HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

27 Şubat 2011 Pazar

ARAPLARIN “KELEBEK ETKİSİ”

Mihrac Ural
26 Şubat 2001

Araplar tarihlerinin hiçbir döneminde bu kadar söz birliği içinde olmadılar. Arap ulusu da Filistin davası hariç, tarihinin hiçbir döneminde böylesine ortak duygu ve düşünce performansı göstermedi. Kendi adıma Arapların tek ulus oldukları yönünde ciddi kaygılarımın olduğu dönemler yaşadığımı söylemeliyim. Ancak, yönetimler ile halkın eğilimleri arasındaki farkı gördükçe, temel konularda halkın yönetimlerinden çok daha ilerde ortak tutum takındıklarını gördükçe, bu ulusun farklı devletlere bölünmüş olsa da bir ulus ortak hareket yeteneğini yitirmediği görülmektedir. Bu ortak davranış, bölgeyi ortak yarar yönünde bir bütün olarak harekete yönlendirmektedir.

Atlas okyanusundan Körfeze kadar, bu dev alanda yaşayan yüz milyonlarca insanın ortaya koyduğu bu ortak hareket yeteneği, dalgalar halinde çevresini de etkileyerek ilerleyeceğini belirtmek yanlış olmayacaktır.


ARAPLARIN SON YÜZYILI


Bölgemizde bu büyük kaynamayı farklı tarihi köklere bağlayabiliriz. Ele alacağımız konunun verilerine bağlı olarak bu kökler farklı olabilir. Bu günün konusuyla ilgili olarak, bu tarihi I. Dünya savaşının kapanmamış dosyalarından başlatmak, gerçeğe en yakın olandır. Arapları 22 devlete ayıran Emperyalistler, yüz yıldır da bu ulusun yer altı ve yer üstü servetlerini mümkün olan en kaba şekilde sömürüp durdular. Bunun için de birbirine kanlı bıçaklı hale getirerek inanılmaz bir insan kıyımı gerçekleştirdiler. İkinci dün ya savaşı ardından yeni sömürgeci yöntemlerle de bağımsızlık verdikleri bu ülkeleri sömürmeye devam ettiler. 400 yıllık Osmanlı hükmünün karanlık ortaçağı, güç uygarlıklarına yerini terk ederken, bu topraklarda özgür yaşamayı amaçlayan Arap halkı kabile yaşamından henüz çıkmamış haliyle dar çıkarlar uğuruna diktatörlüklerin, krallıkların esareti altında tutsak kaldılar. 20. Yüzyılın başlarında Sevra el Arabiya el Kubra (Büyük Arap Devrimi) ile yönelmek istedikleri toplumsal hamlenin önü kesilince yüz yıllık esarette başlamış oldu.

20.yy ortalarından itibaren gelişen Arap ulusçu hareketleri sistemsiz sistemleriyle, Sovyet yanlısı duruşlar sergilemelerine karşın, ülkeleri ve halkları için dengeli bir düzeneğe geçemediler. Batının baskıları arttıkça onlarla bin bir bağla bağlanmaya, ulusal davalarda kararsızlıklar yaşamaya yöneldiler. Uzun süren hükümranlıkları, iktidar olmanın rahatlığını ve bunun ardından çevreleriyle palazlanan yolsuzluk süreçlerini derinleştirmeye başladı. Bu aynı zamanda diktatörlük rejimi olarak şekillenmeye başlayan, iç siyasal reformları ihmal eden, servetlerin adil dağılımını hesaba katmayan, sorun çıkınca da ulusal dava adına büyük sloganlarla içteki tıkanmaları örten tutumlar geliştirmeye yöneldiler.

Siyasal çoğunluğu sindirmeyen, hak ve özgürlüklere yasak koyan diktatörler, istihbarat teşkilatlarının korkunç baskıları altında ülkenin siyasal bilincini körelttiler. Şekilden ibaret patiler, mezarlığa dönmüş siyasal sahada halka sunacakları bir programa üretemediler, yeni kuşağın sözcülüğü için evrensel ölçekteki gelişmeleri algılama durumunda olamadılar. Çeyrek asır içinde, bu yönetimlerin tümü birer diktatörlük haline geldiler. Irak’ta Saddam, Tunus’ta Bin Ali, Libya’da Kaddafi, Yemen’de Ali Abdullah Salih, Mısır’da Mübarek gibi örnekler 21. Yüzyılın taşınmaz birer kamburu oldular.

20. Yüzyılın başında Araplar, ulusal kurtuluş için çok önemli bir başlangıç yapmaya yöneldiler. Bu duruşlarıyla o çağın ulusal kurtuluş hareketlerinin fitilini de ateşlemiş oldular. Ancak, Bir ortaçağ sömürgeciliğinden kurtulurken bir başkasının yemi oldular. Osmanlıdan İngiliz, Fransız sömürgeciliğine el değiştirdiler.

Tarihte uluslaşma süreci geç kalmış her ulusun başına gelen felaketle yüz yüze kaldılar. Bağımsız devlet kuramayanlar, 20. Yüzyılın ortalarında ulusçu hür subayların darbeleriyle bu süreci tamamlamaya mahkum oldular. Ulusçu hareketler tarihin bir zorunlu dönemeci olarak Arap halkının önüne çıktı. Önemli adımlar ve gelişmeler kat ettiler. Bağımsız olmayı, yer altı ve üstü servetlerine sahip çıkmayı, kültürel farklılıklarıyla gelişmeyi bu süreç sağladı. İçte ise ekonomik açıdan elle tutulur büyük girişimlerde yaptıkları yadsınmaz. Ancak bu süreç darbecileri birer diktatör, her şeyi kendisinin yarattığına inanan kas katı bir akıl algısını da beraberinde getirmiş oldu. Bu süreç aynı zamanda, kimi Arap ülkelerinde şu ya da bu şekilde var olan siyasal çoğulculuk geleneğini de alıp götürdü.


SONUN BAŞLANGICI


İnsanlık ulus aileleri topluluğunun en zengini olan Araplar, uluslaşma süreçlerini dünya güçler dengesinin labirentleri arasında bir uydu olmaktan öteye geçemeyen rolleriyle (Nasır Mısır’ın bağlantısız ülkeler topluluğundaki konumu nispeten farklı olsa da) bu zenginliği toplumsal adalet ölçüleriyle paylaşma durumunda olamadılar. Her defasında kullanılmadan çürüyüp yenileştirilen, tek atım yapmamış dev askeri tersaneleriyle, hayali düşmana karşı süreklilik arz eden silahlanmalarıyla emperyalist silah tekellerinin en uygun müşteri tipini oluşturdular. Bu silahlanma Libya örneğinde tanık olduğumuz gibi sonunda kendi halkına karşı da dönebilecek bir biçim aldı. Ayrıca, teknik donanım yetersizliğinden dolayı da petrol gibi kaynaklarını emperyalist tekellere teslim eden Arap yönetimleri, uluslaşma sürecinde başlattıkları olumlu adımların sonunda birer diktatörlük rejimi, birer aile holdingi haline geldiler.

Buna “temdit ve tevris” işi (Başkanlık süresini uzatma ve miras olarak aileden birine bırakma) eklenince olumlu olumsuz bu sürecin tüm verileri, ikame edilmek istenen diktatörlük rejiminin sürekliliğiyle ilgili olduğu anlaşıldı. Toplum psikolojisi bu yönde çalışmaya yönelince artık her veri bu algının köşe taşı görevi görerek tepki birikimlerine enerji taşıyan bir kaynağa dönüşmüş olur. Arap ülkelerinde de olan budur.

Çeyrek asır ve ötesi hüküm süren ve bu süreçte katılaştıkça halkından kopan yönetimler, Filistin gibi büyük ulusal davalarda ortaya sergiledikleri içler acısı tutum, her gelişmede çirkin yüzünü gösterdikçe ( İsrail’in Lübnan’a 1982 ve 2006’da yönelttiği ölüm ve yıkım savaşları, Gazze’ye yönelik 27 Aralık 2008 savaşı ve ölüm abargosu), silahlanma çabalarının da ülke servetlerinin de şahsi çıkarlar ve şaşkın harcamalara heder edildiği ortaya çıkmış oluyordu. İsrail’in Gazze saldırısı ve Mısır’da Mübarek diktatörlüğünün ortaya koyduğu tutum, bunun arkasında gizli açık duran diğer Arap ülkelerinin tutumları, bu süreci yakından izleyen tüm siyasi çevrelerin tespit ettikleri gibi, sonun başlangıcı olan bir rol oynadı.

Bir anda her şey anlamsızlaştı. Yarım asırdır süren, uluslaşma sürecinin tüm genetik dokularını belirleyen ve Arapların tek ulus olduğu algılarına güç verip onu besleyen değerler, bu yönetimlerin eli altında bir anda paçavraya döndü. Bu da örtülmez bir durum oluşturdu. Tüm değerler bir anda anlamsızlaşıp, ödenen bedeller bir aldatmacanın uzantısı olduğu anlaşılınca, katlanılmaya değer hiçbir şey kalmadı. Arap halkı üzerine ölü toprağı serili olduğu mezarlığından ayağa kalkarak insanlık ailesinin duyarlı ve bir o kadar uygar halkı olarak kendi özgürlük ve demokrasi talebi için diktatörlükleri bir bir yıkmaya başladı.

Bu durum Arap ülkelerinin tümünde, bir anda, bir duygu ortaklığı olarak ortaya çıkan ( Arapların tek ulus oldukları gerçeğinin en önemli belirtilerinden biri de bu davranış birliğidir) ve yarım asırlık sistemleriyle cesurca yüzleşmeyi hedef alan uygar çağdaş bir sorgulamaya yöneltti. Bu sorgunun demokrasi ve özgürlük noktasından başlaması da eşyanın doğasına en uygun olanıydı. Sonrası her şeyin tek tek sorgulanacağı bir sürecin işi olacaktı.


TUNUS’TA BAŞLADI NEREDE BİTECEK?

Tunus’un “Yasemin Devrimi”, önceden tahmin edilmeyen en zayıf halkanın kopmasıyla yarım asırdır biriken, halka karşı çeyrek asırdır tüm çirkinliğiyle bir diktatörlük olarak dayatılan siyasal yapılara karşı ayaklanmalar başladı. Domino taşı etkisi esprisi doğrudur. Bunu Arap ülkeleri açısından bu espriyle açıklamak da yerindedir. Ancak Arap halkının ortaya koyduğu devrimci yükseliş, tüm insanlık için bir kelebek etkisi yaratacaktır demek yanlış değildir.

Edward N.Lorenz’in ünlü Rastlantı ve Kaos kitabında dile getirdiği “Kelebek Etkisi” tezinde; “bir kelebeğin kanat çarpmaları bile belli bir süre sonra atmosferin durumunu tümüyle değiştirebilir” diyor. Benzer bir söylemle Mevlana “Bir sineğin kanadını oynatması, Arş-ı rahman’ı titretir” diyor. Arap halkının ortaya koyduğu bu enerjinin, dalgalar halinde daha da geniş bir alana yayılacağını kestirmek zor değildir.

Bunun çok ötesinde, bir ulusun farklı devletler altında da olsa, davranış birliğini, aynı türden yönetimlere karşı ortaya koyması olarak gündeme gelen bu ayaklanmalar sadece Arap sahasında kalmayacaktır. Bunun kelebek etkisiyle dünyanın birçok kıtasına da yayılacağı üzerine siyasal yorumcular hemfikirdir.

Tunus’ta başlayan özgürlük ve demokrasi mücadelesi, Arap sahasında kalmayacaktır. İhtiyaç duyan tüm insanlığı bir yol haritası olan bu ayaklanmalar 21. Yüzyılın temel toplumsal mücadele karakteristiğini oluşturmuş bulunmaktadır. Bu devrimler, devlet yıkıp, çözme fiziksel tasfiyelerle yeniyi kurma girişimi değildir. Dev kitlesel basıncın etkisiyle, her şeyi daha adil paylaşmak, daha çok özgürlük ve demokrasi için yönlendirmek üzere ortaya çıkmıştır. Bu açıdan örgütsüz, lidersiz ve barışçıl yöntemleri temel almıştır. Libya’da olduğu gibi ise şiddete başvuran diktatörlüğe karşı elde olanla direnmekten çekinmemiştir.


SON TABLO


Arap halkı mücadelesi hızla yayılma gösteriyor. Bir iki ülke dışında tüm Arap ülkelere tam bir kızılca kıyamet içinde. Eli kulağında bekleyen ülkeler ve gelişmelerden hiç etkilenmeyen ülkeler de bulunmaktadır. Bu gelişmelerin etkilemediğine tanıklık ettiğimiz ülkelerle ilgi yazımı kısa sürede okurla paylaşacağım; bu ülkelerin böylesini bir dönemde sesiz kalmasının altında yatan gerçekçi nedenleri tarihsel süreçleriyle siyasi ve sosyal yapılarıyla irdelememiz gerekecek.

Bu ülkeler için, sağda solda sallama yöntemlerle, malum Ortadoğu uzmanları edasıyla konuşmalar yaprak, okura doğru bilgi vermenin imkanı yoktur. Verilen bilgilerin daha çok duygusal zeminde olmaktadır. Kendini devrim lideri gören kim olduğu belirsiz kişilerin çağrı yapmaları ve sonuç almayanıca da kara mizah gibi “halk, Türk TV dizilerini izliyor bu nedenle ayaklanmayı erteliyorlar” deme aptallığı göstermeleri ya da “8 Mart, olmasa 17 Nisan’da ayaklanma olabilir” türünden kahve fincanı falcılarını andıran atmasyonları hiçbir şeyi izah etme kabiliyetinde olamaz.

Her şeyin gerçekçi bir nedeni bulunmaktadır. Bunların ortaya konması ve halka bu zemlinde bilgi aktarılması gerek. Gelecek yazımda bunlara tek tek değineceğim.

Bu haftaki gelişmeleri başlıklar altında kısaca belirtecek olursak, şu önemli gerçeği tespit etmemiz zor olmayacaktır. Tunus ve Mısır devrimleri ilk aşamasını tamamlayan bu devrimler oldukça sağlıklı reflekslerle gerçekçi dönüşümler için baskılarını kararlı ve ısrarlıca sürdürmekte oldukları gözlemlenmektedir. Arap halkının insanlığa armağan edeceği özgürlük ve demokrasi dersleri arasında en önemli nokta da tas tamam budur; ayağa kalkmak ve diktatörü alaşağı etmek yetmiyor, bu devrimin birinci aşamasıdır ancak ikinci ve daha önemli aşaması var onu tamamlamak gerek. İşte Mısır ve Tunus halkı bu kararlılığı göstermeye devam ediyor.

21. yüzyıl devrim algısını kavramamış kimi sol çevreler Tunus, Mısır ve diğer Arap ülkelerinde ayağa kalmış olan halkın gerçekleştiği başarıları anlayamıyor. 19. Ve 20. Yüzyıl devrimleri gibi darbeci girişimler görmek istiyor, devrimi öyle sanmış onu bekliyor. Tarihsel devrimleri ve bunun için gerekli daha çok özgürlük ve demokrasi mücadelelerini algılayamıyorlar, bir yere oturtamıyorlar. Kim bilir kimi kafalar da bunu gerici halk girişimi olarak da yorumluyor olabilir. Bu algıların ilericilikle, devrimcilikle halkın hak ve taleplerinden yana olmakla uzak yakın bir ilişiği yoktur. Her şeyiyle yanlış yorumladıkları “Marksist-Leninist devrim” beklentisinde olan kimi sol çevrelerin bu dünyada yaşadıklarını kanıtlayacak hiçbir verileri, halka dayanan hiç bir algıları olmadığı kesindir. Bölgenin bu ölçekteki gelişmesine bu ölçekte duyarsız olanların siyasetle de ilgileri olduğunu iddia etmeleri boş bir gevezeliktir. İnançlı çevrelerin gösterdikleri refleks, solun halka ilişkisinde düştüğü tıkanmayı da yeterince açıklamaktadır.


MISIR


Dün Mısır devrimi ikinci ayına girmişti (25 Ocak – 25 Şubat 2011). Artık gün saymayacağız. 25 Şubata 2011 Cuma günü, bir kez daha milyonlar Tahrir meydanına toplanarak. Devrim kazanımlarının eritilmek istendiğini, Askeri Konseyin oyalamalarına müsaade etmeyeceklerini, Mübarek’in Ahmet şefik başkanlığında atadığı hükümetin yeni yamalarla revize edilip yoluna devam edişinin ret edildiğini haykırdılar.

Diktatörlük artığı devletin hiçbir kurum ve kadrosunun değişmediğini, diktatörlük rejiminin tek egemeni olan Demokratik Vatan Partisi üyesi valilerin tüm illerde hala görev başında oldukları, emniyet teşkilatında hiçbir şeyin değişmediği zulüm aygıtının olduğu gibi sistem ve kurumsal olarak sürmeye devam ettiğini ve bunun devrimi en büyük düşmanı güçler olduğunu dile getirdiler.

Askeri konseyin oyalamalarına daha fazla izin vermeyeceğini açıklayan 25 Ocak Devrim’i önderleri ve siyasal temsilciler, milyonların bir kez daha meydana çağırdıkları geçen Cuma gününe de gelenekte olduğu gibi “Diktatörlük rejimi artıklarından arınma Cuması” adını verdiler.

Önceki yazılarımda da dile getirdiğim “halkla Askeri konsey, her adımda yüz yüze gelecekler” tespiti hızla gündem konusu oluyor.

Mısır halkı kazanımlarını kaybetmeyecek bir kararlılık gösterdiği gözlemlenen bu adımla kazanımlarının arkasında olduğunun ısrarını dile getirmiş oldu. Bu sürecin derinleşerek devam edeceği açıktır.


TUNUS

Tunus halkı 14 Ocak Yasemin devrimi’nin demokratik hak ve taleplerini oyalamalarla sessizce katletmek isteyen geçici hükümete karşı sert kitlesel uyarılarını tırmandırma kararı aldı. Dün cumadan itibaren de meydanlarda 50 bin kişilik bir kitleyle oturmaya başlayacakları ilan ederek sivil itaatsizliği derinleştireceklerini gösterdiler. Devrim Tunus’ta da kararlı halk kitlelerinin gücüyle kendi kazanımlarının genişleteceğini gösteriyor.


LİBYA

Kaddafi yönetimi ülkenin büyük bir çoğunluğunda yönetimi kaybetmiş durumda. Karmaşık siyasi dokusuna karşı halkın demokrasi ve özgürlük talebi üzerinde yükselen ayaklanmalar, Kaddafi yönetimine son verecek bir boyut adı. Artık Kaddafi yönetimi saatlere bakan bir sonuçla yüz yüze bulunmaktadır.

Libya konusunu ayrıca makaleler dizisiyle işlemeye devam edeceğiz. Bu satırlardan Batının iki yüzlü davranışları ve Libya’nın içine düştüğü bu kaos ortamını istismar ederek askeri bir işgale gitmesi riskine dikkat çekmemiz gerekiyor. Libya’nın zengin petrol ve gaz servetlerini askeri bir işgalle, denetim altına alarak halkın tasarrufunu engellemek isteyecek böylesi bir batılı girişim, tüm Araplar ve Libya halkını karşısında bulacağı açıktır.


BAHREYN, ÜRDÜN, YEMEN, IRAK

Bu ülkelerde de Arap halk günü birlik kitlesel gösterileriyle değişim taleplerini dile getirmeye devam ediyor.

Bahreyn, artık diyalogların yetersiz kaldığı bir sürece girdi. Sistemin köklü değişimi, krallığın rejiminin parlamenter rejimi bir biçimde geçişi ve yeni anayasanın hazırlanması yönündeki baskılarını artırmış bulunuyor. Lülüa Meydanında yüz binler toplanmaya başladı. 30 km boyunda 20 km eninde, irili ufaklı 36 kaya adasıyla birlikte toplan 695 km² olan bu küçük ülke, Türkiye’nin en küçük ili Bayburt’tan 6 kat daha küçüktür. Bahreyn’in demografik yapısını hiçe sayan küçük bir aşiretin baskıcı hükmü altında olması artık devam etmezsi mümkün olmayan bir durumdur.

Bahreyn’i medyatik kılan diğer bir unsur da halkının %80’ Şii mezhebe mensup olmasıdır. Hakim aile ise Sünni mezhepten. Bölgedeki gelişmelerinden en karlı çıkan tarafı temsi etmeye devam eden İran’ın yarattığı tedirginlik, Bahreyn halkının “ne Şii ne Sünni biz hepimiz bir vatanın evlatlarıyız” diyerek cevap vermektedir. Bahreyn halkı, mücadelesini daha çok demokrasi ve özgürlük olarak belirlemiş ve bunu kazanma aşamasına kadar çıtayı yükseltmiştir.

Yemen ve Ürdün’de halk diktatörlüğe karşı meydanları boş bırakmadan protestolarını yükselteme devam etmektedir. Artık diyalogu da kabullenmeyen muhalefet güçleri, aldatmalarla zaman tüketmeyeceklerini, diktatörlüğün yıkılmasından daha gaz bir talebe razı olmayacakları ısrarında karırlı bir direniş sergilemektedirler.

Yemen, yaman bir yerdir. Her an silahların patlaması beklenen bir alan. Buna rağmen halk uygar, barışçıl mücadele sınırlarını sonuna kadar zorlamaya çalışmaktadır.

Ürdün’de durum artan bir kitlesel katılımla, daha çok sol güçlerinde etkisi altında yükselen muhalefet, karlık rejiminden çıkmayı parlamenter bir sistemin inşasına kadar taleplerini ilerletmiş bulunmaktadırlar. Orak-çekiçli, kızıl bayraklı, kitlesel katılımlı yürüyüşlerin olduğu tek yer da Ürdün’dür.

Bu yükselişe bu gün 26 Şubat 2011 tarihi itibariyle Moritanya Arap halkının binlerce göstericiyle meydanlara indiği haberleri verilmeye başlandı.

Irak haklı da artık yeter diyerek patladı. Dün Cuma gününü Iraklı gençler, “Öfke Günü” ilan etmişlerdi. Toplumsal adalet adına yola çıkan kitlelerle emniyet kuvvetleri arasında şiddetli çatışmaların yükseldiği,14 Iraklının öldüğü belirtilmektedir. Irak, bu adımla Saddam dönemi dahil bu tarihi kesitin ilk ciddi, bağımsız demokrasi ve özgürlük hareketi ortaya koyduğu söylenebilir.

Bu veriler göstermektedir ki, bölge halkları artık demokratik olmayan, özgürlüğü esas almayan hiçbir yönetime, hükümranlık sürme hakkı tanımayacaktır.


Kıssadan hissemiz ise


Bölgedeki gelişmelerden kaçamayacağımız gerçeğini görerek, iktidarların da halkın da net olarak konumunu belirlemesi gerekmektedir. Daha çok demokrasi ve özgürlük için diyalogu esas almak, barışı öncelikli kılmak, oyalamalara prim vermek anlamına getirilmemelidir.

İktidarların geleneksel oyalamalarla ortaya koydukları duruş, halkın kendi haklarını elde etmek için daha fazla sesiz kalmayacağına da bir işarettir.

Siyaset halk için bir gevdir. İktidarlar, halkın çıkarları için siyasetin merkezindedirler. Geç kalan hak aşılmış bir haktır, böylesi bir durumda daha ileri talepler hak haline getirir.

Kimse kimseyi zora koşmadan, hepimize ait olan bu ülkede hak gaspına son vermemiz gerek.

Hiç yorum yok: