HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

26 Şubat 2011 Cumartesi

“YEŞİL KİTAP” ve KORGENERAL AYŞE KADDAFİ

Libya ayaklanmaları üzerine 3. Makale.


Mihrac Ural
25 Şubat 2011


Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki YEŞİL KİTAP, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir.

Bu salatada “kadın” bölümü en uzun bölüm. Libya’da kadın asker olmasına asker, üniversiteli olmasına üniversiteli üstelik en yüksek oranda, ancak doğu mistisizmi ve mahalle baskısı altında en çok ezilen cinstir Ancak bu Korgeneral Ayşe için geçerli değildir. Ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.

Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum çevrelerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.

Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.

***


Libya, kaynamaya devam ediyor. 17 Şubat 2011 geniş çaplı ayaklanmaları esas alarak tarihleme yapacaksak, bu gün 9. Gün (17 – 25 Şubat 2011). 9 günde Libya tarihinin en kapsamlı ayaklanmalarının gündeme gelmesi ve şarki vilayetlerin büyük bir çoğunluğu ayaklanan halkın eline düşmesi, 42 yıllık Kaddafi yönetimi için sonun başlangıcı olarak tanımlanabilir. Ancak bu o kadar kolay almayacak gibi.

Kaddafi konuştukça” başlıklı Libya’yla ilgili 2. Makalemde, Libya için yaptıklarının azımsanmayacak ölçekte olumlu yanları olduğunu aktardım. Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmelidir dedim. İlk döneminin coşkusu içinde Libya halkı da kayıtsız şartsız Kaddafi’nin ardından yürüdü; servetlerine sahip çıktı, emperyalistlerin sömürgesi olmaktan kurtuldu. Dev yatırımlarla ülke yeniden imar edildi. Ama Kaddafi, bir yandan uzun süren hükmünün denetlenmesi mümkün olmayan bataklıklaşması diğer yandan, patolojik hallerinin refleksleriyle sürdürdüğü siyaset, Libya’yı bir yere oturtulmaz hale getirdi. Sistemsiz bir sistem, vurgusunu önceki yazılarımda dile getirdim bir kez daha hatırlatıyorum. Detayları “YEŞİL KİTAP” başlığıyla altta inceleyeceğim.

Libya’nın en önemli ikinci büyük kenti Bingazi ve Tobruk’un ve doğu bölümünün önemli şehirlerinin ayaklananların eline düşmüş olması 2 milyon km² bir alana sahip ülkede, iktidarı devirmeye yetecek bir gelişme değildir. Bu iki şehri yakından bilen biri olarak, mesafelerin ne anlama geldiğini önceki yazımda izaha etmeye çalıştım. Akdeniz şeridi üzerinde tespih tanesi gibi dizili bu şehirlerarasındaki mesafeler yüzlerce kilometredir. Güneylerinde ise yeryüzünün en büyük sahrası yer alır. Ciddi bir hazırlık ve etkinlikle örgütlenip askeri savunma koşullarına, yeterli askeri malzemeye ve bilgiye sahip olunmazsa, bu şehirlerin tek tek kuşatılması ve yeniden Kaddafi güçlerinin eline düşmesi zor değil.

Ayaklanan halktır. Bu doğru. Demokrasi istedikleri ve haklı oldukları da çok doğru. Özellikle Libya dışında olan muhalefet güçlerinin anlatımlarından da anlaşılıyor ki, dünyayı kavramış, tarihi ve siyasal tarih olaylarından dersler çıkarmış ne dediğini bilen ve hedeflerini programlaştırmış yönelimler taşıyan şahsiyetler oldukları da onlarca farklı TV kanallarındaki açıklamalarıyla anlaşılıyor.

Bunlara karşın, Bingazi’de başta olmak üzere, ayaklanmacıların eline düşmüş şehirlerde ortaya çıkarılan üç renkli bayrak ve kitlelerin önünde duran şeyhlerin açıklamaları, TV konuşmalarından izlediğimiz muhalefet kesimleri değildir; pratik sahada olanlar, krallık talebi dahil, krallık bayrağı ve krallığın istiklal marşlarıyla, dini temelde bir yönelim imajı çiziyorlar. Bu, eğilimler aktif olmayan Libya halkının taleplerini temsil etmekten çok geridedirler. Derna kentinde halk komiteleri salonunda, dini çağrılar eşliğinde açılan krallık bayrağı, Libya için aranan ve beklenen demokrasi ortamını temsil etmekten uzakta duruyor.

Libya halkı için diğer riskler de küçümsenemez. Bunlar arasında bir iç savaşın patlak vermesi yer alır. Bunun çok kanlı olacağı Libya tarihini bilen herkes tarafından bilinmektedir. Kabile sistemi bunun için çok elverişli bir olgudur. Bunu da sonraki makalelerde Libya’nın ayrıntılı kabile haritası üzerinde ele almak mümkün. Buna, El Kaide gibi dini örgütsel yapıların, oldukça laik kesimlerle yüz yüze gelme ihtimallerini de eklemek yanlış olmaz. Bu her ne kadar, Kaddafi’nin 42 yılda yerleştirdiği kadın erkek eşitliğiyle ilgili ileri adımlar ve Libya’nın temel tüm kentlerinin Akdeniz sahillerinin geleneksel ılımlı İslam eğilimleri ortamında güçlü bir zemin bulamazsa da.

Ayrıca Kaddafi’nin, dini hareketleri bir korku unsuru olarak ileri sürmesiyle, kendi mücadelesini her zaman bir İslam dini mücadelesi olarak tanımlamasıyla tam bir çelişki içindedir. Lübnanlı Şii din ve siyaset adamı İmam Musa Sadır’ın yok edilişinin şüphelerini üzerinde taşıyan Kaddafi’ye, bu günün Şii Yüksek Meclisi Başkan yardımcısı Abdulemir Kabalan ve eski yardımcı M. Mehdi Şemsiddin (İmam Musa Sadır bu kurumun başkandı o kaybedilince, bulunana kadar, başkan yardımcılığıyla işlerini görür) “İmam, sizin davetiniz üzerine gittiği sizin ülkenizde kayboldu” sorusu üzerine “İslam davası benim günlük uğraşımdır, her anımı bununla yaşarım” diye cevaplayarak şüpheleri üzerinden atmaya çalışmıştır.(Peter Theroux ”Kayıp İmam (Musa sadır)” s:97)

Bunun da ötesinde Kaddafi, “Yeşil Kitap”ta, “Din insanlara en çok saygı gösteren bir yasadır. Dinsiz ve geleneksiz yasalar, bir insanın diğerine karşı icat ettiği yasadır…geçersizdir...” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP sayfa:32) diyerek, evrensel üçüncü tez dediği temel kitabında ve “Cemahiriye” adını verdiği siyasal sistemin de bu temel üzerinde yükseliyor olması, dile getirdiği kaygılarında ciddi olmadığını gösteriyor.

Libya halkını bekleyen risklerin en önemlilerinden diğeri ise, Bu ülkenin tarihi boyunca siyasal bir örgütlenmeden yoksun olması ve bu alanı dolduracak etkin örgütlenme ve deneyimli şahsiyetlerin yetersizliğidir.

Osmanlı dönemi 1551’den 4 Ekim 1911 İtalyan işgaline kadar sürdü. Bu dönemin sonunda Osmanlılar adına ittihatçıların Libya’da bıraktıkları iz, Teşkilatı Mahsusa’yla sınırlıdır. İtalyan sömürgeciliği ise, kabileler arası savaşları kışkırtan böl yönet diktasından başka bir şey değildi; Libya sömürgecilik döneminin 30 yılında nüfusunun %30’unu kaybediyor.

Sömürgeci İtalya, Mussollini faşizminin kirli ve karanlık dünyasının tüm kinini, beceriksizliğinin, Hitler kuyrukçusu küçüklük kompleksinin intikamını Libya halkından alıyor.

Krallık dönemi ise, siyaset adına köleler pazarı olmaktan başka bir anlamı yok. Zaten, batı emperyalizmi bu alanda çıkarılan “tatlı ham” denilen, rafinesi de çok ucuza mal olan petrolü talan etmekle meşguldür. Bu dev topraklı ülkede ilgili olacakları bir başka şeyin olduğunu hiçbir zaman düşünmediler de.

Kaddafi de 1 Eylül 1969’dan itibaren, 27 yaşında bir subay olarak darbeyle iktidarı ele alıyor. Ona göre de; “Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır… Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (Kaddafi, YEŞİL KİTAP, sayfa;10) Bu anlaşışının vurgusunu aynı kitapta, sayfanın yan boşluğuna, slogan olsun diye yazdırdığı “Min Tehazzaba hana” (Partizanlık hıyanettir, yani partili olmak ihanet etmektir) söylemi ise bu süreci tanımlamaya yeterlidir.

Libya halkı böylesi bir tarihten geliyor. Bu durum kabilelerin binlerce yıllık örgütlü yapısı karşısında halkı oldukça güçsüz kılacak, paylaşım üzerinde kabileciliğin akıl almaz dar çıkarlar için çatışmalarını körükleyecek bir veridir.

Buna rağmen, kabilelerin varlığı, Kaddafi’nin dile getirdiği ya da korkutmak için öne sürdüğü bir aldatmaca değildir. Libya halkı, dünyanın tüm halkları gibi, kendi doğrularını ve demokrasi ihtiyaçlarını karşılayacak mekanizmaları ve kadrolarını bulmakta zorlanamayacaktır. Dünyanın dört bir köşesine yayılmış aydınlık düşünceli muhalif çevrelerin de katkısıyla, Libya halkının özgürlük ve demokrasi ihtiyaçlarıyla oluşan bilinci, bu süreci sancılı da olsa aşmasını başaracağı kesindir.

KORGENERAL AYŞE KADDAFİ

Ayşe, Kaddafi’nin 7 erkek evlat arısında, tek kızı. Evlatlık kızı ise ABD bombardımanında öldü; Kaddafi’nin bu günlerde konuşma yaptığı, önünde altın bir bileğin havada yakaladığı USA uçağı kompozisyonlu yapıtın olduğu ev.

Ayşe, manken denilecek kadar güzel bir bayan. Avukattır da. Dünyanın en ünlü davalarında avukatlık namı bulunmaktadır. İki gün öncesine kadar Libya’daki BM’nin “İyi Niyet Elçisi”dir. Ayşe, Wikileaks belgelerine göre, Libya’da “Kaddafi holding”in önemli bir ortağıdır. 7 erkek çocuğun (Muhmmed, Seyfül İslam, Mutaasım, Said, Hamis, Hannibal) her bir belli bir ekonomik alanda yıllık cirosu milyar dolarlarla ölçülen karlar elde etmektedir. Ayşe de, Bu faaliyetler içinde azımsanmayacak yere sahiptir. Neredeyse Libya halkının dışarıdan getirmeye ihtiyaç duyduğu her malın geçeceği özel gümrük kapısı Kaddafi ailesi arasında paylaşılmış durumdadır. Bu ise Kaddafi’nin adalet, eşitlik ve sosyalizmine herhalde aykırıdır.

Yeşil Kitap’ta kaddafi “Sosyalist toplumda herhangi bir kesimin, bu kesim toplum bile olsa, insanın ihtiyaçlarına tahakkümü söz konusu olmamalıdır” (Agk, s;50)

Ancak diktatörlük rejimlerinde, bu aykırılığın hakim olanlara ve çevrelerine bir hak olarak karşımıza çıkması, tarihin her döneminde aynıyla geçerlidir. Kaddafi, Libya için yaptığı inkar edilmez çabaları zamanın yontucu süreçlerine ve çevresinin bitip tükenmez soygunlarına yem yapması ise, kurtuluşu olmayan bir son gibidir. Sosyalist, demokratik, liberal vb. ne ad taşırsa taşısın, İktidarların, muhaliflere barışçıl yoldan geçme şansının olmadığı tüm toplumlarda, diktatörlük var demektir; Nasyonal sosyalistlerin da başkalarının da ulaştıkları yer diktatörlüktür.

Bütün bunlara ek Ayşe Kaddafi, “Ferik” (Korgeneral) rütbeli, bol sermayeli bir askerdir.

Kadafi ülkesinde kadınlar için çok şeyler yapmaya çalışmış, teorisinin merkezine de kadını kendi bildiği karmaşık algılarla oturtmuş Kadına tercihli askerlik olanağı sağlanmış, üniversiteleri kızlarla dolup taşan bir ülke, ama gerçek yaşam içinde kadın doğu mistizminin karanlık algılarını, çekilmez bir yük olarak üzerinde taşımaya devam etmektedir.

Ülkede kaç kadın, hangi askeri rütbelere gelmiş bunun istatistik bilgisi yok ( güvenlik nedeniyle olmalı !). Bilinen 200 kadından oluşan (Amazon Birliği) var, ancak ekonomik ve askeri üst rütbelerde babası gibi önder olan Ayşe’nin benzeri olmadığından kimsenin kuşkusu olmamalı.

Kaddafi, Yeşil Kitap’ta, kadın için önemle vurgu yapar. Kitabın en uzun yazısı da “KADIN”başlıklı bölümüdür. 111 sayfalık, üç temel kısımdan oluşan (“Demokrasi, Ekonomi, Sosyal Temel”) Yeşil Kitap’ta “KADIN” bölümü 13 sayfadır (84-96 sayfaları arası) .

Yeşil Kitabın kadını çok karmaşık algıların, ölçümlerin bir arada olduğu bir kadındır. Yabana atılmayacak, “Kadın ‘erkek ile kadın arasında hiç fark yoktur’ kuralı karşısında özgür değildir. ‘Her şeyde’ ibaresi kadını aldatan büyük aldatmacadır” (Agk, s:90) ve “Bu gün bütün toplumlarda kadına sırf bir meta imiş gibi, bakılmaktadır Doğu, ona alınıp satılan meta imiş gibi, batı da dişi değilmiş gibi bakmaktadır” (Agk, s:94) gibi belirlemeler yanı sıra, kadını tam bir kabile reisi gibi “ kadın, şefkatlidir, kadın güzeldir, kadın gözü yaşlıdır, kadın korkaktır. Genel olarak doğal yaratılış sonucu, kadın nazik erkek ise sert yaratılışlıdır” (Agk, s:95)

Batının, kadına “dişi değilmiş gibi bakmaktadır” demesiyle anlatmak istediği de, kadını erkek gibi ağır işlerde çalıştırması, erkekten doğal olarak farklı olması nedeniyle daha çok hakka sahip olduğu gerçeğini görmediğini anlatmaya çalışmaktadır.

Burada Kaddafi’nin kadınla ilgili algılarının eleştirisine girme gibi bir amacım yok. O kendi kendini eleştiren, karman çorman tezleriyle bunu gayet güzel yerine getiriyor.

Korgeneral Ayşe Kaddafi’yi yazarken “Kadınları da alın askere” diyen malum örgütlerin Kürt halkına karşı besledikleri ulusalcı duyguları düşündüm. Bunların kadını, erkekle eşit görme algılarının, erkek askerin emir komuta zinciri içinde yaptıklarını, kadınlara da yaptırmayı reva gördüğünü göz önüne getirdim. Bu akıllar iktidar olsa, Kaddafi’yle farkları kalıp kalmayacağını da düşündüm; bin fark atacaklarından şüphem yok.

Bu noktadaki kıssadan hissemiz de bu olsun.


YEŞİL KİTAP

Uzun yazdığımdan şikayetçiler az değil. Bunun için çok alt başlıklı yöntemle yazmaya başladım. Bu alt başlığa bakarak da uzun uzun bir şey yazmayacağım. Okura aktarmalar yapmakla yetineceğim. Kaddafi kendi içinde o kadar tezat algılarla dolu ki, “Üçüncü Evrensel Teori” diye adlandırdığı ve 111. Sayfalık Yeşil Kitap (bilinen standart basımların en küçük boy broşürüdür 16/11 cm) formüle ettiği görüşleri ve bunları açıklayan 136 sayfalık, “Yeşil Kitap Açıklaması” broşürde tutarlı olabilecek birbiriyle bağıntılı bir iddia bulmak mümkün değildir.

Önceki yazımda dile getirdim. İki kez Libya’ya gittim. Her iki kez de “Devrim Komiteleri”yle buluştum. Çok sohbet ettik. Böylesi misafir sohbetlerinde, ev sahibi ve misafir her ne konuda olursa olsun çok ortak bölen bulur. Bizler de söylem ve açıklamalarda ortak bölen bulduğumuz oldu. Denem, anti-emperyalist anti siyonist duruşların dönemiydi. Kaddafi bunun en ateşli lideriydi. Bölgemizde oynanan oyanlara, Özellikle Enver Sedat başkanlığındaki Mısır’ın Camp David Anlaşmasına karşı (17 Eylül 1978), Libya, Suriye, Cezayir, Güney Yemen ve Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ) oluşan Ret Cephesi bölge halkları adına çok önemli bir oluşumdu.

Zaman içinde iktidarın çarkları altında. Söylemleri ne olursa olsun insanların ezildiğini, direnme hattındaki “deli dolu “da olsa, duruşlarını tüketebileceğini. Halka karşı iç bükey çalışan mekanizmalar kim olursa olsun iktidar sahiplerini halkla yüz yüze getirdiği görülmektedir.

Libyalı devrimcilerle buluşmamızda onlarca kitap ve video kaset hediyesi alırdık. Bunların tümünü özenle korudum. Bu makaleyi yazmaya oturduğum zaman, bu kitapları kütüphanemin önemli bir bölümünü koyduğum özel odadan bir kez daha çıkırdım. Tümü okunmuş olan bu kitapların sayfaları da adetim üzerine, çizilmiş, yan tarafa eleştiri notları alınmış, kenarları bükülmüş olmalarının yararını gördüm.

Bunların önemli olanlarını aktarmaya çalışacağım.

Bu bölümle birlikte İmam Musa el Sadır başlığı altında iki gündür eski kitapları da karıştırarak yaptığım araştırmayı ele alacaktım: makale uzayınca bu konuyu ayrı bir makale olarak almayı kararlaştırdım.

Libya’yı, düne kadar yeşil bir salataya, bu günlerde ise kızıl bir kan gölüne dönüştürme eğiliminde olan, “Üçüncü Evrensel Teori” olma iddiasındaki “YEŞİL KİTAP”, oturmamış, belli bir disipline ait olmayan, ortaya koyduğu iddiaları birbiriyle bağlayan tutarlı bir iç dokuya sahip olmayan okumaların yazıya dökülmüş halidir diye özetleyebilirim.

Kaddafi, “Üçüncü Evrensel Teori” diye kaleme aldığı Yeşil Kitap, daha iyi anlaşılması için bir açıklama broşürü de yazmıştır. Bu broşürün ilk paragrafında “Günümüzde iki örnek toplum olan kapitalist ve Marksist toplumlarda bazı özellikler gerçekleşmiş ve bu özelliklerin şartları şekil ve öz itibariyle iki toplum biçimi birbirine oldukça yakınlaşmıştır“ der (Yeşil kitap Açıklaması, 1. Dünya sarsılıyor ama değişmiyor bölümü s: 3) Bu cümlede toplum olarak Kapitalizmi belirtmesine rağmen, Sosyalizm yerine “Marksist toplum” diye bir şey icat etmesini, “Sosyalist” toplum kavramını kendisine ayırdığı için üzerinde durmayacağız. Bu giriş cümlesinin ardından da “İki örnek sistem arasında herhangi bir değişiklik yoktur” (Agb, s:7) der. Buradan sonra da “ İnsanların özgürlük ve ilerleme mücadelesi söz konusu iki sistem ile bağlanmıyor. Önümüzde bir gerçek olarak kendi çağımıza kabul ettiren üçüncü bir durum vardır bu üçüncü durumun incelenmesi ve yorumlanması gerekir.” (Agb. S:17) diye bağlar.

Kaddafi Marks’a da bir pay ayırır “Karl Marks dünyanın filozoflar tarafından incelenip açıklığa kavuşturulduğunu, ancak değiştirilemediğini açıklamıştır. Kendisi dünyayı değiştirebileceğini sanmışsa da bunu becerememiştir” (Agb.22)

Kaddafi, ise bunu beceren anlayışını “Bizim önerdiğimiz bilimsel çözüm: Her çeşit tekelciliği yok etmek sureti ile tüm sınıfları kaldırmaktır.” (Agb, s:31) diyerek özetler.

Ancak, Libya’nın bugününü çok iyi anlatan cümleyi de kurmayı unutmaz; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler” (Agb, s:31)

İşte “Üçüncü Evrensel Teori”nin en bilimsel ve yaşamda kanıtlanmış tezi tas tamam budur. İnsanlar özgürlük ve demokrasilerini, ekonomik yaşam imkanlarını tekellerinde tutanlara diktatör diyor ve onlara karşı da savaşıyor. Kaddafi bunu bir bilmeye iyi bildi.

Bundan sonrası, Yeşil Kitap incilerinden birkaç cümle sunarak makalemi noktalayacağım. Alıntıların tümü Yeşil Kitap’tan. Sadece sayfa numarasını vererek geçeceğim.


“PARLAMENTO”

“Parlamento, halkı aldatan bir temsilciliktir.
“Parlamentonun var olması, halkın olmayışı anlamına gelir.
“ İktidar, parlamento ile halk arasında adeta meşru bir sed haline gelmiştir
“ (5)

Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “Halka vekalet olmaz Vekillik aldatmacadır”, “Parlamento kararları Gıyabi bir hüküm mahiyetindedir” (5)

Dünyanın tanıdığı en gerici dikta rejimleri parlamento gölgesinde yaşamıştır” (9)


PARTİ

Parti demek, çağdaş bir dikta rejimi ve modern diktatöryanın yönetim aracıdır” (10)

Parti, bir azınlığın tüme olan tahakkümüdür ve şimdiye kadar sürüp giden dikte rejimlerinin son aracıdır” (10)

Parti; tek görüş ve çıkar sahiplerinin tüm halka egemen olmalarını sağlayan bir iktidar aracıdır” (10)

Particilik oyunu, hem alaylı ve hem de aldatıcı bir oyundur” (13)

Particilik örtüsüz açık bir dikta rejimidir” (13)

Sayfa yan tarafına slogan olarak yazılanlar arasında ise, “ Particilik demokrasinin dejeneresidir” ve
“Min tahazzaba hana” ( kim partili olunmayı savunursa haindir) (10)

Kaddafi’nin parti üzerine tezleri, aklıma siyasette demagoji medresesinin Türkiye ekolünü kuran Demirel’in, parti kapatmaları üzerine 12 Eylül rejimine yönelik, söylemek zorunda kaldığı, “ülkenin kimyasını bozdular, yetişmiş siyasi kadroları siyasetten yasakladılar” mealindeki sözleri, Libya içinde tekrar etmek yanlış olmayacaktır.


HALK OYLAMASI


Referandum Demokrasiye bir aldatmacadır.” (21)

İcat edilecek iktidar aracı ne bir parti, ne bir sınıf, ne bir grup, ne de bir kabile iktidarı olmayıp, ne temsilcisi ne de vekili olmayan bütün bir halk olmalıdır. Çünkü ‘halka vekalet olmaz’ ve ‘Temsilcilik kandırmacadır’” (22)

İşte ‘YEŞİL KİTAP’ yönetim aracı sorununa nihai b.ir çözüm getiriyor ve dikta çağını geçip….milletlerin yolunu çiziyor” (22)


KABİLENİN YARARLARI

Kabile, sosyal güvencenin doğal yeridir,..toplu savunma yani koruma sağlamaktadır” (76)

Bundan fazlasını aktarmak okura rahatsızlık vereceği kaygısındayım. Bu yeşil salatanın, Libya’yı neden bir kan gölüne çevirdiğini anlamak için, yukarıdaki alıntılara bakmak yeterli olacaktır.

Kıssadan hissemiz ise, en ideal tezleri savunsanız da uzun süren iktidar içinde diktatörlüğe düşme ihtimaliniz çok yüksektir. Kimse iktidar olduğu için böbürlenmesin, iktidarı veren halktır, onu değiştirecek olan da .

İktidarlar da halk da Kaddafi’nini kendi deneyimiyle de ispat ettiği şu cümleyi kulaklarına küpe yapmalıdır; “İnsanlar her zaman ihtiyaçlarını tekelinde tutan kişilerle mücadele ederler

Hiç yorum yok: