7 Şubat 2011 Pazartesi
MISIR'DA HİLAL VE HAÇ ORDU VE GENÇLİK
Mihrac Ural
7 Şubat 2011
Mısır devrimi 13. günü şehitler günüydü. Katil iktidarın medyaya yeni yeni yansımaya başlayan açık infazlarla bir insanlık cürümü işlediği görülmektedir; elleri açık, silahsız bir gencin, resmi elbiseli polisler tarafından kurşuna dizilişinin tüyler ürperten barbarlığı, bu diktatörlük için önemli bir referans. Bu görüntüler, bu iktidarda sorumlu olan herkesin yargılanmasına yeterli delil oluşturmaktadır. Şehitler gününün daha da anlamlı kılan bu belgeler, Tahrir meydanında direnenler için çok önemliydi.
Şehitler günü, resmi rakamlara göre 300 ölü 5000 yaralının anısına düzenlendi. Milyonlar inanç farklılıklarıyla şehitleri için bir ara geldi, herkes bildiği gibi her şeyi bilen ortak tanrıya şikayetlerini ilan etti.
Şehitler gününün özgün bir dizi gelişmesi incelenmeye değer aydınlatıcı ve öğretici bilgelerle doludur.
Bu yazıyı okuduğunuzda devrimin 14. gününde olacağız (25 ocak – 7 şubat 2011). Bu gün için tasarlanmış bir hazırlıktan çok, Mübarek yönetiminin dünden itibaren çıtasını yükselttiği taktiklerin yeni versiyonlarına tanıklık edeceğiz. Bu günün gelişmelerini sağlıklı anlamak için, dün ortaya çıkan gelişmeleri başlıklar altında irdelememiz gerekecek.
ORDU GENÇLİK YÜZ YÜZE
Malum slogan "ordu gençlik el ele".
Mısır gençliği devrimin ilk günlerinde bunu sık sık dile getirdi. Zar zor bir iki askeri boynundan tutup öpen gençler de oldu. Ama bu ordu başka bir orduydu. Bunun farkına varmak için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu.
Kiminin sandığı gibi Mısır ordusu halkın ordusu değil. Yurtsever bir ordu bile değildir.
Mısır ordusu orta-doğunun en gerici ordularından biridir. ABD-İsrail ve Mübarek yönetiminin çıkarlarını korumaktan başka bir derdi de yoktur. İsrail'le barış yaptıktan sonra 1 milyon askeri ve hantal demir yığını askeri aparatıyla Mısır ordusu bir hurda yığınından ibarettir. 40 yıldır hiç bir işe yaramamış dev tanklar, hurdaya çekilmeden önce ilk kez kendi halkına karşı paletlerini döndürmekteydi.
Bu satırları yazarken, çok aşırıya gidip gitmediğimi sorguladım bir anlık da olsa. Hiçte değil. Bu orduda devrimci kahramanlar çok olabilir, Nasır'ın vatansever kuşakları da bulunabilir, ancak her siyasi aşamanın kendi stratejisiyle yeniden dizayn edilen bir ordu olarak Mısır ordusu o siyasi perspektiflerin genel kurgusuna göre biçim almıştır; o kurgu da Camp David kurgusundan başka bir şey değildir.
Bu nedenle onurlu on binlerce kahramanı olsa kar etmez. Kuruların yanında bir kaç yeşil dalın yanması hiç de zor değildir.
Mısır ordusu, NATO terbiyesiyle, halkına karşı modern davranış dersleri almış bir ordu; halkla en riskli kesitler de bile nasıl ilişki kurulacağını, onları denetlemeyi, oyalamayı, kararsızlığa düşürüp ağır çekim ölüm döşeğine nasıl yatıracağını iyi bilen bir ordudur. Acelesi de yoktur; örgütsüz, silahsız, lidersiz bir gençlik ayaklanmasını yutmak bu dinazor için hiçte sorun değildir. Yani, Mısır ordusu, halkına karşı silah kullanmadan, ona diz çökertmek üzere eğitimli ve şerbetli bir ordudur.
Ancak ilişkilerin keskinleştiği yerde, aynı ordu nasıl bir biçer döver ordu haline gelebileceğini son günlerde gittikçe yükselen baskıncı, yaptırımcı, dayatmacı duruşuyla sergilemeye başladığı görülmektedir; devrimcileri bırakılan tek alan Tahrir meydanını bile çok gören bu ordu, "trafik işlesin, yollar açılsın" adı altında devrimci protestocu gençleri meydandan geçen yollara göre bölümlemeye başladı bile.
Yeni atanan oyalama hükümetinin "Mesajınızı aldık artık evinize dönün" söylemini, Mısır ordusu da dillendirmeye başladı. Bu demagojiye karşı, ölümleri pahasına meydanı terk etmeyeceğini açıklayan bilinçli gençlerin cevabı çok anlamlıydı; "hükümet de ordu da kim oluyor ki, devrim ayaklanmasına kalkışmış bir halka, 'mesajınızı aldım' diyebilsin, onu anladığını söylesin. Bu halktır, isteyince yapacaktır, hükümet de Ordu da sadece halkın emrine uyan birer memur topluluğudur. Halkın, anlaması için kimseye vereceği bir mesajı yoktur, olmayacaktır da"
Mısır devriminin özeti budur.
Şehitler gününden itibaren, devrimin 13. günüyle birlikte, Mısır devriminde ordu'yla gençlik artık el ele değil yüz yüzedir. Tahrir meydanın boşaltmaya kalkışan, sıkıyönetim saatlerine uyulmasını isteyen ordu, trafik çalışsın adı altında göstericileri bölmeye çalışan ordunun girişimlerine karşı, devrimci gençliğin "buraya kadar" diyerek, etten bir gençlik duvarı kurması, orduyla gençliği el ele değil yüz yüze getirdi. Bu ise devrimin en gerçekçi yanıydı.
Bir anda, kızlı erkekli, yaşlı genç, en gergin halde orduya karşı durdu. Ordu yeterli olgunluğu görmediği için henüz kılıcını devrimcilerin üzerine indiremiyordu. Ancak, üstte devam eden oyalamalar, görüşme adı altında süren aldatmacalar, devrim sürecine sonradan iltihak edip, kaypak tutumlarıyla rahatsızlık yaratan ve Mübarek diktatörlüğünün görüşme davetiyesine ilk onay veren Müslüman Kardeşler dahil, Vefd gibi kendi kendini temsil etmekten aciz partiler yavaş yavaş devrimi kemirme işiyle meşguldüler.
Bu gelişmelere, Tahrir meydanı dışına çıkan her devrimcinin kaçırılarak belirsiz yerlere götürülüp sorgulanmasını, serbest bırakılmasına rağmen fişlenmesi önemli bir gelişme ve kurgulanan senaryo açısından ip ucudur. Buradan, iktidarın neleri, nasıl organize ettiğini anlamak güç değildir.
Bir önceki yazımda Mısır ordusu için yeterli bilgi verdim. Bu satırlarda söyleyeceğim en önemli gerçek, bu orduda bir bölünme beklentisi bile gerçekçi değildir. 30 yıldır halkını sindirmiş olan rejim, bunu bir ucu orduda olan kadrolarıyla yapmış demektir. Bu nedenle, ordunun devrimde olumlu bir katkı yapmasını düşünmek güçtür. Gençlik de artık dönüp ordu için bir tek olumlu cümle dile getirmiyor. Çünkü bu ordunun gerçek yüzü hızla görüldü. Gerçekler böylece de anlaşılmış oldu.
HİLAL'LE HAÇ KOL KOLA
Mısır devrimi ruhunu kendi halkında buldu. Diktatörlüğün, ordunun, anayasa ve parlamentonun Mısır ruhunu temsil etmediğini açığa çıkarttı.
Bu konuda Ünlü gazeteci yazar M. Hasaneyn Heykel'in basına yansıyan açıklamaları bir bilen önem taşıyor; on yıllardır bir yalan kurgu üzerinde sürdürülen iddialar, gençliğin bilinçli ve duyarlı davranışlarıyla kağıttan birer maket oldukları anlaşılmış oldu. Bundan sonrası tavizsiz bir derinleşmeyle ruhunu bulan Mısır'ı dünya ülkeleri arasında demokrasisiyle, özgürlükleriyle övünen bir ülke haline getirmektir mealindeki söyleri bu sürecin öncesini ve sonrasını betimleyen en özlü cümlelerdir.
Heykel, dünyanın sayılı gazetelerinden biri olan yarı resmi EL EHRAM gazetesinin editörüydü. Nasırın danışmanı ve 23 Temmuz 1952 hür subaylar devrimi ve sonrası gelişmelerin merkezinde yer alan bir bilgeydi. Bu gün "ben de kendimi gençlerimizin önderliğine adadım, teslim ettim" demesi, Mısır devriminin bu günkü etkilerini ve bu etkilerin yarınki kıta sahanlığını gösterir gibidir; iki kıtada ve bölgemizde doğrudan doğruya etkilenmeyecek hiç bir siyasi güç kalmayacaktır. Mısır, kelimenin gerçek anlamıyla ve kapsayıcılığıyla büyüklüğüne yaraşır siyasi etkileri, uzun yıllara yayılmış olsa da 21. yüzyılın temel dönemeçlerinden biri olarak halkının yaptığı devrimle sunacaktır.
Yüz yıl önce, 1919'da Saad Zeğlul hareketinin yarattığı atmosfer içinde, Vefd partisinin amblemi haline gelen hilal ve haç, bu gün yükselen Mısır devriminin şehitler gününde, bir kez daha bir araya net çizgilerle gelmiştir.
Müslümanlarla Hıristiyanlar, çanla ezan şehitler için ortak koroda ilahilerini dile getirdiler.
Hiç bir dini kutsallığa bağlı kalmadan, medeni hukuk algılarıyla, vatandaşlık temelinde, ortak bir ülkenin eşit kurucuları olarak geleceği inşa etme kararı verdiler.
"Ne Hıristiyanlığın ne de İslam'ın kutsal kitapları bu devrimin esin kaynağı değildir" dediler. "Bu devrim Mısır halkının ruhunu temsil eden güçlerin demokrasi ve özgürlük taleplerinden esinlenmiş bir toplumsal adaleti ikame etmek için ayağa kalkmıştır" dediler.
Kol kola girdiler, namazını kılanlarla Mezmurları okuyanlar aynı safta oldular. "Hayatımda ilk kez bir Hıristiyan kardeşimin eline elim deydi, göğsünde de kocaman bir haç vardı, yemin ediyorum ilk kez ve anladım ki biz aynıymışız, bizi bölen birbirimize düşüren bu diktatörlüktü" diyen cami cemaatinden bir genç, Mısır gerçekliğini gözler önüne seriyordu.
Farklılıkların dayanışması, tüm ülkelerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin garantisidir, diyeceğim. Mısır bunu bize de çok iyi öğretiyor. Ders alması gerekenler, milliyetçiliklerini, kökten dinci kör inançlarını bir tarafa atıp beri gelsinler, diyeceğim.
Ülkemizin kaderinde bu gerçekler, Mısır'dan çok daha anlamlıdır; orada hilal ile haç kol kola ise, burada Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ı, Ermeni’si, Süryani’si, Laz’ı, Çerkez’i, Alevi’si, Sünni’si bilek bileğe olmalıdır...
52 AYDIN
Şehitler günü ilan edilen devrimin 13. günü olan Pazar günün de en önemli gelişmelerden biri de 52 aydın, sanatçı, entelektüel, yazar ve gazetecinin ortak imzasıyla ilan edilen acil talepler siyasi program önerileridir.
Ülkeyi kapsayan büyük bir değişim için hangi zeminin hazırlanacağını ifade eden bu talepler, Tahrir meydanındaki büyük yaftada 7 madde olarak da belirtilmiş olan taleplere kimi ekleri de içeriyordu.
Meydandaki talepler şunlardı; "1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Bunlara çok pratik ve önemli önlemler eklenmiş; İsrail'e gaz satışının derhal durdurulması, Gazze ile mısır arasında örülen derin çelik duvarların derhal sökülmesi, Gazze ambargosunun derhal lağvedilmesi, sıkıyönetim yasalarının derhal kaldırılması, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi geniş bir içeriğe sahiptir.
Bu ekler, devrimin gerçek sahiplerince, nasıl da derinlemesine yerine getirilmek istendiğini göstermektedir; devrimin yönelimini temsil eden bu talepler, bir ilk adım olarak acil önlemler paketi olarak ortaya konması, Mübarek diktatörlüğünün oyalama taktiklerine karşı da bir duruştur.
Siyasetin kirli dehlizlerinde, 7 bin yıllık devlet geleneğinin Roma-Firavun oyunları içinde devrimin dinamik gücünü çok rahat eritebileceklerini bilen Mübarek iktidarı, "bu kez olmasa bir daha deneriz" diye toplantı üstüne toplantı, ilişki üzerine ilişki tazeleyerek oyalamalarına devam ediyor.
Zamana ayarlanmış oyalamaların pirleri ve cinleri bir arada Mısır devrimini kuşatıp, yere sermek için çırpınıyorlar. Artık baş rolde Ömer Süleyman yer alıyor; "bakın en büyüğümüz aranızda, daha ne istersiniz, mesajınız varmıştır merak etmeyin" diyerek, devrimcileri kararsızlığa sürmeye çalışıyor. Bu kararsızlığın ekmeğine yağ sürenler, beklendiği gibi devrime hayır hah katılan Ihvancılar yani Müslüman Kardeşler Örgütünden başkası değildi.
Müslüman Kardeşler Örgütünü devrimin en tehlikeli gücüdür; devrimci güçler bunların yüzünü bile görmek istemiyor. Mısır halkının derinliklerinde geniş bir kitle sahibi değiller. Ancak en örgütlü, en yetenekli ve stratejik köşeleri tutan onlar. Mübarek onları korku unsuru olarak ilan etmiş, Amerika, İsrail Avrupa bu propagandayı işine gelen bir veri saymış, ama tüm diktatörlükler gibi mübarek yönetimi de ilk yaslanacağı kesimlerin bunlar olduğunu biliyor. Nitekim ilişki çabalarının, bu yöne kayması boşuna değildir.
Şehitler gününde yapılan ilk temas ve görüşmelerin başrolünde devrim saflarından çıkıp gelmiş Müslüman Kardeşler örgütü yer alıyordu. Bunlar arasında Wefd Partisi de bulundu. Kim oldukları nereden toplandıkları belli olmayan gençleri ise kimse tanımıyor.
İktidar en tehlikeli gördüğü güçlerle, anaforlarında yutacağını çok iyi bildiği kimi gençleri görüşmelere çağırmakla hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini iyi biliyor. Ancak amaç oyalama olunca bunun gibi daha çok toplantı ve ilişki süreceği bellidir. Bütün amaç, devrime katılan güçleri yıldırmak, bezdirmek, oyalamak ve birbirine karşı getirip imkan varsa vuruşturmaktır, sırtlarını yere getirmektir.
Müslüman Kardeşlerin sözcüleri, "uluslararası anlaşmalara sadık kalacağız" diye, özel olarak Camp David anlaşmasını göstererek verdikleri demeçler, devrim dalgası üzerinde kimlerin sörf yapmak istediğini açığa vuruyordu.
Mısır devrimi, bir 21. Yüz yıl devrimidir, daha çok demokrasi ve özgürlük devrimidir. Sanal ortamın, internetin, insan kolektif akıl ürünü bilimsel ve teknik devrimlerin yarattığı değerlerle şekillenmekte olan yeni uygarlığın devrimidir. Bir inşa adımıdır. Bu adımlar üzerinde ortak kazanmanın ve paylaşmanın yolları açılmış olacaktır.
Referansı dünyanın maddi gerçeklikleri olmayan bir siyasal hareketin, kendini ve halkı aldatarak 21. yüzyılda gerçekçi, tarihsel, geri dönüşü mümkün olmayan bir devrime yönelmesi mümkün değildir.
Ülkemiz gerçekliğinde kıssadan alınması gereken hisse de budur.
7 Şubat 2011
Mısır devrimi 13. günü şehitler günüydü. Katil iktidarın medyaya yeni yeni yansımaya başlayan açık infazlarla bir insanlık cürümü işlediği görülmektedir; elleri açık, silahsız bir gencin, resmi elbiseli polisler tarafından kurşuna dizilişinin tüyler ürperten barbarlığı, bu diktatörlük için önemli bir referans. Bu görüntüler, bu iktidarda sorumlu olan herkesin yargılanmasına yeterli delil oluşturmaktadır. Şehitler gününün daha da anlamlı kılan bu belgeler, Tahrir meydanında direnenler için çok önemliydi.
Şehitler günü, resmi rakamlara göre 300 ölü 5000 yaralının anısına düzenlendi. Milyonlar inanç farklılıklarıyla şehitleri için bir ara geldi, herkes bildiği gibi her şeyi bilen ortak tanrıya şikayetlerini ilan etti.
Şehitler gününün özgün bir dizi gelişmesi incelenmeye değer aydınlatıcı ve öğretici bilgelerle doludur.
Bu yazıyı okuduğunuzda devrimin 14. gününde olacağız (25 ocak – 7 şubat 2011). Bu gün için tasarlanmış bir hazırlıktan çok, Mübarek yönetiminin dünden itibaren çıtasını yükselttiği taktiklerin yeni versiyonlarına tanıklık edeceğiz. Bu günün gelişmelerini sağlıklı anlamak için, dün ortaya çıkan gelişmeleri başlıklar altında irdelememiz gerekecek.
ORDU GENÇLİK YÜZ YÜZE
Malum slogan "ordu gençlik el ele".
Mısır gençliği devrimin ilk günlerinde bunu sık sık dile getirdi. Zar zor bir iki askeri boynundan tutup öpen gençler de oldu. Ama bu ordu başka bir orduydu. Bunun farkına varmak için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu.
Kiminin sandığı gibi Mısır ordusu halkın ordusu değil. Yurtsever bir ordu bile değildir.
Mısır ordusu orta-doğunun en gerici ordularından biridir. ABD-İsrail ve Mübarek yönetiminin çıkarlarını korumaktan başka bir derdi de yoktur. İsrail'le barış yaptıktan sonra 1 milyon askeri ve hantal demir yığını askeri aparatıyla Mısır ordusu bir hurda yığınından ibarettir. 40 yıldır hiç bir işe yaramamış dev tanklar, hurdaya çekilmeden önce ilk kez kendi halkına karşı paletlerini döndürmekteydi.
Bu satırları yazarken, çok aşırıya gidip gitmediğimi sorguladım bir anlık da olsa. Hiçte değil. Bu orduda devrimci kahramanlar çok olabilir, Nasır'ın vatansever kuşakları da bulunabilir, ancak her siyasi aşamanın kendi stratejisiyle yeniden dizayn edilen bir ordu olarak Mısır ordusu o siyasi perspektiflerin genel kurgusuna göre biçim almıştır; o kurgu da Camp David kurgusundan başka bir şey değildir.
Bu nedenle onurlu on binlerce kahramanı olsa kar etmez. Kuruların yanında bir kaç yeşil dalın yanması hiç de zor değildir.
Mısır ordusu, NATO terbiyesiyle, halkına karşı modern davranış dersleri almış bir ordu; halkla en riskli kesitler de bile nasıl ilişki kurulacağını, onları denetlemeyi, oyalamayı, kararsızlığa düşürüp ağır çekim ölüm döşeğine nasıl yatıracağını iyi bilen bir ordudur. Acelesi de yoktur; örgütsüz, silahsız, lidersiz bir gençlik ayaklanmasını yutmak bu dinazor için hiçte sorun değildir. Yani, Mısır ordusu, halkına karşı silah kullanmadan, ona diz çökertmek üzere eğitimli ve şerbetli bir ordudur.
Ancak ilişkilerin keskinleştiği yerde, aynı ordu nasıl bir biçer döver ordu haline gelebileceğini son günlerde gittikçe yükselen baskıncı, yaptırımcı, dayatmacı duruşuyla sergilemeye başladığı görülmektedir; devrimcileri bırakılan tek alan Tahrir meydanını bile çok gören bu ordu, "trafik işlesin, yollar açılsın" adı altında devrimci protestocu gençleri meydandan geçen yollara göre bölümlemeye başladı bile.
Yeni atanan oyalama hükümetinin "Mesajınızı aldık artık evinize dönün" söylemini, Mısır ordusu da dillendirmeye başladı. Bu demagojiye karşı, ölümleri pahasına meydanı terk etmeyeceğini açıklayan bilinçli gençlerin cevabı çok anlamlıydı; "hükümet de ordu da kim oluyor ki, devrim ayaklanmasına kalkışmış bir halka, 'mesajınızı aldım' diyebilsin, onu anladığını söylesin. Bu halktır, isteyince yapacaktır, hükümet de Ordu da sadece halkın emrine uyan birer memur topluluğudur. Halkın, anlaması için kimseye vereceği bir mesajı yoktur, olmayacaktır da"
Mısır devriminin özeti budur.
Şehitler gününden itibaren, devrimin 13. günüyle birlikte, Mısır devriminde ordu'yla gençlik artık el ele değil yüz yüzedir. Tahrir meydanın boşaltmaya kalkışan, sıkıyönetim saatlerine uyulmasını isteyen ordu, trafik çalışsın adı altında göstericileri bölmeye çalışan ordunun girişimlerine karşı, devrimci gençliğin "buraya kadar" diyerek, etten bir gençlik duvarı kurması, orduyla gençliği el ele değil yüz yüze getirdi. Bu ise devrimin en gerçekçi yanıydı.
Bir anda, kızlı erkekli, yaşlı genç, en gergin halde orduya karşı durdu. Ordu yeterli olgunluğu görmediği için henüz kılıcını devrimcilerin üzerine indiremiyordu. Ancak, üstte devam eden oyalamalar, görüşme adı altında süren aldatmacalar, devrim sürecine sonradan iltihak edip, kaypak tutumlarıyla rahatsızlık yaratan ve Mübarek diktatörlüğünün görüşme davetiyesine ilk onay veren Müslüman Kardeşler dahil, Vefd gibi kendi kendini temsil etmekten aciz partiler yavaş yavaş devrimi kemirme işiyle meşguldüler.
Bu gelişmelere, Tahrir meydanı dışına çıkan her devrimcinin kaçırılarak belirsiz yerlere götürülüp sorgulanmasını, serbest bırakılmasına rağmen fişlenmesi önemli bir gelişme ve kurgulanan senaryo açısından ip ucudur. Buradan, iktidarın neleri, nasıl organize ettiğini anlamak güç değildir.
Bir önceki yazımda Mısır ordusu için yeterli bilgi verdim. Bu satırlarda söyleyeceğim en önemli gerçek, bu orduda bir bölünme beklentisi bile gerçekçi değildir. 30 yıldır halkını sindirmiş olan rejim, bunu bir ucu orduda olan kadrolarıyla yapmış demektir. Bu nedenle, ordunun devrimde olumlu bir katkı yapmasını düşünmek güçtür. Gençlik de artık dönüp ordu için bir tek olumlu cümle dile getirmiyor. Çünkü bu ordunun gerçek yüzü hızla görüldü. Gerçekler böylece de anlaşılmış oldu.
HİLAL'LE HAÇ KOL KOLA
Mısır devrimi ruhunu kendi halkında buldu. Diktatörlüğün, ordunun, anayasa ve parlamentonun Mısır ruhunu temsil etmediğini açığa çıkarttı.
Bu konuda Ünlü gazeteci yazar M. Hasaneyn Heykel'in basına yansıyan açıklamaları bir bilen önem taşıyor; on yıllardır bir yalan kurgu üzerinde sürdürülen iddialar, gençliğin bilinçli ve duyarlı davranışlarıyla kağıttan birer maket oldukları anlaşılmış oldu. Bundan sonrası tavizsiz bir derinleşmeyle ruhunu bulan Mısır'ı dünya ülkeleri arasında demokrasisiyle, özgürlükleriyle övünen bir ülke haline getirmektir mealindeki söyleri bu sürecin öncesini ve sonrasını betimleyen en özlü cümlelerdir.
Heykel, dünyanın sayılı gazetelerinden biri olan yarı resmi EL EHRAM gazetesinin editörüydü. Nasırın danışmanı ve 23 Temmuz 1952 hür subaylar devrimi ve sonrası gelişmelerin merkezinde yer alan bir bilgeydi. Bu gün "ben de kendimi gençlerimizin önderliğine adadım, teslim ettim" demesi, Mısır devriminin bu günkü etkilerini ve bu etkilerin yarınki kıta sahanlığını gösterir gibidir; iki kıtada ve bölgemizde doğrudan doğruya etkilenmeyecek hiç bir siyasi güç kalmayacaktır. Mısır, kelimenin gerçek anlamıyla ve kapsayıcılığıyla büyüklüğüne yaraşır siyasi etkileri, uzun yıllara yayılmış olsa da 21. yüzyılın temel dönemeçlerinden biri olarak halkının yaptığı devrimle sunacaktır.
Yüz yıl önce, 1919'da Saad Zeğlul hareketinin yarattığı atmosfer içinde, Vefd partisinin amblemi haline gelen hilal ve haç, bu gün yükselen Mısır devriminin şehitler gününde, bir kez daha bir araya net çizgilerle gelmiştir.
Müslümanlarla Hıristiyanlar, çanla ezan şehitler için ortak koroda ilahilerini dile getirdiler.
Hiç bir dini kutsallığa bağlı kalmadan, medeni hukuk algılarıyla, vatandaşlık temelinde, ortak bir ülkenin eşit kurucuları olarak geleceği inşa etme kararı verdiler.
"Ne Hıristiyanlığın ne de İslam'ın kutsal kitapları bu devrimin esin kaynağı değildir" dediler. "Bu devrim Mısır halkının ruhunu temsil eden güçlerin demokrasi ve özgürlük taleplerinden esinlenmiş bir toplumsal adaleti ikame etmek için ayağa kalkmıştır" dediler.
Kol kola girdiler, namazını kılanlarla Mezmurları okuyanlar aynı safta oldular. "Hayatımda ilk kez bir Hıristiyan kardeşimin eline elim deydi, göğsünde de kocaman bir haç vardı, yemin ediyorum ilk kez ve anladım ki biz aynıymışız, bizi bölen birbirimize düşüren bu diktatörlüktü" diyen cami cemaatinden bir genç, Mısır gerçekliğini gözler önüne seriyordu.
Farklılıkların dayanışması, tüm ülkelerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin garantisidir, diyeceğim. Mısır bunu bize de çok iyi öğretiyor. Ders alması gerekenler, milliyetçiliklerini, kökten dinci kör inançlarını bir tarafa atıp beri gelsinler, diyeceğim.
Ülkemizin kaderinde bu gerçekler, Mısır'dan çok daha anlamlıdır; orada hilal ile haç kol kola ise, burada Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ı, Ermeni’si, Süryani’si, Laz’ı, Çerkez’i, Alevi’si, Sünni’si bilek bileğe olmalıdır...
52 AYDIN
Şehitler günü ilan edilen devrimin 13. günü olan Pazar günün de en önemli gelişmelerden biri de 52 aydın, sanatçı, entelektüel, yazar ve gazetecinin ortak imzasıyla ilan edilen acil talepler siyasi program önerileridir.
Ülkeyi kapsayan büyük bir değişim için hangi zeminin hazırlanacağını ifade eden bu talepler, Tahrir meydanındaki büyük yaftada 7 madde olarak da belirtilmiş olan taleplere kimi ekleri de içeriyordu.
Meydandaki talepler şunlardı; "1. Mübarek gidecek, 2. Hükümet gidecek, 3. Meclis feshedilecek, 4. Seçimlerle yeni parlamento şekillenecek, 5. Birleşik Vatan Hükümeti kurulacak, 6. Kamu servetini yutan hortumcular yargılanacak, 7. Devrime saldıran baltacılar ve amirleri adalete teslim edilerek yargılanacak"
Bunlara çok pratik ve önemli önlemler eklenmiş; İsrail'e gaz satışının derhal durdurulması, Gazze ile mısır arasında örülen derin çelik duvarların derhal sökülmesi, Gazze ambargosunun derhal lağvedilmesi, sıkıyönetim yasalarının derhal kaldırılması, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi geniş bir içeriğe sahiptir.
Bu ekler, devrimin gerçek sahiplerince, nasıl da derinlemesine yerine getirilmek istendiğini göstermektedir; devrimin yönelimini temsil eden bu talepler, bir ilk adım olarak acil önlemler paketi olarak ortaya konması, Mübarek diktatörlüğünün oyalama taktiklerine karşı da bir duruştur.
Siyasetin kirli dehlizlerinde, 7 bin yıllık devlet geleneğinin Roma-Firavun oyunları içinde devrimin dinamik gücünü çok rahat eritebileceklerini bilen Mübarek iktidarı, "bu kez olmasa bir daha deneriz" diye toplantı üstüne toplantı, ilişki üzerine ilişki tazeleyerek oyalamalarına devam ediyor.
Zamana ayarlanmış oyalamaların pirleri ve cinleri bir arada Mısır devrimini kuşatıp, yere sermek için çırpınıyorlar. Artık baş rolde Ömer Süleyman yer alıyor; "bakın en büyüğümüz aranızda, daha ne istersiniz, mesajınız varmıştır merak etmeyin" diyerek, devrimcileri kararsızlığa sürmeye çalışıyor. Bu kararsızlığın ekmeğine yağ sürenler, beklendiği gibi devrime hayır hah katılan Ihvancılar yani Müslüman Kardeşler Örgütünden başkası değildi.
Müslüman Kardeşler Örgütünü devrimin en tehlikeli gücüdür; devrimci güçler bunların yüzünü bile görmek istemiyor. Mısır halkının derinliklerinde geniş bir kitle sahibi değiller. Ancak en örgütlü, en yetenekli ve stratejik köşeleri tutan onlar. Mübarek onları korku unsuru olarak ilan etmiş, Amerika, İsrail Avrupa bu propagandayı işine gelen bir veri saymış, ama tüm diktatörlükler gibi mübarek yönetimi de ilk yaslanacağı kesimlerin bunlar olduğunu biliyor. Nitekim ilişki çabalarının, bu yöne kayması boşuna değildir.
Şehitler gününde yapılan ilk temas ve görüşmelerin başrolünde devrim saflarından çıkıp gelmiş Müslüman Kardeşler örgütü yer alıyordu. Bunlar arasında Wefd Partisi de bulundu. Kim oldukları nereden toplandıkları belli olmayan gençleri ise kimse tanımıyor.
İktidar en tehlikeli gördüğü güçlerle, anaforlarında yutacağını çok iyi bildiği kimi gençleri görüşmelere çağırmakla hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini iyi biliyor. Ancak amaç oyalama olunca bunun gibi daha çok toplantı ve ilişki süreceği bellidir. Bütün amaç, devrime katılan güçleri yıldırmak, bezdirmek, oyalamak ve birbirine karşı getirip imkan varsa vuruşturmaktır, sırtlarını yere getirmektir.
Müslüman Kardeşlerin sözcüleri, "uluslararası anlaşmalara sadık kalacağız" diye, özel olarak Camp David anlaşmasını göstererek verdikleri demeçler, devrim dalgası üzerinde kimlerin sörf yapmak istediğini açığa vuruyordu.
Mısır devrimi, bir 21. Yüz yıl devrimidir, daha çok demokrasi ve özgürlük devrimidir. Sanal ortamın, internetin, insan kolektif akıl ürünü bilimsel ve teknik devrimlerin yarattığı değerlerle şekillenmekte olan yeni uygarlığın devrimidir. Bir inşa adımıdır. Bu adımlar üzerinde ortak kazanmanın ve paylaşmanın yolları açılmış olacaktır.
Referansı dünyanın maddi gerçeklikleri olmayan bir siyasal hareketin, kendini ve halkı aldatarak 21. yüzyılda gerçekçi, tarihsel, geri dönüşü mümkün olmayan bir devrime yönelmesi mümkün değildir.
Ülkemiz gerçekliğinde kıssadan alınması gereken hisse de budur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder