15 Şubat 2011 Salı
MISIR ADIM ADIM…
Mısır devrim süreciyle ilgili 18. Yazı
Mihrac Ural
15 Şubat 2011
Mısır devriminin 22. Günü 15 Şubat 2011 Salı. Mübarek istifasının 4. Günü. Mısır’da her şey çok hızlı gelişiyor, halkın köhnemiş diktatörlük düzenine karşı yönelttiği milyonlar üzerine milyonlar ekleyerek yarattığı kitlesel basınç, tarihte eşine devrimlerde rastlanmayan bir denge içinde adım adım sonuç üreterek gelişiyor.
Devrim, Pandoranın kutusunu açtı bir kez. İki gün önceye kadar (20.gün, 13 Şubat 2011), Mübarek’in istifası dışından her şey yerli yerinde duruyordu. Diktatörlük devletinin hiçbir kurumu sarsılmamıştı bile. Bir kişi kopup gitmişti, simgeseldi, baştı ancak devlet ne tek başına baş ne de diktatördü. Devlet bütünsel olarak, yasalarıyla, kurumlarıyla kurumlar arası ilişki ağlarıyla ve bunları yöneten eski kadrolarıyla bir bütündü. Mısır devrimi bunların hiç biri henüz sarsmamıştı bile.
Daha da kötüsü, Diktatör Mübarek yönetimden çekilirken, Askeri konseyi atıyor ve bu konsey diktatörün emriyle devlet yönetimine el koyuyor. Bununda ötesinde 4 Nolu beyana (duyuru) kadar da, Mübarek’in atadığı hükümetin işlerine devamını istiyor.
Bütün bunlar, Mısır halkının emeklerinin çok ciddi ve kritik bir noktadan geçtiğine işaret ediyordu. Yapılacak daha çok iş vardı. Bu yüzden, Mısır devrim sürecini takip eden 17. yazılarımın “MISIR'DA GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR” başlığını taşıdı.
“25 Ocak Devrim Konseyi” imzalı duyurular sıralanınca, riski anlayan devrimci güçlerin süreci kontrol etmek için hızla toparlanıp bir girişimi yaptıkları anlaşıldı. Mısır dev bir ülke, tarih ve bu günün potansiyelleriyle dev bir ülke. Kimsenin aklının ucundan bile geçmeyecek bir başarı kazanması da bu alt yapının gücüyle oldu. Uygar bir devrimi başka türlü ikame etmenin mümkünü olamazdı. Devrici güçlerin kurduğu konsey, taleplerini 10 madde etrafında belirleyerek ilan edinci, her şey mantık dokusuna uygun bir biçim almaya ve yerli yerine oturmaya başladı.
Askeri konseyin yönlendirilmesi ya da yüz yüze kalınarak gergin ortamın dengelerine göre biçimlenecek yeni bir süreç ortaya çıkacaktı.
“25 Ocak Devrim Konseyi” ısrarla ve milyonlarca kitlesini bir kez daha meydanlara yığacağı ilanıyla taleplerini tekrarlamaya ve devrimin kazanımlarına sahip çıkacağını belirtiyordu. Bu taleplerin en önemlileri, 1. Parlamentonun feshi, 2. Hükümetin feshi, 3. Sıkıyönetim kanunlarını ilgası, 4. Askeri mahkemelerin yargıladığı herkesin, tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması, 5.Eski anayasanın ilgası, 6. Yeni anayasanın hızla yapılanması, 7. Yolsuzluk yapanların yargılanmaya başlanması, 8. Devrimcilere yönelik katliamların açığa çıkarılıp yargıya verilmesi, 9. Şehitlerin anısıyla ilgili kararların alınıp ailelerine tazminat ödenmesi, 10. Seçimlere giderek yeni parlamentonun kuruluşu için takvim belirlenmesi
Bu adımla devrim kazanımlarına sahip çıkacaktı. Nitekim mesajı alan askeri yönetim 5 Nolu Beyanıyla, bunun sinyallerini verdi. Eski anayasayı rafa kaldırdı, geçersiz olduğunu ilan etti ve parlamentoyu fesih etti. Hükümete de boşluk olmaması için yeni hükümet kurulana kadar işleri idare etmesi tavsiyesinde bulundu.6 aylık geçici bir süre sonunda ya da Cumhurbaşkanlığı seçime ardından yetkilerini sivil güçlere terk edeceğini açıkladı.
Bu adım çok önemliydi. Devrimci güçlerin işlerini sağlama aldıkları, kitlelerine güvendikleri, kazanılan başarının diktatörlük devletini henüz tasfiye etmediğini de biliyorlardı. Bunlardan çok daha önemlisi başka bir gelişme, dipten gelen bir dalga gibi yayılmaya başladı. Diktatörlük devletinin tüm kurumlarının çatırdadığını gösteren bir gelişme. Çok az kişinin farkında olduğu bir gelişme. O da, diktatörlük devletinin tüm kurumlarında işleyişe, eski yöneticilere ve çalışma tarazlarına karşı gelişen lokal yaygın ayaklanmalar; Devletin en stratejik kurumlarında, enformasyon bakanlığı ve tüm etkinliklerinde, mali kurum ve tüm etkinliklerinde, polis teşkilatı ve birimlerinde ( komik olanı, düne kadar devrimcilerin peşine koşturan polisler, bu kez idarecilerini, ilişkilerini sorgulayıp Tahrir meydanında devrimcilerle omuz omuza olmak üzere binlercesi b.ir arada yürüyüşe geçmiştir. Ancak devrimciler bunların bu aniden 180 derecelik dönüşümlerine kaygılı yaklaşarak, meydanda onlara henüz yer açılmayacağı bildirilmiştir), Sendikalarda, bakanlıklarda, yabancı yerli ve devlet işletmelerinde, devrimin kuyruğuna takılan işçi sınıfı bile sınıf mücadelesini hatırlayarak yola koyulmaya başlamıştır. Kurumların içinde, devrimin artçı sarsıntılar olarak beklenen, istenen, bir devrimin gerçekleştirmesi gereken değişimler hızla yayıldığı izlenmektedir. Bu da kısa zaman içinde önemli değişimlerin işareti olacağını gösteriyor.
Mısır devrimini oturması ve sonuçların görülmesi uzun yıllar alacak bir süreçtir: Etkisinin bölge ve dünyada kendini ifade etmesi içinde böylesi bir uzun zamana ihtiyaç vardır. Bu süreç başlamıştır ve geri dönüşünün mümkünü yoktur. Gerginlikler, iniş çıkışlar, hatta gerilemeler de olacaktır, ama süreç üzerinde yükseldiği dışa pek yansımayan, çok barışçıl gibi görünen dev kitlesinin basıncıyla amaçlarına adım adım varmaya yönelmiştir.
Bu gelişmelerde önemli bir anekdot da İsrail’le ilişkilerin nasıl olacağına ilişkin sorulan sorulara ve en önemlisi bölgemizin karanlık kaderinde temel rolü olan Camp David anlaşmasının geleceğine ilişkin sorulara, devrim konseyinden bir genç doktor kızın verdiği cevap; “Mısır devrimi her şeyi sakince yerli yerine oturtacaktır, Mısır 7 bin yıllık bir devlettir, bu ülkede kimse dengesiz b.ir şey beklemesin. Uluslar arası anlaşmalar gözden geçirilecektir ve bu tür anlaşmalar yeniden düzenlenmekle kalmayacak, güçlü mısırın, halkı arkasında olan politikasının taleplerine uyarlanacaktır” demesi, bir öz güven, kalıcı ve kararlı bir yürüyüşün ifadesiydi. Bu cümleler, güven veren, taşkınlıkla kırıp dökmeyen, kuran, yenileyen, ne yaptığının bilincinde 21. Yüzyıla yakışan bir devrimin ifadesiydi.
Buna rağmen mısır devrimi gerçek anlamda işin başındadır diyeceğim. Orduyla yüz yüze gelmeden, Orduyu dönüştürmeden, kendi emir ve komutası altına almadan devletin tüm kurumlarını alttan gelen bu değişimle yenilemeden devrimini tamamlamış olamaz. Devrimci güçler, Orduyla ilişkilerinde inçi bir çizgi olarak, açığa vurulmamaya çalışılan ancak içten içe çok iyi algılanan bir güvensiz hat bulunuyor. Ordunun, Diktatöre yaptığı teşekkür, onun atadığı hükümeti tanıması, devrimcilerin gösterilerine ısrarla son verme çağrıları ve Tahrir meydanını temizlerken ortaya çıkan gerginlikler ve eski düzeni hatırlatan baskı, saldırı ve vurup kırmalar bu güvensizliğin daha uzun bir süre böylesi somut görüntülerle uç vereceğini gösteriyor.
Bu nedenle de “25 Ocak Devrim Konseyi” imzasıyla, 18 Şubat Cuma günü milyonları ülkenin her yerinde devrim zaferini kutlamak üzere, halkı “Zafer Cuması”na çağırdı. Bu gün önceki günler ve Cumalar gibi çok önemli bir gündür. Bu gün devrim konseyinin yığacağı kitlelerin gücü öncekileri aratmayacak bir katılıma ulaşması halinde bu gücün artık önünde hiç kimse duramayacak demektir. Diktatör Hüsnü Mübarek’in istifasıyla devrimin kazandığı psikolojik üstünlük, fiili bir üstünlüğe böylece dönüşmüş olacaktır. Herkesi bu satırlardan, en azından enerjisiyle, Mısır Arap halkının devrimini koruma ve yerleştirmek üzere yapacağı Zafer Cuması’yla dayanışma içinde olmaya davet ederim.
Bu uzun girişten sonra ayrıntıları başlıklar halinde şöyle yorumlamak mümkün.
EL EHRAM
Arap aleminin en etkin günlük gazetesidir. 40 yıldır, bölge siyasetine yön veren özeliğinden uzaklaştırılmış olsa da bu gazete bir markadır, Afrika, Asya kıtalarında Orta-doğu bölgesinde yazdığı her şey satır satır okunan bir gazete. Siyasi kararları oluşturan El Ehram’ın tarihi gerçekte çağdaş mısır tarihidir demek yanlış değildir.
1875 tarihinde Kahire’de yaylın hayatına başladı. 1881’da günlük olarak yayınlandı. Bağımsız siyasi çizgisinden ödün vermeyerek ünlenen gazete, İngiliz hegemonyasına, kralın baskısına karşı kendi yolunu çizmeye çalıştı. Ehram’da yazmak bir prestij, bir kimlik haline yükseldi. Arap aleminin on binlerce gazetesinin esin kaynağı oldu.
23 Temmuz 1952 Hür Subaylar darbesi ardından nasır yönetiminin eli ayağı olan gazete, Mısırı dünyaya açan, bölgedeki etkinliğini oluşturan bir platformdu. Özellikle başına M. Hasaneyn Heykel’in getirilmesiyle, dönemin özgün işleyişi içinde, üçüncü dünya ülkeleri diye bilenen Bağlantısız Ülkeler için de karar oluşturan bir işlev gördü.
Suveyş Kanalı kamulaştırılmasının parolasını El Ehram’ın editörü Heykel vermişti. Bu nedenle Mısırı işgal etmek üzere başlayan Dörtlü düşman saldırısına karşı direnişin de sözcüsü olan El Ehram, kolay kolay hiçbir gazeteye nasıp olmayacak tarihi birikimlerle yoluna devem etti. Bu süreç, Enver Sedat yönetimiyle birlikte kırılmaya başladı.
1974 Tarihinde yönetimden uzaklaştırılan Heykel’den sonra El Ehram, hızla gerilemeye, etkinliği zayıfladı. Mısır’ın gözden düşmesine paralel olarak da çevre etkinliği sıfırlanmaya daha da kötüsü halklar karşısında rol oynamaya, Amerikan İsrail çıkarlarını etkin bir aracı haline geldi.
El Ehram en büyük çöküşü Camp David anlaşmasının sözcüsü olmakla yaşadı. O artık bölgemiz devrimci hareketlerinin karşısında, İsrail-Amerikan çıkarlarını, savunan bir yayın organıydı. Bölgede yürütülen kirli savaşların, komploların, Filistin, Lübnan ve bölge direme güçlerinin karışsında bir yargısız infaz yayını haline geldi.
En akıl almaz duruşu ise, 25 Ocak devrimiyle birlikte kendi halkına, kendi gençliğine karşı baltacı rolü üstlenmesiydi. 18 Gün boyunca, diktatörlük rejiminin 40 yıllık insan haklarına karşı savaşının sözcülüğünü yerine getirdi.
Ancak her şeye rağmen o, El Ehram’dı.
Yüzyılı aşkın sürecin tüm tarihi olaylarını sırtında taşıyan yoğunluğuyla, bu hatalarını aşacak bir iç dinamiğe sahipti. Mısır devrimi diktatörlüğün bu en sağlam propaganda mekanizmasını sarsmakta gecikmedi. Yukarıda anlattığım gibi her kurumu kendi içinde deviren bir gelişme yayınmaktaydı. El Ehram da bundan payını almakta gecikmedi. Önce Gazetenin emektarları ayaklandı, yönetimi sert eleştirilerle yerden yere vurdu. Sonra yönetime yüklendiler halka karşı aldıkları tutumu mahkum ettiler. Ve El Ehram, tarihine yakışır bir tutumla kendi kendiyle yüzleşti. Hatasını itirafa etme cesareti göstererek devrimin üzerine yıktığı kara lekeden kurtulmak için kendini yenilemek üzere özeleştirisini, özrünü dile getirdi.
13 Şubat 2011 Pazar gün doğuşuyla, El Ehram yeniden doğuyordu. Devrimden, halkından, gençliğinden “Min Ecil El Şaab” (Halk için) başlıklı yazısıyla özür dileyen editör, özeleştirisini dile getirmiş oldu.
El Ehram'ın bu adımı, diktatörlüğün basım, yayım, iletişim, propaganda ve bir bütün olarak medyasının yıkılışının da ifadesiydi.
Diğerleri El Ehramın peşinden koşa koşa geleceklerini belirtmeye bile gerek yok.
EL EZHER
Ezher el Şerif başlı başına bir konu. Üzerinde Kısaca durmakla yetineceğim.
Devrim sarsıntısının en geç ulaşacağı düşünülen El Ezher çatırdamaya başladı bile. Bu kurum, Müslüman kardeşler gericiliğini kat kat aşarak İslam’ı siyonizmin çıkarlarına alet etme çabasında bir işlev gören 40 yıllık bir karanlık süreç içinde oldu. Özellikle El Ezher’in elit yönetimi, tıpkı diktatörlük başı gibi ebede kadar aynı yönetimi gasp eden kurallarıyla, halkın inancını bir idam kemendi haline çevirmiştir.
975 yılında kuruluşundan bu yana, İslam aleminin en büyük dini kurumu özelliğini koruyan el Ezher, devlet dini olarak kuklaların idaresi altında, siyasetin dünyevi çıkarlarından oluşmuş çalkantılarına Tanrının değişmez kurallarını bile alet etmiştir. En çirkini ise Gazze’de aç bırakılan Filistin halkının ölümüne göz yuman fetvayı bu kurumun vermesiydi. Ezher’in başında bulunan (1996’dan itibaren) ve yakın zamanda vefat eden Şeyh Muhammed Seyid Tantavi’nin (Mart 2010), İsrailli liderlerle buluşması, sorulunca da “kim olduklarını bilmiyorum” diyerek geçiştirmeye çalışması, bu kurumun ne hallere geldiğinin çirkin bir tablosuydu.
Bu kurum da diktatörlüğün diğer kurumlar gibi halkına ve gençliğine karşı baltacılık yaptı. El Ezher üst yönetimi, halkına karşı dini alet ederek ihanet içindeydi. Ancak Altan genç şeyhler bu duruma daha çok seyirci kalmadı ve devrim sürecine katılma kararı alarak isyan etti.
Ezher yönetimi son ana kadar Mübarek’in arkasında durdu. Ancak diktatörlüğün yıkılmayacağını sananlar onun yıkıntıları altında kalarak akılları başlarına gelmeye başladı. Dün Ezher’in en ünlü bilginleri bu kuruman artık yapısal olarak değişmesi gerektiğini açıkladılar. Başkanlığının ölene kadar kurumun başında kalmasının, bir diktatörlük taklitçiliği olduğunu belirttiler.
Devrim geç de olsa Ezher’i sarsmaya başladı. Diğer kurumlardaki deprem Ezher’i de çağdaş bir inanç kurumu haline getireceği açıktır. Bunun ilk adamları da belirmeye başladı. Ezher’in çok yetkin şeyhleri ayağa kalkmaya başladı. Halktan bu kadar kopuk olmanın din açısından bile bir zulüm olduğunu belirtti. “Ezher, Allah karşısındaki yükümlülüklerini, halkın sorunlarını görmezden gelerek yerine getiremez” diyen şeyhlerin çıkışı önemli bir gelişmedir.
“Ezher’de krallık olamaz, ölene kadar Ezheri yönetecek bir yönetici onu kısırlaştırır, bilgili olanların yönetimi değiştirerek rayına oturtması” yönündeki talepleri, Mısır devriminin bu en muhafazakar kurumda bile, iliklere kadar işleyen sarsıntısını ve yaratacağı sonuçların işaretini gösteriyor.
Bu da Mısır’da gelişmekte olan demokrasi ve özgürlüklerin, bu ülkenin tarih bilinciyle, uygarlık geçmişiyle ne ölçüde bağıntılı, dengeli ve sonuç alıcı bir kararlılık içinde yürüdüğünü gösteriyor.
Mısır, devrimiyle tüm insanlığa ve iktidarlarıyla halkları arasında sorun yaşayan tüm ülkelere önemli dersler sunmaktadır.
3 MİLYON ÜYELİ PARTİYE NE OLDU?
Konu çok, bir sonraki yazıma erteledim. Ancak bunu geçmeden kısaca belirteyim.
Mübarek Diktatörlüğünün iktidar partisi Demokratik Vatan Partisi tam 3 milyon üyeli. Son güne kadar bununla övünüp, sesiz çoğunluk bunlardır deyip durdular.
Devrimin ertesi günü yapılan araştırmalar, bu partiyi sahiplenecek tek bir üye bulamadı. Partinin yanmış merkez binasındaki görevliler bile, partili olmadıklarını söyleyerek diktatörlüğün %99,99 çoğunluğu elinde bulundurduğu iddiasının, %99,9 yalan olduğunu göstermiş oldu.
Böylesine kırılgan, böylesine buharlaşmaya yatkın partilerin, gerçekte siyasal parti olmadığı, bir çıkar şebekesi olarak iktidarda oldukça yaşadığı, iktidarın bittiği saat, onula birlikte göç ettiği görülmektedir.
Bu tür partiler mısır örneği üzerinde çok daha ciddi siyasal, toplumsal, psikolojik açıdan akademik derinlikle ele alınmayı gerektirir.
İSRAİL PROVAKASYONLARI HER AN
Bu yazının son satırlarında, kaygılarımı belirteceğim.
İsrail bu bölgenin tek terörist devletidir. Kuruluş öncesinden, kuruluş dönemi ve sonrası, bu güne dek bölgemizi ve dünyanın her köşesinde kirli komplolarla, kanlı suikastlarla, provokatif eylemler kana bulamıştır. Yüz binlerce Filistinliyi, Filistin halkının liderlerini, gözünü kırpmadan devletin güvenlik konseyinin kendi arasında açık oylama sistemiyle aldığı ölüm kararlarını infaz etmiş bir devlettir. Devletten çok bir cürüm şebekesi gibidir.
Bu yöntemini mısır devrimini kirletmek için, Mısır’ın halkını iç savaşa sürüklemek için ya da devrimi tahrip etmek için de bir çirkinlik yapacağı beklenmelidir. Bu nedenle, “Yaratıcı Anarşi” tezleriyle önemli şahsiyetlere, önemli ekonomik merkezlere, askeri alanlara bombalı saldırılar yapma ihtimali çok büyüktür. Ortam bir kez aleyhine yön aldı, bunun önünü kesmek, kışkırtıp, takatini tüketmek için her şey yapabilir.
Mısır devrimi provoke edilmeyecek kadar uygar, barışçıl milyonların devrimidir: buna rağmen İsrail tarihi gerginlik üzerine kurulu bir yaşam tarihi olarak bu çirkin girişimlerden var geçmeyecektir.
Mısır devrimi adım adım ülkesini yeniden kurarken, bölge dengelerini de halkın yararına dönüştürmeye devam edecektir.
Mihrac Ural
15 Şubat 2011
Mısır devriminin 22. Günü 15 Şubat 2011 Salı. Mübarek istifasının 4. Günü. Mısır’da her şey çok hızlı gelişiyor, halkın köhnemiş diktatörlük düzenine karşı yönelttiği milyonlar üzerine milyonlar ekleyerek yarattığı kitlesel basınç, tarihte eşine devrimlerde rastlanmayan bir denge içinde adım adım sonuç üreterek gelişiyor.
Devrim, Pandoranın kutusunu açtı bir kez. İki gün önceye kadar (20.gün, 13 Şubat 2011), Mübarek’in istifası dışından her şey yerli yerinde duruyordu. Diktatörlük devletinin hiçbir kurumu sarsılmamıştı bile. Bir kişi kopup gitmişti, simgeseldi, baştı ancak devlet ne tek başına baş ne de diktatördü. Devlet bütünsel olarak, yasalarıyla, kurumlarıyla kurumlar arası ilişki ağlarıyla ve bunları yöneten eski kadrolarıyla bir bütündü. Mısır devrimi bunların hiç biri henüz sarsmamıştı bile.
Daha da kötüsü, Diktatör Mübarek yönetimden çekilirken, Askeri konseyi atıyor ve bu konsey diktatörün emriyle devlet yönetimine el koyuyor. Bununda ötesinde 4 Nolu beyana (duyuru) kadar da, Mübarek’in atadığı hükümetin işlerine devamını istiyor.
Bütün bunlar, Mısır halkının emeklerinin çok ciddi ve kritik bir noktadan geçtiğine işaret ediyordu. Yapılacak daha çok iş vardı. Bu yüzden, Mısır devrim sürecini takip eden 17. yazılarımın “MISIR'DA GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR” başlığını taşıdı.
“25 Ocak Devrim Konseyi” imzalı duyurular sıralanınca, riski anlayan devrimci güçlerin süreci kontrol etmek için hızla toparlanıp bir girişimi yaptıkları anlaşıldı. Mısır dev bir ülke, tarih ve bu günün potansiyelleriyle dev bir ülke. Kimsenin aklının ucundan bile geçmeyecek bir başarı kazanması da bu alt yapının gücüyle oldu. Uygar bir devrimi başka türlü ikame etmenin mümkünü olamazdı. Devrici güçlerin kurduğu konsey, taleplerini 10 madde etrafında belirleyerek ilan edinci, her şey mantık dokusuna uygun bir biçim almaya ve yerli yerine oturmaya başladı.
Askeri konseyin yönlendirilmesi ya da yüz yüze kalınarak gergin ortamın dengelerine göre biçimlenecek yeni bir süreç ortaya çıkacaktı.
“25 Ocak Devrim Konseyi” ısrarla ve milyonlarca kitlesini bir kez daha meydanlara yığacağı ilanıyla taleplerini tekrarlamaya ve devrimin kazanımlarına sahip çıkacağını belirtiyordu. Bu taleplerin en önemlileri, 1. Parlamentonun feshi, 2. Hükümetin feshi, 3. Sıkıyönetim kanunlarını ilgası, 4. Askeri mahkemelerin yargıladığı herkesin, tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması, 5.Eski anayasanın ilgası, 6. Yeni anayasanın hızla yapılanması, 7. Yolsuzluk yapanların yargılanmaya başlanması, 8. Devrimcilere yönelik katliamların açığa çıkarılıp yargıya verilmesi, 9. Şehitlerin anısıyla ilgili kararların alınıp ailelerine tazminat ödenmesi, 10. Seçimlere giderek yeni parlamentonun kuruluşu için takvim belirlenmesi
Bu adımla devrim kazanımlarına sahip çıkacaktı. Nitekim mesajı alan askeri yönetim 5 Nolu Beyanıyla, bunun sinyallerini verdi. Eski anayasayı rafa kaldırdı, geçersiz olduğunu ilan etti ve parlamentoyu fesih etti. Hükümete de boşluk olmaması için yeni hükümet kurulana kadar işleri idare etmesi tavsiyesinde bulundu.6 aylık geçici bir süre sonunda ya da Cumhurbaşkanlığı seçime ardından yetkilerini sivil güçlere terk edeceğini açıkladı.
Bu adım çok önemliydi. Devrimci güçlerin işlerini sağlama aldıkları, kitlelerine güvendikleri, kazanılan başarının diktatörlük devletini henüz tasfiye etmediğini de biliyorlardı. Bunlardan çok daha önemlisi başka bir gelişme, dipten gelen bir dalga gibi yayılmaya başladı. Diktatörlük devletinin tüm kurumlarının çatırdadığını gösteren bir gelişme. Çok az kişinin farkında olduğu bir gelişme. O da, diktatörlük devletinin tüm kurumlarında işleyişe, eski yöneticilere ve çalışma tarazlarına karşı gelişen lokal yaygın ayaklanmalar; Devletin en stratejik kurumlarında, enformasyon bakanlığı ve tüm etkinliklerinde, mali kurum ve tüm etkinliklerinde, polis teşkilatı ve birimlerinde ( komik olanı, düne kadar devrimcilerin peşine koşturan polisler, bu kez idarecilerini, ilişkilerini sorgulayıp Tahrir meydanında devrimcilerle omuz omuza olmak üzere binlercesi b.ir arada yürüyüşe geçmiştir. Ancak devrimciler bunların bu aniden 180 derecelik dönüşümlerine kaygılı yaklaşarak, meydanda onlara henüz yer açılmayacağı bildirilmiştir), Sendikalarda, bakanlıklarda, yabancı yerli ve devlet işletmelerinde, devrimin kuyruğuna takılan işçi sınıfı bile sınıf mücadelesini hatırlayarak yola koyulmaya başlamıştır. Kurumların içinde, devrimin artçı sarsıntılar olarak beklenen, istenen, bir devrimin gerçekleştirmesi gereken değişimler hızla yayıldığı izlenmektedir. Bu da kısa zaman içinde önemli değişimlerin işareti olacağını gösteriyor.
Mısır devrimini oturması ve sonuçların görülmesi uzun yıllar alacak bir süreçtir: Etkisinin bölge ve dünyada kendini ifade etmesi içinde böylesi bir uzun zamana ihtiyaç vardır. Bu süreç başlamıştır ve geri dönüşünün mümkünü yoktur. Gerginlikler, iniş çıkışlar, hatta gerilemeler de olacaktır, ama süreç üzerinde yükseldiği dışa pek yansımayan, çok barışçıl gibi görünen dev kitlesinin basıncıyla amaçlarına adım adım varmaya yönelmiştir.
Bu gelişmelerde önemli bir anekdot da İsrail’le ilişkilerin nasıl olacağına ilişkin sorulan sorulara ve en önemlisi bölgemizin karanlık kaderinde temel rolü olan Camp David anlaşmasının geleceğine ilişkin sorulara, devrim konseyinden bir genç doktor kızın verdiği cevap; “Mısır devrimi her şeyi sakince yerli yerine oturtacaktır, Mısır 7 bin yıllık bir devlettir, bu ülkede kimse dengesiz b.ir şey beklemesin. Uluslar arası anlaşmalar gözden geçirilecektir ve bu tür anlaşmalar yeniden düzenlenmekle kalmayacak, güçlü mısırın, halkı arkasında olan politikasının taleplerine uyarlanacaktır” demesi, bir öz güven, kalıcı ve kararlı bir yürüyüşün ifadesiydi. Bu cümleler, güven veren, taşkınlıkla kırıp dökmeyen, kuran, yenileyen, ne yaptığının bilincinde 21. Yüzyıla yakışan bir devrimin ifadesiydi.
Buna rağmen mısır devrimi gerçek anlamda işin başındadır diyeceğim. Orduyla yüz yüze gelmeden, Orduyu dönüştürmeden, kendi emir ve komutası altına almadan devletin tüm kurumlarını alttan gelen bu değişimle yenilemeden devrimini tamamlamış olamaz. Devrimci güçler, Orduyla ilişkilerinde inçi bir çizgi olarak, açığa vurulmamaya çalışılan ancak içten içe çok iyi algılanan bir güvensiz hat bulunuyor. Ordunun, Diktatöre yaptığı teşekkür, onun atadığı hükümeti tanıması, devrimcilerin gösterilerine ısrarla son verme çağrıları ve Tahrir meydanını temizlerken ortaya çıkan gerginlikler ve eski düzeni hatırlatan baskı, saldırı ve vurup kırmalar bu güvensizliğin daha uzun bir süre böylesi somut görüntülerle uç vereceğini gösteriyor.
Bu nedenle de “25 Ocak Devrim Konseyi” imzasıyla, 18 Şubat Cuma günü milyonları ülkenin her yerinde devrim zaferini kutlamak üzere, halkı “Zafer Cuması”na çağırdı. Bu gün önceki günler ve Cumalar gibi çok önemli bir gündür. Bu gün devrim konseyinin yığacağı kitlelerin gücü öncekileri aratmayacak bir katılıma ulaşması halinde bu gücün artık önünde hiç kimse duramayacak demektir. Diktatör Hüsnü Mübarek’in istifasıyla devrimin kazandığı psikolojik üstünlük, fiili bir üstünlüğe böylece dönüşmüş olacaktır. Herkesi bu satırlardan, en azından enerjisiyle, Mısır Arap halkının devrimini koruma ve yerleştirmek üzere yapacağı Zafer Cuması’yla dayanışma içinde olmaya davet ederim.
Bu uzun girişten sonra ayrıntıları başlıklar halinde şöyle yorumlamak mümkün.
EL EHRAM
Arap aleminin en etkin günlük gazetesidir. 40 yıldır, bölge siyasetine yön veren özeliğinden uzaklaştırılmış olsa da bu gazete bir markadır, Afrika, Asya kıtalarında Orta-doğu bölgesinde yazdığı her şey satır satır okunan bir gazete. Siyasi kararları oluşturan El Ehram’ın tarihi gerçekte çağdaş mısır tarihidir demek yanlış değildir.
1875 tarihinde Kahire’de yaylın hayatına başladı. 1881’da günlük olarak yayınlandı. Bağımsız siyasi çizgisinden ödün vermeyerek ünlenen gazete, İngiliz hegemonyasına, kralın baskısına karşı kendi yolunu çizmeye çalıştı. Ehram’da yazmak bir prestij, bir kimlik haline yükseldi. Arap aleminin on binlerce gazetesinin esin kaynağı oldu.
23 Temmuz 1952 Hür Subaylar darbesi ardından nasır yönetiminin eli ayağı olan gazete, Mısırı dünyaya açan, bölgedeki etkinliğini oluşturan bir platformdu. Özellikle başına M. Hasaneyn Heykel’in getirilmesiyle, dönemin özgün işleyişi içinde, üçüncü dünya ülkeleri diye bilenen Bağlantısız Ülkeler için de karar oluşturan bir işlev gördü.
Suveyş Kanalı kamulaştırılmasının parolasını El Ehram’ın editörü Heykel vermişti. Bu nedenle Mısırı işgal etmek üzere başlayan Dörtlü düşman saldırısına karşı direnişin de sözcüsü olan El Ehram, kolay kolay hiçbir gazeteye nasıp olmayacak tarihi birikimlerle yoluna devem etti. Bu süreç, Enver Sedat yönetimiyle birlikte kırılmaya başladı.
1974 Tarihinde yönetimden uzaklaştırılan Heykel’den sonra El Ehram, hızla gerilemeye, etkinliği zayıfladı. Mısır’ın gözden düşmesine paralel olarak da çevre etkinliği sıfırlanmaya daha da kötüsü halklar karşısında rol oynamaya, Amerikan İsrail çıkarlarını etkin bir aracı haline geldi.
El Ehram en büyük çöküşü Camp David anlaşmasının sözcüsü olmakla yaşadı. O artık bölgemiz devrimci hareketlerinin karşısında, İsrail-Amerikan çıkarlarını, savunan bir yayın organıydı. Bölgede yürütülen kirli savaşların, komploların, Filistin, Lübnan ve bölge direme güçlerinin karışsında bir yargısız infaz yayını haline geldi.
En akıl almaz duruşu ise, 25 Ocak devrimiyle birlikte kendi halkına, kendi gençliğine karşı baltacı rolü üstlenmesiydi. 18 Gün boyunca, diktatörlük rejiminin 40 yıllık insan haklarına karşı savaşının sözcülüğünü yerine getirdi.
Ancak her şeye rağmen o, El Ehram’dı.
Yüzyılı aşkın sürecin tüm tarihi olaylarını sırtında taşıyan yoğunluğuyla, bu hatalarını aşacak bir iç dinamiğe sahipti. Mısır devrimi diktatörlüğün bu en sağlam propaganda mekanizmasını sarsmakta gecikmedi. Yukarıda anlattığım gibi her kurumu kendi içinde deviren bir gelişme yayınmaktaydı. El Ehram da bundan payını almakta gecikmedi. Önce Gazetenin emektarları ayaklandı, yönetimi sert eleştirilerle yerden yere vurdu. Sonra yönetime yüklendiler halka karşı aldıkları tutumu mahkum ettiler. Ve El Ehram, tarihine yakışır bir tutumla kendi kendiyle yüzleşti. Hatasını itirafa etme cesareti göstererek devrimin üzerine yıktığı kara lekeden kurtulmak için kendini yenilemek üzere özeleştirisini, özrünü dile getirdi.
13 Şubat 2011 Pazar gün doğuşuyla, El Ehram yeniden doğuyordu. Devrimden, halkından, gençliğinden “Min Ecil El Şaab” (Halk için) başlıklı yazısıyla özür dileyen editör, özeleştirisini dile getirmiş oldu.
El Ehram'ın bu adımı, diktatörlüğün basım, yayım, iletişim, propaganda ve bir bütün olarak medyasının yıkılışının da ifadesiydi.
Diğerleri El Ehramın peşinden koşa koşa geleceklerini belirtmeye bile gerek yok.
EL EZHER
Ezher el Şerif başlı başına bir konu. Üzerinde Kısaca durmakla yetineceğim.
Devrim sarsıntısının en geç ulaşacağı düşünülen El Ezher çatırdamaya başladı bile. Bu kurum, Müslüman kardeşler gericiliğini kat kat aşarak İslam’ı siyonizmin çıkarlarına alet etme çabasında bir işlev gören 40 yıllık bir karanlık süreç içinde oldu. Özellikle El Ezher’in elit yönetimi, tıpkı diktatörlük başı gibi ebede kadar aynı yönetimi gasp eden kurallarıyla, halkın inancını bir idam kemendi haline çevirmiştir.
975 yılında kuruluşundan bu yana, İslam aleminin en büyük dini kurumu özelliğini koruyan el Ezher, devlet dini olarak kuklaların idaresi altında, siyasetin dünyevi çıkarlarından oluşmuş çalkantılarına Tanrının değişmez kurallarını bile alet etmiştir. En çirkini ise Gazze’de aç bırakılan Filistin halkının ölümüne göz yuman fetvayı bu kurumun vermesiydi. Ezher’in başında bulunan (1996’dan itibaren) ve yakın zamanda vefat eden Şeyh Muhammed Seyid Tantavi’nin (Mart 2010), İsrailli liderlerle buluşması, sorulunca da “kim olduklarını bilmiyorum” diyerek geçiştirmeye çalışması, bu kurumun ne hallere geldiğinin çirkin bir tablosuydu.
Bu kurum da diktatörlüğün diğer kurumlar gibi halkına ve gençliğine karşı baltacılık yaptı. El Ezher üst yönetimi, halkına karşı dini alet ederek ihanet içindeydi. Ancak Altan genç şeyhler bu duruma daha çok seyirci kalmadı ve devrim sürecine katılma kararı alarak isyan etti.
Ezher yönetimi son ana kadar Mübarek’in arkasında durdu. Ancak diktatörlüğün yıkılmayacağını sananlar onun yıkıntıları altında kalarak akılları başlarına gelmeye başladı. Dün Ezher’in en ünlü bilginleri bu kuruman artık yapısal olarak değişmesi gerektiğini açıkladılar. Başkanlığının ölene kadar kurumun başında kalmasının, bir diktatörlük taklitçiliği olduğunu belirttiler.
Devrim geç de olsa Ezher’i sarsmaya başladı. Diğer kurumlardaki deprem Ezher’i de çağdaş bir inanç kurumu haline getireceği açıktır. Bunun ilk adamları da belirmeye başladı. Ezher’in çok yetkin şeyhleri ayağa kalkmaya başladı. Halktan bu kadar kopuk olmanın din açısından bile bir zulüm olduğunu belirtti. “Ezher, Allah karşısındaki yükümlülüklerini, halkın sorunlarını görmezden gelerek yerine getiremez” diyen şeyhlerin çıkışı önemli bir gelişmedir.
“Ezher’de krallık olamaz, ölene kadar Ezheri yönetecek bir yönetici onu kısırlaştırır, bilgili olanların yönetimi değiştirerek rayına oturtması” yönündeki talepleri, Mısır devriminin bu en muhafazakar kurumda bile, iliklere kadar işleyen sarsıntısını ve yaratacağı sonuçların işaretini gösteriyor.
Bu da Mısır’da gelişmekte olan demokrasi ve özgürlüklerin, bu ülkenin tarih bilinciyle, uygarlık geçmişiyle ne ölçüde bağıntılı, dengeli ve sonuç alıcı bir kararlılık içinde yürüdüğünü gösteriyor.
Mısır, devrimiyle tüm insanlığa ve iktidarlarıyla halkları arasında sorun yaşayan tüm ülkelere önemli dersler sunmaktadır.
3 MİLYON ÜYELİ PARTİYE NE OLDU?
Konu çok, bir sonraki yazıma erteledim. Ancak bunu geçmeden kısaca belirteyim.
Mübarek Diktatörlüğünün iktidar partisi Demokratik Vatan Partisi tam 3 milyon üyeli. Son güne kadar bununla övünüp, sesiz çoğunluk bunlardır deyip durdular.
Devrimin ertesi günü yapılan araştırmalar, bu partiyi sahiplenecek tek bir üye bulamadı. Partinin yanmış merkez binasındaki görevliler bile, partili olmadıklarını söyleyerek diktatörlüğün %99,99 çoğunluğu elinde bulundurduğu iddiasının, %99,9 yalan olduğunu göstermiş oldu.
Böylesine kırılgan, böylesine buharlaşmaya yatkın partilerin, gerçekte siyasal parti olmadığı, bir çıkar şebekesi olarak iktidarda oldukça yaşadığı, iktidarın bittiği saat, onula birlikte göç ettiği görülmektedir.
Bu tür partiler mısır örneği üzerinde çok daha ciddi siyasal, toplumsal, psikolojik açıdan akademik derinlikle ele alınmayı gerektirir.
İSRAİL PROVAKASYONLARI HER AN
Bu yazının son satırlarında, kaygılarımı belirteceğim.
İsrail bu bölgenin tek terörist devletidir. Kuruluş öncesinden, kuruluş dönemi ve sonrası, bu güne dek bölgemizi ve dünyanın her köşesinde kirli komplolarla, kanlı suikastlarla, provokatif eylemler kana bulamıştır. Yüz binlerce Filistinliyi, Filistin halkının liderlerini, gözünü kırpmadan devletin güvenlik konseyinin kendi arasında açık oylama sistemiyle aldığı ölüm kararlarını infaz etmiş bir devlettir. Devletten çok bir cürüm şebekesi gibidir.
Bu yöntemini mısır devrimini kirletmek için, Mısır’ın halkını iç savaşa sürüklemek için ya da devrimi tahrip etmek için de bir çirkinlik yapacağı beklenmelidir. Bu nedenle, “Yaratıcı Anarşi” tezleriyle önemli şahsiyetlere, önemli ekonomik merkezlere, askeri alanlara bombalı saldırılar yapma ihtimali çok büyüktür. Ortam bir kez aleyhine yön aldı, bunun önünü kesmek, kışkırtıp, takatini tüketmek için her şey yapabilir.
Mısır devrimi provoke edilmeyecek kadar uygar, barışçıl milyonların devrimidir: buna rağmen İsrail tarihi gerginlik üzerine kurulu bir yaşam tarihi olarak bu çirkin girişimlerden var geçmeyecektir.
Mısır devrimi adım adım ülkesini yeniden kurarken, bölge dengelerini de halkın yararına dönüştürmeye devam edecektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder