26 Şubat 2011 Cumartesi
“YEŞİL KİTAP” ve KORGENERAL AYŞE KADDAFİ
Libya ayaklanmaları üzerine 3. Makale.
Mihrac Ural
25 Şubat 2011
Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki YEŞİL KİTAP, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir.
Bu salatada “kadın” bölümü en uzun bölüm. Libya’da kadın asker olmasına asker, üniversiteli olmasına üniversiteli üstelik en yüksek oranda, ancak doğu mistisizmi ve mahalle baskısı altında en çok ezilen cinstir Ancak bu Korgeneral Ayşe için geçerli değildir. Ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.
Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum çevrelerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.
Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.
***
Libya, kaynamaya devam ediyor. 17 Şubat 2011 geniş çaplı ayaklanmaları esas alarak tarihleme yapacaksak, bu gün 9. Gün (17 – 25 Şubat 2011). 9 günde Libya tarihinin en kapsamlı ayaklanmalarının gündeme gelmesi ve şarki vilayetlerin büyük bir çoğunluğu ayaklanan halkın eline düşmesi, 42 yıllık Kaddafi yönetimi için sonun başlangıcı olarak tanımlanabilir. Ancak bu o kadar kolay almayacak gibi.
“Kaddafi konuştukça” başlıklı Libya’yla ilgili 2. Makalemde, Libya için yaptıklarının azımsanmayacak ölçekte olumlu yanları olduğunu aktardım. Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmelidir dedim. İlk döneminin coşkusu içinde Libya halkı da kayıtsız şartsız Kaddafi’nin ardından yürüdü; servetlerine sahip çıktı, emperyalistlerin sömürgesi olmaktan kurtuldu. Dev yatırımlarla ülke yeniden imar edildi. Ama Kaddafi, bir yandan uzun süren hükmünün denetlenmesi mümkün olmayan bataklıklaşması diğer yandan, patolojik hallerinin refleksleriyle sürdürdüğü siyaset, Libya’yı bir yere oturtulmaz hale getirdi. Sistemsiz bir sistem, vurgusunu önceki yazılarımda dile getirdim bir kez daha hatırlatıyorum. Detayları “YEŞİL KİTAP” başlığıyla altta inceleyeceğim.
Libya’nın en önemli ikinci büyük kenti Bingazi ve Tobruk’un ve doğu bölümünün önemli şehirlerinin ayaklananların eline düşmüş olması 2 milyon km² bir alana sahip ülkede, iktidarı devirmeye yetecek bir gelişme değildir. Bu iki şehri yakından bilen biri olarak, mesafelerin ne anlama geldiğini önceki yazımda izaha etmeye çalıştım. Akdeniz şeridi üzerinde tespih tanesi gibi dizili bu şehirlerarasındaki mesafeler yüzlerce kilometredir. Güneylerinde ise yeryüzünün en büyük sahrası yer alır. Ciddi bir hazırlık ve etkinlikle örgütlenip askeri savunma koşullarına, yeterli askeri malzemeye ve bilgiye sahip olunmazsa, bu şehirlerin tek tek kuşatılması ve yeniden Kaddafi güçlerinin eline düşmesi zor değil.
Ayaklanan halktır. Bu doğru. Demokrasi istedikleri ve haklı oldukları da çok doğru. Özellikle Libya dışında olan muhalefet güçlerinin anlatımlarından da anlaşılıyor ki, dünyayı kavramış, tarihi ve siyasal tarih olaylarından dersler çıkarmış ne dediğini bilen ve hedeflerini programlaştırmış yönelimler taşıyan şahsiyetler oldukları da onlarca farklı TV kanallarındaki açıklamalarıyla anlaşılıyor.
Bunlara karşın, Bingazi’de başta olmak üzere, ayaklanmacıların eline düşmüş şehirlerde ortaya çıkarılan üç renkli bayrak ve kitlelerin önünde duran şeyhlerin açıklamaları, TV konuşmalarından izlediğimiz muhalefet kesimleri değildir; pratik sahada olanlar, krallık talebi dahil, krallık bayrağı ve krallığın istiklal marşlarıyla, dini temelde bir yönelim imajı çiziyorlar. Bu, eğilimler aktif olmayan Libya halkının taleplerini temsil etmekten çok geridedirler. Derna kentinde halk komiteleri salonunda, dini çağrılar eşliğinde açılan krallık bayrağı, Libya için aranan ve beklenen demokrasi ortamını temsil etmekten uzakta duruyor.
Libya halkı için diğer riskler de küçümsenemez. Bunlar arasında bir iç savaşın patlak vermesi yer alır. Bunun çok kanlı olacağı Libya tarihini bilen herkes tarafından bilinmektedir. Kabile sistemi bunun için çok elverişli bir olgudur. Bunu da sonraki makalelerde Libya’nın ayrıntılı kabile haritası üzerinde ele almak mümkün. Buna, El Kaide gibi dini örgütsel yapıların, oldukça laik kesimlerle yüz yüze gelme ihtimallerini de eklemek yanlış olmaz. Bu her ne kadar, Kaddafi’nin 42 yılda yerleştirdiği kadın erkek eşitliğiyle ilgili ileri adımlar ve Libya’nın temel tüm kentlerinin Akdeniz sahillerinin geleneksel ılımlı İslam eğilimleri ortamında güçlü bir zemin bulamazsa da.
Ayrıca Kaddafi’nin, dini hareketleri bir korku unsuru olarak ileri sürmesiyle, kendi mücadelesini her zaman bir İslam dini mücadelesi olarak tanımlamasıyla tam bir çelişki içindedir. Lübnanlı Şii din ve siyaset adamı İmam Musa Sadır’ın yok edilişinin şüphelerini üzerinde taşıyan Kaddafi’ye, bu günün Şii Yüksek Meclisi Başkan yardımcısı Abdulemir Kabalan ve eski yardımcı M. Mehdi Şemsiddin (İmam Musa Sadır bu kurumun başkandı o kaybedilince, bulunana kadar, başkan yardımcılığıyla işlerini görür) “İmam, sizin davetiniz üzerine gittiği sizin ülkenizde kayboldu” sorusu üzerine “İslam davası benim günlük uğraşımdır, her anımı bununla yaşarım” diye cevaplayarak şüpheleri üzerinden atmaya çalışmıştır.(Peter Theroux ”Kayıp İmam (Musa sadır)” s:97)
Bunun da ötesinde Kaddafi, “Yeşil Kitap”ta, “Din insanlara en çok saygı gösteren bir yasadır. Dinsiz ve geleneksiz yasalar, bir insanın diğerine karşı icat ettiği yasadır…geçersizdir...” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP sayfa:32) diyerek, evrensel üçüncü tez dediği temel kitabında ve “Cemahiriye” adını verdiği siyasal sistemin de bu temel üzerinde yükseliyor olması, dile getirdiği kaygılarında ciddi olmadığını gösteriyor.
Libya halkını bekleyen risklerin en önemlilerinden diğeri ise, Bu ülkenin tarihi boyunca siyasal bir örgütlenmeden yoksun olması ve bu alanı dolduracak etkin örgütlenme ve deneyimli şahsiyetlerin yetersizliğidir.
Osmanlı dönemi 1551’den 4 Ekim 1911 İtalyan işgaline kadar sürdü. Bu dönemin sonunda Osmanlılar adına ittihatçıların Libya’da bıraktıkları iz, Teşkilatı Mahsusa’yla sınırlıdır. İtalyan sömürgeciliği ise, kabileler arası savaşları kışkırtan böl yönet diktasından başka bir şey değildi; Libya sömürgecilik döneminin 30 yılında nüfusunun %30’unu kaybediyor.
Sömürgeci İtalya, Mussollini faşizminin kirli ve karanlık dünyasının tüm kinini, beceriksizliğinin, Hitler kuyrukçusu küçüklük kompleksinin intikamını Libya halkından alıyor.
Krallık dönemi ise, siyaset adına köleler pazarı olmaktan başka bir anlamı yok. Zaten, batı emperyalizmi bu alanda çıkarılan “tatlı ham” denilen, rafinesi de çok ucuza mal olan petrolü talan etmekle meşguldür. Bu dev topraklı ülkede ilgili olacakları bir başka şeyin olduğunu hiçbir zaman düşünmediler de.
Kaddafi de 1 Eylül 1969’dan itibaren, 27 yaşında bir subay olarak darbeyle iktidarı ele alıyor. Ona göre de; “Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır… Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP, sayfa;10) Bu anlaşışının vurgusunu aynı kitapta, sayfanın yan boşluğuna, slogan olsun diye yazdırdığı “Min Tehazzaba hana” (Partizanlık hıyanettir, yani partili olmak ihanet etmektir) söylemi ise bu süreci tanımlamaya yeterlidir.
Libya halkı böylesi bir tarihten geliyor. Bu durum kabilelerin binlerce yıllık örgütlü yapısı karşısında halkı oldukça güçsüz kılacak, paylaşım üzerinde kabileciliğin akıl almaz dar çıkarlar için çatışmalarını körükleyecek bir veridir.
Buna rağmen, kabilelerin varlığı, Kaddafi’nin dile getirdiği ya da korkutmak için öne sürdüğü bir aldatmaca değildir. Libya halkı, dünyanın tüm halkları gibi, kendi doğrularını ve demokrasi ihtiyaçlarını karşılayacak mekanizmaları ve kadrolarını bulmakta zorlanamayacaktır. Dünyanın dört bir köşesine yayılmış aydınlık düşünceli muhalif çevrelerin de katkısıyla, Libya halkının özgürlük ve demokrasi ihtiyaçlarıyla oluşan bilinci, bu süreci sancılı da olsa aşmasını başaracağı kesindir.
KORGENERAL AYŞE KADDAFİ
Ayşe, Kaddafi’nin 7 erkek evlat arısında, tek kızı. Evlatlık kızı ise ABD bombardımanında öldü; Kaddafi’nin bu günlerde konuşma yaptığı, önünde altın bir bileğin havada yakaladığı USA uçağı kompozisyonlu yapıtın olduğu ev.
Ayşe, manken denilecek kadar güzel bir bayan. Avukattır da. Dünyanın en ünlü davalarında avukatlık namı bulunmaktadır. İki gün öncesine kadar Libya’daki BM’nin “İyi Niyet Elçisi”dir. Ayşe, Wikileaks belgelerine göre, Libya’da “Kaddafi holding”in önemli bir ortağıdır. 7 erkek çocuğun (Muhmmed, Seyfül İslam, Mutaasım, Said, Hamis, Hannibal) her bir belli bir ekonomik alanda yıllık cirosu milyar dolarlarla ölçülen karlar elde etmektedir. Ayşe de, Bu faaliyetler içinde azımsanmayacak yere sahiptir. Neredeyse Libya halkının dışarıdan getirmeye ihtiyaç duyduğu her malın geçeceği özel gümrük kapısı Kaddafi ailesi arasında paylaşılmış durumdadır. Bu ise Kaddafi’nin adalet, eşitlik ve sosyalizmine herhalde aykırıdır.
Yeşil Kitap’ta kaddafi “Sosyalist toplumda herhangi bir kesimin, bu kesim toplum bile olsa, insanın ihtiyaçlarına tahakkümü söz konusu olmamalıdır” (Agk, s;50)
Ancak diktatörlük rejimlerinde, bu aykırılığın hakim olanlara ve çevrelerine bir hak olarak karşımıza çıkması, tarihin her döneminde aynıyla geçerlidir. Kaddafi, Libya için yaptığı inkar edilmez çabaları zamanın yontucu süreçlerine ve çevresinin bitip tükenmez soygunlarına yem yapması ise, kurtuluşu olmayan bir son gibidir. Sosyalist, demokratik, liberal vb. ne ad taşırsa taşısın, İktidarların, muhaliflere barışçıl yoldan geçme şansının olmadığı tüm toplumlarda, diktatörlük var demektir; Nasyonal sosyalistlerin da başkalarının da ulaştıkları yer diktatörlüktür.
Bütün bunlara ek Ayşe Kaddafi, “Ferik” (Korgeneral) rütbeli, bol sermayeli bir askerdir.
Kadafi ülkesinde kadınlar için çok şeyler yapmaya çalışmış, teorisinin merkezine de kadını kendi bildiği karmaşık algılarla oturtmuş Kadına tercihli askerlik olanağı sağlanmış, üniversiteleri kızlarla dolup taşan bir ülke, ama gerçek yaşam içinde kadın doğu mistizminin karanlık algılarını, çekilmez bir yük olarak üzerinde taşımaya devam etmektedir.
Ülkede kaç kadın, hangi askeri rütbelere gelmiş bunun istatistik bilgisi yok ( güvenlik nedeniyle olmalı !). Bilinen 200 kadından oluşan (Amazon Birliği) var, ancak ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.
Kaddafi, Yeşil Kitap’ta, kadın için önemle vurgu yapar. Kitabın en uzun yazısı da “KADIN”başlıklı bölümüdür. 111 sayfalık, üç temel kısımdan oluşan (“Demokrasi, Ekonomi, Sosyal Temel”) Yeşil Kitap’ta “KADIN” bölümü 13 sayfadır (84-96 sayfaları arası) .
Yeşil Kitabın kadını çok karmaşık algıların, ölçümlerin bir arada olduğu bir kadındır. Yabana atılmayacak, “Kadın ‘erkek ile kadın arasında hiç fark yoktur’ kuralı karşısında özgür değildir. ‘Her şeyde’ ibaresi kadını aldatan büyük aldatmacadır” (Agk, s:90) ve “Bu gün bütün toplumlarda kadına sırf bir meta imiş gibi, bakılmaktadır Doğu, ona alınıp satılan meta imiş gibi, batı da dişi değilmiş gibi bakmaktadır” (Agk, s:94) gibi belirlemeler yanı sıra, kadını tam bir kabile reisi gibi “ kadın, şefkatlidir, kadın güzeldir, kadın gözü yaşlıdır, kadın korkaktır. Genel olarak doğal yaratılış sonucu, kadın nazik erkek ise sert yaratılışlıdır” (Agk, s:95)
Batının, kadına “dişi değilmiş gibi bakmaktadır” demesiyle anlatmak istediği de, kadını erkek gibi ağır işlerde çalıştırması, erkekten doğal olarak farklı olması nedeniyle daha çok hakka sahip olduğu gerçeğini görmediğini anlatmaya çalışmaktadır.
Burada Kaddafi’nin kadınla ilgili algılarının eleştirisine girme gibi bir amacım yok. O kendi kendini eleştiren, karman çorman tezleriyle bunu gayet güzel yerine getiriyor.
Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum örgütlerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları düşündüm. Bunların kadını, erkekle eşit görme algılarının, erkek askerin emir komuta zinciri içinde yaptıklarını, kadınlara da yaptırmayı reva gördüğünü göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını da düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.
Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.
YEŞİL KİTAP
Uzun yazdığımdan şikayetçiler az değil. Bunun için çok alt başlıklı yöntemle yazmaya başladım. Bu alt başlığa bakarak da uzun uzun bir şey yazmayacağım. Okura aktarmalar yapmakla yetineceğim. Kaddafi kendi içinde o kadar tezat algılarla dolu ki, “Üçüncü Evrensel Teori” diye adlandırdığı ve 111. Sayfalık Yeşil Kitap (bilinen standart basımların en küçük boy broşürüdür 16/11 cm) formüle ettiği görüşleri ve bunları açıklayan 136 sayfalık, “Yeşil Kitap Açıklaması” broşürde tutarlı olabilecek birbiriyle bağıntılı bir iddia bulmak mümkün değildir.
Önceki yazımda dile getirdim. İki kez Libya’ya gittim. Her iki kez de “Devrim Komiteleri”yle buluştum. Çok sohbet ettik. Böylesi misafir sohbetlerinde, ev sahibi ve misafir her ne konuda olursa olsun çok ortak bölen bulur. Bizler de söylem ve açıklamalarda ortak bölen bulduğumuz oldu. Denem, anti-emperyalist anti siyonist duruşların dönemiydi. Kaddafi bunun en ateşli lideriydi. Bölgemizde oynanan oyanlara, Özellikle Enver Sedat başkanlığındaki Mısır’ın Camp David Anlaşmasına karşı (17 Eylül 1978), Libya, Suriye, Cezayir, Güney Yemen ve Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ) oluşan Ret Cephesi bölge halkları adına çok önemli bir oluşumdu.
Zaman içinde iktidarın çarkları altında. Söylemleri ne olursa olsun insanların ezildiğini, direnme hattındaki “deli dolu “da olsa, duruşlarını tüketebileceğini. Halka karşı iç bükey çalışan mekanizmalar kim olursa olsun iktidar sahiplerini halkla yüz yüze getirdiği görülmektedir.
Libyalı devrimcilerle buluşmamızda onlarca kitap ve video kaset hediyesi alırdık. Bunların tümünü özenle korudum. Bu makaleyi yazmaya oturduğum zaman, bu kitapları kütüphanemin önemli bir bölümünü koyduğum özel odadan bir kez daha çıkırdım. Tümü okunmuş olan bu kitapların sayfaları da adetim üzerine, çizilmiş, yan tarafa eleştiri notları alınmış, kenarları bükülmüş olmalarının yararını gördüm.
Bunların önemli olanlarını aktarmaya çalışacağım.
Bu bölümle birlikte İmam Musa el Sadır başlığı altında iki gündür eski kitapları da karıştırarak yaptığım araştırmayı ele alacaktım: makale uzayınca bu konuyu ayrı bir makale olarak almayı kararlaştırdım.
Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki “YEŞİL KİTAP”, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir diye özetleyebilirim.
Kaddafi, “Üçüncü Evrensel Teori” diye kaleme aldığı Yeşil Kitap, daha iyi anlaşılması için bir açıklama broşürü de yazmıştır. Bu broşürün ilk paragrafında “Günümüzde iki örnek toplum olan kapitalist ve Marksist toplumlarda bazı özellikler gerçekleşmiş ve bu özelliklerin şartları şekil ve öz itibariyle iki toplum biçimi birbirine oldukça yakınlaşmıştır“ der (Yeşil kitap Açıklaması, 1. Dünya sarsılıyor ama değişmiyor bölümü s: 3) Bu cümlede toplum olarak Kapitalizmi belirtmesine rağmen, Sosyalizm yerine “Marksist toplum” diye bir şey icat etmesini, “Sosyalist” toplum kavramını kendisine ayırdığı için üzerinde durmayacağız. Bu giriş cümlesinin ardından da “İki örnek sistem arasında herhangi bir değişiklik yoktur” (Agb, s:7) der. Buradan sonra da “ İnsanların özgürlük ve ilerleme mücadelesi söz konusu iki sistem ile bağlanmıyor. Önümüzde bir gerçek olarak kendi çağımıza kabul ettiren üçüncü bir durum vardır bu üçüncü durumun incelenmesi ve yorumlanması gerekir.” (Agb. S:17) diye bağlar.
Kaddafi Marks’a da bir pay ayırır “Karl Marks dünyanın filozoflar tarafından incelenip açıklığa kavuşturulduğunu, ancak değiştirilemediğini açıklamıştır. Kendisi dünyayı değiştirebileceğini sanmışsa da bunu becerememiştir” (Agb.22)
Kaddafi, ise bunu beceren anlayışını “Bizim önerdiğimiz bilimsel çözüm: Her çeşit tekelciliği yok etmek sureti ile tüm sınıfları kaldırmaktır.” (Agb, s:31) diyerek özetler.
Ancak, Libya’nın bugününü çok iyi anlatan cümleyi de kurmayı unutmaz; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler” (Agb, s:31)
İşte “Üçüncü Evrensel Teori”nin en bilimsel ve yaşamda kanıtlanmış tezi tas tamam budur. İnsanlar özgürlük ve demokrasilerini, ekonomik yaşam imkanlarını tekellerinde tutanlara diktatör diyor ve onlara karşı da savaşıyor. Kaddafi bunu bir bilmeye iyi bildi.
Bundan sonrası, Yeşil Kitap incilerinden birkaç cümle sunarak makalemi noktalayacağım. Alıntıların tümü Yeşil Kitap’tan. Sadece sayfa numarasını vererek geçeceğim.
“PARLAMENTO”
“Parlamento, halkı aldatan bir temsilciliktir.
“Parlamentonun var olması, halkın olmayışı anlamına gelir.
“ İktidar, parlamento ile halk arasında adeta meşru bir sed haline gelmiştir “ (5)
Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “Halka vekalet olmaz Vekillik aldatmacadır”, “Parlamento kararları Gıyabi bir hüküm mahiyetindedir” (5)
“Dünyanın tanıdığı en gerici dikta rejimleri parlamento gölgesinde yaşamıştır” (9)
“PARTİ”
“Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır” (10)
“Parti, bir azınlığın tüme olan tahakkümüdür ve şimdiye kadar sürüp giden dikte rejimlerinin son aracıdır” (10)
“Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (10)
“Particilik oyunu, hem alaylı ve hem de aldatıcı bir oyundur” (13)
“Particilik örtüsüz açık bir dikta rejimidir” (13)
Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “ Particilik demokrasinin dejeneresidir” ve
“Min tahazzaba hana” ( kim partili olunmayı savunursa haindir) (10)
Kaddafi’nin parti üzerine tezleri, aklıma siyasette demagoji medresesinin Türkiye ekolünü kuran Demirel’in, parti kapatmaları üzerine 12 Eylül rejimine yönelik, söylemek zorunda kaldığı, “ülkenin kimyasını bozdular, yetişmiş siyasi kadroları siyasetten yasakladılar” mealindeki sözleri, Libya içinde tekrar etmek yanlış olmayacaktır.
“HALK OYLAMASI”
“Referandum Demokrasiye bir aldatmacadır.” (21)
“ İcat edilecek iktidar aracı ne bir parti, ne bir sınıf, ne bir grup, ne de bir kabile iktidarı olmayıp, ne temsilcisi ne de vekili olmayan bütün bir halk olmalıdır. Çünkü ‘halka vekalet olmaz’ ve ‘Temsilcilik kandırmacadır’” (22)
“İşte ‘YEŞİL KİTAP’ yönetim aracı sorununa nihai b.ir çözüm getiriyor ve dikta çağını geçip….milletlerin yolunu çiziyor” (22)
“KABİLENİN YARARLARI“
“Kabile, sosyal güvencenin doğal yeridir,..toplu savunma yani koruma sağlamaktadır” (76)
Bundan fazlasını aktarmak okura rahatsızlık vereceği kaygısındayım. Bu yeşil salatanın, Libya’yı neden bir kan gölüne çevirdiğini anlamak için, yukarıdaki alıntılara bakmak yeterli olacaktır.
Kıssadan hissemiz ise, en ideal tezleri savunsanız da uzun süren iktidar içinde diktatörlüğe düşme ihtimaliniz çok yüksektir. Kimse iktidar olduğu için böbürlenmesin, iktidarı veren halktır, onu değiştirecek olan da .
İktidarlar da halk da Kaddafi’nini kendi deneyimiyle de ispat ettiği şu cümleyi kulaklarına küpe yapmalıdır; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler”
Mihrac Ural
25 Şubat 2011
Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki YEŞİL KİTAP, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir.
Bu salatada “kadın” bölümü en uzun bölüm. Libya’da kadın asker olmasına asker, üniversiteli olmasına üniversiteli üstelik en yüksek oranda, ancak doğu mistisizmi ve mahalle baskısı altında en çok ezilen cinstir Ancak bu Korgeneral Ayşe için geçerli değildir. Ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.
Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum çevrelerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.
Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.
***
Libya, kaynamaya devam ediyor. 17 Şubat 2011 geniş çaplı ayaklanmaları esas alarak tarihleme yapacaksak, bu gün 9. Gün (17 – 25 Şubat 2011). 9 günde Libya tarihinin en kapsamlı ayaklanmalarının gündeme gelmesi ve şarki vilayetlerin büyük bir çoğunluğu ayaklanan halkın eline düşmesi, 42 yıllık Kaddafi yönetimi için sonun başlangıcı olarak tanımlanabilir. Ancak bu o kadar kolay almayacak gibi.
“Kaddafi konuştukça” başlıklı Libya’yla ilgili 2. Makalemde, Libya için yaptıklarının azımsanmayacak ölçekte olumlu yanları olduğunu aktardım. Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmelidir dedim. İlk döneminin coşkusu içinde Libya halkı da kayıtsız şartsız Kaddafi’nin ardından yürüdü; servetlerine sahip çıktı, emperyalistlerin sömürgesi olmaktan kurtuldu. Dev yatırımlarla ülke yeniden imar edildi. Ama Kaddafi, bir yandan uzun süren hükmünün denetlenmesi mümkün olmayan bataklıklaşması diğer yandan, patolojik hallerinin refleksleriyle sürdürdüğü siyaset, Libya’yı bir yere oturtulmaz hale getirdi. Sistemsiz bir sistem, vurgusunu önceki yazılarımda dile getirdim bir kez daha hatırlatıyorum. Detayları “YEŞİL KİTAP” başlığıyla altta inceleyeceğim.
Libya’nın en önemli ikinci büyük kenti Bingazi ve Tobruk’un ve doğu bölümünün önemli şehirlerinin ayaklananların eline düşmüş olması 2 milyon km² bir alana sahip ülkede, iktidarı devirmeye yetecek bir gelişme değildir. Bu iki şehri yakından bilen biri olarak, mesafelerin ne anlama geldiğini önceki yazımda izaha etmeye çalıştım. Akdeniz şeridi üzerinde tespih tanesi gibi dizili bu şehirlerarasındaki mesafeler yüzlerce kilometredir. Güneylerinde ise yeryüzünün en büyük sahrası yer alır. Ciddi bir hazırlık ve etkinlikle örgütlenip askeri savunma koşullarına, yeterli askeri malzemeye ve bilgiye sahip olunmazsa, bu şehirlerin tek tek kuşatılması ve yeniden Kaddafi güçlerinin eline düşmesi zor değil.
Ayaklanan halktır. Bu doğru. Demokrasi istedikleri ve haklı oldukları da çok doğru. Özellikle Libya dışında olan muhalefet güçlerinin anlatımlarından da anlaşılıyor ki, dünyayı kavramış, tarihi ve siyasal tarih olaylarından dersler çıkarmış ne dediğini bilen ve hedeflerini programlaştırmış yönelimler taşıyan şahsiyetler oldukları da onlarca farklı TV kanallarındaki açıklamalarıyla anlaşılıyor.
Bunlara karşın, Bingazi’de başta olmak üzere, ayaklanmacıların eline düşmüş şehirlerde ortaya çıkarılan üç renkli bayrak ve kitlelerin önünde duran şeyhlerin açıklamaları, TV konuşmalarından izlediğimiz muhalefet kesimleri değildir; pratik sahada olanlar, krallık talebi dahil, krallık bayrağı ve krallığın istiklal marşlarıyla, dini temelde bir yönelim imajı çiziyorlar. Bu, eğilimler aktif olmayan Libya halkının taleplerini temsil etmekten çok geridedirler. Derna kentinde halk komiteleri salonunda, dini çağrılar eşliğinde açılan krallık bayrağı, Libya için aranan ve beklenen demokrasi ortamını temsil etmekten uzakta duruyor.
Libya halkı için diğer riskler de küçümsenemez. Bunlar arasında bir iç savaşın patlak vermesi yer alır. Bunun çok kanlı olacağı Libya tarihini bilen herkes tarafından bilinmektedir. Kabile sistemi bunun için çok elverişli bir olgudur. Bunu da sonraki makalelerde Libya’nın ayrıntılı kabile haritası üzerinde ele almak mümkün. Buna, El Kaide gibi dini örgütsel yapıların, oldukça laik kesimlerle yüz yüze gelme ihtimallerini de eklemek yanlış olmaz. Bu her ne kadar, Kaddafi’nin 42 yılda yerleştirdiği kadın erkek eşitliğiyle ilgili ileri adımlar ve Libya’nın temel tüm kentlerinin Akdeniz sahillerinin geleneksel ılımlı İslam eğilimleri ortamında güçlü bir zemin bulamazsa da.
Ayrıca Kaddafi’nin, dini hareketleri bir korku unsuru olarak ileri sürmesiyle, kendi mücadelesini her zaman bir İslam dini mücadelesi olarak tanımlamasıyla tam bir çelişki içindedir. Lübnanlı Şii din ve siyaset adamı İmam Musa Sadır’ın yok edilişinin şüphelerini üzerinde taşıyan Kaddafi’ye, bu günün Şii Yüksek Meclisi Başkan yardımcısı Abdulemir Kabalan ve eski yardımcı M. Mehdi Şemsiddin (İmam Musa Sadır bu kurumun başkandı o kaybedilince, bulunana kadar, başkan yardımcılığıyla işlerini görür) “İmam, sizin davetiniz üzerine gittiği sizin ülkenizde kayboldu” sorusu üzerine “İslam davası benim günlük uğraşımdır, her anımı bununla yaşarım” diye cevaplayarak şüpheleri üzerinden atmaya çalışmıştır.(Peter Theroux ”Kayıp İmam (Musa sadır)” s:97)
Bunun da ötesinde Kaddafi, “Yeşil Kitap”ta, “Din insanlara en çok saygı gösteren bir yasadır. Dinsiz ve geleneksiz yasalar, bir insanın diğerine karşı icat ettiği yasadır…geçersizdir...” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP sayfa:32) diyerek, evrensel üçüncü tez dediği temel kitabında ve “Cemahiriye” adını verdiği siyasal sistemin de bu temel üzerinde yükseliyor olması, dile getirdiği kaygılarında ciddi olmadığını gösteriyor.
Libya halkını bekleyen risklerin en önemlilerinden diğeri ise, Bu ülkenin tarihi boyunca siyasal bir örgütlenmeden yoksun olması ve bu alanı dolduracak etkin örgütlenme ve deneyimli şahsiyetlerin yetersizliğidir.
Osmanlı dönemi 1551’den 4 Ekim 1911 İtalyan işgaline kadar sürdü. Bu dönemin sonunda Osmanlılar adına ittihatçıların Libya’da bıraktıkları iz, Teşkilatı Mahsusa’yla sınırlıdır. İtalyan sömürgeciliği ise, kabileler arası savaşları kışkırtan böl yönet diktasından başka bir şey değildi; Libya sömürgecilik döneminin 30 yılında nüfusunun %30’unu kaybediyor.
Sömürgeci İtalya, Mussollini faşizminin kirli ve karanlık dünyasının tüm kinini, beceriksizliğinin, Hitler kuyrukçusu küçüklük kompleksinin intikamını Libya halkından alıyor.
Krallık dönemi ise, siyaset adına köleler pazarı olmaktan başka bir anlamı yok. Zaten, batı emperyalizmi bu alanda çıkarılan “tatlı ham” denilen, rafinesi de çok ucuza mal olan petrolü talan etmekle meşguldür. Bu dev topraklı ülkede ilgili olacakları bir başka şeyin olduğunu hiçbir zaman düşünmediler de.
Kaddafi de 1 Eylül 1969’dan itibaren, 27 yaşında bir subay olarak darbeyle iktidarı ele alıyor. Ona göre de; “Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır… Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP, sayfa;10) Bu anlaşışının vurgusunu aynı kitapta, sayfanın yan boşluğuna, slogan olsun diye yazdırdığı “Min Tehazzaba hana” (Partizanlık hıyanettir, yani partili olmak ihanet etmektir) söylemi ise bu süreci tanımlamaya yeterlidir.
Libya halkı böylesi bir tarihten geliyor. Bu durum kabilelerin binlerce yıllık örgütlü yapısı karşısında halkı oldukça güçsüz kılacak, paylaşım üzerinde kabileciliğin akıl almaz dar çıkarlar için çatışmalarını körükleyecek bir veridir.
Buna rağmen, kabilelerin varlığı, Kaddafi’nin dile getirdiği ya da korkutmak için öne sürdüğü bir aldatmaca değildir. Libya halkı, dünyanın tüm halkları gibi, kendi doğrularını ve demokrasi ihtiyaçlarını karşılayacak mekanizmaları ve kadrolarını bulmakta zorlanamayacaktır. Dünyanın dört bir köşesine yayılmış aydınlık düşünceli muhalif çevrelerin de katkısıyla, Libya halkının özgürlük ve demokrasi ihtiyaçlarıyla oluşan bilinci, bu süreci sancılı da olsa aşmasını başaracağı kesindir.
KORGENERAL AYŞE KADDAFİ
Ayşe, Kaddafi’nin 7 erkek evlat arısında, tek kızı. Evlatlık kızı ise ABD bombardımanında öldü; Kaddafi’nin bu günlerde konuşma yaptığı, önünde altın bir bileğin havada yakaladığı USA uçağı kompozisyonlu yapıtın olduğu ev.
Ayşe, manken denilecek kadar güzel bir bayan. Avukattır da. Dünyanın en ünlü davalarında avukatlık namı bulunmaktadır. İki gün öncesine kadar Libya’daki BM’nin “İyi Niyet Elçisi”dir. Ayşe, Wikileaks belgelerine göre, Libya’da “Kaddafi holding”in önemli bir ortağıdır. 7 erkek çocuğun (Muhmmed, Seyfül İslam, Mutaasım, Said, Hamis, Hannibal) her bir belli bir ekonomik alanda yıllık cirosu milyar dolarlarla ölçülen karlar elde etmektedir. Ayşe de, Bu faaliyetler içinde azımsanmayacak yere sahiptir. Neredeyse Libya halkının dışarıdan getirmeye ihtiyaç duyduğu her malın geçeceği özel gümrük kapısı Kaddafi ailesi arasında paylaşılmış durumdadır. Bu ise Kaddafi’nin adalet, eşitlik ve sosyalizmine herhalde aykırıdır.
Yeşil Kitap’ta kaddafi “Sosyalist toplumda herhangi bir kesimin, bu kesim toplum bile olsa, insanın ihtiyaçlarına tahakkümü söz konusu olmamalıdır” (Agk, s;50)
Ancak diktatörlük rejimlerinde, bu aykırılığın hakim olanlara ve çevrelerine bir hak olarak karşımıza çıkması, tarihin her döneminde aynıyla geçerlidir. Kaddafi, Libya için yaptığı inkar edilmez çabaları zamanın yontucu süreçlerine ve çevresinin bitip tükenmez soygunlarına yem yapması ise, kurtuluşu olmayan bir son gibidir. Sosyalist, demokratik, liberal vb. ne ad taşırsa taşısın, İktidarların, muhaliflere barışçıl yoldan geçme şansının olmadığı tüm toplumlarda, diktatörlük var demektir; Nasyonal sosyalistlerin da başkalarının da ulaştıkları yer diktatörlüktür.
Bütün bunlara ek Ayşe Kaddafi, “Ferik” (Korgeneral) rütbeli, bol sermayeli bir askerdir.
Kadafi ülkesinde kadınlar için çok şeyler yapmaya çalışmış, teorisinin merkezine de kadını kendi bildiği karmaşık algılarla oturtmuş Kadına tercihli askerlik olanağı sağlanmış, üniversiteleri kızlarla dolup taşan bir ülke, ama gerçek yaşam içinde kadın doğu mistizminin karanlık algılarını, çekilmez bir yük olarak üzerinde taşımaya devam etmektedir.
Ülkede kaç kadın, hangi askeri rütbelere gelmiş bunun istatistik bilgisi yok ( güvenlik nedeniyle olmalı !). Bilinen 200 kadından oluşan (Amazon Birliği) var, ancak ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.
Kaddafi, Yeşil Kitap’ta, kadın için önemle vurgu yapar. Kitabın en uzun yazısı da “KADIN”başlıklı bölümüdür. 111 sayfalık, üç temel kısımdan oluşan (“Demokrasi, Ekonomi, Sosyal Temel”) Yeşil Kitap’ta “KADIN” bölümü 13 sayfadır (84-96 sayfaları arası) .
Yeşil Kitabın kadını çok karmaşık algıların, ölçümlerin bir arada olduğu bir kadındır. Yabana atılmayacak, “Kadın ‘erkek ile kadın arasında hiç fark yoktur’ kuralı karşısında özgür değildir. ‘Her şeyde’ ibaresi kadını aldatan büyük aldatmacadır” (Agk, s:90) ve “Bu gün bütün toplumlarda kadına sırf bir meta imiş gibi, bakılmaktadır Doğu, ona alınıp satılan meta imiş gibi, batı da dişi değilmiş gibi bakmaktadır” (Agk, s:94) gibi belirlemeler yanı sıra, kadını tam bir kabile reisi gibi “ kadın, şefkatlidir, kadın güzeldir, kadın gözü yaşlıdır, kadın korkaktır. Genel olarak doğal yaratılış sonucu, kadın nazik erkek ise sert yaratılışlıdır” (Agk, s:95)
Batının, kadına “dişi değilmiş gibi bakmaktadır” demesiyle anlatmak istediği de, kadını erkek gibi ağır işlerde çalıştırması, erkekten doğal olarak farklı olması nedeniyle daha çok hakka sahip olduğu gerçeğini görmediğini anlatmaya çalışmaktadır.
Burada Kaddafi’nin kadınla ilgili algılarının eleştirisine girme gibi bir amacım yok. O kendi kendini eleştiren, karman çorman tezleriyle bunu gayet güzel yerine getiriyor.
Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum örgütlerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları düşündüm. Bunların kadını, erkekle eşit görme algılarının, erkek askerin emir komuta zinciri içinde yaptıklarını, kadınlara da yaptırmayı reva gördüğünü göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını da düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.
Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.
YEŞİL KİTAP
Uzun yazdığımdan şikayetçiler az değil. Bunun için çok alt başlıklı yöntemle yazmaya başladım. Bu alt başlığa bakarak da uzun uzun bir şey yazmayacağım. Okura aktarmalar yapmakla yetineceğim. Kaddafi kendi içinde o kadar tezat algılarla dolu ki, “Üçüncü Evrensel Teori” diye adlandırdığı ve 111. Sayfalık Yeşil Kitap (bilinen standart basımların en küçük boy broşürüdür 16/11 cm) formüle ettiği görüşleri ve bunları açıklayan 136 sayfalık, “Yeşil Kitap Açıklaması” broşürde tutarlı olabilecek birbiriyle bağıntılı bir iddia bulmak mümkün değildir.
Önceki yazımda dile getirdim. İki kez Libya’ya gittim. Her iki kez de “Devrim Komiteleri”yle buluştum. Çok sohbet ettik. Böylesi misafir sohbetlerinde, ev sahibi ve misafir her ne konuda olursa olsun çok ortak bölen bulur. Bizler de söylem ve açıklamalarda ortak bölen bulduğumuz oldu. Denem, anti-emperyalist anti siyonist duruşların dönemiydi. Kaddafi bunun en ateşli lideriydi. Bölgemizde oynanan oyanlara, Özellikle Enver Sedat başkanlığındaki Mısır’ın Camp David Anlaşmasına karşı (17 Eylül 1978), Libya, Suriye, Cezayir, Güney Yemen ve Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ) oluşan Ret Cephesi bölge halkları adına çok önemli bir oluşumdu.
Zaman içinde iktidarın çarkları altında. Söylemleri ne olursa olsun insanların ezildiğini, direnme hattındaki “deli dolu “da olsa, duruşlarını tüketebileceğini. Halka karşı iç bükey çalışan mekanizmalar kim olursa olsun iktidar sahiplerini halkla yüz yüze getirdiği görülmektedir.
Libyalı devrimcilerle buluşmamızda onlarca kitap ve video kaset hediyesi alırdık. Bunların tümünü özenle korudum. Bu makaleyi yazmaya oturduğum zaman, bu kitapları kütüphanemin önemli bir bölümünü koyduğum özel odadan bir kez daha çıkırdım. Tümü okunmuş olan bu kitapların sayfaları da adetim üzerine, çizilmiş, yan tarafa eleştiri notları alınmış, kenarları bükülmüş olmalarının yararını gördüm.
Bunların önemli olanlarını aktarmaya çalışacağım.
Bu bölümle birlikte İmam Musa el Sadır başlığı altında iki gündür eski kitapları da karıştırarak yaptığım araştırmayı ele alacaktım: makale uzayınca bu konuyu ayrı bir makale olarak almayı kararlaştırdım.
Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki “YEŞİL KİTAP”, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir diye özetleyebilirim.
Kaddafi, “Üçüncü Evrensel Teori” diye kaleme aldığı Yeşil Kitap, daha iyi anlaşılması için bir açıklama broşürü de yazmıştır. Bu broşürün ilk paragrafında “Günümüzde iki örnek toplum olan kapitalist ve Marksist toplumlarda bazı özellikler gerçekleşmiş ve bu özelliklerin şartları şekil ve öz itibariyle iki toplum biçimi birbirine oldukça yakınlaşmıştır“ der (Yeşil kitap Açıklaması, 1. Dünya sarsılıyor ama değişmiyor bölümü s: 3) Bu cümlede toplum olarak Kapitalizmi belirtmesine rağmen, Sosyalizm yerine “Marksist toplum” diye bir şey icat etmesini, “Sosyalist” toplum kavramını kendisine ayırdığı için üzerinde durmayacağız. Bu giriş cümlesinin ardından da “İki örnek sistem arasında herhangi bir değişiklik yoktur” (Agb, s:7) der. Buradan sonra da “ İnsanların özgürlük ve ilerleme mücadelesi söz konusu iki sistem ile bağlanmıyor. Önümüzde bir gerçek olarak kendi çağımıza kabul ettiren üçüncü bir durum vardır bu üçüncü durumun incelenmesi ve yorumlanması gerekir.” (Agb. S:17) diye bağlar.
Kaddafi Marks’a da bir pay ayırır “Karl Marks dünyanın filozoflar tarafından incelenip açıklığa kavuşturulduğunu, ancak değiştirilemediğini açıklamıştır. Kendisi dünyayı değiştirebileceğini sanmışsa da bunu becerememiştir” (Agb.22)
Kaddafi, ise bunu beceren anlayışını “Bizim önerdiğimiz bilimsel çözüm: Her çeşit tekelciliği yok etmek sureti ile tüm sınıfları kaldırmaktır.” (Agb, s:31) diyerek özetler.
Ancak, Libya’nın bugününü çok iyi anlatan cümleyi de kurmayı unutmaz; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler” (Agb, s:31)
İşte “Üçüncü Evrensel Teori”nin en bilimsel ve yaşamda kanıtlanmış tezi tas tamam budur. İnsanlar özgürlük ve demokrasilerini, ekonomik yaşam imkanlarını tekellerinde tutanlara diktatör diyor ve onlara karşı da savaşıyor. Kaddafi bunu bir bilmeye iyi bildi.
Bundan sonrası, Yeşil Kitap incilerinden birkaç cümle sunarak makalemi noktalayacağım. Alıntıların tümü Yeşil Kitap’tan. Sadece sayfa numarasını vererek geçeceğim.
“PARLAMENTO”
“Parlamento, halkı aldatan bir temsilciliktir.
“Parlamentonun var olması, halkın olmayışı anlamına gelir.
“ İktidar, parlamento ile halk arasında adeta meşru bir sed haline gelmiştir “ (5)
Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “Halka vekalet olmaz Vekillik aldatmacadır”, “Parlamento kararları Gıyabi bir hüküm mahiyetindedir” (5)
“Dünyanın tanıdığı en gerici dikta rejimleri parlamento gölgesinde yaşamıştır” (9)
“PARTİ”
“Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır” (10)
“Parti, bir azınlığın tüme olan tahakkümüdür ve şimdiye kadar sürüp giden dikte rejimlerinin son aracıdır” (10)
“Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (10)
“Particilik oyunu, hem alaylı ve hem de aldatıcı bir oyundur” (13)
“Particilik örtüsüz açık bir dikta rejimidir” (13)
Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “ Particilik demokrasinin dejeneresidir” ve
“Min tahazzaba hana” ( kim partili olunmayı savunursa haindir) (10)
Kaddafi’nin parti üzerine tezleri, aklıma siyasette demagoji medresesinin Türkiye ekolünü kuran Demirel’in, parti kapatmaları üzerine 12 Eylül rejimine yönelik, söylemek zorunda kaldığı, “ülkenin kimyasını bozdular, yetişmiş siyasi kadroları siyasetten yasakladılar” mealindeki sözleri, Libya içinde tekrar etmek yanlış olmayacaktır.
“HALK OYLAMASI”
“Referandum Demokrasiye bir aldatmacadır.” (21)
“ İcat edilecek iktidar aracı ne bir parti, ne bir sınıf, ne bir grup, ne de bir kabile iktidarı olmayıp, ne temsilcisi ne de vekili olmayan bütün bir halk olmalıdır. Çünkü ‘halka vekalet olmaz’ ve ‘Temsilcilik kandırmacadır’” (22)
“İşte ‘YEŞİL KİTAP’ yönetim aracı sorununa nihai b.ir çözüm getiriyor ve dikta çağını geçip….milletlerin yolunu çiziyor” (22)
“KABİLENİN YARARLARI“
“Kabile, sosyal güvencenin doğal yeridir,..toplu savunma yani koruma sağlamaktadır” (76)
Bundan fazlasını aktarmak okura rahatsızlık vereceği kaygısındayım. Bu yeşil salatanın, Libya’yı neden bir kan gölüne çevirdiğini anlamak için, yukarıdaki alıntılara bakmak yeterli olacaktır.
Kıssadan hissemiz ise, en ideal tezleri savunsanız da uzun süren iktidar içinde diktatörlüğe düşme ihtimaliniz çok yüksektir. Kimse iktidar olduğu için böbürlenmesin, iktidarı veren halktır, onu değiştirecek olan da .
İktidarlar da halk da Kaddafi’nini kendi deneyimiyle de ispat ettiği şu cümleyi kulaklarına küpe yapmalıdır; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder