15 Şubat 2011 Salı
GERÇEKÇİ OL İMKANSIZI İSTE
Mustafa Köse
14 Şubat 2011
Sadece sol’u ilgilendiren konularda yazmak hoşuma gitmiyor. Doğrusu uzun süredir sadece sol diye bilinen çerçevenin içinde kalmak istemiyorum. Çünkü orada kalmak kısır tartışmalarda boğulmak demektir. Ben özenle bunun dışında kalmaya çalışıyorum. Genel gelişmeleri doğru algılamak ve genele hitap edebilmeyi tercih ediyorum. Siyasi parti başkanlığını da bu perspektifle yürütüyorum. Zira mutlak bir doğru artık yok.
Bilinen eski sol kültürün yaklaşımları küresel dünya gerçekleriyle ne kadar bağdaştığı tartışılır. Sol adına anlatılan projeler toplumda pek ilgi toplamıyor.
Lakin her şeye rağmen ‘’bu dünyadan sol geçti’’. Ve her şeye rağmen bir kısım sol (ben dahil) yine kendine bir yol bulmaya çalışıyor. Gündelik hayata dair yarına dair politikalarda adres olmak istiyor. İleriyi görmek için itinayla kendi tarihiyle hesaplaşmaya çalışıyor. Bir kısmı ise tarihsel düşmanlarıyla kucaklaşıyor. Irkçılaşıyor, halkların, mağdur kesimlerin karşısına dikiliyor. Sözüm tabi ki bu tutucu solla ilgili olmayacak.
Geçen yazımda küresel kapitalizmin temel sorunlarına değinmiştim. Küresel dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini irdelemiştim. Küresel süreçte yeni paradokslardan bahsetmiştim. Sömürü, haksızlık, vicdansızlık karşısında mücadele eden insanlara desteğin önemine parmak basmıştım. Sonda, yeni bir küresel uygarlığın yaratılması gerektiğini belirtmiştim. Bu uygarlığın demokrasi ve insan merkezli olması gerektiğini söylemiştim. Ayrıca sol’un kapitalizm ötesi konularda düşüncesinin olması gerektiği, bu konuları iddiasız ve mütevazi bir dil bulması lazım olacağına değinmiştim. Bu konudaki kendi düşüncelerimi yazacağımı belirtmiştim.Geniş bir konu. Ancak ben oldukça kıssa yazmaya çalışacağım.
Bu arada ve yeri gelmişken kendimle ilgili bir iki şey belirtmek istiyorum. Henüz çok genç yaşta sosyalist oldum. 20 yaşın altındayken illegal TKP’ye girdim. (bu günkü tkp’ile hiçbir alakası yok)Sendika başkanlığı yaptım. 12 Eylül darbesiyle 141 ve 142 maddelerinden yargılandım. İki maddeden de hüküm giydim. Şuan düşünüyorum. Devrimler çağında ve kutuplaşmış dünyada sosyalist olmak yaşadıklarım açısından adeta kader gibiydi. Taraftım ve kendi adıma mutluydum. Başka sosyalistler gibi her şeyi göze almıştım. Hedef netti proje belirgindi. Her şeyi sosyalizm çözecekti. Ancak şimdi yaklaşık 30 yıldan beri sade bir demokrat olmaya çalışıyorum. Ve doğrusu sosyalist olduğumdan çok daha fazla, demokrat olmakta zorlanıyorum. Hiç kuşkusuz daha hayallerim var. Lakin bu hayaller, bugün yeni ve çağdaş bir anayasanın yapılmasını, Mısır ve benzer halk harekatlarının diktatörlere karşı mücadelelerin desteklenmesini, Ülkemiz insanlarının yaşam kalitesini yükseltecek taleplerde bulunmayı, toplumsal barışımızı sağlayacak mücadele içinde olmayı daha fazla önemsiyorum. Zira yarın, bu günün mücadeleleriyle şekillenecektir. Onun adı ne olursa olsun önemli değil.Önemli olan adil, barışık ve refahlı bir toplumda yaşamak.
Tekrar konuya dönelim. Kapitalizm sonrasının mucidi Marks’tır. Marks, mutlu ve eşitlikçi geleceği kurgulamıştır. Tarihten, ekonomiden ve felsefeden yararlanmıştır. Marks, İngiliz ekonomi politiği, Alman felsefesini ve Fransız devrimlerini inceleyerek yeni ve kapitalist olmayan bir düzeni anlatmıştır. Bunun olabilmesi için, gelişmiş bir üretim, yüksek kültür ve güçlü bir işçi sınıfının olması gerektiğine kanaat getirmiştir. Bu toplumsal projenin adının sosyalizm olduğunu belirtmiştir. Sosyalizmde üretim güçleriyle üretim ilişkileri uyum içinde olacağını düşünmüştür.
Daha sonra, başata Lenin ve diğer sosyalistler gelişmiş bir üretim, yüksek kültür olmadan devrimci durumun olmasının yeterli olacağını var saydılar. Yönetenler yönetemeyince, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi asıl sihri oluşturuyordu. Acılar, ihanetler, kahramanlıklar sonucunda birçok yerde sosyalist ülkeler kuruldu. Marksın tespitlerinden yola çıkarak asıl sorunun mülkiyetle olduğunu düşündüler. Üretim güçlerinin özel mülkiyetten çıkarılması yeterli olacağı ön görüldü. Sonra ortaya çıktı ki bu yetmedi. Marksı daha iyi anlamak gerekmişti.
Ancak ve her şeye rağmen reel sosyalizm bir laboratuar gibidir. İnsanlık tarihine zenginlik katmıştır. Başta Rusya olmak üzere sosyalist sistem mazlum halkların kalesiydi. En basiti, hitler faşizminin tüm dünyaya hakim olmasın diye ve ülkeyi korumak için 20 milyon evladı feda etmişlerdir. ABD nin burnu dibindeki KUBA’nın sosyalist olması tüm Latin halklarına moral vermiştir. Yiğitliğin, kahramanlığın, dürüstlüğün, dayanışmanın ve de gerçekçi olmanın iyi örneğini oluşturmuştur. Ve imkansızı talep etmiştir. Önderleri ve başta CHE hala semboldür. Çin’de, Arnavutlukta ve birçok başka yerlerdeki sosyalist devletler zengin bilgiler sunmaktadır.
O sosyalist dönem ve sosyalist devletler geride kaldı. 1976’dan sonra gelişen bilişim teknolojisi yeni bir dünyayı zorladı. Ulus devletleri törpüledi. Bundan en çok sosyalist ülkeler etkilendi. 1989’da Berlin duvarı yıkıldı. 1993’te Sovyetler birliği dağıldı. Bu yeni bir dünya demektir. Artık dengeler daha karmaşık ve çok kutuplu olacaktır.
Tek blok dediğimiz ve muzaffer görünen kapitalizm kaldı. Ancak ve bence bugün kapitalizm, iki kutuplu dünyadan daha fazla etkilenecek. Küreselleşme sosyalizmi nasıl dağıttıysa kapitalizmi hırpalayacaktır. Kapitalizmin sömüren, baskı yapan, aç bırakan ve adaletsizlik yapan iç yüzü daha kolay görülecektir.Sosyalizm düşmanlığından beslenmekten çıkınca sudan çıkmış balığa benzeyecektir. Lakin tüm bunlar önümüze ‘’geçmişte yaşanan sosyalizmi’’hedeflemeyi getirmeyecektir. Bundan böyle mücadele daha karmaşık ve daha yığınsal ve daha farklı amaçlar için olacaktır. Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal mağdurlar hayatı yeniden sorgulayacak, yeni bir uygarlığı zorlayacaklardır.
Bunun sonucunda ve bence doğrusu, üretim araçlarının ve dolayısıyla üretilenin denetlenebilir bir yolu bulunacaktır. İnsanlar arasındaki uçurumu kaldıracak, kötü üretim tarzıyla dünyayı ve çevreyi tahrip etmeyen bir usul bulunacaktır. Belki mülkiyete dokunmadan, sivil toplum örgütlerinin, inanç guruplarının mücadelesi önemli rol oynayacaktır. Dünyada ‘’İleri bir demokrasi hegemonyasının’’oluşması asıl kaynağı yaratacaktır. Silaha ve çatışmalı politikalar için bütçeler ayrılmayacaktır. Bir biriyle barışık ve bir arada toplumlar yaşayacaktır. Dünya vatandaşlığının hukuku ikame edilecektir. Bunun adı ne ise o olacaktır.
Öngörülerim elbette tartışmaya açıktır. Benimkisi bir kehanet değildir. Bunlar, sade, basit ve mütevazi düşündüklerimdir.
14 Şubat 2011
Sadece sol’u ilgilendiren konularda yazmak hoşuma gitmiyor. Doğrusu uzun süredir sadece sol diye bilinen çerçevenin içinde kalmak istemiyorum. Çünkü orada kalmak kısır tartışmalarda boğulmak demektir. Ben özenle bunun dışında kalmaya çalışıyorum. Genel gelişmeleri doğru algılamak ve genele hitap edebilmeyi tercih ediyorum. Siyasi parti başkanlığını da bu perspektifle yürütüyorum. Zira mutlak bir doğru artık yok.
Bilinen eski sol kültürün yaklaşımları küresel dünya gerçekleriyle ne kadar bağdaştığı tartışılır. Sol adına anlatılan projeler toplumda pek ilgi toplamıyor.
Lakin her şeye rağmen ‘’bu dünyadan sol geçti’’. Ve her şeye rağmen bir kısım sol (ben dahil) yine kendine bir yol bulmaya çalışıyor. Gündelik hayata dair yarına dair politikalarda adres olmak istiyor. İleriyi görmek için itinayla kendi tarihiyle hesaplaşmaya çalışıyor. Bir kısmı ise tarihsel düşmanlarıyla kucaklaşıyor. Irkçılaşıyor, halkların, mağdur kesimlerin karşısına dikiliyor. Sözüm tabi ki bu tutucu solla ilgili olmayacak.
Geçen yazımda küresel kapitalizmin temel sorunlarına değinmiştim. Küresel dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini irdelemiştim. Küresel süreçte yeni paradokslardan bahsetmiştim. Sömürü, haksızlık, vicdansızlık karşısında mücadele eden insanlara desteğin önemine parmak basmıştım. Sonda, yeni bir küresel uygarlığın yaratılması gerektiğini belirtmiştim. Bu uygarlığın demokrasi ve insan merkezli olması gerektiğini söylemiştim. Ayrıca sol’un kapitalizm ötesi konularda düşüncesinin olması gerektiği, bu konuları iddiasız ve mütevazi bir dil bulması lazım olacağına değinmiştim. Bu konudaki kendi düşüncelerimi yazacağımı belirtmiştim.Geniş bir konu. Ancak ben oldukça kıssa yazmaya çalışacağım.
Bu arada ve yeri gelmişken kendimle ilgili bir iki şey belirtmek istiyorum. Henüz çok genç yaşta sosyalist oldum. 20 yaşın altındayken illegal TKP’ye girdim. (bu günkü tkp’ile hiçbir alakası yok)Sendika başkanlığı yaptım. 12 Eylül darbesiyle 141 ve 142 maddelerinden yargılandım. İki maddeden de hüküm giydim. Şuan düşünüyorum. Devrimler çağında ve kutuplaşmış dünyada sosyalist olmak yaşadıklarım açısından adeta kader gibiydi. Taraftım ve kendi adıma mutluydum. Başka sosyalistler gibi her şeyi göze almıştım. Hedef netti proje belirgindi. Her şeyi sosyalizm çözecekti. Ancak şimdi yaklaşık 30 yıldan beri sade bir demokrat olmaya çalışıyorum. Ve doğrusu sosyalist olduğumdan çok daha fazla, demokrat olmakta zorlanıyorum. Hiç kuşkusuz daha hayallerim var. Lakin bu hayaller, bugün yeni ve çağdaş bir anayasanın yapılmasını, Mısır ve benzer halk harekatlarının diktatörlere karşı mücadelelerin desteklenmesini, Ülkemiz insanlarının yaşam kalitesini yükseltecek taleplerde bulunmayı, toplumsal barışımızı sağlayacak mücadele içinde olmayı daha fazla önemsiyorum. Zira yarın, bu günün mücadeleleriyle şekillenecektir. Onun adı ne olursa olsun önemli değil.Önemli olan adil, barışık ve refahlı bir toplumda yaşamak.
Tekrar konuya dönelim. Kapitalizm sonrasının mucidi Marks’tır. Marks, mutlu ve eşitlikçi geleceği kurgulamıştır. Tarihten, ekonomiden ve felsefeden yararlanmıştır. Marks, İngiliz ekonomi politiği, Alman felsefesini ve Fransız devrimlerini inceleyerek yeni ve kapitalist olmayan bir düzeni anlatmıştır. Bunun olabilmesi için, gelişmiş bir üretim, yüksek kültür ve güçlü bir işçi sınıfının olması gerektiğine kanaat getirmiştir. Bu toplumsal projenin adının sosyalizm olduğunu belirtmiştir. Sosyalizmde üretim güçleriyle üretim ilişkileri uyum içinde olacağını düşünmüştür.
Daha sonra, başata Lenin ve diğer sosyalistler gelişmiş bir üretim, yüksek kültür olmadan devrimci durumun olmasının yeterli olacağını var saydılar. Yönetenler yönetemeyince, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi asıl sihri oluşturuyordu. Acılar, ihanetler, kahramanlıklar sonucunda birçok yerde sosyalist ülkeler kuruldu. Marksın tespitlerinden yola çıkarak asıl sorunun mülkiyetle olduğunu düşündüler. Üretim güçlerinin özel mülkiyetten çıkarılması yeterli olacağı ön görüldü. Sonra ortaya çıktı ki bu yetmedi. Marksı daha iyi anlamak gerekmişti.
Ancak ve her şeye rağmen reel sosyalizm bir laboratuar gibidir. İnsanlık tarihine zenginlik katmıştır. Başta Rusya olmak üzere sosyalist sistem mazlum halkların kalesiydi. En basiti, hitler faşizminin tüm dünyaya hakim olmasın diye ve ülkeyi korumak için 20 milyon evladı feda etmişlerdir. ABD nin burnu dibindeki KUBA’nın sosyalist olması tüm Latin halklarına moral vermiştir. Yiğitliğin, kahramanlığın, dürüstlüğün, dayanışmanın ve de gerçekçi olmanın iyi örneğini oluşturmuştur. Ve imkansızı talep etmiştir. Önderleri ve başta CHE hala semboldür. Çin’de, Arnavutlukta ve birçok başka yerlerdeki sosyalist devletler zengin bilgiler sunmaktadır.
O sosyalist dönem ve sosyalist devletler geride kaldı. 1976’dan sonra gelişen bilişim teknolojisi yeni bir dünyayı zorladı. Ulus devletleri törpüledi. Bundan en çok sosyalist ülkeler etkilendi. 1989’da Berlin duvarı yıkıldı. 1993’te Sovyetler birliği dağıldı. Bu yeni bir dünya demektir. Artık dengeler daha karmaşık ve çok kutuplu olacaktır.
Tek blok dediğimiz ve muzaffer görünen kapitalizm kaldı. Ancak ve bence bugün kapitalizm, iki kutuplu dünyadan daha fazla etkilenecek. Küreselleşme sosyalizmi nasıl dağıttıysa kapitalizmi hırpalayacaktır. Kapitalizmin sömüren, baskı yapan, aç bırakan ve adaletsizlik yapan iç yüzü daha kolay görülecektir.Sosyalizm düşmanlığından beslenmekten çıkınca sudan çıkmış balığa benzeyecektir. Lakin tüm bunlar önümüze ‘’geçmişte yaşanan sosyalizmi’’hedeflemeyi getirmeyecektir. Bundan böyle mücadele daha karmaşık ve daha yığınsal ve daha farklı amaçlar için olacaktır. Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal mağdurlar hayatı yeniden sorgulayacak, yeni bir uygarlığı zorlayacaklardır.
Bunun sonucunda ve bence doğrusu, üretim araçlarının ve dolayısıyla üretilenin denetlenebilir bir yolu bulunacaktır. İnsanlar arasındaki uçurumu kaldıracak, kötü üretim tarzıyla dünyayı ve çevreyi tahrip etmeyen bir usul bulunacaktır. Belki mülkiyete dokunmadan, sivil toplum örgütlerinin, inanç guruplarının mücadelesi önemli rol oynayacaktır. Dünyada ‘’İleri bir demokrasi hegemonyasının’’oluşması asıl kaynağı yaratacaktır. Silaha ve çatışmalı politikalar için bütçeler ayrılmayacaktır. Bir biriyle barışık ve bir arada toplumlar yaşayacaktır. Dünya vatandaşlığının hukuku ikame edilecektir. Bunun adı ne ise o olacaktır.
Öngörülerim elbette tartışmaya açıktır. Benimkisi bir kehanet değildir. Bunlar, sade, basit ve mütevazi düşündüklerimdir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder