HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

4 Şubat 2011 Cuma

MISIR DEVRİMİ ve PANDORA'NIN KUTUSU

Mihrac Ural

5 Ocak 2011


4 Ocak 2011 Cuma günü itibariyle Mısır devrimi bir barikat daha aşmış oldu. 2 ve 3 Şubat günü geceli gündüzlü devam eden İktadar yanlısı Baltacı saldırıları bu gün son buldu. Yeni başbakan, olanlardan özür dileyerek, saldırıları engelleneceğine söz vermesine rağmen, iki gün boyunca devam eden kanlı saldırılar, Devrimci güçlerin "Cumatül Rahil" (Defolma Cuması) çağırsına cevap veren milyonlar meydana indikçe geriledi. Baltacılar sahipsiz kaldı, süratle dağıldı.

4 Şubat Cuma çok önemli bir gündü. Korkuların kıralıp kırılmayacağını belirleyecek en keskin dönemeç günüydü. Tahrir meydanındaki göstericilerin sayısı geriledikçe artan baltacı saldırıları, panik ve korkuyu öne çıkarmıştı. Karşı-devrim güçleri meydanı ele geçirme ihtimali bile belirmişti. Ordu tarafsız gibiydi o kadar, ancak devrimcilerden yana değildi.

Bu Cuma beklenenden çok daha büyük bir katılımla, devrimin ısrarla sürdüreleceği ilan edilmiş oldu. Mısır halkı korku barikatının bir dönemicini daha böylece aşmıştı; devrimciler kararlılıklarını bir kez daha sınamış, süreci sonuna kadar götüreceğini ilan etmişti.

Olayı TV'den izleyenlerin görmediği, Türkçe yaylarda ise hiç bilinmeyen bir başka gerçek de, Mısır devrimi sadece İskenderiye ve Kahire'de halkın milyonlarca kitlelerle meydanlara inmesinden ibaret değildir. Farklı kaynaklardan da biliyoruz ki, Mısır'ın tüm şehirlerinde, kasaba ve köylerinde de devrimci gösteriler sürmektedir. Kahire ve İskenderiye yanı sıra, Tanta, İsmailiye, Dimyat, Süveyş, Zagazik ve Gazze ile sınır olan Refah kasabasında da yüzbinler meydanları doldurmuştur. 4 Şubat 2011 Cuma itibariyle gösteriler 10 milyona yaklaştığı belirtilmektedir.

En dikkat çeken veri ise, devrimci gençlerin ilk adımdaki temel siyasi taleplerinin dev bir falmayla Tahrir meydanında asmalarıydı. Flama 7 madde içeriyordu. "1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"

Mısır devrimi bu barikatı aştıktan sonra önünde çok karmaşık yeni dönemlerle yüz yüze kalacaktır. Henüz Mübarek koltuğunda, ekibi çevresinde devletin tüm kurumları da elindedir. Arap gericiliği ve kimi Medya etkinliklerinden de (Suudi Arabistan merkezli El Arabiya TV gibi) yoğun destek almaya devam ediyor. Yeni meyned gösterileri devam edecek tahrir meyrdanı hep elde tutulacak ve günü birlik belki saat başı gelişmelerin zorluklarıyla da mücadele edilecektir. Bu da mücadelenin devede kulak kısmıdır...

Dolaysıyla, Tahrir meydanındaki büyük falamda dile gelen 7 maddelik siyasi talep ilanı, buz dağının görünen kısmı sayılmaladır. Devrim, bu taleplerin çok ötesinde, Mısır'ın Sedat ve Mübarek dönemlerine ait tüm kurum ve kuruluşların, anayasa ve yasaların iç ve dış politikaların stratejik olarak yeniden dizayn edilmesine yönelecektir. Bu ise, Mısır'da Pandoranın kutusunun açılacağına kuvvetli bir işarettir.

Buraya kadar her şey çok olumlu ve normal. Mısır devrimi üzerine kapsamlı yorumları sonra yapacağım. Ancak önemli anektodlar üzerinde kısa kısa durmak sürecin nereye doğru yol aldığını anlama açısından önem taşıyor.



PANDORANIN KUTUSU


Efasneyi bilmeyen okur yok gibidir. Zeus, başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan çamurla suyu karıştarırak bir kadın yaratmasını ister. Tüm tanrılardan da bu yaratıma kendilerinden katkı yapmalarını belirtir. Yer yüzünün en güzel kadını böyle yaratılmış olur. Adını da "armağanların tümü" anlamına gelen Yunancadan Pndora diye koyarlar. Zeus Pandoraya gizemli bir kutu verir ve ona tembih eder; bu kutu insanlığın mutluluğunu da kötülüklerini de taşıyor, sakın açma ve kimsenin açmasına müsaade etme der, böylece Pandora'yı, Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olmak üzere yer yüzüne indirir.

Pandora bu gizemli kutunun cazibesine dayanmaz ve açar. İnsanlığa musallat olacak tüm kötülükler bir anda dışarı fırlar ve insanlığa yayılır. Pandora hatasını anlar ve kutuyu kapatır. Herzamanki halleriyle en geç gelen ümitler ve mutluluklar geride kalır. Kutu kapanmıştır, umutlar bu kutu içinde umutlarımız olarak beklentilerimize yol açar. Kötülükler ise bilinen hızlarıyla yayılır durur. Toparlanmaz hale gelir. Böylece Zeus ilk kadını, beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam aldığı tasvir edilir.

Mısır'da da Pandora'nın kutusu açıldı. Ama ne Zeus'un gönderdiği ilk kadınla ne de gizemli kutuyla. Tersine Mısır Arap kadını, tarihinin en görkemli tutumunu ortaya koyarak erkeğin yanında omuz omuza insanlığa olumlu mesaj vermek üzere, tüm tehlikeleri göze alarak meydanlara indi. Üstelik hüküm süren tüm kötülükleri yok etmek için, narin kollarını sıvadı.

Buna rağmen açılan bir Pandora kutusudur demek yanlış değildir. Gelişmeler uzun yıllar sürecek bir çekişme ortamının ilk işaretlerini böylece vermiş yoldu. Burada gizemli kutunun sahibi Zeus değil Firauvn, kötülükleri saçan da çevresi.

Mısır, çağdaş tarihinin tüm değerlerini enine boyuna tartışacağının ilk işaretlerini bu devrimle vermeye başladı. Denebilir ki, bunları tartışmak çok erken. Evet doğrudur. Ancak ülkemiz okurunun bu günkü gelişmeleri de kavraması açasından önem taşıyan bir kaç başlık altında bunlara işaret etmeyi gerekli görüyorum.

Mısır devrimi, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimdir. Basit bireysel beyaz silahı (bıçak gibi) bile olmayan bir devrim. Mısır devrimi, Türkçe algılarımızda yer alan tarihsel devrimler gibi bir devrim değildir. Siyasal iktidarın devrimlmesi anlamında da bir devrim değildir. Bir önceki makalemde anlatmaya çalıştım, Sevra büyük halk isyanı, ayaklanmasıdır. Devrime yol açabilir de açmayabilir de. Ama tarihe sevra olarak geçer.Türkçede ayaklanmaya devrim demek için, iktidarın ele geçimiş olması gerek; aksi takdirde buna isyan ya da sonuçsuz kalmış ayaklanma denir. Arapçada, halkın ayaklanması sevra olarak anılır. Türkeçede bu kelimenin karşılığı devrim olarak tercüme ediliyor (Devrim, devirmek fiilinden gelmesi anlamında Arapça İnkalap kelimesinin karşılığıdır, bu ise Türkçede darbe kelimesinin eski türkçesi olarak kullanılıyor)

Mısır Sevrası bir ıslahat (reform) hareketidir. Talep ve hedefleriyle, yanlış giden bir süreci, yanlış kurugulanmış bir yapıyı yeniden dizayn etem çabasını önde tutün bir harekettir. İlerleyen her gün, bu hareketin amaç ve hedefleri de belirginlik kazanmaya başlamıştır. Bunlar belirdikçe de Pandora'nın kutusundan nelerin dışarda olduğunu anlamak güç değildir.

Bu açıdan devrimin 25 Ocak 2011 başlanğıç tarihi beli olmasına karşın, bitiş tarihini belirlemek güç olacaktır. Çok şey tartışılacak, taş üzerine taş konarak, çağdaş dünya normlarında bir demokrasi ve özgürlük ortamına girilebilicektir. Bu gün için söylenebilecek en kesin şey, bu kapının geri dönülmez biçimde açıldığıdır. Mısır ve bölge halklarının çok önemli kazanımları olacağıdır.

Mısır devriminin bileşkesi ne sınıflar ne de inançlardır; tüm sınıflardan insanlar ve tüm inançlardan devrimcilerin yer aldığı gerçek bir halk hareketidir. Bu nedenle de kendi aralarında zamanın öğütücü etkisiyle uyumlu çalışan dişlilere sahip olmaları zaman alacaktır. Bu dişlilerin uyumu için büyük bedeller de ödenebilir, Pandora'nın kutusu tas tamam bu noktada anlam bulur.

Bu kapsamda ele alınması gereken güçleri ve olayları kısaca şöyle sıralayabiliriz.


A) MÜSLÜMAN KARDEŞLER


Müslüman Kardeşler Örgütü, gösterilere üç gün gecikmeyle, hayır hah tedirginliğiyle katılımıştır. Bu kimsenin gözünden kaçmayan bir büyük ayrıntıdır.

Devrim ateşini yakan gençlerin, kitlelerin dini refernaslara hiç de olumlu yaklaşmaması Müslüman Kardeşlele aralarına bilinçlice mesafe koyma çabası bu açıdan yarının düellolarına da bir gönderme gibidir.

Müslüman Kardeşler, en kadim (Hasan El Benna önderliğinde 1928'den beri) ve en örgütlü, üstelik 20 ve 21. yüzyılın en çok bedel ödeyen siyasal örgütüdür. Çık sıkı bağlarla birbirine bağılı, hiyararşik ve yaygın gücüyle, her boşluğu doldurabilecek bir yapıya ve esnekliğe sahip. Üstelik eskisi gibi ekstrem değiller.

Dikkatli bir izleyicin yakalamakta zorlanmayacağı bir gerçek de bu süreçte, Müslüman Kardeşlerin adlarını öne çıkarmama, kendi temsilcilerini geride tutma, altarnatifleri kendilerinden göstermeme gibi özel davranış içindedirler. Çünkü onlar da biliyorlar ki, Mısır artık 20. yüzyılın Mısırı değildir; başarı, hakimiyet tek bir siyasal eğilimin ne elinde ne de sultası altında olabilir. Bu çağ geride kaldı. Yeni bir iktidar ya da hükümet kurulacaksa, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan oluşumları kapsayacaktır. 20 Yüzyılın tek düzeliği, tek boyutluluğu geride kalmış bir tercihtir.

Müslüman Kardeşler, son on yıl içinde ciddi bir biçimde İran'la dirsek teması içinde olduğu bilinmektedir. Ali Hameney 4 Şubat 2011 Cuma hutbesinde özel olarak Mısır ve tarihi üzerine üstelik Arapça yaptığı hutbe dinlenmeye değerdi; Mısır halkına, tarihi şahsiyetlerine ve Müslüman kesimlerine büyük övgüler yaptı. İran halkının devrimden yana açık tutum aldığını söyledi.

Şiilerin, Hz. Ali dışındaki halifelere karşı duruşları malum (Teberra). Peygamberin eşi Ayşe ile ilgili tutumları da öyle. Ancak Ali Hameney, Arapların El Ezher fetvalarıyla kışkırtılan Şii-Sünni gerginliğini gidermek ve Müslüman kardeşlerin İran'la ilişkilerinde daha rahat olmalarını sağlayacak girişimleri az değildir: bunun en önemlisi, peygamberin eşine hakaret (teberra) edilmemesi gerektiğini ilan eden fetvadır (7 Ekim 2010).

Ayrıca, Lübnan Hizbullah'ının son on yılda ortaya koyduğu başarılı performans, Müslüman Kardeşleri derinden etkilediği bilinmektedir. Bu iki güç arasında önemli yakınlaşmalar gündeme gelmiştirtir. Gazze savaşı sırasında Filistinlilere yardım eden Hizbullah militanları, Mısır istihbaratı tarafından yakalanıp, yargılanarak mahkum edilme sürecinde (bu ekip, devrimin ilk haftasında zindanlardan kaçmayı başararak Lübnana ulaştıkları TV haberlerinde yer aldı) Müslüman Kardeşler örgütünün adı geçmese de, basın açıklamalarında bu iki gücün arasındaki olumlu hava ve ilişki herkesçe bilinmektedir.

İktidar Çoğunluğu sünni olan Mısır halkı indinde, Müslüman kardeşleri yıpratmak için yapılan karalamalarda "İran'ın beşinci kolu, Şii kuklaları" en sık kulanılan söylemdir. Bütün bunlar, devrim dalgası ardından Müslüman Kardeşleri bekleyen sorunlar olacaktır.

Müslüman kardeşler, Sünni İslam aleminin müracaat kaynaklarından biri olan El Ezher'le çatışma halindedir. Bu gelişmelerde El Ezher ününden çok şey kaybetti. Halkına karşı durdu, iktidar yanlısı tutum aldı. Ezher kurumu bu süreci bedelsiz atlatamaz. Bu, bir yandan gerginlik noktalarından biri olarak yerini alacağı gibi, hangi islam konusunda Müslüman Kardeşler'le Ezher arasındaki kadim çatışmayı da artan bir biçimde açığa çıkaracaktır.

İslam Mısırd'a kendi tarihiyle bir hesaplaşma içinde olacaktır. Bu bitip tükenmez tartışma ve çatışmaların da kaynağı olacak.

.

B) ESKİ PARTİLER



Eski partiler pek çoktur. Önceki makalemde belirtmiştim.

"Mısır siyasi parti mezarlığı gibidir, 75 siyasi parti olduğu söylenir. Önemsenebilir 5-6 partiden söz etmek daha doğrudur (iktidardaki Demokratik Vatan Partisi, Muhammed Bedii önderliğindeki Müslüman Kardeşler Örgütü (cemaati), Rıfat Saad önderliğindeki Tecammu Partisi, Eymen Nur önderliğindeki Ğad (Gelecek) Partisi, Hamed Abaza önderliğinde Yeni Wafd partisi, Kerami Partisi, Ahrar Partisi, Amel Partisi, Nasırcı parti, Kifaya hareketi vb)" (M. Ural "Mısır Devrimi Sırat Köprüsünde" başlıklı makale)

Bu partilerin liberal olanları, Wafd, Tecammu, Ahrar ve kimi kitlesel tabanı olan siyasi şahsiyetler, devrim saflarında gösterilere katılmaktadır. Bu katılımların, devrimin gidişinde riskli duruşlar sergilediği de bilinmektedir. İktidarın zamana oynayan öneri ve yaklaşımlarına bu partiler kararsı tutumlar sergilemektedirler. Her yönüyle marjinal bu partiler, devrimin ana kitlesi olan gençlerin örgütsüz, lidersiz ve barışçıl çizgileri karşısında bir adım önde durduklarını söylemek yanlış değildir. Sular durulduğunda, gençler örgütsüz ve lidersiz olmaya devam edip evlerine çekilmeleri halinde, bunların oynayacağı rol hiçte iyi bir rol olmayacaktır. Artan demokrasi ve özgürlük taleplerinin ayak bağlı olmaları yüksek bir ihtimaldir.

Bu güçler, Pandora kutusunun dışarıya saçılan kesimleri olarak siyasal sahneyi kirletecek, devrimin temel kazanımlarını sulandıracak kesimlerdir. Bunlar, devrim sonrası faturaların büyümesine, yozlaşmanın artmasına ve gelişmelerin barikatı olmaya adaydır.



C) ORDU

Bir çok yorumcunun aksine bu satırların yazarı, Mısır ordusunu içinde çok olumlu unsurlar olmasına rağmen örgütlü güçler arasında en tehlikeli güç olarak tespit eder.

Bu ordunun stratejisi Camp David anlaşmasıyla birlikte tepe taklak olmuştur. Mısır ordusu, kelimenin geniş anlamıyla ruhunu kaybetmiş bir ordudur. Ne ulusal ne de ülkesel algıları, Mısır'ın tarihsel rolüne uygun değildir. Bölgenin, coğrafi, siyasi, sosyal teammüllerine bir darbe olarak ikame edilen Sedatçı Amerikan yanlısı, siyonistlere teslimle sonuçlanan tüm süreçlerin tek koruyucu gücü bu ordu olmuştur.

Bu ordu ayrıca hortumcuların, kamu servetlerini şahsi çıkarları için emen vampir generallerin ordusudur. Bunun belgeleri basında uzun zamandan beri yer almaktadır. Bu haliyle Mısır ordusu, devrimden en çok korkan, yarınki yargılanmalardan en çok tedirgin olan üst kademesiyle asla devrimcilerin lehine bir tutum içinde olmayı tercih etmeyen bir ordu konumundadır; arada duruşuyla, iktidarın sakin ve kontrol edilebilir bir yolla el değiştirmesine, yani Sedat'tan Mübarek'e devam eden sürecin, kesintiye uğramadan Ömer Süleyman'a geçmesi için zamana oynayan bir rol üstlenmiştir. Bu rol, ABD ve İsrail için yaşamsal bir değerdedir.

25 Ocak 2011 devrimin ilk günüden bu güne, Orduya ait olumlu bir tek tutum sergilenmemiştir. Basın açıklamalarında "Halka karşı silah kullanılmayacaktır, halkın haklı talepleri anlayışla karşılanıyor" denmesi ise, yükselen tepkileri sakinleştirme çabasıdır. Zamana endeksli her açıklamanın iktidar lehine olduğunun bilincindedir.

2 şubat olaylarında ise ordu, baltacılara kolaylık sağlayandır. Kimi yorumcuların, ülkemizle ilgili tarih bilinç altlarından çıkarıp getirdikleri "ordu kılıcını indirdi" söylemine atfen, Mısır ordusu için "Böylece Ordu başından beri, önce ateş etmeyerek, sonra mitinge emniyet garantisi vererek, değişimin ebesi; doğamayan çocuğun doğmasına sezeryanla yardım eden doktor işlevinin sürdürdü." (D. Küçükaydın) demek, çok talihsiz bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, geçmişte Türkiye için ne kadar yanlışsa Mısır'ın bu günü ve yarını için de o kadar yanlıştır. Olayları "uzaktan yorumlamak", bu hataları hep taşır diyeceğim, daha yakın bakmak gerek.

Mısır ordusu, Okayunslardan Körfeze uzanan, ortadoğu, Afrika ve Asya'yı etkileyen Arap ulusunun ve bölge halklarının çıkarlarını çok kaba bir biçimde, yıllık 1 milyar 300 milyon dolara satmıştır demek yanlış değildir; Camp David anlaşmasının korunmnası koşuluyla Amerikanın Mısır ordusuna ödediği yıllık prim budur. Detaylar ise belgelerle bir çok devrimci kesmin elinde, demokratik bir adelet ortamında dava konusu olmak üzere hazır beklemektedir.

1 Milyon askeri olan bu orduda her eskere (Subay ve erat) 1000 küsur dolar düşer. Bunun üst subaylara daha fazla, askerele ise hiç denecek kadar az düştüğünü hesap ettiğimizde, bu ordunun göbek bağlarını anlamak zor olmayacaktır.

ABD ve İsrail'in ısrarla, yeni atanan Cumhurbaşkanı yardımcısı eski istihbaratçı general Ömer Süleyman'ın, iktidarı yıpranmış Mübarekten devralması yönünde yapılan ısrarın anlamı da böylesi bir yere oturyor. ABD ve İsrail ısrarla bunu istemektedir. Bu nedenle Doğu-Avrupa'da, Kafkaslarda Sovyet artığı iktidarlara ve liderlerine karşı açık ve sert tavır alırken, Mısır'da iktidarın yumuşakça el değiştirmesinden söz etmesi ve Ömer Süleyman'ı, Mısır'a yönelik resmi mesajlarında adıyla anılan tek muhatap olarak telafuz etmesi bundandır.

Devrim kazanırsa, malum kutudan çıkan şer unsurları arasında ordu ilk sıradadır. Gelecek tartışmaların merkezinde ordu oturacaktır.

4 Şubat Cuma gösterilerinin merkezi meydanında dev bir flama açıldığından söz ettim.. Orada devrimcilerin 7 maddelik talepleri yer alıyordu;
"1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"

Devrim bunlarla mı kalacaktır ? Elbetteki, hayır. Ülkenin tüm stratejik yönelimleri tartışılacak ve yeniden dizayan edilecektir. Bu ise, sonu belli olmayan bir gerginlik ve çatışma sürecidir. Ordu bunun merkezinde olacaktır.


D) DIŞ POLİTİKA


Bu konu Mısır devriminin kader konusudur. Esas kapışmalar da bu konu üzerinde olacaktır. Arap ulusu, 22 devlet içine dağılmış halkına rağmen bir ulus olduğunun en somut ifadesi olan dış politikadaki ortak duygu ve davranış eğilimleri, yeni Mısır şekillenirken gündemin temel konusu olarak yerini alacaktır. Bu konuyu uzunca ayrıca işleyeceğim. Ancak özetle şunu belirtmeliyim.

İçine kapanan devlet politikasıyla çürüyen Mısır, dış politikada Amerika-İsrail kuklası bir üçüncü sınıf ülke konumuna düşmüştür. Mısır devrimi, aş ve işten çok demokrasi ve özgürlük talebiyse, aynı zamanda Filistin davası konusunda siyonizme karşı bir tepki ve Amerikan kuklalığından da özgürleşme devrimidir.

Bu devrim, 20. Yüzyıla ait kıstaslarla algılanacak bir milli bir devrim ya da milli güçlerin devrimi değildir. 21. Yüz Yılda devrimci güçlerin yönelimi, daha çok demokrasi ve özgürlüktür.
Evrensel talep bu yöndedir, küresel açılımın ve gelecek toplumun kuruluşu için gerekli alan temizliğinin devrim görevleri de buradadır. Mısır devriminin ana gücü ve dinamiği olan kesimlerin, gençlerin yaptığı öncülüğün de anlamı budur; sanal örgütlenmenin sırı da gücü de burda yatıyor. Bu yanıyla, Filistin davası ulusal olduğu kadar evrensel insan hakları davası olması bu devrimin temel konuları arasında yer alacağını gösterir. Ülkemizde Kürt halkdavasının çağdaş düşünce çevresinde almakta olduğu demokratik yol da bunun bir işaretidir.

Mısır devrimi, Mısır halkına ve bölge halklarına zulüm olarak dayatılan politikaların esaretinden kurtulma çabasındadır. Bu kapsamda dış politikanın temelden değişme durumunda olacaktır. Irak savaşında, Gazze savaşında Mübarek diktatörlüğünün aldığı tutum, bir ulusun onursuzluk bataklığında boğulması için yeter de artar. Mısır devrimi bu bataklıktan çıkma çabasıdır.

Devrimin bu açılımlarına, düzenin ayakta kalan güçleri direnme gösterecektir. Bu gün devrim dalgası üzerinde sörf yapan eskimiş siyasi algılarda direnme gösterecektir. Baltacıların küçük bir saldırısı karşısında ürken ve meydanı terk edeceğini açıklayanlar, bu tür geri dönüş direnci içinde boy gösterecekleri açıktır. Bunu iktidarda pay alarak yapacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.

Mısır devrimi, bu günden itibaren on yıla yayılan med ve cezir içinde kendi yolunu bulmaya çalışacak. Ancak ne olursa olsun, bu devrmin bölgemizdeki olumlu etkilerini kimse engelleyemeyecektir. Dış politikalarında, anti-emperyalist, anti-siyonist çizgi izleyen, bölge halklarıyla kabul edilebilir bir dayanışma içinde olan ülkeler, iç sorunlarında başarılı reformlar yaparak bu gelişmelerden oldukça güçlü çıkma şansını yakalayabilecektir. Böylece bölgemiz, önemli bir direnme merkezi olarak tüm insanlık için esin kaynağı olabilecektir.Bu ise, ülkemiz halklarının hak ve talep kazanımları için için çok önemli bir gelişmedir; daha barışçıl, daha çok diyalogla sorunlarımızı aşmanın kapıları aralanabilecektir.

Sonuç;


Yukarıda bir kaç şıkka yerleştirmeye çalıştığım gelecek süreç üzerine düşüncelerimin sınırı bunlarla bitmiyor. Mısır devriminin önünde onlarca sorun daha var. Bunları da yeri geldikçe ele almaya çalışacağım.

Mısır devrimi, demokratik anayasal bir toplumsal dönüşüm devrimidir. Bir ıslahat devrimidir. Bu yanıyla eskiden yeniye geçiş için ödenmesi gereken bedelleri olacaktır. Demokrasi ve özgürlük alanı açıldıkça da Mısır, gerçek anlamda tarihsel bir devrim için hazır olacaktır. Mısır halkı bunu başaracak tarih, kültür ve potansiyellere sahiptir.

Kıssadan hissemize gelince,

Mısır'la farklılıklarına rağmen, ortak ülkemiz de demokratik anayasal bir dönüşüme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu dönüşümün ana dinamiği ise farklılıklarımızdır; Anadolu mozaiğidir. Bu nedenle tek boyutlu ilkel milliyetçilik komplekslerimizi bir kenara atarak, barış içinde bir arada yaşamak için hepimizin hitiyacı olan talepleri, demokratik bir anayasa, yasa ve kurumlarla güvenceye altına alacak atılımı yapmalıyız.

İktidarlar Tunus'u, Mısır'ı, Yemen'i, Ürdün'ü bir kez daha gözlemlesin. Doğru yolu bulmakta zorlanmayacaktır. Halk gücünün bir dayanma sınırı var. Ülkemizde bunun çok aşıldığını bilinmelidir.

Hiç yorum yok: