9 Şubat 2011 Çarşamba
FİRAVUN TAVİZLERİ KİMSEYİ ALDATMIYOR
Mihrac Ural
9 Şubat 2011
Mısır devrimi 16 gününe girdi (25 Ocak - 9 Şubat 2011).
150 gencin protestosuyla yola çıkıldı. Bir anda milyonların toplandığı görüldü. Örgütsüz, lidersiz ve barışçıl yollarla Korku duvarları yıkıldı, on milyonlar meydanlara sığmaz oldu. Sakin güç, bir devrimin mümkün olan en sesiz tecellisi içinde en yoğun potansiyeliyle Mısır tarihinin kaderini değiştirmeye başladı.
Cesaret, dengesini yitirmeden, devrimin barışçıl olabileceği gerçeğiyle at başı yürüdü. Hala öyle devam ediyor. Bu çok riskli olsa da bu güne kadarki gelişmeler, önemli bir başarı olarak kayıt ediliyor.
Bu satırları okuduğunuzda, Mübarek yönetiminin iç ve dış tüm güçlerini toplayarak, dağılmamış zalim devlet ve kadrolarını, ordunun NATO taktikleriyle öğrendiği “nazik kuşatma”sını, memurların normal görev sürelerine dönmelerini de alıp gelmesine rağmen, yeni tavizler vermekten kurtulmadığını artık görmüş ve geride bırakmış olacağız.
Devrimin 15. Günü, bir kıyamet günü gibi, Mısırın tüm illerinde, Firavunlardan bu yana kitle gösterisine tanık olmamış köşeleri dahil ayağa kalkmıştı. Kahire ve İskenderiye’de ise milyonlar bir araya gelmişti. Özellikle memurların iş bırakma saatleri ardından bu kalabalık artıkça artarak, yeni meydanlara, devlet kurumlarının en hassaslarının önünde nöbet tutarak genişlediğine tanık olduk. Devrimciler, diktatörlüğün atadığı başbakanı Ahmet şefik’in, başbakanlığa girişini engelleyerek bir adım daha ileri yürüdü.
Dünkü 12. Makalemde, devlet ve devrim sorunu ve devrimin ayrışma konusunu irdelemiştim. Ordu ve Müslüman kardeşler örgütünün risk çizgisinde nasıl dolaştıklarını aktarmaya çalışmıştım. Devrime gönül vermiş milyonlar, her defasında daha bir canlı ve daha bir arzulu meydanlara gelerek bu risklerin yaratacağı korkuları geride bırakmaya başladığını dile getireceğim.
Halk düzeni değiştirme kararlılığında önemli mesafe aldığı 15. Günün kazanımlarıyla, 16. Günde diktatörlüğün verdiği hiçbir tavizin geçerli olmayacağını ilan etti. Ömer Süleyman’ın Mübarek adına yaptığı açıklamaları ve verdiği tüm tavizleri elinin tersiyle ittiğini açıkladı.
Mısır diktatörlüğü, 25 ocaktan bu güne kendini çok iyi toparladı denilebilir. Devletinin hiçbir kurumu dağılmadı. Hala ayakta ve birbirine bağlı. Diktatörlüğün kaygısı, protestolara gittikçe artan oranda halkın katılıdır. Bu yoğunlaşma, zamana oynamayı ters yüz edebilir kaygısı hakim. Bu nedenle her saat başı, yeni bir tavizle uyanıyor Mısır halkı. Tavizler artıkça, devrim saflarında ortaya çıkmaya başlayan ayrışmada ertelenip duruyor, ordunun bekleyişi ise çürümeye dönüşüyor; kararsız gibi duran ordunun her kıpırdanışı artık kuşkuyla ve tepkiyle karşılanmaya başlanıyor; gençler gece gündüz tank paletlerinin altında yatarak, ordunun olası ve ani hareketini dizginlemeyi amaçlıyorlar. Bu kaygı, bu güvensizlik devrimin ciddiyetine, kendisine bağlı olmaya başaramamış olanlara karşı geliştirdiği duyarlılığına bir işarettir. Aynı duyarlılık, hükümetle dirsek teması içinde olan tüm güçlere yönelik olarak da olgunlaşıyor.
İKTİDAR NASIL EL DEĞİŞTİRİR
“Gazap günü” devrimin ilk Cuma günüydü (28 Ocak 2011). O gün bu gündür, diktatörlük taviz üzerine taviz veriyor. Ancak devrimci güçler bu tavizlerin bir oyalama, zaman kazanma, yılgınlık yaratma olduğunu çok iyi biliyor. Ordunun onursuz duruşunu, eski partilerin dirsek temaslarıyla buraya kadar yeter deme teslimiyetlerini, Müslüman kardeşler örgütünün riskli çizgilerde dolaşmasını da kullanana devlet, devrimci hareketi boğmak için zamanın lehine olduğu inancıyla tavizlerini sıralayıp durdu.
Bu aynı zamanda batının, “iktidarın barışçıl olarak, aynı parametreler zemininde el değiştirmesi gerektiği” çağrılarıyla da kesişmektedir. Bu çabaların başını çiçeği burnunda Cumhur Başkanı Naibi, eski istihbaratçı, batının ve özellikle İsrail’in başkan görmek istediği General Ömer Süleyman’ın öne çıkmasını sağlayan bir ortamı da oluşturuyordu.
Bütün çabalar, devrimle diktatörlüğü aynı paydada at koşturmaya, aynı kriterlerle sorunu aşmaya, aynı ölçülerle nitelik farklılığı olan verileri ölçüp biçmeye getirme çabasına bağlanmıştır. Devrimcilere “tüm taleplerinize evet diyoruz ama bunları verili anayasaya göre bir takvime bağlayalım” diye kendi sahalarında Bizans oyunlarının girdaplarına sokmak istiyorlar.
Bu tavizlerin son versiyonu, gösterilere katılan hiç kimsenin tutuklanmayacağı ve yargılanmayacağını hüsnü mübarek adına naip Ömer’in açıklamasıdır: bunun da ötesi, yeni anayasa reform paketinin hazırlanması için aynı gün görev başı yapacak onlarca üst düzey hukukçudan oluşan komitenin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle atandığı ve göreve başladığı açıklandı.
Bununla kalınmadı “Tahkikat Komisyonu” adı altında yolsuzlukların araştırılması atamaların yapıldığı belirtildi. Diktatörlük her şeye evet diyor, yalnızca ufacık bir isteği var o da, sistemin işlerliği bozulmadan, devletin devamlılığında ”boşluk oluşturmadan”, sistemin kuralarıyla iktidar el değiştirsin diyor.
Evet tüm sorun da burada patlak veriyor. Devrim ve devlet konusun önceki yazımda irdeledim. Mısır diktatörlük devleti çözülmedi dedim. Devrim henüz kendi yasasını uygulamadı, devletin hiçbir kurumunu yıkmadı, el konulmadı dedim. Düzen, olduğu gibi devam ederken, onun oyun kuralları içinde devrim taleplerini öne sürmenin bir intihar olduğunu açıkladım. Mısır devrimcileri bunu çok iyi biliyorlar. Bu oyuna gelmemek için de açık ve net tutumlarını ilan ediyorlar; diktatör bu ülkeyi terk etmeden onun çevresi elini eteğini çekmeden, yeni anayasa yeni parlamento oluşmadan bu oyunda yer almayacağız diyor. Kısa bir kararsızlık geçiren riskli güçler bile 15. Günün görkemli kitlesel katılışıyla bundan başka bir yol olmadığını söylemeye başladı. Böylece saflar daha net çizgilerle birbirinden kopmaya yöneldi. Diktatörlüğün en büyük korkusu da budur; bu gelişme zamana oynamayı aleyhine çevirecekti.
Devrimin kendi yasaları olmalı. Mısır halkı bunun bilincinde gücüne güveniyor ve kararlıca ortaya atılan tavizleri elinin tersiyle itiyor. Oyunu kendi kurallarıyla ve kendi sahasında oynamayı istiyor. Şiddete başvurmadan, geleneksel devrim örgütleri kurmadan karizmatik lider peşine takılmadan bu süreci yönlendiriyor.
İktidar bir savaşla değil, ama devrimin belirlediği yönde ve kuralarla el değiştireceği ısrarını ortaya atıyor tavizleri muhatap almıyor.
Bu kararlılık, Mübarek için yeni tezlerinde üretilmesini hızlandırıyor; Almanlar, sürmekte olan tedavisinin devamı için uzun süreli bir izinle ülkeden ayrılması önerisini servis etmesi, böylece bir kez daha öne çıkmış oluyor. 70 milyar servetli bir hırsızın ülkesinden yargılanmadan çıkışı kimsenin gönlünü tatmin etmese de bir adım ileri gitmek için bu öneriye ileriki saatlerde sıcak bakılabileceğini gösteriyor.
İktidar el değiştirecek ama bunun yolu, diktatörlük anayasa, yasa ve kuramlarının belirlediği bir sürede olmayacaktır. Devrim kendi yasalarına dayanacak, kendi anayasasını, tarihi bitmiş bir anayasaya bağlı olmadan, meşruiyeti kalmamış bir parlamentonun onayına bakmadan bu el değiştirmeyi ve sonuçlarını kendisi inşa edecektir.
ÖMER SÜLEYMAN
Bu isim fonetik açıdan, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde daha sonra Hürrem sultan olacak cariyenin ölümü göze alarak, geceyi geçireceği kadını haremden seçerken padişaha “Sultan Söleman” diye seslenmesi gibi bir duygu yaratıyor.
Ömer Süleyman bir cellat. Bir ceberut. Son 30 yıllık bölge olaylarında işkenceci olduğu kadar kirli komploların merkezindeki isimdir. İnsan hakları ihlallerinde, iki kıtada (Asya-Afrika) eşine ender rastlanır bir diktatördür.
Askeri istihbarattan geliyor, Amerika’nın Mısır’da açığa çıkan gizli cezaevlerini yöneten, Afganistan, Irak savaş esirlerini sorgulayan, işkencelere fiilen katılacak kadar işine sadık bir cellat. Wikileaks’in yayınladığı belgelerde, İsrail’in en güvendiği adam olarak, Filistinlilere karşı operasyonlar düzenleyen, onları barıştırmak üzere bir araya getirip İsrail çıkarlarını koruyan, 2006 Lübnan savaşında, İsrail ordusuyla Lübnan direniş hareketini ezmek için elinden gelen tüm gayreti gösteren, Şii tehlikesi heyulasını yaratan, “İran atom bombası Araplar için İsrail’in nükleer etkinliğinden daha tehlikelidir” yalan kurgusunu pazarlayan dört başı mamur bir halk düşmanı.
Zamana oynamanın kimin lehine olacağı sorusu, bu açıdan bakılınca, Mübarek diktatörünü daha da kabul edilmez hale sokmak için uzatmaları zorlayan da bu kişinin olması hiçte garip değildir. Çünkü o diktatöre göre, Firavun konumundadır.
Gelen gideni aratır diye bir şey olursa bunun en canlı ifadesi Ömer Süleyman olur.
Bu günkü konumu itibariyle Hüsnü Mübarek bitmiştir, yere göğe sığmayan oğlu Cemal Mübarek buharlaşmıştır, iktidardaki Demokrat Vatan Partisinin Saffat Şerif gibi güçlü isimlerle birlikte tasfiye edilmiştir. Geride başını kaldıracak bir tek Allahın kulu kalmamıştır. Ama o, kendini öne sürmeden dış ve iç karşı devrim güçlerinin gölgesine sığınmak için biat etmeye hazır tek kudretli adamı olmuştur.
Bu satırların yazarı komplo teorilerine prim vermez, bu teorilerin aklı çalıştırmamak için kestirmeden sonuç söyleme kolacılığı olarak görür. Ama bu gelişmeleri izlerken bu için içinde komplo olmadan bu kadar şeyin bir araya gelmesi mümkün değildir demek güç. Ya da şöyle diyelim, hesabı yapılmadan ortaya çıkan böylesi riskli koşullarda, önceden hazırlıklı olanların süreci kontrol ederek kendi çıkarlarına göre yönlendirmeleri bu olsa gerek.
Bütün bunlara rağmen, Ömer Süleyman da diktatörlük rejimi de artık dik duramayacakları bir yara almıştır. Devrimin gücü ortaya koyduğu performans bütün bu oyunları başlarına çalacak kadar keskin dönemeçlere doğru yönelmekte olduğunun sinyallerini vermektedir. Devrim güçleri, bölünmeden bu riskli süreci aşabilirse, geride diktatörlük rejimine ait hiçbir şey kalmayacaktır; bu, uzun sürecek bir çabayı gerektirse de ilk adımda ortaya atılan taleplerin kazınılmasıyla çökecek düzenin ardından kazanılması zor olmayacaktır.
Makalemi bağladıktan sonra ajanslara geçen haberlerde, bu Firavunun, “Devrimcilerin daha uzun süre meydanları işgal etmesine göz yumamayız” diyerek tehditler yaptığını bildiriyordu.
Bunu da yeni bir gelişme olarak okurlara aktarıyorum.
DEVRİMLER DE DEĞİŞİYOR
Farklı ve önemli bir gelişme olmazsa, yarınki makalemin başlığı bu olmalı.
Artık eski devrim algıları geçerli değil. Her devrim mutlaka devleti ele geçirmeyi amaçlar diye düşünürdük. Gelişmeler, devleti ele geçirme değil, halkı ve haklarını korumak üzere devleti dönüştürmek kontrol altına almayı hedefleme yönünde ilerlediğini gösteriyor.
Bunun birçok örneğini bölgemizde görmeye başladık bile. İnsanlık tarihinin en uygar birikimlerinin ilk kez yeşerdiği bu bölgede, tüm insanlığa yeni bir aydınlanma çağını açacak, siyasal algılarına zenginlik katacak olan atılımlara tanık olmaktayız demek yanlış olmayacaktır.
Örgütsüz, lidersiz, barışçıl devrimler çağı devleti ele geçirmek değil devleti denetlemek, halkın desteğiyle, halkın çıkarları için yönlendirmek üzere bir işlev kazanıyor.
Bilişim çağının, insan kolektif akıl ürünü verileriyle böylesi bir mekanizma kurması, kanlı savaşların bu güne kadar ortaçağ süreçleri olarak devam etmesine de son verecek gibidir. Bu gelişmeler yeni bir uygarlık adımıdır. Bunu algılamamız gerek, bu sanal gücün evrensel ölçekte ortaya koyacağı değerleri ikame etmek gerek.
Kısadan hissemiz ise,
Oyalamanın hiçbir türü halkın gerçekçi talepleri yerine konamaz. Bunu tüm iktidarlar bilmeli, halk da korku duvarlarını yıkarak bu gerçeği öğrenmek istemeyen iktidarlara öğretmelidir derim…
9 Şubat 2011
Mısır devrimi 16 gününe girdi (25 Ocak - 9 Şubat 2011).
150 gencin protestosuyla yola çıkıldı. Bir anda milyonların toplandığı görüldü. Örgütsüz, lidersiz ve barışçıl yollarla Korku duvarları yıkıldı, on milyonlar meydanlara sığmaz oldu. Sakin güç, bir devrimin mümkün olan en sesiz tecellisi içinde en yoğun potansiyeliyle Mısır tarihinin kaderini değiştirmeye başladı.
Cesaret, dengesini yitirmeden, devrimin barışçıl olabileceği gerçeğiyle at başı yürüdü. Hala öyle devam ediyor. Bu çok riskli olsa da bu güne kadarki gelişmeler, önemli bir başarı olarak kayıt ediliyor.
Bu satırları okuduğunuzda, Mübarek yönetiminin iç ve dış tüm güçlerini toplayarak, dağılmamış zalim devlet ve kadrolarını, ordunun NATO taktikleriyle öğrendiği “nazik kuşatma”sını, memurların normal görev sürelerine dönmelerini de alıp gelmesine rağmen, yeni tavizler vermekten kurtulmadığını artık görmüş ve geride bırakmış olacağız.
Devrimin 15. Günü, bir kıyamet günü gibi, Mısırın tüm illerinde, Firavunlardan bu yana kitle gösterisine tanık olmamış köşeleri dahil ayağa kalkmıştı. Kahire ve İskenderiye’de ise milyonlar bir araya gelmişti. Özellikle memurların iş bırakma saatleri ardından bu kalabalık artıkça artarak, yeni meydanlara, devlet kurumlarının en hassaslarının önünde nöbet tutarak genişlediğine tanık olduk. Devrimciler, diktatörlüğün atadığı başbakanı Ahmet şefik’in, başbakanlığa girişini engelleyerek bir adım daha ileri yürüdü.
Dünkü 12. Makalemde, devlet ve devrim sorunu ve devrimin ayrışma konusunu irdelemiştim. Ordu ve Müslüman kardeşler örgütünün risk çizgisinde nasıl dolaştıklarını aktarmaya çalışmıştım. Devrime gönül vermiş milyonlar, her defasında daha bir canlı ve daha bir arzulu meydanlara gelerek bu risklerin yaratacağı korkuları geride bırakmaya başladığını dile getireceğim.
Halk düzeni değiştirme kararlılığında önemli mesafe aldığı 15. Günün kazanımlarıyla, 16. Günde diktatörlüğün verdiği hiçbir tavizin geçerli olmayacağını ilan etti. Ömer Süleyman’ın Mübarek adına yaptığı açıklamaları ve verdiği tüm tavizleri elinin tersiyle ittiğini açıkladı.
Mısır diktatörlüğü, 25 ocaktan bu güne kendini çok iyi toparladı denilebilir. Devletinin hiçbir kurumu dağılmadı. Hala ayakta ve birbirine bağlı. Diktatörlüğün kaygısı, protestolara gittikçe artan oranda halkın katılıdır. Bu yoğunlaşma, zamana oynamayı ters yüz edebilir kaygısı hakim. Bu nedenle her saat başı, yeni bir tavizle uyanıyor Mısır halkı. Tavizler artıkça, devrim saflarında ortaya çıkmaya başlayan ayrışmada ertelenip duruyor, ordunun bekleyişi ise çürümeye dönüşüyor; kararsız gibi duran ordunun her kıpırdanışı artık kuşkuyla ve tepkiyle karşılanmaya başlanıyor; gençler gece gündüz tank paletlerinin altında yatarak, ordunun olası ve ani hareketini dizginlemeyi amaçlıyorlar. Bu kaygı, bu güvensizlik devrimin ciddiyetine, kendisine bağlı olmaya başaramamış olanlara karşı geliştirdiği duyarlılığına bir işarettir. Aynı duyarlılık, hükümetle dirsek teması içinde olan tüm güçlere yönelik olarak da olgunlaşıyor.
İKTİDAR NASIL EL DEĞİŞTİRİR
“Gazap günü” devrimin ilk Cuma günüydü (28 Ocak 2011). O gün bu gündür, diktatörlük taviz üzerine taviz veriyor. Ancak devrimci güçler bu tavizlerin bir oyalama, zaman kazanma, yılgınlık yaratma olduğunu çok iyi biliyor. Ordunun onursuz duruşunu, eski partilerin dirsek temaslarıyla buraya kadar yeter deme teslimiyetlerini, Müslüman kardeşler örgütünün riskli çizgilerde dolaşmasını da kullanana devlet, devrimci hareketi boğmak için zamanın lehine olduğu inancıyla tavizlerini sıralayıp durdu.
Bu aynı zamanda batının, “iktidarın barışçıl olarak, aynı parametreler zemininde el değiştirmesi gerektiği” çağrılarıyla da kesişmektedir. Bu çabaların başını çiçeği burnunda Cumhur Başkanı Naibi, eski istihbaratçı, batının ve özellikle İsrail’in başkan görmek istediği General Ömer Süleyman’ın öne çıkmasını sağlayan bir ortamı da oluşturuyordu.
Bütün çabalar, devrimle diktatörlüğü aynı paydada at koşturmaya, aynı kriterlerle sorunu aşmaya, aynı ölçülerle nitelik farklılığı olan verileri ölçüp biçmeye getirme çabasına bağlanmıştır. Devrimcilere “tüm taleplerinize evet diyoruz ama bunları verili anayasaya göre bir takvime bağlayalım” diye kendi sahalarında Bizans oyunlarının girdaplarına sokmak istiyorlar.
Bu tavizlerin son versiyonu, gösterilere katılan hiç kimsenin tutuklanmayacağı ve yargılanmayacağını hüsnü mübarek adına naip Ömer’in açıklamasıdır: bunun da ötesi, yeni anayasa reform paketinin hazırlanması için aynı gün görev başı yapacak onlarca üst düzey hukukçudan oluşan komitenin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle atandığı ve göreve başladığı açıklandı.
Bununla kalınmadı “Tahkikat Komisyonu” adı altında yolsuzlukların araştırılması atamaların yapıldığı belirtildi. Diktatörlük her şeye evet diyor, yalnızca ufacık bir isteği var o da, sistemin işlerliği bozulmadan, devletin devamlılığında ”boşluk oluşturmadan”, sistemin kuralarıyla iktidar el değiştirsin diyor.
Evet tüm sorun da burada patlak veriyor. Devrim ve devlet konusun önceki yazımda irdeledim. Mısır diktatörlük devleti çözülmedi dedim. Devrim henüz kendi yasasını uygulamadı, devletin hiçbir kurumunu yıkmadı, el konulmadı dedim. Düzen, olduğu gibi devam ederken, onun oyun kuralları içinde devrim taleplerini öne sürmenin bir intihar olduğunu açıkladım. Mısır devrimcileri bunu çok iyi biliyorlar. Bu oyuna gelmemek için de açık ve net tutumlarını ilan ediyorlar; diktatör bu ülkeyi terk etmeden onun çevresi elini eteğini çekmeden, yeni anayasa yeni parlamento oluşmadan bu oyunda yer almayacağız diyor. Kısa bir kararsızlık geçiren riskli güçler bile 15. Günün görkemli kitlesel katılışıyla bundan başka bir yol olmadığını söylemeye başladı. Böylece saflar daha net çizgilerle birbirinden kopmaya yöneldi. Diktatörlüğün en büyük korkusu da budur; bu gelişme zamana oynamayı aleyhine çevirecekti.
Devrimin kendi yasaları olmalı. Mısır halkı bunun bilincinde gücüne güveniyor ve kararlıca ortaya atılan tavizleri elinin tersiyle itiyor. Oyunu kendi kurallarıyla ve kendi sahasında oynamayı istiyor. Şiddete başvurmadan, geleneksel devrim örgütleri kurmadan karizmatik lider peşine takılmadan bu süreci yönlendiriyor.
İktidar bir savaşla değil, ama devrimin belirlediği yönde ve kuralarla el değiştireceği ısrarını ortaya atıyor tavizleri muhatap almıyor.
Bu kararlılık, Mübarek için yeni tezlerinde üretilmesini hızlandırıyor; Almanlar, sürmekte olan tedavisinin devamı için uzun süreli bir izinle ülkeden ayrılması önerisini servis etmesi, böylece bir kez daha öne çıkmış oluyor. 70 milyar servetli bir hırsızın ülkesinden yargılanmadan çıkışı kimsenin gönlünü tatmin etmese de bir adım ileri gitmek için bu öneriye ileriki saatlerde sıcak bakılabileceğini gösteriyor.
İktidar el değiştirecek ama bunun yolu, diktatörlük anayasa, yasa ve kuramlarının belirlediği bir sürede olmayacaktır. Devrim kendi yasalarına dayanacak, kendi anayasasını, tarihi bitmiş bir anayasaya bağlı olmadan, meşruiyeti kalmamış bir parlamentonun onayına bakmadan bu el değiştirmeyi ve sonuçlarını kendisi inşa edecektir.
ÖMER SÜLEYMAN
Bu isim fonetik açıdan, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde daha sonra Hürrem sultan olacak cariyenin ölümü göze alarak, geceyi geçireceği kadını haremden seçerken padişaha “Sultan Söleman” diye seslenmesi gibi bir duygu yaratıyor.
Ömer Süleyman bir cellat. Bir ceberut. Son 30 yıllık bölge olaylarında işkenceci olduğu kadar kirli komploların merkezindeki isimdir. İnsan hakları ihlallerinde, iki kıtada (Asya-Afrika) eşine ender rastlanır bir diktatördür.
Askeri istihbarattan geliyor, Amerika’nın Mısır’da açığa çıkan gizli cezaevlerini yöneten, Afganistan, Irak savaş esirlerini sorgulayan, işkencelere fiilen katılacak kadar işine sadık bir cellat. Wikileaks’in yayınladığı belgelerde, İsrail’in en güvendiği adam olarak, Filistinlilere karşı operasyonlar düzenleyen, onları barıştırmak üzere bir araya getirip İsrail çıkarlarını koruyan, 2006 Lübnan savaşında, İsrail ordusuyla Lübnan direniş hareketini ezmek için elinden gelen tüm gayreti gösteren, Şii tehlikesi heyulasını yaratan, “İran atom bombası Araplar için İsrail’in nükleer etkinliğinden daha tehlikelidir” yalan kurgusunu pazarlayan dört başı mamur bir halk düşmanı.
Zamana oynamanın kimin lehine olacağı sorusu, bu açıdan bakılınca, Mübarek diktatörünü daha da kabul edilmez hale sokmak için uzatmaları zorlayan da bu kişinin olması hiçte garip değildir. Çünkü o diktatöre göre, Firavun konumundadır.
Gelen gideni aratır diye bir şey olursa bunun en canlı ifadesi Ömer Süleyman olur.
Bu günkü konumu itibariyle Hüsnü Mübarek bitmiştir, yere göğe sığmayan oğlu Cemal Mübarek buharlaşmıştır, iktidardaki Demokrat Vatan Partisinin Saffat Şerif gibi güçlü isimlerle birlikte tasfiye edilmiştir. Geride başını kaldıracak bir tek Allahın kulu kalmamıştır. Ama o, kendini öne sürmeden dış ve iç karşı devrim güçlerinin gölgesine sığınmak için biat etmeye hazır tek kudretli adamı olmuştur.
Bu satırların yazarı komplo teorilerine prim vermez, bu teorilerin aklı çalıştırmamak için kestirmeden sonuç söyleme kolacılığı olarak görür. Ama bu gelişmeleri izlerken bu için içinde komplo olmadan bu kadar şeyin bir araya gelmesi mümkün değildir demek güç. Ya da şöyle diyelim, hesabı yapılmadan ortaya çıkan böylesi riskli koşullarda, önceden hazırlıklı olanların süreci kontrol ederek kendi çıkarlarına göre yönlendirmeleri bu olsa gerek.
Bütün bunlara rağmen, Ömer Süleyman da diktatörlük rejimi de artık dik duramayacakları bir yara almıştır. Devrimin gücü ortaya koyduğu performans bütün bu oyunları başlarına çalacak kadar keskin dönemeçlere doğru yönelmekte olduğunun sinyallerini vermektedir. Devrim güçleri, bölünmeden bu riskli süreci aşabilirse, geride diktatörlük rejimine ait hiçbir şey kalmayacaktır; bu, uzun sürecek bir çabayı gerektirse de ilk adımda ortaya atılan taleplerin kazınılmasıyla çökecek düzenin ardından kazanılması zor olmayacaktır.
Makalemi bağladıktan sonra ajanslara geçen haberlerde, bu Firavunun, “Devrimcilerin daha uzun süre meydanları işgal etmesine göz yumamayız” diyerek tehditler yaptığını bildiriyordu.
Bunu da yeni bir gelişme olarak okurlara aktarıyorum.
DEVRİMLER DE DEĞİŞİYOR
Farklı ve önemli bir gelişme olmazsa, yarınki makalemin başlığı bu olmalı.
Artık eski devrim algıları geçerli değil. Her devrim mutlaka devleti ele geçirmeyi amaçlar diye düşünürdük. Gelişmeler, devleti ele geçirme değil, halkı ve haklarını korumak üzere devleti dönüştürmek kontrol altına almayı hedefleme yönünde ilerlediğini gösteriyor.
Bunun birçok örneğini bölgemizde görmeye başladık bile. İnsanlık tarihinin en uygar birikimlerinin ilk kez yeşerdiği bu bölgede, tüm insanlığa yeni bir aydınlanma çağını açacak, siyasal algılarına zenginlik katacak olan atılımlara tanık olmaktayız demek yanlış olmayacaktır.
Örgütsüz, lidersiz, barışçıl devrimler çağı devleti ele geçirmek değil devleti denetlemek, halkın desteğiyle, halkın çıkarları için yönlendirmek üzere bir işlev kazanıyor.
Bilişim çağının, insan kolektif akıl ürünü verileriyle böylesi bir mekanizma kurması, kanlı savaşların bu güne kadar ortaçağ süreçleri olarak devam etmesine de son verecek gibidir. Bu gelişmeler yeni bir uygarlık adımıdır. Bunu algılamamız gerek, bu sanal gücün evrensel ölçekte ortaya koyacağı değerleri ikame etmek gerek.
Kısadan hissemiz ise,
Oyalamanın hiçbir türü halkın gerçekçi talepleri yerine konamaz. Bunu tüm iktidarlar bilmeli, halk da korku duvarlarını yıkarak bu gerçeği öğrenmek istemeyen iktidarlara öğretmelidir derim…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder