2 Şubat 2011 Çarşamba
MISIR DEVRİMİ SIRAT KÖPRÜSÜNDE
Örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir çağdaş devrim, iktidara kısa sürede el koymaması halinde dağılma amareleriyle yüz yüze kalabilir. Bu durumda iktidar güçleri kendini toparlar ve devrimi gaspedebilir, sulandırabilir, yenilgiye de uğratabilir. Bu koşullarda, Orduya güvenmek öldürücü bir hatadır; Mısır'da devrimi yükselişinin en riskli kesitinden geçmektedir 2 Şubat 2011.
Mihrac Ural
2 Şubat 2011
Firauvn direniyor. Evet en doğru tanım bu, Mısır'da iktidar zamana oynuyor. Devrim atağındaki kitlelerin yorgun düşmesine çalışıyor. Her gün yeni bir taviz ve açıklama yaparak, destekçilerinin meydanlara inmesi için zaman kazanmaya çalışıyor.
1 Şubat gecesi TV kanallarına önemli açıklamalar yapıldı. İktidarda tek başına hakim olan Demokratik Vatan Partisi sekreterlerinin hızlı bir toparlanma ve karşı devrim çabası içinde olduğunu gösteren konuşmalar dikkat çekiciydi. Bu konuşmanın ardından Hüsnü Mübarek canlı yayında görülecek ve yapılan hazırlıkların düğüm düğum nasıl da örgüldüğünü gösterecekti.
İKİ MEYDAN
İktidar güçleri bir haftalık ölüm sesizliğinin ardından kendilerini göstermeye başladı. Bir işaret almış gibi cesaretle konuşmaya başladılar. ABD dahil, İngiltere ve diğer batılı ülkelerin artık bu işin sonu göründü açıklamalrına karşın iktidarın bu hamlesi Mısır devriminin kader günlerinde güç dengesinin ne kadar kritik noktalarda dolaştığını gösteriyor.
İktidar, devrimci meydanlara (Tahrir meydanı) karşı, karşı-devrim meydanları (Mahmud Muhfuz meydanı) oluşturarark, gerekirse iç savaşa yönelebileceğini ima etmeye çalışıyor. Bu satırları yazarken Mübarek yanlısı karşı devrimciler at ve deve sırtında, kılıçlar ve bıçaklarla, "Baltacı" denilen iktidarın korucu güçleri, devrimcilerin günlerdir toplanıp, yorgun düştüğü meydanlara saldırmaya başladı; yakılan arabalardan karşılıklı barikatlar kuruldu (2 Şubat 2011, Saat; 15:15)
Ordu, tavırlarına saat başı balans ayarı yaparak iktidarı korumanın çıkış yollarını oluşturmaya çalışıyor; önce sert tutum alacağını açıkladı gece dolaxşma yasağı olduğuni ilan etti (26 Ocak), ardından "Ordu halka karşı silah kullanmaz, halkın haklı taleplerini anlayışla karşılar" dedi (31 Ocak), bu gün bu satırlar yazılırken ordu, "gençlik ve halk eve dönmeli güvenlik sağlanmalı" demeye başladı (2 Şubat). Devrimcilerin orduya güvenlerinin bir kez daha çorkunç birhata olduğunun ilk işaretleri Mısır devriminde de kendini göstermeye başladı gibi.
Dün gece (1 şubat 2011) geç saatte, tüm eskeri yönetimlerin, darbecilerin izlediği yolu izleyen Hüsnü mübarek canlı yayında feydahlandı. Önemli açıklama yapacağı ilan edildi. Yardımcısı Ömer Süleyma'nın çağrıları, diyalog davetileri ret edilmişti. Bu kez, Mubarek, yeni tavizlerle halkın karşısına çıkıyordu.
YAMA SİYASETİYLE ZAMANA OYNAMAK
Beklenen açıklama, dağın fare doğrumasından ibaret oldu. Düzeni kurtarmak için "yama hareketi" olarak tabir edilen açıklamalarınıa başladı. Siyasi, idari ve ekonomik reformlar yapacağını açıkladı. Halkın tepki duyduğu, iktidar süresinin uzatılması ve miras yoluyla oğula geçmesini sağlayacak özellikler taşıyan anayasanın 77 ve 76. maddelerinde değişiklik yapacağını açıkladı. Parlamentoyu oluşturan son seçimleri mahkemelerin alacağı karar doğrultusunda fesh edeceğini açıkladı. Halkın tepkisini çeken "temdit ve tevris" yani, iktidar süresini uzatma ve ve iktidarı oğluna miras bırakmaya yönelmeyeceğini açıkladı. Kamu servetlerini hortumlayanları yargıya vereceğini açıkladı.
Bu açıklamalar çok geç kalmış açıklamalardı. Devrim meydanlarındaki kitleler bu açıklamaları düzeni kurtarmak için yapılan "yamalar" olarak nitelendirdi. Hüsnü Mübarek iktidarı terk edene kadar direneceklerini açıkladılar ve önümüzdeki Cuma gününü son ihtar günü olarak işaret gösterdiler.
Bu satırların yazarı, olayları yakından izlerken devrimci gençliğin meydanlardaki kararlılığında çözülmeler olabileceği izlenimi edindiğini okurlarına açıklamayı görev bilir.
Örgütsüz, lidersiz, barışçıl bir çağdaş devrim, iktidara kısa sürede el koymaması halinde dağılma amareleriyle yüz yüze kalabilir. Bu durumda iktidar güçleri kendini toparlar ve devrimi gaspedebilir, sulandırabilir, yenilgiye de uğratabilir. Bu koşullarda, Orduya güvenmek öldürücü bir hatadır; Mısır'da devrimin yükselişini zedeleyecek en riskli kesit budur, diyerek genel bir bellirleme yapmayı gerekli görüyorum.
MÜBAREK DÖNEMİ
Hüsnü Mübarek iktidarı, Enver Sedat'ın 6 Ekim 1981 tarihindeki "Ekim Bayramı" kutlamalarında uğradığı suikast ardından 14 Ekim 1981 tarihinde iktidara geldi. Hava kuvvetleri komutanıydı. İsraille karşı savaşta üstün hizmetleri vardı ve İşgal altındaki Sina yarım adasının kurtarılmasında büyük hizmetleri bulunuyordu (Ekim 1973 savaşı).
Mısır halkı, Enver Sedat'ın İsrail'le barış anlaşması (Camp David anlaşması 17 Eylül 1978) ve akıl zoru tavizleri nedeniyle oluşan halk tepkisi, Hüsnü Mübarek'in iktidarı için kredi pozisyonuna geçti. Hüsnü Mübarek, halkın yeniden doğan umutlarıyla yola koyuldu (Mubarek bu güne kadar İsrail'i ziyaret etmemeye dikkat etti)
Mübarek, ilk yıllarında Araplar açısından önemli bir lider protresi çizdi. Ancak yaptığı hesapsız liberal açılamlar, ülkemizde 24 Ocak 1980 liberal açılımları gibi dengesiz ve hesapsız açılımları gbidı. 12 Eylül askeri faşist darbesinin yollarını stablize eden bu kararlar Mısır'da, sürmekte olan sıkıyönetimlerin, ağır polis devleti baskılarının altında ilerledi. Derbe yapılmadı zira darbeciler iktidardaydı. Bu süreç bu güne her türden yasak ve sansürüle at başı yürüdü. Öyle ki, Mısır krallık rejimi gibi, iktidarın babadan oğula anayasal yollarla geçişini sağlayacak hukuki düzenlemeler yapmaya kadar gitti. Bu en kaba biçimde bir diktatörlüktü, baskı rejimiydi. İşsizlik, açlık, fırsat eşitsizliği ve toplumun tıkanmalar nedeniyle kaosa sürüklenmesi artık taşınmaz bir yere gelmişti.
Hüsnü Mubarek rejimi, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) jokeridir. Bu amaçla Irak işgaline omuz vermiş, 12 temmuz 2006'da İsrail'in lübnana saldırısında açıkça taraf olmuş Arap halkının katline katkı yapmıştır. Ancak çözülme, bu savaşın ardından geldi; İsrail'in ağır bir hezimetle yenilgiye uğradı. Amerika Irak'tan zar zor kaçtı. Bölgeyle ilgili makalelerimde özelikle belirtmeye çalıştığım, ısrarla vurgulayarak kafa şişirdiğim, 12 Temmuz 2006 savaşının sarsıcı etkileriyle ilgili belirlemelerim, Tunus devriminden, Mısır devrimine uzanan bölge gelişmelerinin tümünü tetikleyen bir işaretti.
BOP çökmeseydi bu sonuçlar tam tersinden işleyecekti. Bu nedenle Amerika ve İsrail yıkalan planlarının taşlarını bir kez daha oturtmak için çırpınmaktadır. Ancak gelişmeler halkın lehine o kadar hızlı ilerliyor ki, buna ne zaman ne de imkan kaldı.
Buna rağmen, her gelişmede iktidarlar zamana oynayarak kitlelerin yorgun düşmesini bekleyecek. Dış güçler de çıkarları için iktidarmları "Yama" politikalarıyla reform vb değişiklikler için sıkıştıracak, önlem almalarını hızlandırmak için zorlayacaktır; bu günkü parlamento oturumunda Yemen lideri Ali Abudlla Salih, reform, yeni hükümet kuruluşu için kapı aralamaları, gençlik fonları adı altında yeni kaynak sunumlarına yöneleceğini açıkladı, Ürdün'de hükümet düştü. Ancak bu gelişmeler halkı tatmin etmek ve inandırcı olmaktan uzak olmaya devam ediyor.
Radikal değişim rüzgarları hala dorukta. Bunu söndürmek için çıkar çevrelerinin kumpas hareketleri de hızla şekillenmeye başladı. Mısır devriminin yolunu kesmeye çalışan güçler, bunun dünya ve bölgedeki etkilerini çok iyi biliyorlar.
SİYASİ PARTİLER
Mısır siyasi parti mezarlığı gibidir, 75 siyasi parti olduğu söylenir. Önemsenebilir 5-6 partiden söz etmek daha doğrudur (iktidardaki Demokratik Vatan Partisi, Muhammed Bedii önderliğindeki Müslüman Kardeşler Örgütü (cemaati), Rıfat Saad önderliğindeki Tecammu Partisi, Eymen Nur önderliğindeki Ğad (Gelecek) Partisi, Hamed Abaza önderliğinde Yeni Wafd partisi, Kerami Partisi, Ahrar Partisi, Amel Partisi, Nasırcı parti, Kifaya hareketi vb) Ancak bu partilerin varlığı bile tartışma götürür durumdadır; son seçimlerde hilelerle, bu partilerin parlamentodaki varlıklarına da son verildi.
23 Temmuz 1952 Nasırcı darbeyle krallığın yıkılmasından bu yana, siyasi partiler üzerinde ağır baskılar kesilmeden sürmüştür. Bu durum, partilerin özgürce gelişimi, halkla kaynaşması, yeni siyasal liderler yetiştirmesi, perspektif üretmesi ve toplumun yeniden inşaasında rol oynamasının önünü kesiyordu. Bu ise siyasi sahnedeki büyük tıkanmanın nedeleri arasındaydı. İktidar güçleri, bu kıskaç içinde, ülkenin servetlerini tahrip eden ve hortumlayanların, adaletsizce davrananların, hükümetin hesapsız politikalarının örtüsünü elde ediyordu. Fatura da siyasi muhalefetin yasaklı olduğu koşulda halka kesiliyordu.
Mısır, siyaset sahnesinin bu bataklığında kısır döngü içine düşmüştü.
Böylesi bir tabloda halkın nefes alma kanalları tümdan kapatılmış oldu. Halkın kimseyi bekleme takati kalmamıştı. Patlamak, ayaklanmak artık kaçınılmaz hale gelmişti; sonu nereye varırsa varsın cinsinden korku duvarlarını yıkmak gerekiyordu. Olan da bu idi.
Siyasi partilerin etkisiz olduğu bir ortamda, özellikle gençlik, küreslleşme çağının iletişim araçlarını sanal dünyanın devrimci aygıtlarını en iyi şekilde değerlendirerek, yasak ve sansüre rağmen çağrılarını milyonlara ulaştırdı. 25 Ocak 2011 devrimci halk ayaklanması böylece, lidersiz, örgütsüz ve barışçıl olarak başladı.
MISIR'IN İKİ TARİHİ
Mısır tarihi üzerine daha çok yazı yazacağım. Ancak bir cümleyle şunu ifade edeyim. Mısır'ın tarihini iki tarih olarak okumak mümkün.
Birincisi; Mısır gibi ülkeler, içine kapanık devlet siyasetiyle yol alamazlar çürürler. Dış vizyonu halkını ve bölgesini tatmin etmeyen, ülke iç kaoslara sürüklenmeye mahkumdur. Mısır, yakın dönem tarihinde Kral Faruk dönemi, Enver Sedat ve Hüsnü Mubarek dönemini bu yönelim içinde saymak yanlış değildir. Mısır tarihinin bu çizgide seyreden iktidarları hep sorunlu iktidarlar olmuştur.
İkincisi; Bölge ve kıtasının, bulunduğu coğrafyanın sorunlarıyla ilgili startejik siyaset üretebilen, kendi bağımsız kararıyla ilişkilerini sürdürebilen ve kaynaklarını rasyonel olarak kulanarak açılımlarını belli bir dengede ilerleten ülke olma durumu. Mısır'ın bu yolu başardıği tarihi kesitler bilinmektedir; Firauvn Ahnaton döneminden, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve çocuklarına, oradan Nasır'ın ilk dönemlerine kadar bu örnekleri bulmak mümkün.
Mısır tarihi bu kesitte, birinci algıdaki konumuyla sürüyor.
Enver Sedat dönemi, Hüsnü Mubarek'le aynı algının uzantısı olarak devam etti, içine kapandı dış finans çevrelerine ve siyasi rüzgarlarına teslim oldu. Son on yıl içinde de çöküş hızla kendini göstermeye başladı; siyasal alanda olduğu kadar ekonomik alanda da bu çöküş ortaya çıkmaya başladı.
Bütünsel olmayan iyileştirmeler ise, kurunun yanında yaşı da yakıp heder oldu.
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR
Yeni dönemde gelen gideni aratmaya başladı. Bu sürecin son halkasında Mısır üçüncü sınıf bir ülkeden de daha gerilere düştü. Özellikle Irak savaşındaki tutum ve sonrası, Filistinlilere karşı tutum, Gazze'ye İsrail saldırısı karşısındaki tutum ve Gazze'ye yönelik ambargo, İsrail'e doğal gazın inanılmaz fiat ve tavizlerle satışı vb. Mısır halkı bu gidişi asla içselleştirmedi. Bu açılımların ekonomik rahatlama getireceği iddiası da kocaman bir yalandı. Tersine Mısır'ın boynuna uluslarlarası finans güçlerinin tasmasını geçirdi. Bu güçler de Mısır'ı yularından tutarak, istedikleriyere sürükledi.
Halk olarak Mısır bu değildi. Bu gidişi sindirmesi de mümkün değildi.
Mısır'da siyasal yönelim, halkının iradesine, çıkarlarına bölge ve iki kıtadaki rollerine tamamıyla aykırı bir gidişti.
Mısır Arap halkının sorunu bir ekonomik sorun olmaktan çok, iç politikasındaki demokrasi ve özgürlükle ilgli tutumu, dış politikası ve bunun etkisinde şekillenen iç politikasıyla ilgiliydi. Dış politika, Arap alemi için ekmek kadar, su kadar önem taşıyan bir yaşam kaynağıdır.
Mısır, bu konuda tam bir hezimet halindeydi, Hüsnü Mübarek'ten çok şey bekleniyordu, ama o da başaramadı (İsrail'i hiç ziyaret etmemesiise devede kulak bile değildi). Tunus devrimi ardından domino taşı etkisiyle devrilmeye başlayan iktidarlar, hükümet ve liderlerin sorununu da bu noktadan algılamak yerinde olacaktır.
Bu aynı zamanda, Tunus, Mısır, Ürdün, Yemen gibi ülkeler ile Suriye, son olarak Lübnan gibi ülkelerde Arap halkının iktidarlara karşı duruşunu da izah eden bir turnasoldu. Yani sorun sadece ekmek ve iş sorun değil, demokrasi özgürlük ve dış politikadda onurlu bir duruştu.
Bu gidişe son veren işaret Tunus'tan geldi. Yasemin devrimi Arap halkını içine kapatıldığı zindendan ve korkulardan kurtardı. Korku duvarları bir kez yıkılınca, demokrasi ve özgürlük için tüm farklılıklarını bir kenara koyan halk özgürlük meydanına cesurca inmemekten çekinmedi.
Bunu daha iyi anlamak için ülkemizde Kürt sorununda, demokrasi ve özgürlüğün, tüm ekonomik sorunlardan (aş ve iş gibi fiziki yaşam sorunlardan) daha önde olduğunu göz önüne alarak kavramak daha kolaydır.
Mısır Arap halkı ülkelerinin düşytüğü bu konumu iyice kavramıştı. 25 Ocak devrim hareketine giden milyonlar, bu bilincin kararlılığını taşıyordu. Spontana bir yükseliş gücü katlayarak meydanlara çekiyordu. Artık sıradan talepler yetersizdi ve düzenin devrilmesi talepleri öne geçmişti.
Devrimci güçler, her geçen gün ve saatte, taleplerinin çıtasını da yükseltiyordu. Bu nedenle, iktidararın yaptığı hükümet değişikliklerine, 30 yıldır atanmayan Cumhurbaşkanı yardımcılığının atanmasına, önerilen reformlara iktidarın düzeni kurtarmak için yaptığı "oyalama taktiği" olarak bakmaktadırlar. Bu çabaları zaman kazanmaya dönük uyutama çabaları olarak tanımlıyorlar.
Sonuç
Mısır devrimi iki kıta (Asya – Afrika) ve bölgemiz için yaşamsal bir devrimdir. Bu devrim başarıya ulaşmalıdır. Tüm diktatörlüklerin ders alması gereken bir devrim. İktidarların, halkın taleplerine kulak vermesi için de gerekli bir devrimdir.
Mısır devrim, Tunus devrimine benzemez. Mısırı mısır yapan her ne ise, devriminin etkileri de o ülçüde geniş bir alanda yankı bulur; bu etkiler içinde tarih, coğrafya, kültür, sanat ve insanlık yer alır.
Mısır devrimi kirtik bir süreç içindedir, kırılma riski de az değildir. Büyük oyunlar sahneleniyor. Üstelik hızla alternatif planlarla sürece katılıyor. Yeryüzünün tüm güçleri bu devrimin içinde taraf haline gelmektedir. Bölge saflaşmasının temellerinde var olan güçler, Mısır devrimindeki saflaşmanın da tarafları olarak rol oynamaktadır. Siyonist–emparyalist güçler, bu devrimi en azından sulandırmak, bozmak, geriletmek, düzen ve iktidarını yumuşak bir geçişle olduğu gibi koruma çabasındadır. İmkan olursa da kanlı bir şekilde bastırmaktan çekinmeyecektir.
Lidersiz, örgütsüz, barışçıl bir çadaş devrim aynı anda iktidarın tüm güç odaklarını ele geçirnmemiş ise, risk noktasından çıkamamış demektir. Devrimin düşmanları bunu çok iyi biliyorlar ve bunun için zamana oynuyorlar.
Mısır devrimi sırat köprüsünden geçmektedir demek, bu anlamda yanlış olmayacaktır.
Kıssadan hissemiz,
Tüm farklılıklarımızla bu bölgenin yerli halkları olarak böylesi büyük gelişmelerin dolaysız etkisi altında olduğumuzu bilince çıkarmalıyız. Bu süreçten etkilenmeyeceğini sananların yanıldığını kısa sürede göreceğiz. Bu iktidarlar için olduğu kadar halklar içinde aynıyla geçerlidir.
Desteğimizi hepimiz adına yükselen bu devrim ve değişimlerden yana ortaya koymaya çalışmalıyız. Ülkemiz iktidarlarının ders alması için çalışmalıyız. Haklarımız için mücadelede yalnız kalmamak için, hak ve talepleri için ayağa kalkan Tunus, Mısır, Ürdün, Yemen halkıyla dayanışma içinde olmalıyız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder