11 Şubat 2011 Cuma
TUFAN
Mısır devrim süreciyle ilgili 15. Makale
Mısır Arap halkı bu Cuma günü, düzeni ayakta tutan
devletin en önemli halkalarını kırmak için Tufan olabilecek mi?
Mihrac Ural
11 Şubat 2011
Mısır devrimi 18. Gününe girdi (25 Ocak – 11 Şubat 2011 Cuma).
Dün, Perşembe günü itibariyle Mısır halkı bir kez daha kararlılığını gösteren inanılmaz bir kalabalıkla meydanlara indi. Tahrir meydanında bu gün, 3 milyon Mısırlı gece yarısına kadar bitip tükenmez bir heyecan ve enerjiyle haykırdı; diktatör mübarek artık defol.
Bu kalabalıkların sayısal artış oranı, sadece Tahrir meydanında değil, ülkenin tüm kentlerinde, ilçe ve köylerinde de aynıyla yükseldi.
Mısır devrimi gerçek anlamda 21. Yüzyılın tüm devrimlerine ışık saçan bir kaynak olacağı açıktır. Bu ölçekte bir kalabalığın bu ölçekte barışçıl ve kendine güvenen kararlılığıyla, zaman üzerinde oynanacak tüm oyunları kendi lehine çevirebilmesi, tarihte eşine az rastlanır bir gelişmedir.
17 gün kesilmeden, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimi yaratmak, sonuçta tarihin en kadim uygarlığını kuran bir halka nasip olması, tesadüf değildir. Bir toplumun, bu günü ve yarını için böylesi anlamlı tarihi roller oynaması, tarihle yüzleşmesinin de önemli bir parçasıdır. Mısır halkı korkularını yenerek bunu da başarmıştır. Bu ise bölge halkları için bir yol haritasıdır.
Mısır, kadim uygarlığı gibi, bu günkü devrimiyle de yeniçağın özgün aydınlanmasını bölge halkları adına yaptığı öncülükle başlatmış bulunmaktadır. Devrim sürecinin her günü derslerle dolup taşıyor demek yanlış olmayacaktır.
Mısırlılar bu Cuma gününe ilk koydukları isim Tufan. Sonra Cumatül tahaddi “Meydan okuma Cuması” dediler. Bun Yazıma Tufan başlığını koydum, Bu günün umudu, Mısır devriminin kirlilikleri tufanıyla temizlemektir. Belki devrimin ilk ve en önemli adımı bu gün atılacaktır. Bunu bekliyoruz.
Bu satırlardan bu aktarımları yorumlayarak siz okurlarımla paylaşmam, kıssadan hissemizle ilgilidir. Bu gün aktaracaklarım alttadır.
YENİ TAVİZLER BOŞA KÜREK
Dün, Perşembe günü itibariyle, medyaya yansıyan en gözde haber, Mübarek’in haliç ülkelerinden birine gittiği, geride geç saatte yayınlanacak bir video bandı bıraktığı yönündeki bilgi oldu. Bu bilgiyi Mısır silahlı kuvvetlerinin “1 Nolu beyan”ı takip edince. Firavunun artık gerçekten devrildiği yönünde kanaatler öne çıkmaya başladı.
Mısır devrim sürecine ilişkin günlük yazılarımı takip eden okur, diktatör Mübarek’in eski asker olduğunu, öleceğini bilse de iktidarı bırakmayacağını belirttiğimi hatırlayacaklar. Bu kanımı hala taşımama rağmen, Tahrir meydanındaki 3 milyonu aşkın insanın o gergin tepkilerini ve çıkan haberleri bir araya getirdiğimde “FİRAVUN DA KAÇTI” diye bu yazıya başlık atmayı düşündüm. Mübarek, bir anlığına bile olsa bir kez daha herkesi aldatmıştı.
Mübarek konuşmasına başladığında tahrir meydanında beklenin cümlenin duyulması için bir beklenti hali oluştu. Ancak ilk cümlesinden itibaren, süresinin biteceği Eylül ayına kadar devletin başında kalacağını sık sık vurgulayınca, konuşmasını kimsenin dinlemesine gerek kalmadı, meydan tepki sesleriyle çalkalanmaya başladı konuşmanın sonuna kadar da sürdü; dağ bir kez daha fare doğurmuştu.
Mübarek bu konuşmasında bir kez daha kitleleri oyalamaya çalıştığını gösterdi, zamana oynamanın kendisine kar getireceğin sanısıyla, yeni tavizlerini sıraladı. Bir baba edasıyla başladığı konuşmasına, inandırıcılığını kaybetmiş birinin, ikide bir yemin ederek, verdiği reform sözünde duracağını tekrar etmesi psikolojik olarak ne ölçüde bir yıkıma uğradığını yansıtıyordu. Buna ek anayasanın sadece iki maddesini değil (77, 76), sorunlu olan 6 maddesini de değiştireceğini ilan etmesi, sıkıyönetim sistemine yol açan 179.maddeyi de ilga edeceğini söylemesi artık hiçbir anlam ifade etmiyordu.
En komiği ise, Mübarek’in “dış güçlerin baskısına asla boyun eğmeyeceği”ni söylemesiydi. 30 yıllık iktidarı boyunca yaptığı tek şey dış dayatmaları kabul eden adam, şimdi puan kazanmak için halkının karşısına geçmiş dış baskılara boyun eğmem diyerek, kendini komik hallere düşürmesidir.
Araplar aşk insanda onur bırakmaz derler, bunu iktidar için tekrar etmek yanlış olmayacak.
Bu oyalamaların, iktidar tarafından halkın önüne ısıtılarak bir kez daha servis edilmesinde, devrimin devleti çözme yönünde bir adım atmaması olduğu kadar, kendi yasaları olduğu ve bu yasaların meşruiyetini halkın meydanlardaki duruşundan aldığını gerçeğini iktidar güçlerine dayatmamasıdır.
21. yüzyıl devrimleri ellerindeki dev baskı aracını en barışçıl şekilde kullansa da kendi yasalarını yürürlüğe koyacağı mekanizmalara sahip olmalıdır; iktidarlara ve onları temsil eden devlete karşı bu mekanizmalar devrimi koruyacak en temel verilerdir. Mısır devrimi bu adımı hala atmadı
Bu gün Cuma, tufan günü. Tufan kirlenmişlerini temizleyecek kadar güçlü sonuçlara varırsa, bölge tarihinin en görkemli günü bu gün olacaktır.
Mübarek’in konuşması ardından Naibi Ömer Süleyman da bir konuşma yaptı. Ping Pong topu gibi, bir oyunun tamamlanması için birbirini izleyen bu konuşmalar, halkın gazabını dindirmek yerine, tufanlarına tufan ekleyecek etkiler yaratmaktadır. Bu satırları okuduğunuzda bunun ne kadar etkin olduğunu hep birlikte görmüş olacağız.
Ömer Süleyman ise konuşmasını, Mübarek’in “anayasal yetkiler çerçevesinde yardımcı seçtiğim kişiye görevler tevdi ettim” sözlerini tamamlamak, Mısır halkına ve dünyaya “artık önde duran kişi benim” demek için yapılmış gibiydi. Ancak bu konuşma, onunda son şansını alıp götürüyordu. Bundan sonra Ömer Süleyman’a hayır hah gözle bakanlar da keskinleşmiştir: Bu düzenin toptan yıkılması onu temsil eden her şahsiyetin de birlikte defolup gitmesi, öncekinden çok daha güçlüce ifade edilmeye başlandı. Zamana oynamak artık diktatörlüğün aleyhine bir çarktı. Onlar, bunun farkında olsalar da olmasalar da geride yapılacak bir şeyin kalmamıştır.
Yer gök “defolun” diye inlerken, yaşını başını almış, kimseye nasip olmayacak bir süre iktidarda kalmış, üstelik dev bir servetin sahibi, hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış birinin böylesi bir zorlamayla iktidar hırsını devam ettirmesi, siyasal bir zeminine zor oturtulabilir. İktidarın insanları ne kadar onursuzlaştırabileceğini de böylece anlamış oluyoruz.
BİR KEZ DAHA ORDU
Mısır Arap halkı, dün topladığı büyük moral yanı sıra, diktatör Mübarek ve ardından Naibi Ömer Süleyman’ın zaman kazanma amaçlı mutat boş konuşmalarından sonra, gerçek bir tufana dönüştüreceği bu günün hesaplarına daldığını tahmin etmek zor değil; “Bukra asır ilal-kasır” (yarın ikindi, köşke gideceğiz) sloganı, meydanların amacını da ifade eden bir slogandı.
Mısır halkı, Mübarek’in konuşmasında önemli bir halkanın kırılacağını umdu. Ülkeyi terk edecek, bir konuşma beklentisi vardı. Silahlı Kuvvetler “1. Nolu beyan” ya bu süreçte Ömer Süleyman’ın da tasfiye edilerek geçiş süreci boyunca idariye elinde tutacağı izlenimi edinmişti. Bur çok yorumcu da bu yöndü konuşuyordu.
Mısır ordusu önceki yazılarımda yer alan belirlemelerimi yanıltmadı. Diktatörlüğün ayrılmaz bir parçası olduğunu, oyulama bildirilerle arada görünme çabalarıyla bıktırıcı bir “nezaket” gösterisi içinde olduğu artık çok açık hale gelmişti. NATO menşeli bu “nezaket”, diktatörlük aleyhine işleyen zaman mekanizmasının öğütücü çarkları arasında ordu öğütülüyordu.
Özellikle “1. Nolu beyan” ın tam bir komedi olması, Mısır halkını çileden çıkaran bur gelişmeydi. Mısır ordusu söz konusu bayanda sadece şunu dile getiriyordu “ordu ülkede mevcut durumu değerlendirme toplantısını sürdürmektedir”
Bir ordu 1 Nolu açıklamasını ya darbe yaptım ya da şu şu fiili girişimlerde bulundum diye yapar. Mısır ordusu ise bunu toplantısının sürmekte olduğunu ilan etmek için açıklamış. Sanırım dünyanın en enteresan silahlı kuvvetler açıklaması da bu olmalıdır. Bununla da yeryüzünün en kadim ve en kapsamlı uygarlığına sahip olunsa da bir kez kukla olma yönünde çark eden bir ordunun böylesine komik hallere düşmesinin kaçınılmaz olduğunu öğrenmiş olduk; bu komediyi ülkemizde yaşadık mı bilmem ama, internet muhtıraları ya da 1000 yıl sürecek Mart miyavlamaları okura mutlaka bazı şeyleri çağrıştırıyor olmalı.
Önceki yazılarımda ordu ve halk artık yüz yüzedir dedim; bu ne zaman bir çatışmaya ya da gerçek bir kırılmaya uğrar yarın göreceğiz. Mısır halkı ne yapacağını biliyor, bizler de ders almayı öğreneceğiz.
İLK SUBAY
Yazıp durdum, Mısır ordusu bir halın utanç duyacağı ordu türlerinden biridir diye. Bu ordunun eli kanlıdır, Mısır oligarşisinin bir parçasıdır, generaller bir kast gibi ölüm döşeğine kadar bu sultanın bir parçası olarak ganimetten pay almaktadır: Ganimet ise, ülkenin tüm değerleri ve en önemlisi ülkenin bölgesindeki ve insanlık indindeki gerçek rolünün gasp edilmesidir. Mısır’ı üçüncü sınıf ülke konumuna sokan bu teslimiyetçilik ayna zamanda kendi halkına karşı, İsrail siyonizmiyle el ele katliam yaparak ihanet ve delalet içinde olan bir emperyalist ileri karakol konumundadır.
Hayretle sorup durdum, 40 yıldır bu ordudan bir tek subay çıkıp da yeter artık demez mi diye. Böylesi çıksa da ne olur ki, 1 milyonluk bir ordudan birkaç subayın çıkması ne yapar ki, Ama olsun o da yoktu. Enver Sedat’ı öldüren ekip bile, sıradan merasim askeriydi, Bir subay bulunamıyordu.
Dün bu da kırıldı. El Cezire TV nereden nasıl bulduysa Yarbay rütbesinde olan Ahmet Ali Şuman adlı subay, nazikçe silahını üst subayına, imza karşılığı teslim edip üniformasını atarak Tahrir meydanına, devrimcilerle omuz omuza olmaya gelmiş. Bu davranışı yorumlamayacağım. Ama bitmiş bir ordudan ancak bu kadarı çıkar diyeceğim…
Ahmet Ali Şuman artık bir sivil olarak Tahrir meydanından öylesine sarsıcı açıklamalar yaptı ki, genel kurmay başkanından, Ömer Süleyman’a, Mübarek’e kadar yenilir yutulur şeyler değildi. “Yargı önüne çıkarak bunları tek tek açıklamaya da hazırım” dedi. Özellikle Ömer Sülayman’ın bir işkenceci karanlık işlerin subayı olduğunu vurgulayarak dile getirdi.
Bu gelişmeden de anlıyoruz ki, Mısır ordusu kurum olarak içten çürümüş, çıkarlar etrafında ayakta duran bir ordudur. Bu ordu Tufana kalkan halkın karşısındaki tutumunu da hep birlikte görmemiz zor olmayacaktır: Bunun için birkaç saat sabırlı olmamız gerekecek.
Bu satırları yazarken, iki subayın daha aynı yöntemle Tahrir meydanına katıldığı açıklandı; ölme eşeğim yaz gelsin derler ya, beklentisi olanlara duyurulur. Süheyl Batum’un kulakları çınlasın, “kağıttan kaplan” enflasyonu olan bir bölgede yaşadığımızın farkında olmadığından, dilinin sürçtüğünü sanıyor…
EL KAİDE NEREDE?
Dün kısaca aktardığım bu başlık altındaki yazımın tamamını veriyorum.
Bu soru da nereden çıktı demeyin. Ben, öncelikle kendime soruyorum. Sonra kökten dinci hareketlerin nasıl da ikircimli olduklarını, ciddi halk girişimlerinde açık tutum almadıkları ifade etmeye çalışıyorum. Mısır devriminde Müslüman kardeşlerin hala kararsızlık içinde olduklarını, milyonların katıldığı bu dev insanlık duruşunda hayır hah tutumlar içinde olduklarını artık bilmeyen kalmadı. Ülkemizin malum basınında çoğu köşe yazarı Mısır adına kendi tahayyüllerini yazadursunlar, gerçeklerin çok farklı olduğunu sağır sultan bile duydu diyeceğim.
Mısır, Kuran’ın beş ayrı ayetinde andığı ülkedir (Zuhruf 51, Yusuf 21 - 99, Yunus 87, Taha 87). Kuran anmakla kalmadığı emin topraklar olarak gösterdiği ülke de Mısırdır. Kuran insanlığa mesajını verirken, önemle işlediği “İsrailiyat Ayetleri”nin konusu da Mısır da geçer.
“Mısıra girin, inşallah güven içinde olacaksınız” (Yusuf 99) mealindeki ayet, Mısır’ın o günkü dünyada da anlamlı yerini, güvenli, verimli topraklarıyla yaşam zenginliğiyle kutsal metinlerin de ilgi alanı ve inananların yaşayabileceği yer olarak işaret edilmiştir. O Mısır, bu günkü Mısır. Ama bu zengin ülkeyi tahrip eden akıllar, onu gerçekliğinden koparan ve kendi halkına açlık, sefalet ve baskı haline getirenlerdir. İnancın çağrısı toprakları yakan bu adaletsizliğin düzeltilmesi içinde bir çağrıdır.
Uzatmayacağım. Diyeceğim o ki, hak için dövüştüğünü iddia eden hiçbir örgüt, Mısır’daki bu gelişmeleri görmezden gelemez. El Kaide, tarihi boyunca ne Filistin halkı için Siyonistlere karşı bir duruş sergilediler ne de bölge halkları için bir mücadele içinde bulundular. Tersine mezhep savaşlarını kışkırtmak için, dün de bu günde karşıt mezhepleri ölüm yağdırmaya devam etmektedirler. Amerikan malı “Yaratıcı Anarşi”nin bir edatı alarak bölgemizde tabansız halleriyle terör saçmaktadırlar. Bu tür örgütlerin, Mısır devrimi gibi bölgeyi yeniden şekillendirecek, Amerika ve İsrail’in çıkarlarını alt üst edecek bir devrime karşı bu ölçüde ilgisiz kalmalarını, eşyanın tabiatına uygundur diye yorumlayacağım.
Bir terör örgütünün halk devrimine sıcak bakması beklenemez. İsrail’e karşı tek söz söylemeyenlerin, Mısır devrimi gibi dev bir dönüşümden çekinmiş, hatta korkmuş olmaları normaldir. Halk artık fildişi kulelerden yönetilmeyi, terör girişimlerinden sonuç alma gibi bir düşünceye itibar göstermiyor. Bu yüzden El Kaide’yi ve onun teorisyeni Eymen El Zavahiri’yi bu büyük demokrasi ve özgürlük gelişmesinde, bu insani sonuçları kuşaklar sürecek aydınlanmada görmek mümkün değildir.
Bu tür örgütlerin yapacakları tek şey, Mısır devrimini tahrip etmek için, oluşan güvenlik boşluğundan, farklı inançtan toplulukları katledecek, toplumun birliği yerine parçalanmasına düşman saflara bölünmesine yol açacak bombalamalar yapmaktan başka bir şey değildir. Mısır devrimini bu riskler de bekliyor.
Kısadan hissemize gelince,
Amerikan’ın stratejik ortağı yoktur; stratejik kuklası vardır. İşi bitince kulağından tutuğu gibi attığı.
Mısır bunun onlarca örneğinden biri.
Bölgemizde bunun emsali az değil. Halkı karşısında gerçek kaplan kesilenlerin, dış güçler karşısında “kağıttan kaplan” olmalarının hikayesi bu denklemde yatmaktadır.
Bu denklemde onurlarda ayaklar altındadır. İktidarın insanlık dışı cazibesi, bu onursuzluğun ilk adımıdır. Mısır bize çok şey öğretiyor, iktidarlar bu denkleme düşmeden, halk da daha çok eziyet görmeden Mısır devriminin dersleriyle yolu uzatmamaya baksınlar derim.
Mısır Arap halkı bu Cuma günü, düzeni ayakta tutan
devletin en önemli halkalarını kırmak için Tufan olabilecek mi?
Mihrac Ural
11 Şubat 2011
Mısır devrimi 18. Gününe girdi (25 Ocak – 11 Şubat 2011 Cuma).
Dün, Perşembe günü itibariyle Mısır halkı bir kez daha kararlılığını gösteren inanılmaz bir kalabalıkla meydanlara indi. Tahrir meydanında bu gün, 3 milyon Mısırlı gece yarısına kadar bitip tükenmez bir heyecan ve enerjiyle haykırdı; diktatör mübarek artık defol.
Bu kalabalıkların sayısal artış oranı, sadece Tahrir meydanında değil, ülkenin tüm kentlerinde, ilçe ve köylerinde de aynıyla yükseldi.
Mısır devrimi gerçek anlamda 21. Yüzyılın tüm devrimlerine ışık saçan bir kaynak olacağı açıktır. Bu ölçekte bir kalabalığın bu ölçekte barışçıl ve kendine güvenen kararlılığıyla, zaman üzerinde oynanacak tüm oyunları kendi lehine çevirebilmesi, tarihte eşine az rastlanır bir gelişmedir.
17 gün kesilmeden, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimi yaratmak, sonuçta tarihin en kadim uygarlığını kuran bir halka nasip olması, tesadüf değildir. Bir toplumun, bu günü ve yarını için böylesi anlamlı tarihi roller oynaması, tarihle yüzleşmesinin de önemli bir parçasıdır. Mısır halkı korkularını yenerek bunu da başarmıştır. Bu ise bölge halkları için bir yol haritasıdır.
Mısır, kadim uygarlığı gibi, bu günkü devrimiyle de yeniçağın özgün aydınlanmasını bölge halkları adına yaptığı öncülükle başlatmış bulunmaktadır. Devrim sürecinin her günü derslerle dolup taşıyor demek yanlış olmayacaktır.
Mısırlılar bu Cuma gününe ilk koydukları isim Tufan. Sonra Cumatül tahaddi “Meydan okuma Cuması” dediler. Bun Yazıma Tufan başlığını koydum, Bu günün umudu, Mısır devriminin kirlilikleri tufanıyla temizlemektir. Belki devrimin ilk ve en önemli adımı bu gün atılacaktır. Bunu bekliyoruz.
Bu satırlardan bu aktarımları yorumlayarak siz okurlarımla paylaşmam, kıssadan hissemizle ilgilidir. Bu gün aktaracaklarım alttadır.
YENİ TAVİZLER BOŞA KÜREK
Dün, Perşembe günü itibariyle, medyaya yansıyan en gözde haber, Mübarek’in haliç ülkelerinden birine gittiği, geride geç saatte yayınlanacak bir video bandı bıraktığı yönündeki bilgi oldu. Bu bilgiyi Mısır silahlı kuvvetlerinin “1 Nolu beyan”ı takip edince. Firavunun artık gerçekten devrildiği yönünde kanaatler öne çıkmaya başladı.
Mısır devrim sürecine ilişkin günlük yazılarımı takip eden okur, diktatör Mübarek’in eski asker olduğunu, öleceğini bilse de iktidarı bırakmayacağını belirttiğimi hatırlayacaklar. Bu kanımı hala taşımama rağmen, Tahrir meydanındaki 3 milyonu aşkın insanın o gergin tepkilerini ve çıkan haberleri bir araya getirdiğimde “FİRAVUN DA KAÇTI” diye bu yazıya başlık atmayı düşündüm. Mübarek, bir anlığına bile olsa bir kez daha herkesi aldatmıştı.
Mübarek konuşmasına başladığında tahrir meydanında beklenin cümlenin duyulması için bir beklenti hali oluştu. Ancak ilk cümlesinden itibaren, süresinin biteceği Eylül ayına kadar devletin başında kalacağını sık sık vurgulayınca, konuşmasını kimsenin dinlemesine gerek kalmadı, meydan tepki sesleriyle çalkalanmaya başladı konuşmanın sonuna kadar da sürdü; dağ bir kez daha fare doğurmuştu.
Mübarek bu konuşmasında bir kez daha kitleleri oyalamaya çalıştığını gösterdi, zamana oynamanın kendisine kar getireceğin sanısıyla, yeni tavizlerini sıraladı. Bir baba edasıyla başladığı konuşmasına, inandırıcılığını kaybetmiş birinin, ikide bir yemin ederek, verdiği reform sözünde duracağını tekrar etmesi psikolojik olarak ne ölçüde bir yıkıma uğradığını yansıtıyordu. Buna ek anayasanın sadece iki maddesini değil (77, 76), sorunlu olan 6 maddesini de değiştireceğini ilan etmesi, sıkıyönetim sistemine yol açan 179.maddeyi de ilga edeceğini söylemesi artık hiçbir anlam ifade etmiyordu.
En komiği ise, Mübarek’in “dış güçlerin baskısına asla boyun eğmeyeceği”ni söylemesiydi. 30 yıllık iktidarı boyunca yaptığı tek şey dış dayatmaları kabul eden adam, şimdi puan kazanmak için halkının karşısına geçmiş dış baskılara boyun eğmem diyerek, kendini komik hallere düşürmesidir.
Araplar aşk insanda onur bırakmaz derler, bunu iktidar için tekrar etmek yanlış olmayacak.
Bu oyalamaların, iktidar tarafından halkın önüne ısıtılarak bir kez daha servis edilmesinde, devrimin devleti çözme yönünde bir adım atmaması olduğu kadar, kendi yasaları olduğu ve bu yasaların meşruiyetini halkın meydanlardaki duruşundan aldığını gerçeğini iktidar güçlerine dayatmamasıdır.
21. yüzyıl devrimleri ellerindeki dev baskı aracını en barışçıl şekilde kullansa da kendi yasalarını yürürlüğe koyacağı mekanizmalara sahip olmalıdır; iktidarlara ve onları temsil eden devlete karşı bu mekanizmalar devrimi koruyacak en temel verilerdir. Mısır devrimi bu adımı hala atmadı
Bu gün Cuma, tufan günü. Tufan kirlenmişlerini temizleyecek kadar güçlü sonuçlara varırsa, bölge tarihinin en görkemli günü bu gün olacaktır.
Mübarek’in konuşması ardından Naibi Ömer Süleyman da bir konuşma yaptı. Ping Pong topu gibi, bir oyunun tamamlanması için birbirini izleyen bu konuşmalar, halkın gazabını dindirmek yerine, tufanlarına tufan ekleyecek etkiler yaratmaktadır. Bu satırları okuduğunuzda bunun ne kadar etkin olduğunu hep birlikte görmüş olacağız.
Ömer Süleyman ise konuşmasını, Mübarek’in “anayasal yetkiler çerçevesinde yardımcı seçtiğim kişiye görevler tevdi ettim” sözlerini tamamlamak, Mısır halkına ve dünyaya “artık önde duran kişi benim” demek için yapılmış gibiydi. Ancak bu konuşma, onunda son şansını alıp götürüyordu. Bundan sonra Ömer Süleyman’a hayır hah gözle bakanlar da keskinleşmiştir: Bu düzenin toptan yıkılması onu temsil eden her şahsiyetin de birlikte defolup gitmesi, öncekinden çok daha güçlüce ifade edilmeye başlandı. Zamana oynamak artık diktatörlüğün aleyhine bir çarktı. Onlar, bunun farkında olsalar da olmasalar da geride yapılacak bir şeyin kalmamıştır.
Yer gök “defolun” diye inlerken, yaşını başını almış, kimseye nasip olmayacak bir süre iktidarda kalmış, üstelik dev bir servetin sahibi, hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış birinin böylesi bir zorlamayla iktidar hırsını devam ettirmesi, siyasal bir zeminine zor oturtulabilir. İktidarın insanları ne kadar onursuzlaştırabileceğini de böylece anlamış oluyoruz.
BİR KEZ DAHA ORDU
Mısır Arap halkı, dün topladığı büyük moral yanı sıra, diktatör Mübarek ve ardından Naibi Ömer Süleyman’ın zaman kazanma amaçlı mutat boş konuşmalarından sonra, gerçek bir tufana dönüştüreceği bu günün hesaplarına daldığını tahmin etmek zor değil; “Bukra asır ilal-kasır” (yarın ikindi, köşke gideceğiz) sloganı, meydanların amacını da ifade eden bir slogandı.
Mısır halkı, Mübarek’in konuşmasında önemli bir halkanın kırılacağını umdu. Ülkeyi terk edecek, bir konuşma beklentisi vardı. Silahlı Kuvvetler “1. Nolu beyan” ya bu süreçte Ömer Süleyman’ın da tasfiye edilerek geçiş süreci boyunca idariye elinde tutacağı izlenimi edinmişti. Bur çok yorumcu da bu yöndü konuşuyordu.
Mısır ordusu önceki yazılarımda yer alan belirlemelerimi yanıltmadı. Diktatörlüğün ayrılmaz bir parçası olduğunu, oyulama bildirilerle arada görünme çabalarıyla bıktırıcı bir “nezaket” gösterisi içinde olduğu artık çok açık hale gelmişti. NATO menşeli bu “nezaket”, diktatörlük aleyhine işleyen zaman mekanizmasının öğütücü çarkları arasında ordu öğütülüyordu.
Özellikle “1. Nolu beyan” ın tam bir komedi olması, Mısır halkını çileden çıkaran bur gelişmeydi. Mısır ordusu söz konusu bayanda sadece şunu dile getiriyordu “ordu ülkede mevcut durumu değerlendirme toplantısını sürdürmektedir”
Bir ordu 1 Nolu açıklamasını ya darbe yaptım ya da şu şu fiili girişimlerde bulundum diye yapar. Mısır ordusu ise bunu toplantısının sürmekte olduğunu ilan etmek için açıklamış. Sanırım dünyanın en enteresan silahlı kuvvetler açıklaması da bu olmalıdır. Bununla da yeryüzünün en kadim ve en kapsamlı uygarlığına sahip olunsa da bir kez kukla olma yönünde çark eden bir ordunun böylesine komik hallere düşmesinin kaçınılmaz olduğunu öğrenmiş olduk; bu komediyi ülkemizde yaşadık mı bilmem ama, internet muhtıraları ya da 1000 yıl sürecek Mart miyavlamaları okura mutlaka bazı şeyleri çağrıştırıyor olmalı.
Önceki yazılarımda ordu ve halk artık yüz yüzedir dedim; bu ne zaman bir çatışmaya ya da gerçek bir kırılmaya uğrar yarın göreceğiz. Mısır halkı ne yapacağını biliyor, bizler de ders almayı öğreneceğiz.
İLK SUBAY
Yazıp durdum, Mısır ordusu bir halın utanç duyacağı ordu türlerinden biridir diye. Bu ordunun eli kanlıdır, Mısır oligarşisinin bir parçasıdır, generaller bir kast gibi ölüm döşeğine kadar bu sultanın bir parçası olarak ganimetten pay almaktadır: Ganimet ise, ülkenin tüm değerleri ve en önemlisi ülkenin bölgesindeki ve insanlık indindeki gerçek rolünün gasp edilmesidir. Mısır’ı üçüncü sınıf ülke konumuna sokan bu teslimiyetçilik ayna zamanda kendi halkına karşı, İsrail siyonizmiyle el ele katliam yaparak ihanet ve delalet içinde olan bir emperyalist ileri karakol konumundadır.
Hayretle sorup durdum, 40 yıldır bu ordudan bir tek subay çıkıp da yeter artık demez mi diye. Böylesi çıksa da ne olur ki, 1 milyonluk bir ordudan birkaç subayın çıkması ne yapar ki, Ama olsun o da yoktu. Enver Sedat’ı öldüren ekip bile, sıradan merasim askeriydi, Bir subay bulunamıyordu.
Dün bu da kırıldı. El Cezire TV nereden nasıl bulduysa Yarbay rütbesinde olan Ahmet Ali Şuman adlı subay, nazikçe silahını üst subayına, imza karşılığı teslim edip üniformasını atarak Tahrir meydanına, devrimcilerle omuz omuza olmaya gelmiş. Bu davranışı yorumlamayacağım. Ama bitmiş bir ordudan ancak bu kadarı çıkar diyeceğim…
Ahmet Ali Şuman artık bir sivil olarak Tahrir meydanından öylesine sarsıcı açıklamalar yaptı ki, genel kurmay başkanından, Ömer Süleyman’a, Mübarek’e kadar yenilir yutulur şeyler değildi. “Yargı önüne çıkarak bunları tek tek açıklamaya da hazırım” dedi. Özellikle Ömer Sülayman’ın bir işkenceci karanlık işlerin subayı olduğunu vurgulayarak dile getirdi.
Bu gelişmeden de anlıyoruz ki, Mısır ordusu kurum olarak içten çürümüş, çıkarlar etrafında ayakta duran bir ordudur. Bu ordu Tufana kalkan halkın karşısındaki tutumunu da hep birlikte görmemiz zor olmayacaktır: Bunun için birkaç saat sabırlı olmamız gerekecek.
Bu satırları yazarken, iki subayın daha aynı yöntemle Tahrir meydanına katıldığı açıklandı; ölme eşeğim yaz gelsin derler ya, beklentisi olanlara duyurulur. Süheyl Batum’un kulakları çınlasın, “kağıttan kaplan” enflasyonu olan bir bölgede yaşadığımızın farkında olmadığından, dilinin sürçtüğünü sanıyor…
EL KAİDE NEREDE?
Dün kısaca aktardığım bu başlık altındaki yazımın tamamını veriyorum.
Bu soru da nereden çıktı demeyin. Ben, öncelikle kendime soruyorum. Sonra kökten dinci hareketlerin nasıl da ikircimli olduklarını, ciddi halk girişimlerinde açık tutum almadıkları ifade etmeye çalışıyorum. Mısır devriminde Müslüman kardeşlerin hala kararsızlık içinde olduklarını, milyonların katıldığı bu dev insanlık duruşunda hayır hah tutumlar içinde olduklarını artık bilmeyen kalmadı. Ülkemizin malum basınında çoğu köşe yazarı Mısır adına kendi tahayyüllerini yazadursunlar, gerçeklerin çok farklı olduğunu sağır sultan bile duydu diyeceğim.
Mısır, Kuran’ın beş ayrı ayetinde andığı ülkedir (Zuhruf 51, Yusuf 21 - 99, Yunus 87, Taha 87). Kuran anmakla kalmadığı emin topraklar olarak gösterdiği ülke de Mısırdır. Kuran insanlığa mesajını verirken, önemle işlediği “İsrailiyat Ayetleri”nin konusu da Mısır da geçer.
“Mısıra girin, inşallah güven içinde olacaksınız” (Yusuf 99) mealindeki ayet, Mısır’ın o günkü dünyada da anlamlı yerini, güvenli, verimli topraklarıyla yaşam zenginliğiyle kutsal metinlerin de ilgi alanı ve inananların yaşayabileceği yer olarak işaret edilmiştir. O Mısır, bu günkü Mısır. Ama bu zengin ülkeyi tahrip eden akıllar, onu gerçekliğinden koparan ve kendi halkına açlık, sefalet ve baskı haline getirenlerdir. İnancın çağrısı toprakları yakan bu adaletsizliğin düzeltilmesi içinde bir çağrıdır.
Uzatmayacağım. Diyeceğim o ki, hak için dövüştüğünü iddia eden hiçbir örgüt, Mısır’daki bu gelişmeleri görmezden gelemez. El Kaide, tarihi boyunca ne Filistin halkı için Siyonistlere karşı bir duruş sergilediler ne de bölge halkları için bir mücadele içinde bulundular. Tersine mezhep savaşlarını kışkırtmak için, dün de bu günde karşıt mezhepleri ölüm yağdırmaya devam etmektedirler. Amerikan malı “Yaratıcı Anarşi”nin bir edatı alarak bölgemizde tabansız halleriyle terör saçmaktadırlar. Bu tür örgütlerin, Mısır devrimi gibi bölgeyi yeniden şekillendirecek, Amerika ve İsrail’in çıkarlarını alt üst edecek bir devrime karşı bu ölçüde ilgisiz kalmalarını, eşyanın tabiatına uygundur diye yorumlayacağım.
Bir terör örgütünün halk devrimine sıcak bakması beklenemez. İsrail’e karşı tek söz söylemeyenlerin, Mısır devrimi gibi dev bir dönüşümden çekinmiş, hatta korkmuş olmaları normaldir. Halk artık fildişi kulelerden yönetilmeyi, terör girişimlerinden sonuç alma gibi bir düşünceye itibar göstermiyor. Bu yüzden El Kaide’yi ve onun teorisyeni Eymen El Zavahiri’yi bu büyük demokrasi ve özgürlük gelişmesinde, bu insani sonuçları kuşaklar sürecek aydınlanmada görmek mümkün değildir.
Bu tür örgütlerin yapacakları tek şey, Mısır devrimini tahrip etmek için, oluşan güvenlik boşluğundan, farklı inançtan toplulukları katledecek, toplumun birliği yerine parçalanmasına düşman saflara bölünmesine yol açacak bombalamalar yapmaktan başka bir şey değildir. Mısır devrimini bu riskler de bekliyor.
Kısadan hissemize gelince,
Amerikan’ın stratejik ortağı yoktur; stratejik kuklası vardır. İşi bitince kulağından tutuğu gibi attığı.
Mısır bunun onlarca örneğinden biri.
Bölgemizde bunun emsali az değil. Halkı karşısında gerçek kaplan kesilenlerin, dış güçler karşısında “kağıttan kaplan” olmalarının hikayesi bu denklemde yatmaktadır.
Bu denklemde onurlarda ayaklar altındadır. İktidarın insanlık dışı cazibesi, bu onursuzluğun ilk adımıdır. Mısır bize çok şey öğretiyor, iktidarlar bu denkleme düşmeden, halk da daha çok eziyet görmeden Mısır devriminin dersleriyle yolu uzatmamaya baksınlar derim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder