kullanarak, bilişim çağını küreselleşme ortamında kendi siyasal tercihleri için çırpındıkları da bilinmektedir.

ORTAK ÜLKEMİZ AÇISINDAN HİZBULLAH

Hizbullah, siyasetin ortak ülkemizdeki işleviyle bizi de ilgilendiren bir veridir. Bu gücün Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı oluşturulmuş bir güç olarak sahneyi çıkışı, ilgimizin de nedenidir.

Bize göre Kürt özgürlük hareketi, ortak ülkemiz demokrasi mücadelesinin temel manivelasıdır. Hepimiz adına, bizlerin de omuz verdiği bir mücadele olarak egemen devlete ve gerici yönetimlerine karşı halklarımız adına bir duruştur.

Bu mücadelede Hizbullah’ın alacağı yeni konum, tutumlarımızı belirleyecek olan önemli bir etmendir. Bu hareket Filistin’deki, Lübnan’daki isim benzerleriyle, işlev benzerliğini kurabilir mi, bu çok zor görünüyor. Bunun için, geçmişiyle yüzleşmesi ve arınması gerekli. Bunun için ne bildiri ne bir basın açıklamasına gerek vardır. Bunun için bundan sonraki sürecin pratiği, gerçek göstergeleri belirleyici olacaktır. Hiç umudumuz olmasa da …

Bu aynı zamanda Kürt özgürlük hareketi içinde temel bir kıstas olacaktır. Kürtler içişlerini kendileri herkesten daha iyi bilirler; bu satırlarda bunun üzerine bir müdahale olmayacaktır. Bu konu Kürt ulusunun iç işleridir ve kararı kendileri verecektir.

Kürt ulusu yükseliş çağının en önemli kesitinde kendi birliğini farklılıklarıyla bir bayrak altında toplayacak dirayettedir. Bu toparlanma, yakın dönemdeki seçimlerde başarılabilirse çok anlamlı olacaktır ve farklı bir boyut kazanacaktır. Hizbullah’ı örneklerini Lübnan’da ve Filistin’de gördüğümüz dini siyasal ve sosyal hareketler gibi, halkı için bir çaba içinde, kendi gerici devletinin maşası olmaktan sıyrılmış, insan hak ve özgürlükleri çizgisinde ortak olabilecek bir hat tutturabilir mi? Bu imkansız gibi duruyor.

Kürt Hizbullah yaklaşan seçimlerde, iddia edildiği oranda bir kitle etkisi var ise, İslam çimentosu adı altında ümmeti Muhammediye diyerek, Kürt halkını kandırıp oylarını yedeklemeye çalışan AKP’nın dini siyasete alet eden politikalarına karşı bir işleve sahip olmalıdır. Bütün bu değerlendirmeler öncelikle Kürt özgürlük hareketi ve siyasal temsilcilerinin süzgecinden geçecektir.

Tamamlanmamış uluslaşma evrim süreçleri zincirlerini yitirdikçe, farklılaşmalarda hızla kendini ifade etmektedir. İki kutuplu bir dünyanın soğuk savaşın sona ermesiyle çözülüşü ardından, bir zamanlar kukla ve maşa olarak Amerika tarafından, Sovyetlere karşı “Yeşil Kuşak” adı altında Sovyetleri kuşatılması amacıyla kullanıla kökten dinci hareketler, bulunduğu alanda Amerika karşıtlığı dahil yeni duruşlar sergilemeye başladılar. Bir taraftan El-kaide gibi, uluslararası terör örgütleri haline dönüşenler diğer tarafta ise HAMAS, CİHAD, HİZBULLAH (Lübnan) haklı halk davalarının mücadele unsuru haline geldi.

Tamamlanmamış ulusal evrim süreçlerinde rol oynama eğilimi taşıyan bu yanıyla özgürlük süreçlerine katkı sağlayan toplumsal işlevleriyle kitleselleşen, halkın desteğini alarak yasal siyasi süreçlerde de boy göstererek, kamu hizmeti icra edebilenlerin olumlu konumlanışı gündeme gelmiştir.

Ortak ülkemizde Kürt özgürlük hareketinin gelişimiyle gündeme gelen ayrışmada Kürt İslam’ı da kendini bir çıkışla ifade etmeye yöneldiğine tanık olduk. Atılan ilk adımların çok ciddi sakatlıkları olmasına, insanlık dışı kıyıcılığına karşı bu doğumun kendi özgünlüğü içinde tarihsel olarak kaçınılmaz olan bir doğumdu. Bu doğumda derin devletin rolü, desteği bu gerçeği değiştirmez.

Buna rağmen, Türkiye derin devleti imalatı olarak Hizbullah (Made in Turkey), ne HAMAS, ne CİHAD, ne de Lübnan HİZBULLAH’ıyla karşılaştırılmayacak kadar farklı bir kulvardadır. Bu örgütler halklaşmış, sosyalleşmiş, siyasallaşmış birer savaş örgütü olarak, İsrail Siyonizmin ve onun adı arkasında bölgeye ölüm saçan emperyalist güçlere karşı direnmektedirler; bununla kalmayıp, bölge savaş tarihinin tanık olmadığı zaferleri de kazanmaktadır. Türkiye işi Hizbullah ise, devletin maşası olarak ABD’nin kuklası olarak özgürlük hareketine, Kürt halkına karşı savaş sürdürmektedir.

TAHLİYELER

Eli kanlı Hizbullah liderlerinin tahliyesi, her insanın vicdanında ağır bir yara açmıştır. Bu çok normal bir duygusallıktır. Bu canilerin yaptıklarını insani bir yere oturtmanın mümkünü yoktur, yaptıkları dehşete düşüren bir vahşettir. Ancak adalet, duyguların esiri olursa orada büyük bir adaletsizlik var demektir.

İnfaz yasalarından, tutukluluk sürelerinin kısaltılmasından en çok yararlananların cürüm şebekeleri olması bir yanıyla normaldir, diğer yanıyla adaletsizdir. Normaldir ziya zindanlar adli cürüm şebekeleriyle doludur sayısal olarak da onlar çoğunluk olanlardır. Ayrıca, hiçbir iktidar, siyasi ve düşünce suçlarını affetmekte öncelik vermez, tersini yapar. Adli suçlular ise onun için bir tehlike değil tersine Hizbullah gibiler yararlı da olabilirler. Bu dengesizlik, sistemle ilgili bir adaletsizliği ikame eder durur.

Adalet sisteminin radikal değişimini tartışmak, lokal tartışmalardan daha verimli olacağını öncelikle belirlemek gerek. Dolaysıyla tutukluluk sürelerinin azaltılmasına itiraz edilmeyeceğini de hesaba katarak ve tersine daha da kısaltılması gerektiğini savunarak tutum koymak yanlış değildir. Bu sonuçtan kimin ne kadar yararlandığı ise eşitlik ve adalet duygusunun korunması açısından tartışılamaz.

Adli mekanizmanın yanlış çalışan çarkları, yetersizlikleri, öncelik sorunları, kadro imkansızlıkları iktidarların siyasallaştırma baskılarıyla bir bütün olarak gözden geçirilmeyi gerektiriyor. Bu alanda gündeme gelen gecikmeler adaletinde tecellisini geciktirdiği açıktır. Bu satırların yazarı, işkence, zindan, firar, sürgün gibi aşamalardan 30 yıldır zorluklarla geçmiş olmasına karşın, mahkemedeki davalarının hala bitmemiş olması, bu gecikmelerden kimlerin daha çok acı çektiğini göstermeye yeterlidir; bu ülkede düşünce suçları, siyasi davalar nedeniyle çekilen acıların büyük bir kısmı, bitmeyen davaların, bitmeyen tutukluluk halleriyle yakından ilgilidir.

Bu olumsuzluklar nedeniyle de, cürüm şebekelerine kimi fırsatlar ve şanslar tanınsa da uzun süreli tutukluluk halinin bu nedenle devamı ya da kabulü savunulamaz. Hukukun herkese eşit dağıtılması gerektiği ilkesi gereğince, şuna uygulanır buna uygulanmaz da denilemez.

Hizbullah liderleri tahliye olsa da olmasa da, erken ya da geç sorun bu değil. Sorun Hizbullah gerçekliğidir ya da Kürt ulusal varlığının bir parçası olarak, kökten dinciliğin ortaya çıkışı, amaç ve hedefleridir. Bunu tarihsel ve toplumsal bağlamda yerli yerine oturtmak konumuzun esasıdır.

KAPANA DÜŞMEK

Bu başlık 23 Aralık 2010 tarihle makalemin başlığıdır. Söz konusu makalede kaygılarımı dile getirdim. Ülkemizin en riskli dönemeci en riskli sorunlarıyla at başı gidiyor dedim; Alevilerin Türk milliyetçilik ve Kürtlerin Sünni gericilik kapanına düşme tehlikesine dikkat çektim. Her iki durumda da kaybedecek olan demokrasi mücadelemiz özgürlük kazanımlarımızdır dedim.

Aydınlara, ilerici güçlere ve sorumluluk taşıyan her iki tarafın öncü şahsiyetlerine önemli görevler düşmektedir. Bunu tarihe not olarak düştüm. Söz konusu makalemin bu makaleyle bağlantısı da burada anlamlı hale geliyor.

Hizbullah’ı, bu kapanın aracı da olabilir engeli de. Buna çok dikkat edilmesi gerek. Bu sorumluluk Kürt özgürlük hareketinin omuzlarındadır.

Hizbullah’ın kendini yeniden konumlandırışını anlamlı kılacak üç temel dönüşüm bulunmaktadır. Bunlar, birincisi; Kürt özgürlük hareketine karşı duruşları (bu duruş ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı duruşlarını da tanımlayacaktır) ikincisi; kirli tarihleriyle yüzleşerek bunu aşıp aşmayacaklarının ortaya çıkması, üçüncüsü; devlet ve güvenlik kuruluşlarına karşı alacakları tutumudur.

Bu üç durakta Hizbullah gerçek kimliğiyle bir kez daha kamuoyunun karşısında yerini alacaktır. Hizbullah’ın bunu başaramayacağı açık olsa da, bu kavgada inatla kimseyi düşman saflara katmamak gerektiğini hatırlatmakla yetiniyorum.

Hiç yorum yok: