4 Şubat 2011 Cuma
MISIR DEVRİMİ ve PANDORA'NIN KUTUSU
Mihrac Ural
5 Ocak 2011
4 Ocak 2011 Cuma günü itibariyle Mısır devrimi bir barikat daha aşmış oldu. 2 ve 3 Şubat günü geceli gündüzlü devam eden İktadar yanlısı Baltacı saldırıları bu gün son buldu. Yeni başbakan, olanlardan özür dileyerek, saldırıları engelleneceğine söz vermesine rağmen, iki gün boyunca devam eden kanlı saldırılar, Devrimci güçlerin "Cumatül Rahil" (Defolma Cuması) çağırsına cevap veren milyonlar meydana indikçe geriledi. Baltacılar sahipsiz kaldı, süratle dağıldı.
4 Şubat Cuma çok önemli bir gündü. Korkuların kıralıp kırılmayacağını belirleyecek en keskin dönemeç günüydü. Tahrir meydanındaki göstericilerin sayısı geriledikçe artan baltacı saldırıları, panik ve korkuyu öne çıkarmıştı. Karşı-devrim güçleri meydanı ele geçirme ihtimali bile belirmişti. Ordu tarafsız gibiydi o kadar, ancak devrimcilerden yana değildi.
Bu Cuma beklenenden çok daha büyük bir katılımla, devrimin ısrarla sürdüreleceği ilan edilmiş oldu. Mısır halkı korku barikatının bir dönemicini daha böylece aşmıştı; devrimciler kararlılıklarını bir kez daha sınamış, süreci sonuna kadar götüreceğini ilan etmişti.
Olayı TV'den izleyenlerin görmediği, Türkçe yaylarda ise hiç bilinmeyen bir başka gerçek de, Mısır devrimi sadece İskenderiye ve Kahire'de halkın milyonlarca kitlelerle meydanlara inmesinden ibaret değildir. Farklı kaynaklardan da biliyoruz ki, Mısır'ın tüm şehirlerinde, kasaba ve köylerinde de devrimci gösteriler sürmektedir. Kahire ve İskenderiye yanı sıra, Tanta, İsmailiye, Dimyat, Süveyş, Zagazik ve Gazze ile sınır olan Refah kasabasında da yüzbinler meydanları doldurmuştur. 4 Şubat 2011 Cuma itibariyle gösteriler 10 milyona yaklaştığı belirtilmektedir.
En dikkat çeken veri ise, devrimci gençlerin ilk adımdaki temel siyasi taleplerinin dev bir falmayla Tahrir meydanında asmalarıydı. Flama 7 madde içeriyordu. "1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Mısır devrimi bu barikatı aştıktan sonra önünde çok karmaşık yeni dönemlerle yüz yüze kalacaktır. Henüz Mübarek koltuğunda, ekibi çevresinde devletin tüm kurumları da elindedir. Arap gericiliği ve kimi Medya etkinliklerinden de (Suudi Arabistan merkezli El Arabiya TV gibi) yoğun destek almaya devam ediyor. Yeni meyned gösterileri devam edecek tahrir meyrdanı hep elde tutulacak ve günü birlik belki saat başı gelişmelerin zorluklarıyla da mücadele edilecektir. Bu da mücadelenin devede kulak kısmıdır...
Dolaysıyla, Tahrir meydanındaki büyük falamda dile gelen 7 maddelik siyasi talep ilanı, buz dağının görünen kısmı sayılmaladır. Devrim, bu taleplerin çok ötesinde, Mısır'ın Sedat ve Mübarek dönemlerine ait tüm kurum ve kuruluşların, anayasa ve yasaların iç ve dış politikaların stratejik olarak yeniden dizayn edilmesine yönelecektir. Bu ise, Mısır'da Pandoranın kutusunun açılacağına kuvvetli bir işarettir.
Buraya kadar her şey çok olumlu ve normal. Mısır devrimi üzerine kapsamlı yorumları sonra yapacağım. Ancak önemli anektodlar üzerinde kısa kısa durmak sürecin nereye doğru yol aldığını anlama açısından önem taşıyor.
PANDORANIN KUTUSU
Efasneyi bilmeyen okur yok gibidir. Zeus, başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan çamurla suyu karıştarırak bir kadın yaratmasını ister. Tüm tanrılardan da bu yaratıma kendilerinden katkı yapmalarını belirtir. Yer yüzünün en güzel kadını böyle yaratılmış olur. Adını da "armağanların tümü" anlamına gelen Yunancadan Pndora diye koyarlar. Zeus Pandoraya gizemli bir kutu verir ve ona tembih eder; bu kutu insanlığın mutluluğunu da kötülüklerini de taşıyor, sakın açma ve kimsenin açmasına müsaade etme der, böylece Pandora'yı, Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olmak üzere yer yüzüne indirir.
Pandora bu gizemli kutunun cazibesine dayanmaz ve açar. İnsanlığa musallat olacak tüm kötülükler bir anda dışarı fırlar ve insanlığa yayılır. Pandora hatasını anlar ve kutuyu kapatır. Herzamanki halleriyle en geç gelen ümitler ve mutluluklar geride kalır. Kutu kapanmıştır, umutlar bu kutu içinde umutlarımız olarak beklentilerimize yol açar. Kötülükler ise bilinen hızlarıyla yayılır durur. Toparlanmaz hale gelir. Böylece Zeus ilk kadını, beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam aldığı tasvir edilir.
Mısır'da da Pandora'nın kutusu açıldı. Ama ne Zeus'un gönderdiği ilk kadınla ne de gizemli kutuyla. Tersine Mısır Arap kadını, tarihinin en görkemli tutumunu ortaya koyarak erkeğin yanında omuz omuza insanlığa olumlu mesaj vermek üzere, tüm tehlikeleri göze alarak meydanlara indi. Üstelik hüküm süren tüm kötülükleri yok etmek için, narin kollarını sıvadı.
Buna rağmen açılan bir Pandora kutusudur demek yanlış değildir. Gelişmeler uzun yıllar sürecek bir çekişme ortamının ilk işaretlerini böylece vermiş yoldu. Burada gizemli kutunun sahibi Zeus değil Firauvn, kötülükleri saçan da çevresi.
Mısır, çağdaş tarihinin tüm değerlerini enine boyuna tartışacağının ilk işaretlerini bu devrimle vermeye başladı. Denebilir ki, bunları tartışmak çok erken. Evet doğrudur. Ancak ülkemiz okurunun bu günkü gelişmeleri de kavraması açasından önem taşıyan bir kaç başlık altında bunlara işaret etmeyi gerekli görüyorum.
Mısır devrimi, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimdir. Basit bireysel beyaz silahı (bıçak gibi) bile olmayan bir devrim. Mısır devrimi, Türkçe algılarımızda yer alan tarihsel devrimler gibi bir devrim değildir. Siyasal iktidarın devrimlmesi anlamında da bir devrim değildir. Bir önceki makalemde anlatmaya çalıştım, Sevra büyük halk isyanı, ayaklanmasıdır. Devrime yol açabilir de açmayabilir de. Ama tarihe sevra olarak geçer.Türkçede ayaklanmaya devrim demek için, iktidarın ele geçimiş olması gerek; aksi takdirde buna isyan ya da sonuçsuz kalmış ayaklanma denir. Arapçada, halkın ayaklanması sevra olarak anılır. Türkeçede bu kelimenin karşılığı devrim olarak tercüme ediliyor (Devrim, devirmek fiilinden gelmesi anlamında Arapça İnkalap kelimesinin karşılığıdır, bu ise Türkçede darbe kelimesinin eski türkçesi olarak kullanılıyor)
Mısır Sevrası bir ıslahat (reform) hareketidir. Talep ve hedefleriyle, yanlış giden bir süreci, yanlış kurugulanmış bir yapıyı yeniden dizayn etem çabasını önde tutün bir harekettir. İlerleyen her gün, bu hareketin amaç ve hedefleri de belirginlik kazanmaya başlamıştır. Bunlar belirdikçe de Pandora'nın kutusundan nelerin dışarda olduğunu anlamak güç değildir.
Bu açıdan devrimin 25 Ocak 2011 başlanğıç tarihi beli olmasına karşın, bitiş tarihini belirlemek güç olacaktır. Çok şey tartışılacak, taş üzerine taş konarak, çağdaş dünya normlarında bir demokrasi ve özgürlük ortamına girilebilicektir. Bu gün için söylenebilecek en kesin şey, bu kapının geri dönülmez biçimde açıldığıdır. Mısır ve bölge halklarının çok önemli kazanımları olacağıdır.
Mısır devriminin bileşkesi ne sınıflar ne de inançlardır; tüm sınıflardan insanlar ve tüm inançlardan devrimcilerin yer aldığı gerçek bir halk hareketidir. Bu nedenle de kendi aralarında zamanın öğütücü etkisiyle uyumlu çalışan dişlilere sahip olmaları zaman alacaktır. Bu dişlilerin uyumu için büyük bedeller de ödenebilir, Pandora'nın kutusu tas tamam bu noktada anlam bulur.
Bu kapsamda ele alınması gereken güçleri ve olayları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
A) MÜSLÜMAN KARDEŞLER
Müslüman Kardeşler Örgütü, gösterilere üç gün gecikmeyle, hayır hah tedirginliğiyle katılımıştır. Bu kimsenin gözünden kaçmayan bir büyük ayrıntıdır.
Devrim ateşini yakan gençlerin, kitlelerin dini refernaslara hiç de olumlu yaklaşmaması Müslüman Kardeşlele aralarına bilinçlice mesafe koyma çabası bu açıdan yarının düellolarına da bir gönderme gibidir.
Müslüman Kardeşler, en kadim (Hasan El Benna önderliğinde 1928'den beri) ve en örgütlü, üstelik 20 ve 21. yüzyılın en çok bedel ödeyen siyasal örgütüdür. Çık sıkı bağlarla birbirine bağılı, hiyararşik ve yaygın gücüyle, her boşluğu doldurabilecek bir yapıya ve esnekliğe sahip. Üstelik eskisi gibi ekstrem değiller.
Dikkatli bir izleyicin yakalamakta zorlanmayacağı bir gerçek de bu süreçte, Müslüman Kardeşlerin adlarını öne çıkarmama, kendi temsilcilerini geride tutma, altarnatifleri kendilerinden göstermeme gibi özel davranış içindedirler. Çünkü onlar da biliyorlar ki, Mısır artık 20. yüzyılın Mısırı değildir; başarı, hakimiyet tek bir siyasal eğilimin ne elinde ne de sultası altında olabilir. Bu çağ geride kaldı. Yeni bir iktidar ya da hükümet kurulacaksa, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan oluşumları kapsayacaktır. 20 Yüzyılın tek düzeliği, tek boyutluluğu geride kalmış bir tercihtir.
Müslüman Kardeşler, son on yıl içinde ciddi bir biçimde İran'la dirsek teması içinde olduğu bilinmektedir. Ali Hameney 4 Şubat 2011 Cuma hutbesinde özel olarak Mısır ve tarihi üzerine üstelik Arapça yaptığı hutbe dinlenmeye değerdi; Mısır halkına, tarihi şahsiyetlerine ve Müslüman kesimlerine büyük övgüler yaptı. İran halkının devrimden yana açık tutum aldığını söyledi.
Şiilerin, Hz. Ali dışındaki halifelere karşı duruşları malum (Teberra). Peygamberin eşi Ayşe ile ilgili tutumları da öyle. Ancak Ali Hameney, Arapların El Ezher fetvalarıyla kışkırtılan Şii-Sünni gerginliğini gidermek ve Müslüman kardeşlerin İran'la ilişkilerinde daha rahat olmalarını sağlayacak girişimleri az değildir: bunun en önemlisi, peygamberin eşine hakaret (teberra) edilmemesi gerektiğini ilan eden fetvadır (7 Ekim 2010).
Ayrıca, Lübnan Hizbullah'ının son on yılda ortaya koyduğu başarılı performans, Müslüman Kardeşleri derinden etkilediği bilinmektedir. Bu iki güç arasında önemli yakınlaşmalar gündeme gelmiştirtir. Gazze savaşı sırasında Filistinlilere yardım eden Hizbullah militanları, Mısır istihbaratı tarafından yakalanıp, yargılanarak mahkum edilme sürecinde (bu ekip, devrimin ilk haftasında zindanlardan kaçmayı başararak Lübnana ulaştıkları TV haberlerinde yer aldı) Müslüman Kardeşler örgütünün adı geçmese de, basın açıklamalarında bu iki gücün arasındaki olumlu hava ve ilişki herkesçe bilinmektedir.
İktidar Çoğunluğu sünni olan Mısır halkı indinde, Müslüman kardeşleri yıpratmak için yapılan karalamalarda "İran'ın beşinci kolu, Şii kuklaları" en sık kulanılan söylemdir. Bütün bunlar, devrim dalgası ardından Müslüman Kardeşleri bekleyen sorunlar olacaktır.
Müslüman kardeşler, Sünni İslam aleminin müracaat kaynaklarından biri olan El Ezher'le çatışma halindedir. Bu gelişmelerde El Ezher ününden çok şey kaybetti. Halkına karşı durdu, iktidar yanlısı tutum aldı. Ezher kurumu bu süreci bedelsiz atlatamaz. Bu, bir yandan gerginlik noktalarından biri olarak yerini alacağı gibi, hangi islam konusunda Müslüman Kardeşler'le Ezher arasındaki kadim çatışmayı da artan bir biçimde açığa çıkaracaktır.
İslam Mısırd'a kendi tarihiyle bir hesaplaşma içinde olacaktır. Bu bitip tükenmez tartışma ve çatışmaların da kaynağı olacak.
.
B) ESKİ PARTİLER
Eski partiler pek çoktur. Önceki makalemde belirtmiştim.
"Mısır siyasi parti mezarlığı gibidir, 75 siyasi parti olduğu söylenir. Önemsenebilir 5-6 partiden söz etmek daha doğrudur (iktidardaki Demokratik Vatan Partisi, Muhammed Bedii önderliğindeki Müslüman Kardeşler Örgütü (cemaati), Rıfat Saad önderliğindeki Tecammu Partisi, Eymen Nur önderliğindeki Ğad (Gelecek) Partisi, Hamed Abaza önderliğinde Yeni Wafd partisi, Kerami Partisi, Ahrar Partisi, Amel Partisi, Nasırcı parti, Kifaya hareketi vb)" (M. Ural "Mısır Devrimi Sırat Köprüsünde" başlıklı makale)
Bu partilerin liberal olanları, Wafd, Tecammu, Ahrar ve kimi kitlesel tabanı olan siyasi şahsiyetler, devrim saflarında gösterilere katılmaktadır. Bu katılımların, devrimin gidişinde riskli duruşlar sergilediği de bilinmektedir. İktidarın zamana oynayan öneri ve yaklaşımlarına bu partiler kararsı tutumlar sergilemektedirler. Her yönüyle marjinal bu partiler, devrimin ana kitlesi olan gençlerin örgütsüz, lidersiz ve barışçıl çizgileri karşısında bir adım önde durduklarını söylemek yanlış değildir. Sular durulduğunda, gençler örgütsüz ve lidersiz olmaya devam edip evlerine çekilmeleri halinde, bunların oynayacağı rol hiçte iyi bir rol olmayacaktır. Artan demokrasi ve özgürlük taleplerinin ayak bağlı olmaları yüksek bir ihtimaldir.
Bu güçler, Pandora kutusunun dışarıya saçılan kesimleri olarak siyasal sahneyi kirletecek, devrimin temel kazanımlarını sulandıracak kesimlerdir. Bunlar, devrim sonrası faturaların büyümesine, yozlaşmanın artmasına ve gelişmelerin barikatı olmaya adaydır.
C) ORDU
Bir çok yorumcunun aksine bu satırların yazarı, Mısır ordusunu içinde çok olumlu unsurlar olmasına rağmen örgütlü güçler arasında en tehlikeli güç olarak tespit eder.
Bu ordunun stratejisi Camp David anlaşmasıyla birlikte tepe taklak olmuştur. Mısır ordusu, kelimenin geniş anlamıyla ruhunu kaybetmiş bir ordudur. Ne ulusal ne de ülkesel algıları, Mısır'ın tarihsel rolüne uygun değildir. Bölgenin, coğrafi, siyasi, sosyal teammüllerine bir darbe olarak ikame edilen Sedatçı Amerikan yanlısı, siyonistlere teslimle sonuçlanan tüm süreçlerin tek koruyucu gücü bu ordu olmuştur.
Bu ordu ayrıca hortumcuların, kamu servetlerini şahsi çıkarları için emen vampir generallerin ordusudur. Bunun belgeleri basında uzun zamandan beri yer almaktadır. Bu haliyle Mısır ordusu, devrimden en çok korkan, yarınki yargılanmalardan en çok tedirgin olan üst kademesiyle asla devrimcilerin lehine bir tutum içinde olmayı tercih etmeyen bir ordu konumundadır; arada duruşuyla, iktidarın sakin ve kontrol edilebilir bir yolla el değiştirmesine, yani Sedat'tan Mübarek'e devam eden sürecin, kesintiye uğramadan Ömer Süleyman'a geçmesi için zamana oynayan bir rol üstlenmiştir. Bu rol, ABD ve İsrail için yaşamsal bir değerdedir.
25 Ocak 2011 devrimin ilk günüden bu güne, Orduya ait olumlu bir tek tutum sergilenmemiştir. Basın açıklamalarında "Halka karşı silah kullanılmayacaktır, halkın haklı talepleri anlayışla karşılanıyor" denmesi ise, yükselen tepkileri sakinleştirme çabasıdır. Zamana endeksli her açıklamanın iktidar lehine olduğunun bilincindedir.
2 şubat olaylarında ise ordu, baltacılara kolaylık sağlayandır. Kimi yorumcuların, ülkemizle ilgili tarih bilinç altlarından çıkarıp getirdikleri "ordu kılıcını indirdi" söylemine atfen, Mısır ordusu için "Böylece Ordu başından beri, önce ateş etmeyerek, sonra mitinge emniyet garantisi vererek, değişimin ebesi; doğamayan çocuğun doğmasına sezeryanla yardım eden doktor işlevinin sürdürdü." (D. Küçükaydın) demek, çok talihsiz bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, geçmişte Türkiye için ne kadar yanlışsa Mısır'ın bu günü ve yarını için de o kadar yanlıştır. Olayları "uzaktan yorumlamak", bu hataları hep taşır diyeceğim, daha yakın bakmak gerek.
Mısır ordusu, Okayunslardan Körfeze uzanan, ortadoğu, Afrika ve Asya'yı etkileyen Arap ulusunun ve bölge halklarının çıkarlarını çok kaba bir biçimde, yıllık 1 milyar 300 milyon dolara satmıştır demek yanlış değildir; Camp David anlaşmasının korunmnası koşuluyla Amerikanın Mısır ordusuna ödediği yıllık prim budur. Detaylar ise belgelerle bir çok devrimci kesmin elinde, demokratik bir adelet ortamında dava konusu olmak üzere hazır beklemektedir.
1 Milyon askeri olan bu orduda her eskere (Subay ve erat) 1000 küsur dolar düşer. Bunun üst subaylara daha fazla, askerele ise hiç denecek kadar az düştüğünü hesap ettiğimizde, bu ordunun göbek bağlarını anlamak zor olmayacaktır.
ABD ve İsrail'in ısrarla, yeni atanan Cumhurbaşkanı yardımcısı eski istihbaratçı general Ömer Süleyman'ın, iktidarı yıpranmış Mübarekten devralması yönünde yapılan ısrarın anlamı da böylesi bir yere oturyor. ABD ve İsrail ısrarla bunu istemektedir. Bu nedenle Doğu-Avrupa'da, Kafkaslarda Sovyet artığı iktidarlara ve liderlerine karşı açık ve sert tavır alırken, Mısır'da iktidarın yumuşakça el değiştirmesinden söz etmesi ve Ömer Süleyman'ı, Mısır'a yönelik resmi mesajlarında adıyla anılan tek muhatap olarak telafuz etmesi bundandır.
Devrim kazanırsa, malum kutudan çıkan şer unsurları arasında ordu ilk sıradadır. Gelecek tartışmaların merkezinde ordu oturacaktır.
4 Şubat Cuma gösterilerinin merkezi meydanında dev bir flama açıldığından söz ettim.. Orada devrimcilerin 7 maddelik talepleri yer alıyordu;
"1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Devrim bunlarla mı kalacaktır ? Elbetteki, hayır. Ülkenin tüm stratejik yönelimleri tartışılacak ve yeniden dizayan edilecektir. Bu ise, sonu belli olmayan bir gerginlik ve çatışma sürecidir. Ordu bunun merkezinde olacaktır.
D) DIŞ POLİTİKA
Bu konu Mısır devriminin kader konusudur. Esas kapışmalar da bu konu üzerinde olacaktır. Arap ulusu, 22 devlet içine dağılmış halkına rağmen bir ulus olduğunun en somut ifadesi olan dış politikadaki ortak duygu ve davranış eğilimleri, yeni Mısır şekillenirken gündemin temel konusu olarak yerini alacaktır. Bu konuyu uzunca ayrıca işleyeceğim. Ancak özetle şunu belirtmeliyim.
İçine kapanan devlet politikasıyla çürüyen Mısır, dış politikada Amerika-İsrail kuklası bir üçüncü sınıf ülke konumuna düşmüştür. Mısır devrimi, aş ve işten çok demokrasi ve özgürlük talebiyse, aynı zamanda Filistin davası konusunda siyonizme karşı bir tepki ve Amerikan kuklalığından da özgürleşme devrimidir.
Bu devrim, 20. Yüzyıla ait kıstaslarla algılanacak bir milli bir devrim ya da milli güçlerin devrimi değildir. 21. Yüz Yılda devrimci güçlerin yönelimi, daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Evrensel talep bu yöndedir, küresel açılımın ve gelecek toplumun kuruluşu için gerekli alan temizliğinin devrim görevleri de buradadır. Mısır devriminin ana gücü ve dinamiği olan kesimlerin, gençlerin yaptığı öncülüğün de anlamı budur; sanal örgütlenmenin sırı da gücü de burda yatıyor. Bu yanıyla, Filistin davası ulusal olduğu kadar evrensel insan hakları davası olması bu devrimin temel konuları arasında yer alacağını gösterir. Ülkemizde Kürt halkdavasının çağdaş düşünce çevresinde almakta olduğu demokratik yol da bunun bir işaretidir.
Mısır devrimi, Mısır halkına ve bölge halklarına zulüm olarak dayatılan politikaların esaretinden kurtulma çabasındadır. Bu kapsamda dış politikanın temelden değişme durumunda olacaktır. Irak savaşında, Gazze savaşında Mübarek diktatörlüğünün aldığı tutum, bir ulusun onursuzluk bataklığında boğulması için yeter de artar. Mısır devrimi bu bataklıktan çıkma çabasıdır.
Devrimin bu açılımlarına, düzenin ayakta kalan güçleri direnme gösterecektir. Bu gün devrim dalgası üzerinde sörf yapan eskimiş siyasi algılarda direnme gösterecektir. Baltacıların küçük bir saldırısı karşısında ürken ve meydanı terk edeceğini açıklayanlar, bu tür geri dönüş direnci içinde boy gösterecekleri açıktır. Bunu iktidarda pay alarak yapacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
Mısır devrimi, bu günden itibaren on yıla yayılan med ve cezir içinde kendi yolunu bulmaya çalışacak. Ancak ne olursa olsun, bu devrmin bölgemizdeki olumlu etkilerini kimse engelleyemeyecektir. Dış politikalarında, anti-emperyalist, anti-siyonist çizgi izleyen, bölge halklarıyla kabul edilebilir bir dayanışma içinde olan ülkeler, iç sorunlarında başarılı reformlar yaparak bu gelişmelerden oldukça güçlü çıkma şansını yakalayabilecektir. Böylece bölgemiz, önemli bir direnme merkezi olarak tüm insanlık için esin kaynağı olabilecektir.Bu ise, ülkemiz halklarının hak ve talep kazanımları için için çok önemli bir gelişmedir; daha barışçıl, daha çok diyalogla sorunlarımızı aşmanın kapıları aralanabilecektir.
Sonuç;
Yukarıda bir kaç şıkka yerleştirmeye çalıştığım gelecek süreç üzerine düşüncelerimin sınırı bunlarla bitmiyor. Mısır devriminin önünde onlarca sorun daha var. Bunları da yeri geldikçe ele almaya çalışacağım.
Mısır devrimi, demokratik anayasal bir toplumsal dönüşüm devrimidir. Bir ıslahat devrimidir. Bu yanıyla eskiden yeniye geçiş için ödenmesi gereken bedelleri olacaktır. Demokrasi ve özgürlük alanı açıldıkça da Mısır, gerçek anlamda tarihsel bir devrim için hazır olacaktır. Mısır halkı bunu başaracak tarih, kültür ve potansiyellere sahiptir.
Kıssadan hissemize gelince,
Mısır'la farklılıklarına rağmen, ortak ülkemiz de demokratik anayasal bir dönüşüme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu dönüşümün ana dinamiği ise farklılıklarımızdır; Anadolu mozaiğidir. Bu nedenle tek boyutlu ilkel milliyetçilik komplekslerimizi bir kenara atarak, barış içinde bir arada yaşamak için hepimizin hitiyacı olan talepleri, demokratik bir anayasa, yasa ve kurumlarla güvenceye altına alacak atılımı yapmalıyız.
İktidarlar Tunus'u, Mısır'ı, Yemen'i, Ürdün'ü bir kez daha gözlemlesin. Doğru yolu bulmakta zorlanmayacaktır. Halk gücünün bir dayanma sınırı var. Ülkemizde bunun çok aşıldığını bilinmelidir.
5 Ocak 2011
4 Ocak 2011 Cuma günü itibariyle Mısır devrimi bir barikat daha aşmış oldu. 2 ve 3 Şubat günü geceli gündüzlü devam eden İktadar yanlısı Baltacı saldırıları bu gün son buldu. Yeni başbakan, olanlardan özür dileyerek, saldırıları engelleneceğine söz vermesine rağmen, iki gün boyunca devam eden kanlı saldırılar, Devrimci güçlerin "Cumatül Rahil" (Defolma Cuması) çağırsına cevap veren milyonlar meydana indikçe geriledi. Baltacılar sahipsiz kaldı, süratle dağıldı.
4 Şubat Cuma çok önemli bir gündü. Korkuların kıralıp kırılmayacağını belirleyecek en keskin dönemeç günüydü. Tahrir meydanındaki göstericilerin sayısı geriledikçe artan baltacı saldırıları, panik ve korkuyu öne çıkarmıştı. Karşı-devrim güçleri meydanı ele geçirme ihtimali bile belirmişti. Ordu tarafsız gibiydi o kadar, ancak devrimcilerden yana değildi.
Bu Cuma beklenenden çok daha büyük bir katılımla, devrimin ısrarla sürdüreleceği ilan edilmiş oldu. Mısır halkı korku barikatının bir dönemicini daha böylece aşmıştı; devrimciler kararlılıklarını bir kez daha sınamış, süreci sonuna kadar götüreceğini ilan etmişti.
Olayı TV'den izleyenlerin görmediği, Türkçe yaylarda ise hiç bilinmeyen bir başka gerçek de, Mısır devrimi sadece İskenderiye ve Kahire'de halkın milyonlarca kitlelerle meydanlara inmesinden ibaret değildir. Farklı kaynaklardan da biliyoruz ki, Mısır'ın tüm şehirlerinde, kasaba ve köylerinde de devrimci gösteriler sürmektedir. Kahire ve İskenderiye yanı sıra, Tanta, İsmailiye, Dimyat, Süveyş, Zagazik ve Gazze ile sınır olan Refah kasabasında da yüzbinler meydanları doldurmuştur. 4 Şubat 2011 Cuma itibariyle gösteriler 10 milyona yaklaştığı belirtilmektedir.
En dikkat çeken veri ise, devrimci gençlerin ilk adımdaki temel siyasi taleplerinin dev bir falmayla Tahrir meydanında asmalarıydı. Flama 7 madde içeriyordu. "1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Mısır devrimi bu barikatı aştıktan sonra önünde çok karmaşık yeni dönemlerle yüz yüze kalacaktır. Henüz Mübarek koltuğunda, ekibi çevresinde devletin tüm kurumları da elindedir. Arap gericiliği ve kimi Medya etkinliklerinden de (Suudi Arabistan merkezli El Arabiya TV gibi) yoğun destek almaya devam ediyor. Yeni meyned gösterileri devam edecek tahrir meyrdanı hep elde tutulacak ve günü birlik belki saat başı gelişmelerin zorluklarıyla da mücadele edilecektir. Bu da mücadelenin devede kulak kısmıdır...
Dolaysıyla, Tahrir meydanındaki büyük falamda dile gelen 7 maddelik siyasi talep ilanı, buz dağının görünen kısmı sayılmaladır. Devrim, bu taleplerin çok ötesinde, Mısır'ın Sedat ve Mübarek dönemlerine ait tüm kurum ve kuruluşların, anayasa ve yasaların iç ve dış politikaların stratejik olarak yeniden dizayn edilmesine yönelecektir. Bu ise, Mısır'da Pandoranın kutusunun açılacağına kuvvetli bir işarettir.
Buraya kadar her şey çok olumlu ve normal. Mısır devrimi üzerine kapsamlı yorumları sonra yapacağım. Ancak önemli anektodlar üzerinde kısa kısa durmak sürecin nereye doğru yol aldığını anlama açısından önem taşıyor.
PANDORANIN KUTUSU
Efasneyi bilmeyen okur yok gibidir. Zeus, başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan çamurla suyu karıştarırak bir kadın yaratmasını ister. Tüm tanrılardan da bu yaratıma kendilerinden katkı yapmalarını belirtir. Yer yüzünün en güzel kadını böyle yaratılmış olur. Adını da "armağanların tümü" anlamına gelen Yunancadan Pndora diye koyarlar. Zeus Pandoraya gizemli bir kutu verir ve ona tembih eder; bu kutu insanlığın mutluluğunu da kötülüklerini de taşıyor, sakın açma ve kimsenin açmasına müsaade etme der, böylece Pandora'yı, Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olmak üzere yer yüzüne indirir.
Pandora bu gizemli kutunun cazibesine dayanmaz ve açar. İnsanlığa musallat olacak tüm kötülükler bir anda dışarı fırlar ve insanlığa yayılır. Pandora hatasını anlar ve kutuyu kapatır. Herzamanki halleriyle en geç gelen ümitler ve mutluluklar geride kalır. Kutu kapanmıştır, umutlar bu kutu içinde umutlarımız olarak beklentilerimize yol açar. Kötülükler ise bilinen hızlarıyla yayılır durur. Toparlanmaz hale gelir. Böylece Zeus ilk kadını, beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam aldığı tasvir edilir.
Mısır'da da Pandora'nın kutusu açıldı. Ama ne Zeus'un gönderdiği ilk kadınla ne de gizemli kutuyla. Tersine Mısır Arap kadını, tarihinin en görkemli tutumunu ortaya koyarak erkeğin yanında omuz omuza insanlığa olumlu mesaj vermek üzere, tüm tehlikeleri göze alarak meydanlara indi. Üstelik hüküm süren tüm kötülükleri yok etmek için, narin kollarını sıvadı.
Buna rağmen açılan bir Pandora kutusudur demek yanlış değildir. Gelişmeler uzun yıllar sürecek bir çekişme ortamının ilk işaretlerini böylece vermiş yoldu. Burada gizemli kutunun sahibi Zeus değil Firauvn, kötülükleri saçan da çevresi.
Mısır, çağdaş tarihinin tüm değerlerini enine boyuna tartışacağının ilk işaretlerini bu devrimle vermeye başladı. Denebilir ki, bunları tartışmak çok erken. Evet doğrudur. Ancak ülkemiz okurunun bu günkü gelişmeleri de kavraması açasından önem taşıyan bir kaç başlık altında bunlara işaret etmeyi gerekli görüyorum.
Mısır devrimi, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimdir. Basit bireysel beyaz silahı (bıçak gibi) bile olmayan bir devrim. Mısır devrimi, Türkçe algılarımızda yer alan tarihsel devrimler gibi bir devrim değildir. Siyasal iktidarın devrimlmesi anlamında da bir devrim değildir. Bir önceki makalemde anlatmaya çalıştım, Sevra büyük halk isyanı, ayaklanmasıdır. Devrime yol açabilir de açmayabilir de. Ama tarihe sevra olarak geçer.Türkçede ayaklanmaya devrim demek için, iktidarın ele geçimiş olması gerek; aksi takdirde buna isyan ya da sonuçsuz kalmış ayaklanma denir. Arapçada, halkın ayaklanması sevra olarak anılır. Türkeçede bu kelimenin karşılığı devrim olarak tercüme ediliyor (Devrim, devirmek fiilinden gelmesi anlamında Arapça İnkalap kelimesinin karşılığıdır, bu ise Türkçede darbe kelimesinin eski türkçesi olarak kullanılıyor)
Mısır Sevrası bir ıslahat (reform) hareketidir. Talep ve hedefleriyle, yanlış giden bir süreci, yanlış kurugulanmış bir yapıyı yeniden dizayn etem çabasını önde tutün bir harekettir. İlerleyen her gün, bu hareketin amaç ve hedefleri de belirginlik kazanmaya başlamıştır. Bunlar belirdikçe de Pandora'nın kutusundan nelerin dışarda olduğunu anlamak güç değildir.
Bu açıdan devrimin 25 Ocak 2011 başlanğıç tarihi beli olmasına karşın, bitiş tarihini belirlemek güç olacaktır. Çok şey tartışılacak, taş üzerine taş konarak, çağdaş dünya normlarında bir demokrasi ve özgürlük ortamına girilebilicektir. Bu gün için söylenebilecek en kesin şey, bu kapının geri dönülmez biçimde açıldığıdır. Mısır ve bölge halklarının çok önemli kazanımları olacağıdır.
Mısır devriminin bileşkesi ne sınıflar ne de inançlardır; tüm sınıflardan insanlar ve tüm inançlardan devrimcilerin yer aldığı gerçek bir halk hareketidir. Bu nedenle de kendi aralarında zamanın öğütücü etkisiyle uyumlu çalışan dişlilere sahip olmaları zaman alacaktır. Bu dişlilerin uyumu için büyük bedeller de ödenebilir, Pandora'nın kutusu tas tamam bu noktada anlam bulur.
Bu kapsamda ele alınması gereken güçleri ve olayları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
A) MÜSLÜMAN KARDEŞLER
Müslüman Kardeşler Örgütü, gösterilere üç gün gecikmeyle, hayır hah tedirginliğiyle katılımıştır. Bu kimsenin gözünden kaçmayan bir büyük ayrıntıdır.
Devrim ateşini yakan gençlerin, kitlelerin dini refernaslara hiç de olumlu yaklaşmaması Müslüman Kardeşlele aralarına bilinçlice mesafe koyma çabası bu açıdan yarının düellolarına da bir gönderme gibidir.
Müslüman Kardeşler, en kadim (Hasan El Benna önderliğinde 1928'den beri) ve en örgütlü, üstelik 20 ve 21. yüzyılın en çok bedel ödeyen siyasal örgütüdür. Çık sıkı bağlarla birbirine bağılı, hiyararşik ve yaygın gücüyle, her boşluğu doldurabilecek bir yapıya ve esnekliğe sahip. Üstelik eskisi gibi ekstrem değiller.
Dikkatli bir izleyicin yakalamakta zorlanmayacağı bir gerçek de bu süreçte, Müslüman Kardeşlerin adlarını öne çıkarmama, kendi temsilcilerini geride tutma, altarnatifleri kendilerinden göstermeme gibi özel davranış içindedirler. Çünkü onlar da biliyorlar ki, Mısır artık 20. yüzyılın Mısırı değildir; başarı, hakimiyet tek bir siyasal eğilimin ne elinde ne de sultası altında olabilir. Bu çağ geride kaldı. Yeni bir iktidar ya da hükümet kurulacaksa, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan oluşumları kapsayacaktır. 20 Yüzyılın tek düzeliği, tek boyutluluğu geride kalmış bir tercihtir.
Müslüman Kardeşler, son on yıl içinde ciddi bir biçimde İran'la dirsek teması içinde olduğu bilinmektedir. Ali Hameney 4 Şubat 2011 Cuma hutbesinde özel olarak Mısır ve tarihi üzerine üstelik Arapça yaptığı hutbe dinlenmeye değerdi; Mısır halkına, tarihi şahsiyetlerine ve Müslüman kesimlerine büyük övgüler yaptı. İran halkının devrimden yana açık tutum aldığını söyledi.
Şiilerin, Hz. Ali dışındaki halifelere karşı duruşları malum (Teberra). Peygamberin eşi Ayşe ile ilgili tutumları da öyle. Ancak Ali Hameney, Arapların El Ezher fetvalarıyla kışkırtılan Şii-Sünni gerginliğini gidermek ve Müslüman kardeşlerin İran'la ilişkilerinde daha rahat olmalarını sağlayacak girişimleri az değildir: bunun en önemlisi, peygamberin eşine hakaret (teberra) edilmemesi gerektiğini ilan eden fetvadır (7 Ekim 2010).
Ayrıca, Lübnan Hizbullah'ının son on yılda ortaya koyduğu başarılı performans, Müslüman Kardeşleri derinden etkilediği bilinmektedir. Bu iki güç arasında önemli yakınlaşmalar gündeme gelmiştirtir. Gazze savaşı sırasında Filistinlilere yardım eden Hizbullah militanları, Mısır istihbaratı tarafından yakalanıp, yargılanarak mahkum edilme sürecinde (bu ekip, devrimin ilk haftasında zindanlardan kaçmayı başararak Lübnana ulaştıkları TV haberlerinde yer aldı) Müslüman Kardeşler örgütünün adı geçmese de, basın açıklamalarında bu iki gücün arasındaki olumlu hava ve ilişki herkesçe bilinmektedir.
İktidar Çoğunluğu sünni olan Mısır halkı indinde, Müslüman kardeşleri yıpratmak için yapılan karalamalarda "İran'ın beşinci kolu, Şii kuklaları" en sık kulanılan söylemdir. Bütün bunlar, devrim dalgası ardından Müslüman Kardeşleri bekleyen sorunlar olacaktır.
Müslüman kardeşler, Sünni İslam aleminin müracaat kaynaklarından biri olan El Ezher'le çatışma halindedir. Bu gelişmelerde El Ezher ününden çok şey kaybetti. Halkına karşı durdu, iktidar yanlısı tutum aldı. Ezher kurumu bu süreci bedelsiz atlatamaz. Bu, bir yandan gerginlik noktalarından biri olarak yerini alacağı gibi, hangi islam konusunda Müslüman Kardeşler'le Ezher arasındaki kadim çatışmayı da artan bir biçimde açığa çıkaracaktır.
İslam Mısırd'a kendi tarihiyle bir hesaplaşma içinde olacaktır. Bu bitip tükenmez tartışma ve çatışmaların da kaynağı olacak.
.
B) ESKİ PARTİLER
Eski partiler pek çoktur. Önceki makalemde belirtmiştim.
"Mısır siyasi parti mezarlığı gibidir, 75 siyasi parti olduğu söylenir. Önemsenebilir 5-6 partiden söz etmek daha doğrudur (iktidardaki Demokratik Vatan Partisi, Muhammed Bedii önderliğindeki Müslüman Kardeşler Örgütü (cemaati), Rıfat Saad önderliğindeki Tecammu Partisi, Eymen Nur önderliğindeki Ğad (Gelecek) Partisi, Hamed Abaza önderliğinde Yeni Wafd partisi, Kerami Partisi, Ahrar Partisi, Amel Partisi, Nasırcı parti, Kifaya hareketi vb)" (M. Ural "Mısır Devrimi Sırat Köprüsünde" başlıklı makale)
Bu partilerin liberal olanları, Wafd, Tecammu, Ahrar ve kimi kitlesel tabanı olan siyasi şahsiyetler, devrim saflarında gösterilere katılmaktadır. Bu katılımların, devrimin gidişinde riskli duruşlar sergilediği de bilinmektedir. İktidarın zamana oynayan öneri ve yaklaşımlarına bu partiler kararsı tutumlar sergilemektedirler. Her yönüyle marjinal bu partiler, devrimin ana kitlesi olan gençlerin örgütsüz, lidersiz ve barışçıl çizgileri karşısında bir adım önde durduklarını söylemek yanlış değildir. Sular durulduğunda, gençler örgütsüz ve lidersiz olmaya devam edip evlerine çekilmeleri halinde, bunların oynayacağı rol hiçte iyi bir rol olmayacaktır. Artan demokrasi ve özgürlük taleplerinin ayak bağlı olmaları yüksek bir ihtimaldir.
Bu güçler, Pandora kutusunun dışarıya saçılan kesimleri olarak siyasal sahneyi kirletecek, devrimin temel kazanımlarını sulandıracak kesimlerdir. Bunlar, devrim sonrası faturaların büyümesine, yozlaşmanın artmasına ve gelişmelerin barikatı olmaya adaydır.
C) ORDU
Bir çok yorumcunun aksine bu satırların yazarı, Mısır ordusunu içinde çok olumlu unsurlar olmasına rağmen örgütlü güçler arasında en tehlikeli güç olarak tespit eder.
Bu ordunun stratejisi Camp David anlaşmasıyla birlikte tepe taklak olmuştur. Mısır ordusu, kelimenin geniş anlamıyla ruhunu kaybetmiş bir ordudur. Ne ulusal ne de ülkesel algıları, Mısır'ın tarihsel rolüne uygun değildir. Bölgenin, coğrafi, siyasi, sosyal teammüllerine bir darbe olarak ikame edilen Sedatçı Amerikan yanlısı, siyonistlere teslimle sonuçlanan tüm süreçlerin tek koruyucu gücü bu ordu olmuştur.
Bu ordu ayrıca hortumcuların, kamu servetlerini şahsi çıkarları için emen vampir generallerin ordusudur. Bunun belgeleri basında uzun zamandan beri yer almaktadır. Bu haliyle Mısır ordusu, devrimden en çok korkan, yarınki yargılanmalardan en çok tedirgin olan üst kademesiyle asla devrimcilerin lehine bir tutum içinde olmayı tercih etmeyen bir ordu konumundadır; arada duruşuyla, iktidarın sakin ve kontrol edilebilir bir yolla el değiştirmesine, yani Sedat'tan Mübarek'e devam eden sürecin, kesintiye uğramadan Ömer Süleyman'a geçmesi için zamana oynayan bir rol üstlenmiştir. Bu rol, ABD ve İsrail için yaşamsal bir değerdedir.
25 Ocak 2011 devrimin ilk günüden bu güne, Orduya ait olumlu bir tek tutum sergilenmemiştir. Basın açıklamalarında "Halka karşı silah kullanılmayacaktır, halkın haklı talepleri anlayışla karşılanıyor" denmesi ise, yükselen tepkileri sakinleştirme çabasıdır. Zamana endeksli her açıklamanın iktidar lehine olduğunun bilincindedir.
2 şubat olaylarında ise ordu, baltacılara kolaylık sağlayandır. Kimi yorumcuların, ülkemizle ilgili tarih bilinç altlarından çıkarıp getirdikleri "ordu kılıcını indirdi" söylemine atfen, Mısır ordusu için "Böylece Ordu başından beri, önce ateş etmeyerek, sonra mitinge emniyet garantisi vererek, değişimin ebesi; doğamayan çocuğun doğmasına sezeryanla yardım eden doktor işlevinin sürdürdü." (D. Küçükaydın) demek, çok talihsiz bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, geçmişte Türkiye için ne kadar yanlışsa Mısır'ın bu günü ve yarını için de o kadar yanlıştır. Olayları "uzaktan yorumlamak", bu hataları hep taşır diyeceğim, daha yakın bakmak gerek.
Mısır ordusu, Okayunslardan Körfeze uzanan, ortadoğu, Afrika ve Asya'yı etkileyen Arap ulusunun ve bölge halklarının çıkarlarını çok kaba bir biçimde, yıllık 1 milyar 300 milyon dolara satmıştır demek yanlış değildir; Camp David anlaşmasının korunmnası koşuluyla Amerikanın Mısır ordusuna ödediği yıllık prim budur. Detaylar ise belgelerle bir çok devrimci kesmin elinde, demokratik bir adelet ortamında dava konusu olmak üzere hazır beklemektedir.
1 Milyon askeri olan bu orduda her eskere (Subay ve erat) 1000 küsur dolar düşer. Bunun üst subaylara daha fazla, askerele ise hiç denecek kadar az düştüğünü hesap ettiğimizde, bu ordunun göbek bağlarını anlamak zor olmayacaktır.
ABD ve İsrail'in ısrarla, yeni atanan Cumhurbaşkanı yardımcısı eski istihbaratçı general Ömer Süleyman'ın, iktidarı yıpranmış Mübarekten devralması yönünde yapılan ısrarın anlamı da böylesi bir yere oturyor. ABD ve İsrail ısrarla bunu istemektedir. Bu nedenle Doğu-Avrupa'da, Kafkaslarda Sovyet artığı iktidarlara ve liderlerine karşı açık ve sert tavır alırken, Mısır'da iktidarın yumuşakça el değiştirmesinden söz etmesi ve Ömer Süleyman'ı, Mısır'a yönelik resmi mesajlarında adıyla anılan tek muhatap olarak telafuz etmesi bundandır.
Devrim kazanırsa, malum kutudan çıkan şer unsurları arasında ordu ilk sıradadır. Gelecek tartışmaların merkezinde ordu oturacaktır.
4 Şubat Cuma gösterilerinin merkezi meydanında dev bir flama açıldığından söz ettim.. Orada devrimcilerin 7 maddelik talepleri yer alıyordu;
"1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Devrim bunlarla mı kalacaktır ? Elbetteki, hayır. Ülkenin tüm stratejik yönelimleri tartışılacak ve yeniden dizayan edilecektir. Bu ise, sonu belli olmayan bir gerginlik ve çatışma sürecidir. Ordu bunun merkezinde olacaktır.
D) DIŞ POLİTİKA
Bu konu Mısır devriminin kader konusudur. Esas kapışmalar da bu konu üzerinde olacaktır. Arap ulusu, 22 devlet içine dağılmış halkına rağmen bir ulus olduğunun en somut ifadesi olan dış politikadaki ortak duygu ve davranış eğilimleri, yeni Mısır şekillenirken gündemin temel konusu olarak yerini alacaktır. Bu konuyu uzunca ayrıca işleyeceğim. Ancak özetle şunu belirtmeliyim.
İçine kapanan devlet politikasıyla çürüyen Mısır, dış politikada Amerika-İsrail kuklası bir üçüncü sınıf ülke konumuna düşmüştür. Mısır devrimi, aş ve işten çok demokrasi ve özgürlük talebiyse, aynı zamanda Filistin davası konusunda siyonizme karşı bir tepki ve Amerikan kuklalığından da özgürleşme devrimidir.
Bu devrim, 20. Yüzyıla ait kıstaslarla algılanacak bir milli bir devrim ya da milli güçlerin devrimi değildir. 21. Yüz Yılda devrimci güçlerin yönelimi, daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Evrensel talep bu yöndedir, küresel açılımın ve gelecek toplumun kuruluşu için gerekli alan temizliğinin devrim görevleri de buradadır. Mısır devriminin ana gücü ve dinamiği olan kesimlerin, gençlerin yaptığı öncülüğün de anlamı budur; sanal örgütlenmenin sırı da gücü de burda yatıyor. Bu yanıyla, Filistin davası ulusal olduğu kadar evrensel insan hakları davası olması bu devrimin temel konuları arasında yer alacağını gösterir. Ülkemizde Kürt halkdavasının çağdaş düşünce çevresinde almakta olduğu demokratik yol da bunun bir işaretidir.
Mısır devrimi, Mısır halkına ve bölge halklarına zulüm olarak dayatılan politikaların esaretinden kurtulma çabasındadır. Bu kapsamda dış politikanın temelden değişme durumunda olacaktır. Irak savaşında, Gazze savaşında Mübarek diktatörlüğünün aldığı tutum, bir ulusun onursuzluk bataklığında boğulması için yeter de artar. Mısır devrimi bu bataklıktan çıkma çabasıdır.
Devrimin bu açılımlarına, düzenin ayakta kalan güçleri direnme gösterecektir. Bu gün devrim dalgası üzerinde sörf yapan eskimiş siyasi algılarda direnme gösterecektir. Baltacıların küçük bir saldırısı karşısında ürken ve meydanı terk edeceğini açıklayanlar, bu tür geri dönüş direnci içinde boy gösterecekleri açıktır. Bunu iktidarda pay alarak yapacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
Mısır devrimi, bu günden itibaren on yıla yayılan med ve cezir içinde kendi yolunu bulmaya çalışacak. Ancak ne olursa olsun, bu devrmin bölgemizdeki olumlu etkilerini kimse engelleyemeyecektir. Dış politikalarında, anti-emperyalist, anti-siyonist çizgi izleyen, bölge halklarıyla kabul edilebilir bir dayanışma içinde olan ülkeler, iç sorunlarında başarılı reformlar yaparak bu gelişmelerden oldukça güçlü çıkma şansını yakalayabilecektir. Böylece bölgemiz, önemli bir direnme merkezi olarak tüm insanlık için esin kaynağı olabilecektir.Bu ise, ülkemiz halklarının hak ve talep kazanımları için için çok önemli bir gelişmedir; daha barışçıl, daha çok diyalogla sorunlarımızı aşmanın kapıları aralanabilecektir.
Sonuç;
Yukarıda bir kaç şıkka yerleştirmeye çalıştığım gelecek süreç üzerine düşüncelerimin sınırı bunlarla bitmiyor. Mısır devriminin önünde onlarca sorun daha var. Bunları da yeri geldikçe ele almaya çalışacağım.
Mısır devrimi, demokratik anayasal bir toplumsal dönüşüm devrimidir. Bir ıslahat devrimidir. Bu yanıyla eskiden yeniye geçiş için ödenmesi gereken bedelleri olacaktır. Demokrasi ve özgürlük alanı açıldıkça da Mısır, gerçek anlamda tarihsel bir devrim için hazır olacaktır. Mısır halkı bunu başaracak tarih, kültür ve potansiyellere sahiptir.
Kıssadan hissemize gelince,
Mısır'la farklılıklarına rağmen, ortak ülkemiz de demokratik anayasal bir dönüşüme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu dönüşümün ana dinamiği ise farklılıklarımızdır; Anadolu mozaiğidir. Bu nedenle tek boyutlu ilkel milliyetçilik komplekslerimizi bir kenara atarak, barış içinde bir arada yaşamak için hepimizin hitiyacı olan talepleri, demokratik bir anayasa, yasa ve kurumlarla güvenceye altına alacak atılımı yapmalıyız.
İktidarlar Tunus'u, Mısır'ı, Yemen'i, Ürdün'ü bir kez daha gözlemlesin. Doğru yolu bulmakta zorlanmayacaktır. Halk gücünün bir dayanma sınırı var. Ülkemizde bunun çok aşıldığını bilinmelidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder