8 Şubat 2011 Salı
SÜHEYl BATUM "KAĞITTAN KAPLAN"
Mihrac Ural
8 Şubat 2011
Gölgesinden korkanlardan biri, Türk ordusu için “bu ordu kağıttan kaplanmış” demiş. O dediğine pişman olmuş, "dil sürçmesi", "maksadını aşmış bir tabir" diye de günah çıkarmaya çalışmış.
Süheyl Batum, CHP’nin yeni prenslerinden, eski algıları aşmamış, hala ordunun zinde kuvvetini arıyor ama bulamıyor, olsa yok demeyecek, ama bunun üzerinden çok sular aktı.
“Kartondan Kaplan” deyimini dünyaya öğreten Mao Zedung. Emperyalistlerden korkmamak gerektiğini, onların birer “kartondan kaplan” olduklarını, ilk yüzleşmede yenilebileceklerini belirtiyordu. Halkına moral veriyordu. Çin geleneksel tanımlama kültürünün sloganlaştırdığı bir söylem. Genellikle, görüntüde korku salan ancak gerçekte kof olan güçleri tanımlar.
Sühey Batum da Ordu için aynıyla bunu söylemek istedi; amacı ve niyeti ne olursa olsun sonuçta bu ordu koftur dedi.
Benim hiç itirazım yok, bu ordu hep öyle idi diyeceğim. Ama öyle değil.
Bu ordu halkına karşı kaplan, iktidarlara, işgalci dış güçlere, kafasına çuval geçirenlere karşı ise kağıttan kaplandır. Bunun da ötesini o gerçek anlamda bir paçavradan ibarettir; bu ordu için “Türkiye’nin dışa ihraç edilebilir en ucuz malı” diye de boşuna denmemiştir.
Bu ordunun tarihine göz atmak bunu anlamak için yeterlidir.
1683, II. Viyana kuşatmasından bu yana, 300 yıldır bu ordunun kazandığı bir zafer yok. Karlofça’dan (1699), Yaş anlaşmasına (1792), Kırım savaşından 93 harbine onlarca alanda onlarca yenilgiyle yüz yüze kalmış bir ordu. Bırakın dış güçlerin iki de bir sırtını yere çalmasını, kendi valisine bile mağlup bir ordudur; Mısır valisi Kavalalı M. Ali paşa ve oğulları (özellikle İbrahim Paşa) Kütahya’ya kadar Osmanlı ordularını kovaladı, verilen tavizlerle imparatorluk içinde imparatorluk haline getirilerek, güç bela susturulabildi (Kütahya Anlaşması 1833), Bu da yetmedi, bir kez daha Osmanlı ordusuna diz çökertti (Nizip savaşı 24 Haziran 1839).
1.Dünya savaşında bu ordu Alman imparatorluğunun kuklası olarak savaşa sokuldu. Tüm cephelerde ağır yenilgiler aldı. Gerçek anlamda kağıttan kaplan olarak müttefik güçlere teslim oldu. Mondoros mütarekesiyle silahını yere atarak dağıldı, herkesi evine postaladı. İşgal güçlerine karşı ise tek bir kurşun sıkmamış bir ordudur.
Bu ordu, ülkesi ve halkının işgal altında onursuzlaştırılmasına yol açmakla kalmadı, silahını yere atıp teslim oldu; direnmek isteyenlere karşı da kovuşturma yürüttü. Divanı örfi mahkemelerinde yargılayıp idam kararları verdi. Atatürk bile bundan nasibini almıştı.
Cumhuriyet kuruluşundan bu güne kadar geldiği haliyle, bu ordunun sicili utanç vericidir.
Ünlü Alman Genelkurmay Başkanı Feldmareşal H.von Moltke subay olarak hizmet ettiği Osmanlı ordusunun, Kürt halkına karşı giriştiği kıyım hareketlerini anlatır (“Türkiye Mektupları”), Bu anılarda, kürt halkının nasıl bir kıyıma uğradığının tablosu ortaya konur. 200 yıldır devam eden bu kıyım, bu ordunun reayasına karşı kaplan kesildiğini gösterir, ötesi değil.
Kimse Kurtuluş savaşını tersinden bir örnek olarak sunmasın. Kurtuluş savaşı denilen savaş da 19 Aralık 1918’de ilk olarak Hatay’da (Dörtyol) Fransızlara karşı, işgalci güçlerin etnik ve dini ayrımcılığına karşı bir tepki olarak belirmiş ve yayılmıştır. Bu hareketler 1920 tarihine kadar 10 000 milisi geçmeyen hareketlerdir. Ordu ise bu süreçte hezimetin onursuzluğunu hissetmeden, padişahın işbirlikçi kararlarıyla tam bir uyum içinde tavır alıyordu.
Ordunun geride bıraktığı bu onursuzluğa karşı ilk tepkiler Kuvay-i Milliye güçlerinden geldi. Bu bir halk gücüydü.
Ordu Kuvayi Milliye güçlerine yardımcı olmak için asla harekete geçmemiştir. Tersine bu güçleri hain olarak telakki etmiştir. Bu ordunun her cephede hezimete uğramış generalleri emperyalist yayılmacılığın militarist milliyetçileri olarak ülkelerini işgal altında inlerken bırakıp kaçmayı tercih etmiştir; birileri Berlin’de, birileri Batum’da, birileri Allahu Ekber dağlarından maceralara dalmıştır.
Sonuçta işgal altında ki Anadolu toprakları boş değildi, insan yaşıyordu ve bu insanların, bu topraklardaki tarihleri ne olursa olsun başları üzerine sallanan Demokles kılıcına karşı bir direnme gösterecekti. Kediyi bile köşeye sıkıştırsanız sizi tırmalar. Bu ordunun bu gelişmelerde hiçbir payı yoktur.
1923’te Cumhuriyet kurulurken, uluslar arası toplantıların kulislerinde alınan kararlar Lozan anlaşmasının şartları içinde bir Cumhuriyet kuruluşuna geçit vermişti. Bu anlaşmanın kulislerinde, galip devletlerden birini askeri olarak yenilgiye uğratıp, görüşmecilerin elini güçlendirecek bir askeri zafer de yoktu. Galip devletlerden hiç biriyle, hiç bir yerde, askeri bir savaşa tutuşmadan, Yunanlılarla yapılan sınırlı savaşlarda, Kuvvayi Milliye milislerinin kazandığı başarılar arkasına sığının ordu, işte bu orduydu. Bunu kimse savaş zaferi olarak yutturmaya kalkışmasın.
Bu savaşların toplamında verilen şehit sayısı, Alman generallerin emir ve komutası altındaki Çanakkale savaşlarında verilen kayıpların 1/10 kadar bile değildir. “1971 yılında Ağaoğlu Yayınevi tarafından basılan Sabahattin Selek’in Millî Mücadele adlı kitabının 2. Cildi, 343. sayfasında yer alan rakamlara göre İstiklâl harbindeki şehit sayımız 9167’den ibaret. Bu kayıplardan 46’sı Doğu Cephesinde Ermeni harekâtında, 181’i Gediz Muharebesinde, 95’i I. İnönü’de, 1499’u II. İnönü’de, 1522’si Kütahya-Eskişehir muharebesinde, 3282’si Sakarya Muharebesinde ve 2542’si Büyük Taarrruz’da verildi.” (http://www.yeniasya.com.tr/2007/05/23/gorus/default.htm)
Bu ordu İttihatçı artığıdır.
İttihatçılık bu Osmanlı aklının 20.Yüzyıl başlarındaki tecellisiydi. Pan-İslamizmden Turancılığa, ulus devlete kadar uzanan macerasında yalnızca kan ve gözyaşı bulunuyor; emperyalist yayılmacılığın militarist milliyetçiği çökünce Cumhuriyette karar kılan bu akıl. Cumhuriyetteki Osmanlı olarak devam etmiştir. Bu aklın cumhuriyet serüveninde bilançosu ise, üç askeri darbe ve bitip tükenmez kanlı iç fetihlerdir. Koçgiri’den Dersim’e, Eruh’a, Hatay’dan Kıbrıs’a tarihimizin tüm serüvenlerinde onun kanlı hikayesi vardır. Bunun mimarı da bu ordudur.
Bütün bunların yetmediğini de çok iyi biliyoruz. Ergenekon davası karşısında gösterilen milliyetçi duruş solu bile kıskıvrak ve suçüstü yakalamıştır. Zavallı sosyal demokratların umutları, dilek menzilleri olmaya devam eden ordu, artık onlar içinde kof olmuştur çehresi açığa çıkmış bir kağıttan kaplandır.
Bu ordu, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı giriştiği kanlı kıyımda, 35 000 vatandaşın canını almıştır. Kürt halkı kurtuluş savaşında bu anlamda çok daha fazla şehit vermiştir demek yanlış olmayacaktır.
Dolaysıyla tarihiyle yüzleşse de bir askeri kurum olarak kaldıkça aklanması zor olan bu eli kanlı şebekenin, hiçbir kitaba uymayan bir ordu olduğu açıktır.
Darbelerden, sınır dışı operasyonlara, işgallerden ilhaklara, faili meçhullerden, hukuk dışı karanlık ve kirli işlere, uzanan tarihiyle, bu ordu aynı zamanda üzerinde hüküm sürdüğü coğrafyanın gerçek kimliğini de temsil etmemektedir.
Bu ordu, anayasa hükümleri gereği ülkesini korumak için değil halkını katletmek için organize olmuş bir şebeke gibidir. Ortak ülkemizde farklılıklarımızı temsil etmek yerine tek boyutlu ilkel milliyetçiliği esas alan, hukuk dışı yöntemlerle, farklı etnik ve inanç dokusundan gelenleri ayıklayan bu ordunun bu toprakları temsil etmediğini anlamak için cumhuriyet tarihi boyunca işlediği cürümleri bilmek yeterlidir.
Hükümranlığı altındaki halklara karşı kaplan kesilen, dış güçlere karşı paçavra olmaktan başka bir özelliği olmayan bu ordu, Cumhuriyetteki Osmanlının temsilcisidir; bir genetik süreç olarak darbeleriyle ülke içi fetihlerle halkına karşı kirli ve kanlı savaş yürüten bir ordudur…
Başka nerede savaştı bu ordu?
Kıbrıs’ta değil mi. Bu savaşı bilen bilir bilmeyenlerde öğrensin, 10 bin sivil milise karşı 750 000 askerlik bir ordu, İki çıkarma yapmaya mecbur kalmış, kendi kruvazörünü (Kocatepe) batırmak dahil ağır iç zayiat vermiştir; bu güne kadar açıklanma cesareti gösterilmeyen bu zayiatın, sonuçta ülkemizi siyasi ve ekonomik açıdan rehin alan ve halkı tarafından “Kurtulduk mu? Has….tir” diye ret edilen bir müflis ordudur. İşte ordu dediğiniz bundan ibarettir.
30 yıldır da Kürt özgürlük hareketinin birkaç bin milis gücü karşısında inim inim inleyen, bir adımlık başarısı olmayan bir ordu; üstelik her şeyiyle dış gücün yardımını, ABD ve İsrail başta olmak üzere dünyanın en gelişmiş teknoloji desteğini alarak iflas eden bir ordu.
Bu ordunun başarıları da var, üç darbe yaptı. Beceremedikleri de az değil.
Bu ordu, ülkeyi düşman komşuların kuşatması altında yaşamaya mahkum etmiştir. Tüm komşularımızdan toprak gaspı ya da sürtüşme halinde on yıllar boyunca yaşamamıza neden olmuştur. Buna NATO kuklası olarak gördüğü kirli işleri eklediğimizde korkunç bilançonun nasıl bir tarihi kin biriktirdiğini anlamak güç değil.
Bölgemizdeki rolü halklar arası düşmanlığı kışkırtan, ihaneti, arkadan hançerlemeyi, düşmanlarla bir olmayı, dostluk ve kardeşlik yerine tercih eden bir roldür. Bu ordu, bölgemizde ortaya çıkan tüm savaşlarda İsrail yanlısı olmuştur. 1 milyon askere yaklaşan sayısıyla tüketen ve halkına düşmanlıktan başka bir şey üretmeyen ordunun kağıttan olup olmamasının da hiçbir önemi yoktur; ülkemiz halklarının sırtında bir asalak ve gençlerimizi ölüm denklemlerinde öğüten bir ordudur.
Bu ordu, radikal bir devrimle stratejik algılarını her boyutta değiştirmeden, halkına yararlı bir konuma gelmesi mümkün değildir.
Bu gün, “kağıttan kaplan” sözüne karşı orduyu hamasetle savanan AKP yönetimi, dün aynı orduyu “İyi ki, bu generallerle savaşa girmemişiz” diyordu. Bu değişim, ordunun kimin elinde nasıl bir kağıttan kukla olduğunu da yeterince açığa vuruyordu.
Bu gün konusu edilen ordu, halka ait hiçbir kimlik belirtisi taşımayan bir ordudur. Bu kimliği taşımadan da kukla olmaya, kimlik arayışı içinde dış güçlerin yönlendirmesi altında olmaya devam edecek bir ordudur. Mısır ordusu açık ve net düzeni koruyan halkına karşı bir ordu olduğunu gösterdiği gibi bu ordu da aynı şeyi dün de bu günde yapmaya devam etmektedir.
Süheyl Batum maksadını aşmıştır, dili sürçmüştür ya da başka bir şey. Bunların hiç önemi yok, gerçekten bu ordu kağıttan kaplan olmasıydı bu refleksleri göstermezdi, kimsenin onu savunmasına da gerek kalmazdı; Süheyl Batum istemeden, maksadını aşarak herkesin bildiği bir gerçeğe ayna tuttu. Kral çıplaktır dedi.
Bu böyle biline
8 Şubat 2011
Gölgesinden korkanlardan biri, Türk ordusu için “bu ordu kağıttan kaplanmış” demiş. O dediğine pişman olmuş, "dil sürçmesi", "maksadını aşmış bir tabir" diye de günah çıkarmaya çalışmış.
Süheyl Batum, CHP’nin yeni prenslerinden, eski algıları aşmamış, hala ordunun zinde kuvvetini arıyor ama bulamıyor, olsa yok demeyecek, ama bunun üzerinden çok sular aktı.
“Kartondan Kaplan” deyimini dünyaya öğreten Mao Zedung. Emperyalistlerden korkmamak gerektiğini, onların birer “kartondan kaplan” olduklarını, ilk yüzleşmede yenilebileceklerini belirtiyordu. Halkına moral veriyordu. Çin geleneksel tanımlama kültürünün sloganlaştırdığı bir söylem. Genellikle, görüntüde korku salan ancak gerçekte kof olan güçleri tanımlar.
Sühey Batum da Ordu için aynıyla bunu söylemek istedi; amacı ve niyeti ne olursa olsun sonuçta bu ordu koftur dedi.
Benim hiç itirazım yok, bu ordu hep öyle idi diyeceğim. Ama öyle değil.
Bu ordu halkına karşı kaplan, iktidarlara, işgalci dış güçlere, kafasına çuval geçirenlere karşı ise kağıttan kaplandır. Bunun da ötesini o gerçek anlamda bir paçavradan ibarettir; bu ordu için “Türkiye’nin dışa ihraç edilebilir en ucuz malı” diye de boşuna denmemiştir.
Bu ordunun tarihine göz atmak bunu anlamak için yeterlidir.
1683, II. Viyana kuşatmasından bu yana, 300 yıldır bu ordunun kazandığı bir zafer yok. Karlofça’dan (1699), Yaş anlaşmasına (1792), Kırım savaşından 93 harbine onlarca alanda onlarca yenilgiyle yüz yüze kalmış bir ordu. Bırakın dış güçlerin iki de bir sırtını yere çalmasını, kendi valisine bile mağlup bir ordudur; Mısır valisi Kavalalı M. Ali paşa ve oğulları (özellikle İbrahim Paşa) Kütahya’ya kadar Osmanlı ordularını kovaladı, verilen tavizlerle imparatorluk içinde imparatorluk haline getirilerek, güç bela susturulabildi (Kütahya Anlaşması 1833), Bu da yetmedi, bir kez daha Osmanlı ordusuna diz çökertti (Nizip savaşı 24 Haziran 1839).
1.Dünya savaşında bu ordu Alman imparatorluğunun kuklası olarak savaşa sokuldu. Tüm cephelerde ağır yenilgiler aldı. Gerçek anlamda kağıttan kaplan olarak müttefik güçlere teslim oldu. Mondoros mütarekesiyle silahını yere atarak dağıldı, herkesi evine postaladı. İşgal güçlerine karşı ise tek bir kurşun sıkmamış bir ordudur.
Bu ordu, ülkesi ve halkının işgal altında onursuzlaştırılmasına yol açmakla kalmadı, silahını yere atıp teslim oldu; direnmek isteyenlere karşı da kovuşturma yürüttü. Divanı örfi mahkemelerinde yargılayıp idam kararları verdi. Atatürk bile bundan nasibini almıştı.
Cumhuriyet kuruluşundan bu güne kadar geldiği haliyle, bu ordunun sicili utanç vericidir.
Ünlü Alman Genelkurmay Başkanı Feldmareşal H.von Moltke subay olarak hizmet ettiği Osmanlı ordusunun, Kürt halkına karşı giriştiği kıyım hareketlerini anlatır (“Türkiye Mektupları”), Bu anılarda, kürt halkının nasıl bir kıyıma uğradığının tablosu ortaya konur. 200 yıldır devam eden bu kıyım, bu ordunun reayasına karşı kaplan kesildiğini gösterir, ötesi değil.
Kimse Kurtuluş savaşını tersinden bir örnek olarak sunmasın. Kurtuluş savaşı denilen savaş da 19 Aralık 1918’de ilk olarak Hatay’da (Dörtyol) Fransızlara karşı, işgalci güçlerin etnik ve dini ayrımcılığına karşı bir tepki olarak belirmiş ve yayılmıştır. Bu hareketler 1920 tarihine kadar 10 000 milisi geçmeyen hareketlerdir. Ordu ise bu süreçte hezimetin onursuzluğunu hissetmeden, padişahın işbirlikçi kararlarıyla tam bir uyum içinde tavır alıyordu.
Ordunun geride bıraktığı bu onursuzluğa karşı ilk tepkiler Kuvay-i Milliye güçlerinden geldi. Bu bir halk gücüydü.
Ordu Kuvayi Milliye güçlerine yardımcı olmak için asla harekete geçmemiştir. Tersine bu güçleri hain olarak telakki etmiştir. Bu ordunun her cephede hezimete uğramış generalleri emperyalist yayılmacılığın militarist milliyetçileri olarak ülkelerini işgal altında inlerken bırakıp kaçmayı tercih etmiştir; birileri Berlin’de, birileri Batum’da, birileri Allahu Ekber dağlarından maceralara dalmıştır.
Sonuçta işgal altında ki Anadolu toprakları boş değildi, insan yaşıyordu ve bu insanların, bu topraklardaki tarihleri ne olursa olsun başları üzerine sallanan Demokles kılıcına karşı bir direnme gösterecekti. Kediyi bile köşeye sıkıştırsanız sizi tırmalar. Bu ordunun bu gelişmelerde hiçbir payı yoktur.
1923’te Cumhuriyet kurulurken, uluslar arası toplantıların kulislerinde alınan kararlar Lozan anlaşmasının şartları içinde bir Cumhuriyet kuruluşuna geçit vermişti. Bu anlaşmanın kulislerinde, galip devletlerden birini askeri olarak yenilgiye uğratıp, görüşmecilerin elini güçlendirecek bir askeri zafer de yoktu. Galip devletlerden hiç biriyle, hiç bir yerde, askeri bir savaşa tutuşmadan, Yunanlılarla yapılan sınırlı savaşlarda, Kuvvayi Milliye milislerinin kazandığı başarılar arkasına sığının ordu, işte bu orduydu. Bunu kimse savaş zaferi olarak yutturmaya kalkışmasın.
Bu savaşların toplamında verilen şehit sayısı, Alman generallerin emir ve komutası altındaki Çanakkale savaşlarında verilen kayıpların 1/10 kadar bile değildir. “1971 yılında Ağaoğlu Yayınevi tarafından basılan Sabahattin Selek’in Millî Mücadele adlı kitabının 2. Cildi, 343. sayfasında yer alan rakamlara göre İstiklâl harbindeki şehit sayımız 9167’den ibaret. Bu kayıplardan 46’sı Doğu Cephesinde Ermeni harekâtında, 181’i Gediz Muharebesinde, 95’i I. İnönü’de, 1499’u II. İnönü’de, 1522’si Kütahya-Eskişehir muharebesinde, 3282’si Sakarya Muharebesinde ve 2542’si Büyük Taarrruz’da verildi.” (http://www.yeniasya.com.tr/2007/05/23/gorus/default.htm)
Bu ordu İttihatçı artığıdır.
İttihatçılık bu Osmanlı aklının 20.Yüzyıl başlarındaki tecellisiydi. Pan-İslamizmden Turancılığa, ulus devlete kadar uzanan macerasında yalnızca kan ve gözyaşı bulunuyor; emperyalist yayılmacılığın militarist milliyetçiği çökünce Cumhuriyette karar kılan bu akıl. Cumhuriyetteki Osmanlı olarak devam etmiştir. Bu aklın cumhuriyet serüveninde bilançosu ise, üç askeri darbe ve bitip tükenmez kanlı iç fetihlerdir. Koçgiri’den Dersim’e, Eruh’a, Hatay’dan Kıbrıs’a tarihimizin tüm serüvenlerinde onun kanlı hikayesi vardır. Bunun mimarı da bu ordudur.
Bütün bunların yetmediğini de çok iyi biliyoruz. Ergenekon davası karşısında gösterilen milliyetçi duruş solu bile kıskıvrak ve suçüstü yakalamıştır. Zavallı sosyal demokratların umutları, dilek menzilleri olmaya devam eden ordu, artık onlar içinde kof olmuştur çehresi açığa çıkmış bir kağıttan kaplandır.
Bu ordu, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı giriştiği kanlı kıyımda, 35 000 vatandaşın canını almıştır. Kürt halkı kurtuluş savaşında bu anlamda çok daha fazla şehit vermiştir demek yanlış olmayacaktır.
Dolaysıyla tarihiyle yüzleşse de bir askeri kurum olarak kaldıkça aklanması zor olan bu eli kanlı şebekenin, hiçbir kitaba uymayan bir ordu olduğu açıktır.
Darbelerden, sınır dışı operasyonlara, işgallerden ilhaklara, faili meçhullerden, hukuk dışı karanlık ve kirli işlere, uzanan tarihiyle, bu ordu aynı zamanda üzerinde hüküm sürdüğü coğrafyanın gerçek kimliğini de temsil etmemektedir.
Bu ordu, anayasa hükümleri gereği ülkesini korumak için değil halkını katletmek için organize olmuş bir şebeke gibidir. Ortak ülkemizde farklılıklarımızı temsil etmek yerine tek boyutlu ilkel milliyetçiliği esas alan, hukuk dışı yöntemlerle, farklı etnik ve inanç dokusundan gelenleri ayıklayan bu ordunun bu toprakları temsil etmediğini anlamak için cumhuriyet tarihi boyunca işlediği cürümleri bilmek yeterlidir.
Hükümranlığı altındaki halklara karşı kaplan kesilen, dış güçlere karşı paçavra olmaktan başka bir özelliği olmayan bu ordu, Cumhuriyetteki Osmanlının temsilcisidir; bir genetik süreç olarak darbeleriyle ülke içi fetihlerle halkına karşı kirli ve kanlı savaş yürüten bir ordudur…
Başka nerede savaştı bu ordu?
Kıbrıs’ta değil mi. Bu savaşı bilen bilir bilmeyenlerde öğrensin, 10 bin sivil milise karşı 750 000 askerlik bir ordu, İki çıkarma yapmaya mecbur kalmış, kendi kruvazörünü (Kocatepe) batırmak dahil ağır iç zayiat vermiştir; bu güne kadar açıklanma cesareti gösterilmeyen bu zayiatın, sonuçta ülkemizi siyasi ve ekonomik açıdan rehin alan ve halkı tarafından “Kurtulduk mu? Has….tir” diye ret edilen bir müflis ordudur. İşte ordu dediğiniz bundan ibarettir.
30 yıldır da Kürt özgürlük hareketinin birkaç bin milis gücü karşısında inim inim inleyen, bir adımlık başarısı olmayan bir ordu; üstelik her şeyiyle dış gücün yardımını, ABD ve İsrail başta olmak üzere dünyanın en gelişmiş teknoloji desteğini alarak iflas eden bir ordu.
Bu ordunun başarıları da var, üç darbe yaptı. Beceremedikleri de az değil.
Bu ordu, ülkeyi düşman komşuların kuşatması altında yaşamaya mahkum etmiştir. Tüm komşularımızdan toprak gaspı ya da sürtüşme halinde on yıllar boyunca yaşamamıza neden olmuştur. Buna NATO kuklası olarak gördüğü kirli işleri eklediğimizde korkunç bilançonun nasıl bir tarihi kin biriktirdiğini anlamak güç değil.
Bölgemizdeki rolü halklar arası düşmanlığı kışkırtan, ihaneti, arkadan hançerlemeyi, düşmanlarla bir olmayı, dostluk ve kardeşlik yerine tercih eden bir roldür. Bu ordu, bölgemizde ortaya çıkan tüm savaşlarda İsrail yanlısı olmuştur. 1 milyon askere yaklaşan sayısıyla tüketen ve halkına düşmanlıktan başka bir şey üretmeyen ordunun kağıttan olup olmamasının da hiçbir önemi yoktur; ülkemiz halklarının sırtında bir asalak ve gençlerimizi ölüm denklemlerinde öğüten bir ordudur.
Bu ordu, radikal bir devrimle stratejik algılarını her boyutta değiştirmeden, halkına yararlı bir konuma gelmesi mümkün değildir.
Bu gün, “kağıttan kaplan” sözüne karşı orduyu hamasetle savanan AKP yönetimi, dün aynı orduyu “İyi ki, bu generallerle savaşa girmemişiz” diyordu. Bu değişim, ordunun kimin elinde nasıl bir kağıttan kukla olduğunu da yeterince açığa vuruyordu.
Bu gün konusu edilen ordu, halka ait hiçbir kimlik belirtisi taşımayan bir ordudur. Bu kimliği taşımadan da kukla olmaya, kimlik arayışı içinde dış güçlerin yönlendirmesi altında olmaya devam edecek bir ordudur. Mısır ordusu açık ve net düzeni koruyan halkına karşı bir ordu olduğunu gösterdiği gibi bu ordu da aynı şeyi dün de bu günde yapmaya devam etmektedir.
Süheyl Batum maksadını aşmıştır, dili sürçmüştür ya da başka bir şey. Bunların hiç önemi yok, gerçekten bu ordu kağıttan kaplan olmasıydı bu refleksleri göstermezdi, kimsenin onu savunmasına da gerek kalmazdı; Süheyl Batum istemeden, maksadını aşarak herkesin bildiği bir gerçeğe ayna tuttu. Kral çıplaktır dedi.
Bu böyle biline
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder