3 Şubat 2011 Perşembe
BALTACILAR
Mihrac Ural
4 Şubat 2011
Mısırlılar "Baltacıya" diyorlar. Bildiğiniz balta kelimesine cıya eki eklenerek sıfat haline gelmiş Lümpeliği ifade eder, ama daha da ötesi, Mısır'da devletin sivil milislerini tanımlar. Ülkemizde bunun tam karşılığı korucu olarak ifade edilebilir. İktidar adına, direnen ve hak talep eden halkı kırmak için baltalarla, satırlarla, beyaz silahın her türüyle hesapsız, yargısız infaz eden kişilere kişilere verilen ad.
Mısır devrimini kırmak için iktidarın sığındığı son şansı baltacılar oldu.Ancak bunlarda püskürtüldü.
Mısır'da her seçimde baltacılar devreye girer ve sonuç %99 Hüsnü Mubarek'in kazandığı ilan edilir. Baltacıların refleksleri yoktur, dönekleri ise çoktur. Güç onlar için tek ölçüdür. Güçlünün yanında olmak. Güçler dengesini bu açıdan çok iyi takip ederler. Safdeğiştirmeleri anlık bir meseledir. Ama nitelikleri hiç değişmez, baltacılığa devam ederler. Bunu ülkemizdeki korucularında da görmek mümkün. Mısırda güç dengesinin tam anlamıyla değiştiğini görmedikleri için hala iktidarın kuklaları olarak işe koyuloyorlar; para, olanak hala bu kaynaktadır.
.
Mısır diktatörlüğü bu güruhları yanlızca halka karşı kullanıyor, kitleler ve kitlesel muhalefetlerde ortaya çıkarıyorlar. Örgütlü bir güç olmaktan çok, koğuş ağaları vastasıyla iş başına çıkıyorlar. Çirkin eylemlerini icra ediyor, ücretlerini alarak ikinci bir emre robot gibi itaat ediyorlar.
SEVRA
Öncelikle Sevra ve devrim kavramına kısa bir açıklık getirmem gerek.
Devrim kavramını burada bütün yönleriyle (siyasi- sosyolojik) ele almayacağım. Daha çok ayaklanma anlamına gelen Sevra kavramı Arapçada güçlü halk ayaklanmalarına yapılan bir adlandırmadır. Daha dar kapsamlı, yaygın ve süreklilik arzeden ayaklanmalara ise İntifada diyorlar. Türkçeye devrim diye tercüme edilen Sevra, iktidar ele geçmese de halk hareketlerine tarihlerinde de Sevra diyorlar. Ünlü gazeteci yazar M.Hasaneyn Heykel Msır'da gelişen olayları "Çağdaş Mısır Tarihinin en gerçekçi halk Sevrası (devrimi) budur" diye tanımlama yaptı. Sevra, Türkçeye tercüme edilen her yazıda Devrim olarak aktarıldı. Bu açıdan Mısır devrimi tanımını son makalelerimde bu algıyla kullanrdığımı belirteceğim. Sonra...
25 Ocak 2011 Mısır devriminin başlangıcıdır.
Mısır devrimi çok hızlı gelişiyor, saatler arası güç dengeleri ve siyasal gelişmeler farklılıklar arzediyor. 25 Ocak 1952 Mısır Polis teşkilatının kuruluş yıldönümüydü. Halk ayaklanmalar bu gün paktlak verdi, Mısırın en büyük şehirlerinde ilçelerinde ve köylerinde milyonlar meydanlara yılların zulmüne karşı direnmeye geçti.
Kimse inanmıyordu. Muhalif siyasi partilere mezar olan Mısır siyasal sahnesine zinde bir güç inmişti. Mısır gençliği. Ne parti ne lider ellerinde sadece internet ağlarındaki sosyal paylaşım siteleriyle Mısır'ın çağdaş tarihinde eşine rastlanmayan bir kitleyi yönlendirmeye başladı. Halkın desteği de inanılmaz bir kolaylıkla açığa çıktı. Meydanları dolduran milyonların bu çağdaş adımın tecellisi oldu.
Gençilğin bu adımı, siyasi partiler üzerine örtülen ölü topraklarını da silkeledi. Partiler mezaarlarından yavaş yavaş çıkmaya başladı; hantal, tecrübesiz, yetersi, kadrosuz olmalarına karşı bu sürece destek verdi.
Büyük şaşkınlık, iktidar partisinin payına düşen bir gelişmeydi. İktidar olayların bir günlük bir şey olacağına emindi ! Ama gelişmeler tersini gösteriyordu. Göstericilerin eylemden sonra evlerine dağılacağı bekleniyordu. Bu da olmadı yüzbinler meydanda yatıyordu, meydanları terk etmeyeceklerini açıklıyorlardı. Tecrübeleri göstermişti ki, eve dönerlerse, iktidar bunları evlerinden tek tek toplayıp işkenceler ve zindanlara dolduracaktı. Sonuna kadar gitmekten başka yol yoktu. Sınırlar aşılmış beklentileri yok edilmişti; kaybedecek hiç bir şeyleri kalmamıştı.
Korku dağları ilk kez böylece aşılıyordu. Bir kırılmadır olan tarihinde ilkez halk devlete karşı dik durulabileceğini görmüştü. Bütün bunlar on yılların birikimile damla damla çoğalan duygu selleriyle oluştu. Halk hep bir ağızdan "El Şaab Yurid İskat el Nizam " diyordu Halk düzenin yıkılmasını istiyordu...
Tunuslu Ünlü Şair Şabi, Arapların dilinden düşmeyen mısraları gerçeğe dönüşyordu...
“Eğer ki halk bir gün özgürce yaşamı isterse,
kader de buna kesinlikle cevap verecektir.
Ve kesinlikle karanlıklar göçecek, zincirler kırılacaktır.” (Tercüme: M.Ural)
Tunusta olduğu gibi Mısır'da da kader halkın talebine cevap verdi.
28 Ocak, Cuma günü gelip çattığında, Mısır halkı bu güne "Gazap Günü" adını verdi. Katılım katlandıkça katlanıyordu. 1 Şubat günü 8 milyon kişinin katıldığı Mısır'ın önemli büyük kentelerindeki "Milyonların Yürüyüşü" böyle başladı. Hüsnü Mubarek diktatörlüğü hızla sarsılmaya başladı, taviz üzerine taviz veren konuşmaları artık kabul edilebilir değildi. Halkın tek bir cevabı vardı İRHAL... DEFOL... Devrimciler, birinci haftalarını bu başarılarla tamamladı. Ancak karşı-devrimin de bir cevabı olacaktı.
"KIŞLIK SARAY SALDIRISI" GİBİ...
İktadar partisi çabuk toparlannmaya, iktidar destekçisi çıkar çevreleri, finas kapital ortakları, dışa bağımlı sermaye çevreleri, Suudi Arabistan'ın, İsrail'in çok yönlü destekleri sunmaya, koltuğunda tutunmaya çalışan Mübarek'i kurtarma planları yapmaya koyuldu. Bu tür durumlarda, diktatörlük rejimlerinin akıllarına ilk gelen şey de meydanları dolduran milyonrların sesini kesmekti. Bunun için tek seçenekleri şiddetti. Bunun için organize olmaya başladılar. 1 Şubat gecesini TV den izleyenler, iktidar partisi sekreterlerinin ertesi gün (2 şubat) neler yapmak istediklerini anlamakta zorlanmıyordu.
Devrimci güçlere "demokratik protesto haklarını kulanabilecekleri" açıklandı. Zaten silahsız olan, barışçıl olmaktan başka bir niyeti olmadığını bir hafta boyunca ortaya koyan göstericiler Tahrir Meydanında dışarı çıkma yasağı saatine kadar gösteri yapabilecekleri söylendi. Üstleri arandı, maydanda gecelemelerine göz yumuldu.
Bu arada Ordu, Tahrir meydanına çıkan her yolu tankları barikat yaparak kapattı. Tek bir yolu açık bıraktı. O da baltacıların toplanacaklarını ilan ettikleri Mustafa Muhmud Meydanıyla, Tahrir meydanını birbirine bağlıyan geniş yoldu.
Sabah erken saatlerinde devlet araçları ve sonradan öğrenildiği üzere iç işleri başkanlığına bağlı polis teşkilatı mensupları, sivil elbiselerle, ellerinde baltalar, satırlar, döner bıçakları, kamalar, sopalar, onlarca at ve deve sırtında ortaçağlara ait savaş tablosunu andıran bir diziliş içinde meydanı doldurmaya başladı. Bütün bu gelişmeler adım adım ordu ve devlet tarafından gözleniyordu.
Baltacılar gerçek anlamda baltalarını yoğun küfür eşliğinde sallayıp durdular. İlk saldırı, yağmur gibi taş atımıyla başladı. Devrimcilerini ellerinde kağıtlardan başka hiç bir şey yoktu. Meydanda yerden koparacakları bir taş bile bulunmuyordu.
Taş yağmuur ardından tekbir sesleriyle, onbinlerece baltacı saldırıya geçti. Meydan savaşları başlamıştı. Bir gön nceki milyonların yürüyüşünden yorgun düşmüş, aç kalmış devrimciler kanlı bir kıyımla yüz yüze kalmışlardı.
Bu gelişmeleri canlı yayında izlerken, fotoğraflardan seyredip sanki içinde yaşadığım bir anı gibi kendimi, 1905 devrimi sırasında Kışlık Saraya yürüyen Rus devrimcileri arasında gördüm. Bu tabloyu Iran-İrak savaşında beyaz silahla yüz yüze gelen onbinlerce askerin vuruşmasında da hatırladım. İnsanın yürüğüne hafakanlar basan bir vuruşma. Önce eli sopalı atlılar saldırdı ve develer dalış yaptı. Dağılan devrimciler, bir anda toplanıp at ve deve sırtındaki baltacaları yere serdi. Ama yine barışçıl davranıyorlardı, bir kaç tokat, belki bir kaç yumruk ve sonrası komitelere teslim başlıyordu. Bu tablo ülkemizde olsa, ele geçen baltacı sağ çıkamazdı.
Meyşdan savaşları kıyamet günü çığlıklarıyla sürdü. Polis arabaları topluluklar üzerine boldozerler gibi girip insanları çiğnedi. İktidar son şansını iki meydan siyasetiyle deniyordu, halkı karşı karşıya getirme ve kırdırmada çare arıyordu. Ancak sonuç alınmadı.
Devrimcilerin meydanı terketmeme kararlığlığı gösterdi. Baltacılar geri çekildi 1500 yaralı o an yere serilmişti. O anın ölü sayısı ise hala belirgin değil, onlarca olduğundan şüphe yok, resmi rakamlar çok daha azı gösterse de... Kimi askerler devrimcilere ateş açma eğilimi gösterirken kimi askerler "halkıma kurşun sıkacağıma intihar ederim" diye silahıkendi ağzına sokup sıkmaya kalkıştığı anlatılıyordu.
Nazımın dediği, " onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır..." (Nızım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı, 8. Bap)
Böl yönet yöntemiyle "Mısır oligarşisi" (M.Hasaneyn Heykel), Mısır halkını bir birine kırdırmak için baltacılardan beklediği sonucu da alamadı. Karşı devrimin bu hamlası geri püskürtüldü.
OLMAK YA DA OLMAMAK
1 Şubat gecesi TV canlı yayında yayınlanan konuşmasında Hüsnü Mübarek, "ne tevris ne temdit" dedi (ne uzatma ne miras). Reformlara söz verdi. Ancak iş işten geçmişti.
Mubarek'in resmi Cumhurbaşkanlığı süresi Eylül 2011'de bitiyor. 8 ayı kalmıştı, ancak halk "bundan sonra her gün bin yıl gibidir, bu diktatörlük altında bir an bile yaşamayacağız" dedi.
Ama Hüsnü Mübarek'in bu karmaşada dikkat çekmeyen bir cümlesi daha vardı. O da; "ben Burada doğdum burada ölürüm". Eski asker yurdunu asla terk etmeyeceğini belirtiyordu. Vuruşma sonuna kadar sürecekti.
Mübarek eski kuşak, darbelerden gelip buralara tünemiş biri. Savaşlara girmiş onurlu dönemler yaşamıştır. İlerleyen zaman bu onuru yemiş bitirmişti. Çevresminde zalimler ve hırsızlar vardı. Ama ne o bunun farkında ne de çevresi çıkarlarından başka bir şeyin farkındaydı. Olaylar başladığında soranlara dile getirmiştim, "ölür de gitmez" demiştim. Şu saatlerde Amerika dahil, dünya liderleri Mübarek'e "şu andan itibaren bırakmalısın" diyor, iktidar barışçıl olarak el değiştirsin diyor. En yakın dostları onu satmıştı. Amerikaya, İsraile güvenmenin bilinen sonu buydu.
Mübarek, Firauvn olduğunu gösteren cevabıyla iktidarı bırakmayacağını belirtiyordu. Baytacılar bir kez daha, gece karanlıklarında molotofkokteyllerle, yakıcı madellerle, gerçek kurşun sıkan silahlarla devrimcilerin toplandığı Tahrir meydanına saldırmaya başladı. 3 Şubat sabahına kadar süren çatışmalarda, yüzlerce insan yaralı 9 da ölü verilmişti (resmi rakamlar).
Baltacılar, gece gündüz işleri başında. Finans kaynağı ise bu olaylarda adı ilk kez anılan Cemal Mubarek'ti; miras yoluyla iktidarın bırakılacağı veliaht. Ancak sonuç yoktu. Şimdi gözler yarın Cuma gününü gözlüyor. DEFOL günü...
Bu günden her türden yayının kesileceği belirtiliyor. Bir kanlı kıyım hazırlığğı işareti gibi korku salınmak isteniyor. Baltacıların son günü böylece başlamış oluyor...
Mısır'da, İki meydan vuruşmasının ilk sonuçları, devrimciler lehine sonuçlandı. Yarın Cuma. Çağrılar yoğun karar günü olacak bir gün. Adı da "Cumatül rahil" ( Defol Cuması).
Firauvn gidecekmi.? Gitmese de Mısır'da bu düzen artık değişmeye mahkumdur. Bitmiştir. Devrim kazanımlarını demokrasi ve özgürlüklerin derinleşmesi veyaygınlaşmasıyla ikame ederse bu kazanç iki kıta ve bölgemiz halkları için büyük bir kazanç olaçaktır.
Kıssadan hisseye gelince,
Baltacılar her ülkenin iktidar sapkınları tarafından halkı kırmak için satın alınırlar. Geldikleri güçle gelir onlarla giderler. Ülkemizde bunların adı korucudur. Onursuzluk, ihanet onların adıdır, kirlilik, çıkar bataklığı onları temsil eder. Satılmaş insan onursuz insandır, itirafçısından ajanlarına, lümpeninden gönüllüsüne bunlar insanlığa karşı bir cürüm şebekesi olarak iş görürler. Demkorasi ve özgürlüğün düşmanı olarak failiyet göstererler, ama tarihin hiç bir döneminde halkın yıkmak istediği bir diktatörlüğü kurtardıkları da görülmemiştir...
Paralı askerler Roma'dan Bizans'a, Osmanlı devşirmelerinden Cumhuriyetin korucularına, Mısır baltacılarına kadar bu şebekeler sahipleriyle birlikte gitmeye mahkumdur.
Ortak ülkemiz hepimizindir. Bu ülkeyi barış içinde bir arada yaşatmanın tek yolu var, demokrasi ve özgürlük içinde diyalogdur.
Yeryüzünün tüm silahları, baltacıları ve korucuları bir araya geelse de halkın haklı taleplerini engelemek mümkün değildir.
Mübarek ve baltacılarının sonu tüm iktidarlara örnek olsun. Mısır halkının yaptıklarıda tüm halklara....
4 Şubat 2011
Mısırlılar "Baltacıya" diyorlar. Bildiğiniz balta kelimesine cıya eki eklenerek sıfat haline gelmiş Lümpeliği ifade eder, ama daha da ötesi, Mısır'da devletin sivil milislerini tanımlar. Ülkemizde bunun tam karşılığı korucu olarak ifade edilebilir. İktidar adına, direnen ve hak talep eden halkı kırmak için baltalarla, satırlarla, beyaz silahın her türüyle hesapsız, yargısız infaz eden kişilere kişilere verilen ad.
Mısır devrimini kırmak için iktidarın sığındığı son şansı baltacılar oldu.Ancak bunlarda püskürtüldü.
Mısır'da her seçimde baltacılar devreye girer ve sonuç %99 Hüsnü Mubarek'in kazandığı ilan edilir. Baltacıların refleksleri yoktur, dönekleri ise çoktur. Güç onlar için tek ölçüdür. Güçlünün yanında olmak. Güçler dengesini bu açıdan çok iyi takip ederler. Safdeğiştirmeleri anlık bir meseledir. Ama nitelikleri hiç değişmez, baltacılığa devam ederler. Bunu ülkemizdeki korucularında da görmek mümkün. Mısırda güç dengesinin tam anlamıyla değiştiğini görmedikleri için hala iktidarın kuklaları olarak işe koyuloyorlar; para, olanak hala bu kaynaktadır.
.
Mısır diktatörlüğü bu güruhları yanlızca halka karşı kullanıyor, kitleler ve kitlesel muhalefetlerde ortaya çıkarıyorlar. Örgütlü bir güç olmaktan çok, koğuş ağaları vastasıyla iş başına çıkıyorlar. Çirkin eylemlerini icra ediyor, ücretlerini alarak ikinci bir emre robot gibi itaat ediyorlar.
SEVRA
Öncelikle Sevra ve devrim kavramına kısa bir açıklık getirmem gerek.
Devrim kavramını burada bütün yönleriyle (siyasi- sosyolojik) ele almayacağım. Daha çok ayaklanma anlamına gelen Sevra kavramı Arapçada güçlü halk ayaklanmalarına yapılan bir adlandırmadır. Daha dar kapsamlı, yaygın ve süreklilik arzeden ayaklanmalara ise İntifada diyorlar. Türkçeye devrim diye tercüme edilen Sevra, iktidar ele geçmese de halk hareketlerine tarihlerinde de Sevra diyorlar. Ünlü gazeteci yazar M.Hasaneyn Heykel Msır'da gelişen olayları "Çağdaş Mısır Tarihinin en gerçekçi halk Sevrası (devrimi) budur" diye tanımlama yaptı. Sevra, Türkçeye tercüme edilen her yazıda Devrim olarak aktarıldı. Bu açıdan Mısır devrimi tanımını son makalelerimde bu algıyla kullanrdığımı belirteceğim. Sonra...
25 Ocak 2011 Mısır devriminin başlangıcıdır.
Mısır devrimi çok hızlı gelişiyor, saatler arası güç dengeleri ve siyasal gelişmeler farklılıklar arzediyor. 25 Ocak 1952 Mısır Polis teşkilatının kuruluş yıldönümüydü. Halk ayaklanmalar bu gün paktlak verdi, Mısırın en büyük şehirlerinde ilçelerinde ve köylerinde milyonlar meydanlara yılların zulmüne karşı direnmeye geçti.
Kimse inanmıyordu. Muhalif siyasi partilere mezar olan Mısır siyasal sahnesine zinde bir güç inmişti. Mısır gençliği. Ne parti ne lider ellerinde sadece internet ağlarındaki sosyal paylaşım siteleriyle Mısır'ın çağdaş tarihinde eşine rastlanmayan bir kitleyi yönlendirmeye başladı. Halkın desteği de inanılmaz bir kolaylıkla açığa çıktı. Meydanları dolduran milyonların bu çağdaş adımın tecellisi oldu.
Gençilğin bu adımı, siyasi partiler üzerine örtülen ölü topraklarını da silkeledi. Partiler mezaarlarından yavaş yavaş çıkmaya başladı; hantal, tecrübesiz, yetersi, kadrosuz olmalarına karşı bu sürece destek verdi.
Büyük şaşkınlık, iktidar partisinin payına düşen bir gelişmeydi. İktidar olayların bir günlük bir şey olacağına emindi ! Ama gelişmeler tersini gösteriyordu. Göstericilerin eylemden sonra evlerine dağılacağı bekleniyordu. Bu da olmadı yüzbinler meydanda yatıyordu, meydanları terk etmeyeceklerini açıklıyorlardı. Tecrübeleri göstermişti ki, eve dönerlerse, iktidar bunları evlerinden tek tek toplayıp işkenceler ve zindanlara dolduracaktı. Sonuna kadar gitmekten başka yol yoktu. Sınırlar aşılmış beklentileri yok edilmişti; kaybedecek hiç bir şeyleri kalmamıştı.
Korku dağları ilk kez böylece aşılıyordu. Bir kırılmadır olan tarihinde ilkez halk devlete karşı dik durulabileceğini görmüştü. Bütün bunlar on yılların birikimile damla damla çoğalan duygu selleriyle oluştu. Halk hep bir ağızdan "El Şaab Yurid İskat el Nizam " diyordu Halk düzenin yıkılmasını istiyordu...
Tunuslu Ünlü Şair Şabi, Arapların dilinden düşmeyen mısraları gerçeğe dönüşyordu...
“Eğer ki halk bir gün özgürce yaşamı isterse,
kader de buna kesinlikle cevap verecektir.
Ve kesinlikle karanlıklar göçecek, zincirler kırılacaktır.” (Tercüme: M.Ural)
Tunusta olduğu gibi Mısır'da da kader halkın talebine cevap verdi.
28 Ocak, Cuma günü gelip çattığında, Mısır halkı bu güne "Gazap Günü" adını verdi. Katılım katlandıkça katlanıyordu. 1 Şubat günü 8 milyon kişinin katıldığı Mısır'ın önemli büyük kentelerindeki "Milyonların Yürüyüşü" böyle başladı. Hüsnü Mubarek diktatörlüğü hızla sarsılmaya başladı, taviz üzerine taviz veren konuşmaları artık kabul edilebilir değildi. Halkın tek bir cevabı vardı İRHAL... DEFOL... Devrimciler, birinci haftalarını bu başarılarla tamamladı. Ancak karşı-devrimin de bir cevabı olacaktı.
"KIŞLIK SARAY SALDIRISI" GİBİ...
İktadar partisi çabuk toparlannmaya, iktidar destekçisi çıkar çevreleri, finas kapital ortakları, dışa bağımlı sermaye çevreleri, Suudi Arabistan'ın, İsrail'in çok yönlü destekleri sunmaya, koltuğunda tutunmaya çalışan Mübarek'i kurtarma planları yapmaya koyuldu. Bu tür durumlarda, diktatörlük rejimlerinin akıllarına ilk gelen şey de meydanları dolduran milyonrların sesini kesmekti. Bunun için tek seçenekleri şiddetti. Bunun için organize olmaya başladılar. 1 Şubat gecesini TV den izleyenler, iktidar partisi sekreterlerinin ertesi gün (2 şubat) neler yapmak istediklerini anlamakta zorlanmıyordu.
Devrimci güçlere "demokratik protesto haklarını kulanabilecekleri" açıklandı. Zaten silahsız olan, barışçıl olmaktan başka bir niyeti olmadığını bir hafta boyunca ortaya koyan göstericiler Tahrir Meydanında dışarı çıkma yasağı saatine kadar gösteri yapabilecekleri söylendi. Üstleri arandı, maydanda gecelemelerine göz yumuldu.
Bu arada Ordu, Tahrir meydanına çıkan her yolu tankları barikat yaparak kapattı. Tek bir yolu açık bıraktı. O da baltacıların toplanacaklarını ilan ettikleri Mustafa Muhmud Meydanıyla, Tahrir meydanını birbirine bağlıyan geniş yoldu.
Sabah erken saatlerinde devlet araçları ve sonradan öğrenildiği üzere iç işleri başkanlığına bağlı polis teşkilatı mensupları, sivil elbiselerle, ellerinde baltalar, satırlar, döner bıçakları, kamalar, sopalar, onlarca at ve deve sırtında ortaçağlara ait savaş tablosunu andıran bir diziliş içinde meydanı doldurmaya başladı. Bütün bu gelişmeler adım adım ordu ve devlet tarafından gözleniyordu.
Baltacılar gerçek anlamda baltalarını yoğun küfür eşliğinde sallayıp durdular. İlk saldırı, yağmur gibi taş atımıyla başladı. Devrimcilerini ellerinde kağıtlardan başka hiç bir şey yoktu. Meydanda yerden koparacakları bir taş bile bulunmuyordu.
Taş yağmuur ardından tekbir sesleriyle, onbinlerece baltacı saldırıya geçti. Meydan savaşları başlamıştı. Bir gön nceki milyonların yürüyüşünden yorgun düşmüş, aç kalmış devrimciler kanlı bir kıyımla yüz yüze kalmışlardı.
Bu gelişmeleri canlı yayında izlerken, fotoğraflardan seyredip sanki içinde yaşadığım bir anı gibi kendimi, 1905 devrimi sırasında Kışlık Saraya yürüyen Rus devrimcileri arasında gördüm. Bu tabloyu Iran-İrak savaşında beyaz silahla yüz yüze gelen onbinlerce askerin vuruşmasında da hatırladım. İnsanın yürüğüne hafakanlar basan bir vuruşma. Önce eli sopalı atlılar saldırdı ve develer dalış yaptı. Dağılan devrimciler, bir anda toplanıp at ve deve sırtındaki baltacaları yere serdi. Ama yine barışçıl davranıyorlardı, bir kaç tokat, belki bir kaç yumruk ve sonrası komitelere teslim başlıyordu. Bu tablo ülkemizde olsa, ele geçen baltacı sağ çıkamazdı.
Meyşdan savaşları kıyamet günü çığlıklarıyla sürdü. Polis arabaları topluluklar üzerine boldozerler gibi girip insanları çiğnedi. İktidar son şansını iki meydan siyasetiyle deniyordu, halkı karşı karşıya getirme ve kırdırmada çare arıyordu. Ancak sonuç alınmadı.
Devrimcilerin meydanı terketmeme kararlığlığı gösterdi. Baltacılar geri çekildi 1500 yaralı o an yere serilmişti. O anın ölü sayısı ise hala belirgin değil, onlarca olduğundan şüphe yok, resmi rakamlar çok daha azı gösterse de... Kimi askerler devrimcilere ateş açma eğilimi gösterirken kimi askerler "halkıma kurşun sıkacağıma intihar ederim" diye silahıkendi ağzına sokup sıkmaya kalkıştığı anlatılıyordu.
Nazımın dediği, " onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır..." (Nızım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı, 8. Bap)
Böl yönet yöntemiyle "Mısır oligarşisi" (M.Hasaneyn Heykel), Mısır halkını bir birine kırdırmak için baltacılardan beklediği sonucu da alamadı. Karşı devrimin bu hamlası geri püskürtüldü.
OLMAK YA DA OLMAMAK
1 Şubat gecesi TV canlı yayında yayınlanan konuşmasında Hüsnü Mübarek, "ne tevris ne temdit" dedi (ne uzatma ne miras). Reformlara söz verdi. Ancak iş işten geçmişti.
Mubarek'in resmi Cumhurbaşkanlığı süresi Eylül 2011'de bitiyor. 8 ayı kalmıştı, ancak halk "bundan sonra her gün bin yıl gibidir, bu diktatörlük altında bir an bile yaşamayacağız" dedi.
Ama Hüsnü Mübarek'in bu karmaşada dikkat çekmeyen bir cümlesi daha vardı. O da; "ben Burada doğdum burada ölürüm". Eski asker yurdunu asla terk etmeyeceğini belirtiyordu. Vuruşma sonuna kadar sürecekti.
Mübarek eski kuşak, darbelerden gelip buralara tünemiş biri. Savaşlara girmiş onurlu dönemler yaşamıştır. İlerleyen zaman bu onuru yemiş bitirmişti. Çevresminde zalimler ve hırsızlar vardı. Ama ne o bunun farkında ne de çevresi çıkarlarından başka bir şeyin farkındaydı. Olaylar başladığında soranlara dile getirmiştim, "ölür de gitmez" demiştim. Şu saatlerde Amerika dahil, dünya liderleri Mübarek'e "şu andan itibaren bırakmalısın" diyor, iktidar barışçıl olarak el değiştirsin diyor. En yakın dostları onu satmıştı. Amerikaya, İsraile güvenmenin bilinen sonu buydu.
Mübarek, Firauvn olduğunu gösteren cevabıyla iktidarı bırakmayacağını belirtiyordu. Baytacılar bir kez daha, gece karanlıklarında molotofkokteyllerle, yakıcı madellerle, gerçek kurşun sıkan silahlarla devrimcilerin toplandığı Tahrir meydanına saldırmaya başladı. 3 Şubat sabahına kadar süren çatışmalarda, yüzlerce insan yaralı 9 da ölü verilmişti (resmi rakamlar).
Baltacılar, gece gündüz işleri başında. Finans kaynağı ise bu olaylarda adı ilk kez anılan Cemal Mubarek'ti; miras yoluyla iktidarın bırakılacağı veliaht. Ancak sonuç yoktu. Şimdi gözler yarın Cuma gününü gözlüyor. DEFOL günü...
Bu günden her türden yayının kesileceği belirtiliyor. Bir kanlı kıyım hazırlığğı işareti gibi korku salınmak isteniyor. Baltacıların son günü böylece başlamış oluyor...
Mısır'da, İki meydan vuruşmasının ilk sonuçları, devrimciler lehine sonuçlandı. Yarın Cuma. Çağrılar yoğun karar günü olacak bir gün. Adı da "Cumatül rahil" ( Defol Cuması).
Firauvn gidecekmi.? Gitmese de Mısır'da bu düzen artık değişmeye mahkumdur. Bitmiştir. Devrim kazanımlarını demokrasi ve özgürlüklerin derinleşmesi veyaygınlaşmasıyla ikame ederse bu kazanç iki kıta ve bölgemiz halkları için büyük bir kazanç olaçaktır.
Kıssadan hisseye gelince,
Baltacılar her ülkenin iktidar sapkınları tarafından halkı kırmak için satın alınırlar. Geldikleri güçle gelir onlarla giderler. Ülkemizde bunların adı korucudur. Onursuzluk, ihanet onların adıdır, kirlilik, çıkar bataklığı onları temsil eder. Satılmaş insan onursuz insandır, itirafçısından ajanlarına, lümpeninden gönüllüsüne bunlar insanlığa karşı bir cürüm şebekesi olarak iş görürler. Demkorasi ve özgürlüğün düşmanı olarak failiyet göstererler, ama tarihin hiç bir döneminde halkın yıkmak istediği bir diktatörlüğü kurtardıkları da görülmemiştir...
Paralı askerler Roma'dan Bizans'a, Osmanlı devşirmelerinden Cumhuriyetin korucularına, Mısır baltacılarına kadar bu şebekeler sahipleriyle birlikte gitmeye mahkumdur.
Ortak ülkemiz hepimizindir. Bu ülkeyi barış içinde bir arada yaşatmanın tek yolu var, demokrasi ve özgürlük içinde diyalogdur.
Yeryüzünün tüm silahları, baltacıları ve korucuları bir araya geelse de halkın haklı taleplerini engelemek mümkün değildir.
Mübarek ve baltacılarının sonu tüm iktidarlara örnek olsun. Mısır halkının yaptıklarıda tüm halklara....
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder