10 Şubat 2011 Perşembe
MISIR'DA UYGARLIĞIN GÜCÜ ve GÜÇ UYGARLIĞI
Mısır’daki gelişmeler üzerine 14. Makale.
Mihrac Ural
10 Kasım 2011
Mısır devrimi 17. Gününde (25 Ocak – 10 Şubat 2011 Perşembe).
Çarşamba günü (dün), önceki tüm günlerden farklı bir dizi gelişmeye tanık olundu. En önemlisi, yaşamın normale dönmekte olduğu bir kesitte meydanlar artık Cuma günleri oluşan milyonların toplanmasını aratmaz hale geldi. Mısır’ın tüm kentleri, ilçeleri köyleri ayağa kalkmış durumda, medyanın ulaşamadığı yerlerde dünkü makalemde de ifade etmeye çalıştığım gibi, diktatörlüğün güvenlik teşkilatları yine katlediyor yine yaralamaya devam ediyor bilanço ise 5 ölü 100 yaralı.
Dünün bilançosunda diktatörlük hükümetinin Kültür Bakanı medyaya yansıyan son saat haberi olarak istifasını ilan etti. Buna Diktatörlük hükümetinin Kahire’den Nasıra kentine taşındığını ve Sivil havacılık bakanlığında da toplantılarını yapacağını ilan etti. Son saatin bu haberleri, çaresiz kaçışın, tükenişin bir göstergesi oldu.
Bilindiği gibi, Cuma günü Arap aleminde tatil günüdür. Cuma günlerinin kalabalığını, Çarşamba günü yakalamak çok önemlidir. 9 Şubat 2011 Çarşamba günü (dün) tahrir meydanıyla İskenderiye meydanları milyonları protestolara katmakta yarış halindeydiler. Bu da yarın için farklı gelişmelere bir işaret sayılmalıdır. Yarın da Cuma…
Mısır devrim sürecinde her haftaya ve güne isimler verilirken yarınki cumaya da “TUFAN CUMASI” adını verdi.
21. YÜZYILIN DÖNÜŞÜMLERİ
Mısır’da olanları farklı bir açıdan özetlemek gerekirse, uygarlığın gücü, güç uygarlığına karşı sınav veriyor demek yanlış olmayacaktır. Bu aynı zamanda, yüzyılların algılarını da değiştiren bir dinamik olarak işlev görüyor. Devrimde devrim gibi bir yenilenme yaratıyor.
Bu alt başlığın çağrıştırdığı teorik boyuta uygun uzun anlatıma girmeyeceğim. Bunu binlerce sahife, onlarca makaleyle yaptım. Tarihin değişim çizgisini anlatmaya çalıştım. “19 ve 20. Yüzyıl normlarıyla ne bir devrim ne de bir tarih ilerlemesi gerçekleşebilir” dedim. “Bunun için öncelikle sınıf mücadelesi algılarımızı yenilememiz gereklidir” diye de bağladım. Ezber bozan cümleler kurdum, sol bu konularda hala arkadan nal topluyor, üstelik milliyetçiliğe batmış durumda.
Çok basit bir tez ileri sürdüm. “Hiçbir üretim tarzının temel sınıfı, o üretim tarzına karşı devrim yapamaz” dedim. “Daha adil daha ileri bir toplumsal sisteme geçiş, eski toplumun temel sınıflarının omzunda olmaz, bunun için gelecek toplumun eski toplum içinde doğup gelişen tüm sınıf ve katmanlarının, demokrasi ve özgürlük bayrağı altında eskiyi yadsıması gerekir” dedim. “Yeniyi böylece kurmak mümkündür” dedim. Bunu da Tarih algılarımla içselleştirip, tüm toplumlar için geçerli parametrelerini ortaya koydum.
“Bilişim çağının, bilgi ve teknolojik devrimleriyle tanımlanan gelişmelerin başlattığı ve sonuçlarıyla kendine ait bir ilişki sistemini hızla yaratmaya başladığını, gelecek toplumun nüveleri olarak görülebilecek bu gelişmelerin daha da derinleşeceğini ve bunlara dayanarak daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle devrimlere yönelim olacağını” tespit ettim.
“Daha çok demokrasi ve özgürlük için kimse, eski toplumun hiçbir sınıfını öncülük ya da artçılıkla ifade edilecek bir saflaşmaya sokmamalıdır” dedim; “eski olan, tarihsel olarak yeniyi üretemeyecek olandır, dolaysıyla eski, eskimiş sistemiyle gidecektir: Bu yüzden kimse şu ya da bu sınıfın omuzlarına kaldıramayacağı yükler yıkmasın” dedim. Bu girişimler ne o sınıflara bir şey kazandırır ne de halkı yaratıcı gücüne bir katkı yapar. Tersine gerçek tarihsel ilerlemenin önünü tıkar, darlaştırır.
Emekçiler dahil, öncülük artçılık gibi çağın gerisinde kalan söylemlere takılmadan, toplumun tüm kesimlerini, ortak kültürel bölenleriyle, daha çok demokrasi ve özgürlük için mücadele etmeye yönlendirmeliyiz yönünde vurgular yaptım. Bu tarihi kesitin yeni ve adil toplumsal düzenlenişini kuracak olan güçleri de böylesi bir devrimin rahminden çıkacağını belirledim. Bütün bunları, geleceği kuracağına inandığım uygarlık gücü olan bilgi çağına, büyük teknolojik evrim ve devrimlere dayanarak söyledim.
Sanal dünyanın en gerçekçi, en somut sonuçlar üretecek kanallardan biri olduğunu ifade ettim. Diktatörlüklerin güvenlik algılarıyla her türden kovuşturma ve takibatına karşı, sanal dünya devrimlerin sığınak alanlarıdır diye belirlemeler yaptım. Komik gelir ama “internet gerillacılığı” diye de kavramlar ürettim.
Geçmişinden onur duyan biri olarak, geçmiş tarihi kesitte yaptığını o kesitte yapılması gereken bir yükümlülük ve sorumluluk olduğunu belirterek, değişen çağla değişimin devrimci bir duruş olduğunu ifade ettim.
Bu görüşlerimle çoğu zaman yalnız kaldım. Ancak, bölgemizde bir dizi gelişmenin içinde, yakın bir tanık olarak çıkardığım sonuçlar, Tunus devrimi patlak verince sanal dünyanın ortaya çıkan somut etkileri Mısır devrimiyle de müthiş bir tecelliye kavuşunca, algılarımda yanılmadığımı gördüm. Yukarıda yer alan özetlemeyi okurlarıma bu nedenle paylaşmayı uygun gördüm.
Bu özetlemelerle, Mısır devriminin 21.Yüzyıl için vereceği derslerin, daha da net algılanabileceğine inanıyorum.
Sınıfsal kaygıları, inançsal ya da etnik kaygıları bulunmayan, barışçıl olmasına karşın, gücü yeri göğü sallayan, örgütsüz, lidersiz bir devrimin daha çok demokrasi ve özgürlük bayrağı altında toplumu örgütleyebilmesi başlı başına başarısının bir göstergesi sayılmalıdır. Geçmiş yüzyılların “devrim, devleti ele geçirme işidir” algısı, yerini kökten farklı algılara bırakıyor.
Mısır devrimi ilerledikçe dersleri daha da netleşirken, “devleti ele geçirme” gibi, devrim algısını kısırlaştıran, sonuçta da kim ve nasıl olursa olsun darbe dahil her hangi bir yolla devletin ele geçirilmesine indirgeyen yaklaşımların geçersizliklerine tanık oluyoruz.
Bizim kuşağın, devrim ve devlet ilişkisi artık tarihin arka planında kalmıştır. Bunu anlamak için, dünya ve bölgemizde gelişen halk devrimlerini doğru çözümlemek yeterlidir. Mücadele halk için ve halkın çıkarları için ise, kimse devlete karşı kendi diktatörlüğüyle sonuçlanacak bir devrimi tasarlamamalıdır; demokratik devleti kurmak ve bu devleti yönlendirmenin yeni araçlarını, etkinliklerini bulmak gereklidir. Eski devlet, kurum ve kuruluşlarıyla, yasa ve anayasasıyla mutlaka tasfiye edilerek yeni devlet kurulmalıdır; bunu başaran bir devrim, başarıyı gerçekleştirenlerin diktatörlüğe yönelmemeleri için önlem alabilmelidir.
Bu noktadan itibaren amaç, eskiyi tasfiye edip yerine kurulan demokratik devleti ele geçirmek olmamalıdır. Devlete yön vermek, halkın çakarlarını koruyacak etkin denetim mekanizmalarıyla düzenlemek, bir baskı etkinliği kurup, kamu haklarını ve servetlerini korumak, rasyonel işlemesini sağlamak. Çok daha geniş bir katılım ve evrensel katkılarla, yerel katkıları sanal üretimin yaratıcı genişliğiyle kendi yerelimizin düzenlenmesi hizmetine koşmak olmalıdır.
İşte Mısır devrimi bunun ilk örneklerini verme çabasında mücadelesine kararlıca sarılmış bulunmaktadır.
Arap halkı, tarihe ve insanlığa bir kez daha yapmakta olduğu büyük katkıyla şekillenecek olan 21. Yüzyıl devrileri, Mısır’da kazanılacak başarıya gözlemektedir. Mısır halkının demokrasi algısı, üzerinde yükseldiği tarihsel kültür dokularıyla bunu başaracağını görmek zor değildir.
Buna rağmen gerçeklerin farkında olmayı başaramamış olanlar var.
Kendini insanlık tarihinin en ileri entelektüel güçleri sayan, ancak çağını yakalamakta gecikmeye devam edenlerin Mısır devriminde sergiledikleri tutum, bu tür başarısızları işaret ediyor,
Mısır işçi sınıfı, sendikal örgütlenmeleri, hatta siyasal örgütleri de böylesi bir gecikmenin handikabı içindedirler. Birey olarak birer kahraman sayabileceğimiz Mısır sosyalist hareketinden Semir Emin dahil bir çok entelektüel, dünyanın da Mısır’ın da nereye gittiğini bilmiyor gibidir, eski kıstaslarla yeni ürünleri ölçmeye çalışıyor.
Üzerinde uzun durmayacağım sonra özel olarak eleştirilerimi yazacağım, ancak 4 Şubat 2011 tarihini taşıyan Semir Emin’in şu sözlerini ibretle okuduğumu belirtmeliyim: “Kuşkusuz işçi sınıfı ve köylü hareketlerinin devreye girmesi halinde işler değişebilir. Ancak bu da pek gündemde gibi görünmemektedir. Elbette ekonomik sistem “küreselleşme oyunun” kurallarına göre yönetilmeye devam edildiği sürece, protesto hareketiyle sonuçlanan sorunların hiçbirisi gerçekten çözülmeyecektir.” (http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35385 )
Bu umutsuzluk, “benim dışımda bir şey olmaz” algısı, yanlış kavrayışların eseri olduğu kadar yanlış ölçüm araçlarıyla var olan gerçekleri algılama hatasından kaynaklanıyor diyeceğim. Bu da bize, Mısır devriminde, bu türden entelektüellerin eğitimine dayanan işçi ve köylü sınıflarının, birey değil sınıf olarak neden kararsız kaldığını neden halkın etkin katılımına karşı tavırsız olduklarını da anlatmaya yeterlidir (Yukarıda çok kısaca özetlediğim yaklaşımlarımın ihtiva ettiği her kelime ve önermenin arkasında olduğumu geniş yazılarımla da bunları işlediğimi belirteceğim. Konu bu olmadığı içinde bu kadarla yetiniyorum. İlgili okur yazılarıma “Ayrı Varlık” adlı blogumdan erişebilir)
Buna rağmen Mısır işçi ve meslek sendikaları da kış uykusundan uyanmaya başladı. “Sınıfa dayalı bakış açısı”nın, iktidarın penceresinden bakmaya mahkum olduğu Mısır’da, işçi sınıfı önderleri halk devrimini kendi devrimleri olarak görmeme bahanesiyle bu güne kadar sesiz kalıp durmuşlardı. Bu güne kadar öğrendikleri sınıfsal devrime de uymayan bu gelişmelerde kendini koruma refleksiyle iktidarın sallanmasını beklediler.
Tarihin ileri atılımlarını yaratan halkların özgürlük ve demokrasi hareketleri olduğu gerçeğini meydanlarda bilince çıkardıkça onlar da kıyısından köşesinden bu sürece omuz vermeye, dayanışmaya başladılar; ne öncülük ne de artçılık, ne fabrikalar tarlalar ne de sınıf diktatörlükleri gibi tarihin gerisinde seyreden anlayışlara dayanmayan 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır devrimi, yeni bir uygarlık için, yeni bir toplumsal yaşam tarzı için gerekli olan daha çok özgürlük ve demokrasi için gündeme gelen bir halk devrimidir. Bu devrim karşısında, yüz yıllık sosyalist hareketin Mısır’da gösterdiği kısır performans, değişen devrim gerçekliğinin normal sonucu olarak görülmesi gerektiğini bu satırların yazarı on yıldır söyleyip duruyor.
Buna rağmen, daha çok örgütlü kesimlerin devrime omuz vermesi, sağlıklı bir gelişme olarak yorumlanmalıdır.
DEVRİM NASIL TAMAMLANACAK
Girişte de belirttim. Tufan Cuması’nın hazırlıkları bu günden başlamış bulunuyor. Bu satırları okuduğunuzda, meydanlara akan milyonları bu gerçeği dile getiriyor olacaktır.
Gerçek bir tufanın hazırlıkları bu günden başladı. Keskin bir dönemeç dönülecek. Bu öylesine bir gereklilik ki, 21 Yüzyılın tüm devrimlerine ışık tutacak sonuçları olacaktır.
Ne olacak bunu göreceğiz, ancak bilinen o ki Mısır devrimi henüz diktatörlük düzeninin hiçbir kurumunu çözmüş değil, tıkamış değil, kendi yasasını dayatmış değil. Diktatörlük rejimi de bunu fırsat bilip zamana oynamaktadır. Zamana oynamak ise iki tarafı keskin bıçak. Devrim kendinden emin ve kitlesinden kaygısı yoksa - ki tüm veriler buna işaret ediyor- zamanın da halktan yana işlemesi kesindir.
Mısır’da bu gün kırılgan bir “denge” hakim. Gerçek anlamda oligarşi ile halk arasında kurulu bir suni denge. Ben buna daha uygun bir tanımla gergin denge diyorum. Doğanın diyalektiği gereği her denge hareket halindedir, yeni bir karasız denge oluşturana kadar da bozulma eğilimindedir. Mısır’daki gergin denge bir yerden kırılmalıdır.
Tüm gelişmeler devrimin lehine olduğu bir koşulda, halkın aktif çoğunluğunun kesin ve kararlıca devrimden yana saf belirlediği bir koşulda, atılması gereken en önemli adım, sistemin ülkeyi ve kendi devletini denetleme koşullarını ortadan kaldırmak olacaktır. Bunun için parlamentoya el koymak bu adımlardan biri olarak görülebilir; böylesi bir adım, iktidara ait yüzlerce güvenlik birimini ele geçirmekten çok daha kolay ve etkilidir. Zira diktatörlük hala hükümet atıyor, bakanları demeç veriyor, hayatın kendi kıstaslarıyla normal olduğu iddiasında bulunarak, sesiz çoğunluğun kafa bulanıklığını artırmaya çalışıyor. Buna bir biçimde son vermek gerek.
Tahrir meydanında binlerce bilge yer alıyor. Zaman zaman konuşuyorlar ve Mısır Arap insanın o derin tarih tecrübesinden süzülmüş önerileri dile getiriyorlar. Ortaya konan akılcı yaklaşımlar, bu devrimin gerçekten tüm insanlığa mesaj taşıyan bir devrim olduğu gerçeğini pekiştiriyor.
Mısır Arap halkı bu devrimde öylesine önemli olgunluk ve kararlılık gösterdi ki, tahrir meydanında “ya bundan sonra ne olacak” diye soranlara, “Mısır halkı bir kez korku duvarlarını yıktı, bundan sonrası kararlılıkla adım adım diktatörlüğün tüm oyunlarını bozarak ilerleyecektir. Aylar beklemek gerekirse, bekleyeceğiz ama her adımın arkasından devrimin de atacağı bir adım olacaktır. Önümüzdeki adım halk isyanına (sivil itaatsizlik anlamında) milyonları katmaktır” diye verilen cevap, bu satırların yazarının aklından geçen birçok soru için de önemli bir cevap kapısı olmuştur.
Mısır devriminin ilk gününden itibaren sorup durduğum “neden ABD bayrakları yakılmıyor ve Amerika’ya açıkça ilen edilen bir karşı duruş sergilenmiyor? Neden İsrail bayrakları yakılmıyor. Anlaşmalar üzerinde çok durulmuyor?” sorularının cevabını, Ünlü gazeteci M. Hasaneyn Heykel’in, Filistinli Ünlü genç bilge Azmi Bşara’nın, her biri ayrı bir stratejik araştırma deryası olan, Lübnanlı Nasır Kandil, Enis Nakkaş’ın birbiriyle kesişen yorumlarında bulmam güç olmadı; Mısır, tarihine, uygarlık etkinliklerine, birikimlerine ve gücüne o kadar çok güvenen bir halka sahip ki, kendi iç sorunun çözdüğü zaman, İsrail de Amerika’da önemli ölçüde hizaya geleceğinden adı gibi emindir. Bu bir medeni cesarettir, bu bir ayakları yere basan nicelik ve niteliğin duruşudur. Mısır tarihini bilenler bunun gerçektende öyle olduğunu anlamakta gecikmezler.
İsrail’i uykularını kaçıran, bu bölgede kimse demokrasi için çalışmasın güvenlik için çalışmak yeter demesine yol açan aptallığının kaynağı da bu kaygıdır.
Tufan Cuması bu ya da benzeri bir adımı attığı an mısır devrimi, bir “protesto hareketi mi?” “Bir gençlik tepkisi mi?” Yoksa gerçek bir “halk devrimi mi?” olduğu sorularına geri dönülmeyecek yanıtlar vermiş olacaktır. Bu sorular, fiili açıdan her ne kadar cevabını bulmuş olsa da. Tufan Cuması sonrası, iktidarın el değiştirmesi barışçıl mı olacak yaksa radikal devrimci girişimlere mi ihtiyaç duyacak bunu da göreceğiz; bu kararsız görünen tüm güçleri de sınavdan geçirecektir. Bu sınav, önceki 13 ayrı yazımda da dile getirdiğim gibi, Ordudan Müslüman Kardeşleri ve parti eskilerini de içereceği bilinmelidir.
“MISIR İÇİN DEMOKRASİ ARANMAMALIDIR”
Devrim her zaman akıllı olaylara tanıklık etmez. Akılsızlıkta gelip kapıya dayanabilir: bu devrimcilerden olabileceği gibi, karşı-devrim güçlerinde de kendini gösterebilir.
ABD eski savunma bakanı yardımcılarından biri ve İsrail hükümet sözcüleri “Mısırda demokrasiden yana tavır almamak gerek, Mısıra yaklaşımın esasını güvenlik oluşturmalıdır, demokrasi kökten dinci kesimleri iktidar olma fırsatı verebilir buda batını çıkarlarını tehlikeye sokan bir gelişme olur “ diye, şaşkın söylemlerle inanılmaz bir propaganda mekanizması çalıştırıyorlar. Bu onlara çok yakışan bir yaklaşımdır.
Bu insanlık dışı söylemler, bu pervasız, hesapsız davranışlar bir kez daha bölgemizi olduğu kadar tüm insanlığın nasıl bir hegemonya algısı altında eziyet gördüğüne de açık bir kanıttır. Buradan da, İsrail üzerine söylenen ülkemizin Siyonist solcuların da kolay aldandığı “İsrail demokratik devlettir” yargısının sahteliğini gösteriyor. İsrail’de, gerçekten demokrat olmanın, Filistin haklarını savunmanın “devlete ihanet” suçu sayıldığını bilmeyen bu çevreler, bölgemize musallat olan gerici diktatörlükleri İsrail’le bir araya getiren değerlerin ne olduğunu öğrenmiş olurlar sanırım.
İsrail bildiği kadar, ilgili herkesin bildiği gerçek Mısır devrimi öncelikle İsrail için bir yıkım olduğudur. Batı için asla tercih edilmeyecek bu gelişme, çıkarlar dünyasının yok ettiği batı uygarlığının insani hak ve hukuk, özgürlük ve demokrasi değerlerinin bir kaz daha katledildiğine tanık olmaktayız. Batı Mısır diktatörlüğünden yana ortaya koyduğu son tutum, bu değerlere artık aldanmamak gerektiğine yeterli bir gösterge olmalıdır.
Mısır, İsrail’le onursuz bir barış imzalayarak ( Camp David anlaşması), bölge halklarına ve iki kıtanın tüm ülkelerinin siyasal ilişkilerine vurduğu ağır darbe, öncelikle mısır halkının iradesine vurulmuş anti-demokratik bir darbeydi. Bunu, maddi servet olarak da fırsat ve teknolojik gelişme olarak da, ekonomik ve sosyal gelişme olarak da kâra dönüştüren tek taraf İsrail olmuştur. Güney sınır, en büyük tehlike saydığı Mısır sınırı, silahtan arındırılmış, sorunsuz hale getirilmiş olmasıyla bu alanlara harcanacak tüm girdileri ( ABD yardımları, Avrupa yardımları dahil) birer sermaye birikimi olarak ekonomisine güç katmıştır. Bunun gibi sıralanacak binlerce sonucu olan bu haksız anlaşmanın, bölgemiz halkalar üzerindeki yıkıcı etkileri İsrail’e güç veren, ters orantılı bir denklem olarak işledi.
İsrail’i ve Batılı güçleri, insanlık bilgi birikiminin insanlık yararına tarihler boyu geliştirdiği değerleri ayaklar altına bu çıkar algıları itmektedir: bu ise halkın tüm nefes alma kanallarını tıkayan ölümcül dayatma olarak ortaya çıkmaktadır. Mısır devrimini bu gidişi sona erdirecek bir devrim olması ve korkuların dağları bürümesi de bundandır.
Haksız da değiller.
Bu güçler ve şürekaları, bölge tarihinde Roma’dan Bizans’a, Haçlılardan Osmanlı’ya hiçbir emperyalist girişimin tutunamadığını bilmeleri gerek.
Bu toprakların yerli sahipleri var, dolaysıyla sonradan gelenler, paylaşmayı öğrenecek, diyalog ve barışı öğrenerek birlikte yaşamanın özverili kesimlerini oluşturacak ki, bu coğrafya üzerinde yaşayan herkesin ortak vatanı olabilsin, ortak yaşam sürebilsin; bunun da tek yolu, daha çok demokrasi ve daha çok özgürlüktür.
İsrail gibi istilacı, yayılmacı, askeri toplumların demokrasiden korkmasını ise, onun bir kaderidir. Kendi bölgede kendi kaderini savaş üzerine endekslemiş olanların şeriatın keseceği parmak için ağlamamaları gerek.
İsrail’den Arap alemine, bölgemize bakışın böylesi çirkin yüzü olmasına karşın, Arap aleminin, bölge halklarını Yahudilere bakışı, hiçbir ırkçı yaklaşıma prim vermeden, kapsayıcı bir bölge barışının ikamesi üzerinde barış içinde bir arada yaşamayı temel almaktadır.
Bu ise, güç uygarlığının, uygarlık gücü karşısındaki muhkem hezimetini gösteriyor.
Tam burada, Mısır halkının neden bu kadar barışçıl, neden bu kadar kendine ve tarihine güvenen, kararlılığını bu yanıyla da gösteren duruş sergilediğini anlatıyor. M. Hasaneyn Heykel, Azmi Bşara, Nasır Kandil, Enis Nakkaş gibi bilgelerin, Mısır devrimine bu ölçüde güven duymalarının anlamı da burada yatıyor.
Kısadan hissemize gelince,
Halkların her boy ve soydan kararlı girişimleri, her zaman en geniş kapsayıcılığıyla barışı, diyalogu, bir arada yaşamı özgürlük ve demokrasiyi temel alıyor. İktidarlar da bunun yolunu kesiyor.
Ülkemizde de durum budur. Mısır tüm ülkelere örnek olsun. İktidarlar aklını başına toplasın, siyasal değerler sadece halk için vardır, iktidarların görevi ise bunu “yeddi emin” (emin el) olarak sahiplerine vermekten ibarettir.
Emanete ihanet edenler, şeriatın keseceği el için gözyaşı dökmesin.
Mısır devrimi bir medresedir, iktidarlar da halk da bu medreseden çok şey öğrenmelidir.
Arap imparatoriçesi Zenubiya; bu toprakların çocuklarına Roma zulmüne karşı direnmeyi öğretirken boşuna, “Uygarlığın gücü, güç uygarlıklarını er ya da geç yenilgiye uğratacaktır” demedi.
Mihrac Ural
10 Kasım 2011
Mısır devrimi 17. Gününde (25 Ocak – 10 Şubat 2011 Perşembe).
Çarşamba günü (dün), önceki tüm günlerden farklı bir dizi gelişmeye tanık olundu. En önemlisi, yaşamın normale dönmekte olduğu bir kesitte meydanlar artık Cuma günleri oluşan milyonların toplanmasını aratmaz hale geldi. Mısır’ın tüm kentleri, ilçeleri köyleri ayağa kalkmış durumda, medyanın ulaşamadığı yerlerde dünkü makalemde de ifade etmeye çalıştığım gibi, diktatörlüğün güvenlik teşkilatları yine katlediyor yine yaralamaya devam ediyor bilanço ise 5 ölü 100 yaralı.
Dünün bilançosunda diktatörlük hükümetinin Kültür Bakanı medyaya yansıyan son saat haberi olarak istifasını ilan etti. Buna Diktatörlük hükümetinin Kahire’den Nasıra kentine taşındığını ve Sivil havacılık bakanlığında da toplantılarını yapacağını ilan etti. Son saatin bu haberleri, çaresiz kaçışın, tükenişin bir göstergesi oldu.
Bilindiği gibi, Cuma günü Arap aleminde tatil günüdür. Cuma günlerinin kalabalığını, Çarşamba günü yakalamak çok önemlidir. 9 Şubat 2011 Çarşamba günü (dün) tahrir meydanıyla İskenderiye meydanları milyonları protestolara katmakta yarış halindeydiler. Bu da yarın için farklı gelişmelere bir işaret sayılmalıdır. Yarın da Cuma…
Mısır devrim sürecinde her haftaya ve güne isimler verilirken yarınki cumaya da “TUFAN CUMASI” adını verdi.
21. YÜZYILIN DÖNÜŞÜMLERİ
Mısır’da olanları farklı bir açıdan özetlemek gerekirse, uygarlığın gücü, güç uygarlığına karşı sınav veriyor demek yanlış olmayacaktır. Bu aynı zamanda, yüzyılların algılarını da değiştiren bir dinamik olarak işlev görüyor. Devrimde devrim gibi bir yenilenme yaratıyor.
Bu alt başlığın çağrıştırdığı teorik boyuta uygun uzun anlatıma girmeyeceğim. Bunu binlerce sahife, onlarca makaleyle yaptım. Tarihin değişim çizgisini anlatmaya çalıştım. “19 ve 20. Yüzyıl normlarıyla ne bir devrim ne de bir tarih ilerlemesi gerçekleşebilir” dedim. “Bunun için öncelikle sınıf mücadelesi algılarımızı yenilememiz gereklidir” diye de bağladım. Ezber bozan cümleler kurdum, sol bu konularda hala arkadan nal topluyor, üstelik milliyetçiliğe batmış durumda.
Çok basit bir tez ileri sürdüm. “Hiçbir üretim tarzının temel sınıfı, o üretim tarzına karşı devrim yapamaz” dedim. “Daha adil daha ileri bir toplumsal sisteme geçiş, eski toplumun temel sınıflarının omzunda olmaz, bunun için gelecek toplumun eski toplum içinde doğup gelişen tüm sınıf ve katmanlarının, demokrasi ve özgürlük bayrağı altında eskiyi yadsıması gerekir” dedim. “Yeniyi böylece kurmak mümkündür” dedim. Bunu da Tarih algılarımla içselleştirip, tüm toplumlar için geçerli parametrelerini ortaya koydum.
“Bilişim çağının, bilgi ve teknolojik devrimleriyle tanımlanan gelişmelerin başlattığı ve sonuçlarıyla kendine ait bir ilişki sistemini hızla yaratmaya başladığını, gelecek toplumun nüveleri olarak görülebilecek bu gelişmelerin daha da derinleşeceğini ve bunlara dayanarak daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle devrimlere yönelim olacağını” tespit ettim.
“Daha çok demokrasi ve özgürlük için kimse, eski toplumun hiçbir sınıfını öncülük ya da artçılıkla ifade edilecek bir saflaşmaya sokmamalıdır” dedim; “eski olan, tarihsel olarak yeniyi üretemeyecek olandır, dolaysıyla eski, eskimiş sistemiyle gidecektir: Bu yüzden kimse şu ya da bu sınıfın omuzlarına kaldıramayacağı yükler yıkmasın” dedim. Bu girişimler ne o sınıflara bir şey kazandırır ne de halkı yaratıcı gücüne bir katkı yapar. Tersine gerçek tarihsel ilerlemenin önünü tıkar, darlaştırır.
Emekçiler dahil, öncülük artçılık gibi çağın gerisinde kalan söylemlere takılmadan, toplumun tüm kesimlerini, ortak kültürel bölenleriyle, daha çok demokrasi ve özgürlük için mücadele etmeye yönlendirmeliyiz yönünde vurgular yaptım. Bu tarihi kesitin yeni ve adil toplumsal düzenlenişini kuracak olan güçleri de böylesi bir devrimin rahminden çıkacağını belirledim. Bütün bunları, geleceği kuracağına inandığım uygarlık gücü olan bilgi çağına, büyük teknolojik evrim ve devrimlere dayanarak söyledim.
Sanal dünyanın en gerçekçi, en somut sonuçlar üretecek kanallardan biri olduğunu ifade ettim. Diktatörlüklerin güvenlik algılarıyla her türden kovuşturma ve takibatına karşı, sanal dünya devrimlerin sığınak alanlarıdır diye belirlemeler yaptım. Komik gelir ama “internet gerillacılığı” diye de kavramlar ürettim.
Geçmişinden onur duyan biri olarak, geçmiş tarihi kesitte yaptığını o kesitte yapılması gereken bir yükümlülük ve sorumluluk olduğunu belirterek, değişen çağla değişimin devrimci bir duruş olduğunu ifade ettim.
Bu görüşlerimle çoğu zaman yalnız kaldım. Ancak, bölgemizde bir dizi gelişmenin içinde, yakın bir tanık olarak çıkardığım sonuçlar, Tunus devrimi patlak verince sanal dünyanın ortaya çıkan somut etkileri Mısır devrimiyle de müthiş bir tecelliye kavuşunca, algılarımda yanılmadığımı gördüm. Yukarıda yer alan özetlemeyi okurlarıma bu nedenle paylaşmayı uygun gördüm.
Bu özetlemelerle, Mısır devriminin 21.Yüzyıl için vereceği derslerin, daha da net algılanabileceğine inanıyorum.
Sınıfsal kaygıları, inançsal ya da etnik kaygıları bulunmayan, barışçıl olmasına karşın, gücü yeri göğü sallayan, örgütsüz, lidersiz bir devrimin daha çok demokrasi ve özgürlük bayrağı altında toplumu örgütleyebilmesi başlı başına başarısının bir göstergesi sayılmalıdır. Geçmiş yüzyılların “devrim, devleti ele geçirme işidir” algısı, yerini kökten farklı algılara bırakıyor.
Mısır devrimi ilerledikçe dersleri daha da netleşirken, “devleti ele geçirme” gibi, devrim algısını kısırlaştıran, sonuçta da kim ve nasıl olursa olsun darbe dahil her hangi bir yolla devletin ele geçirilmesine indirgeyen yaklaşımların geçersizliklerine tanık oluyoruz.
Bizim kuşağın, devrim ve devlet ilişkisi artık tarihin arka planında kalmıştır. Bunu anlamak için, dünya ve bölgemizde gelişen halk devrimlerini doğru çözümlemek yeterlidir. Mücadele halk için ve halkın çıkarları için ise, kimse devlete karşı kendi diktatörlüğüyle sonuçlanacak bir devrimi tasarlamamalıdır; demokratik devleti kurmak ve bu devleti yönlendirmenin yeni araçlarını, etkinliklerini bulmak gereklidir. Eski devlet, kurum ve kuruluşlarıyla, yasa ve anayasasıyla mutlaka tasfiye edilerek yeni devlet kurulmalıdır; bunu başaran bir devrim, başarıyı gerçekleştirenlerin diktatörlüğe yönelmemeleri için önlem alabilmelidir.
Bu noktadan itibaren amaç, eskiyi tasfiye edip yerine kurulan demokratik devleti ele geçirmek olmamalıdır. Devlete yön vermek, halkın çakarlarını koruyacak etkin denetim mekanizmalarıyla düzenlemek, bir baskı etkinliği kurup, kamu haklarını ve servetlerini korumak, rasyonel işlemesini sağlamak. Çok daha geniş bir katılım ve evrensel katkılarla, yerel katkıları sanal üretimin yaratıcı genişliğiyle kendi yerelimizin düzenlenmesi hizmetine koşmak olmalıdır.
İşte Mısır devrimi bunun ilk örneklerini verme çabasında mücadelesine kararlıca sarılmış bulunmaktadır.
Arap halkı, tarihe ve insanlığa bir kez daha yapmakta olduğu büyük katkıyla şekillenecek olan 21. Yüzyıl devrileri, Mısır’da kazanılacak başarıya gözlemektedir. Mısır halkının demokrasi algısı, üzerinde yükseldiği tarihsel kültür dokularıyla bunu başaracağını görmek zor değildir.
Buna rağmen gerçeklerin farkında olmayı başaramamış olanlar var.
Kendini insanlık tarihinin en ileri entelektüel güçleri sayan, ancak çağını yakalamakta gecikmeye devam edenlerin Mısır devriminde sergiledikleri tutum, bu tür başarısızları işaret ediyor,
Mısır işçi sınıfı, sendikal örgütlenmeleri, hatta siyasal örgütleri de böylesi bir gecikmenin handikabı içindedirler. Birey olarak birer kahraman sayabileceğimiz Mısır sosyalist hareketinden Semir Emin dahil bir çok entelektüel, dünyanın da Mısır’ın da nereye gittiğini bilmiyor gibidir, eski kıstaslarla yeni ürünleri ölçmeye çalışıyor.
Üzerinde uzun durmayacağım sonra özel olarak eleştirilerimi yazacağım, ancak 4 Şubat 2011 tarihini taşıyan Semir Emin’in şu sözlerini ibretle okuduğumu belirtmeliyim: “Kuşkusuz işçi sınıfı ve köylü hareketlerinin devreye girmesi halinde işler değişebilir. Ancak bu da pek gündemde gibi görünmemektedir. Elbette ekonomik sistem “küreselleşme oyunun” kurallarına göre yönetilmeye devam edildiği sürece, protesto hareketiyle sonuçlanan sorunların hiçbirisi gerçekten çözülmeyecektir.” (http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35385 )
Bu umutsuzluk, “benim dışımda bir şey olmaz” algısı, yanlış kavrayışların eseri olduğu kadar yanlış ölçüm araçlarıyla var olan gerçekleri algılama hatasından kaynaklanıyor diyeceğim. Bu da bize, Mısır devriminde, bu türden entelektüellerin eğitimine dayanan işçi ve köylü sınıflarının, birey değil sınıf olarak neden kararsız kaldığını neden halkın etkin katılımına karşı tavırsız olduklarını da anlatmaya yeterlidir (Yukarıda çok kısaca özetlediğim yaklaşımlarımın ihtiva ettiği her kelime ve önermenin arkasında olduğumu geniş yazılarımla da bunları işlediğimi belirteceğim. Konu bu olmadığı içinde bu kadarla yetiniyorum. İlgili okur yazılarıma “Ayrı Varlık” adlı blogumdan erişebilir)
Buna rağmen Mısır işçi ve meslek sendikaları da kış uykusundan uyanmaya başladı. “Sınıfa dayalı bakış açısı”nın, iktidarın penceresinden bakmaya mahkum olduğu Mısır’da, işçi sınıfı önderleri halk devrimini kendi devrimleri olarak görmeme bahanesiyle bu güne kadar sesiz kalıp durmuşlardı. Bu güne kadar öğrendikleri sınıfsal devrime de uymayan bu gelişmelerde kendini koruma refleksiyle iktidarın sallanmasını beklediler.
Tarihin ileri atılımlarını yaratan halkların özgürlük ve demokrasi hareketleri olduğu gerçeğini meydanlarda bilince çıkardıkça onlar da kıyısından köşesinden bu sürece omuz vermeye, dayanışmaya başladılar; ne öncülük ne de artçılık, ne fabrikalar tarlalar ne de sınıf diktatörlükleri gibi tarihin gerisinde seyreden anlayışlara dayanmayan 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır devrimi, yeni bir uygarlık için, yeni bir toplumsal yaşam tarzı için gerekli olan daha çok özgürlük ve demokrasi için gündeme gelen bir halk devrimidir. Bu devrim karşısında, yüz yıllık sosyalist hareketin Mısır’da gösterdiği kısır performans, değişen devrim gerçekliğinin normal sonucu olarak görülmesi gerektiğini bu satırların yazarı on yıldır söyleyip duruyor.
Buna rağmen, daha çok örgütlü kesimlerin devrime omuz vermesi, sağlıklı bir gelişme olarak yorumlanmalıdır.
DEVRİM NASIL TAMAMLANACAK
Girişte de belirttim. Tufan Cuması’nın hazırlıkları bu günden başlamış bulunuyor. Bu satırları okuduğunuzda, meydanlara akan milyonları bu gerçeği dile getiriyor olacaktır.
Gerçek bir tufanın hazırlıkları bu günden başladı. Keskin bir dönemeç dönülecek. Bu öylesine bir gereklilik ki, 21 Yüzyılın tüm devrimlerine ışık tutacak sonuçları olacaktır.
Ne olacak bunu göreceğiz, ancak bilinen o ki Mısır devrimi henüz diktatörlük düzeninin hiçbir kurumunu çözmüş değil, tıkamış değil, kendi yasasını dayatmış değil. Diktatörlük rejimi de bunu fırsat bilip zamana oynamaktadır. Zamana oynamak ise iki tarafı keskin bıçak. Devrim kendinden emin ve kitlesinden kaygısı yoksa - ki tüm veriler buna işaret ediyor- zamanın da halktan yana işlemesi kesindir.
Mısır’da bu gün kırılgan bir “denge” hakim. Gerçek anlamda oligarşi ile halk arasında kurulu bir suni denge. Ben buna daha uygun bir tanımla gergin denge diyorum. Doğanın diyalektiği gereği her denge hareket halindedir, yeni bir karasız denge oluşturana kadar da bozulma eğilimindedir. Mısır’daki gergin denge bir yerden kırılmalıdır.
Tüm gelişmeler devrimin lehine olduğu bir koşulda, halkın aktif çoğunluğunun kesin ve kararlıca devrimden yana saf belirlediği bir koşulda, atılması gereken en önemli adım, sistemin ülkeyi ve kendi devletini denetleme koşullarını ortadan kaldırmak olacaktır. Bunun için parlamentoya el koymak bu adımlardan biri olarak görülebilir; böylesi bir adım, iktidara ait yüzlerce güvenlik birimini ele geçirmekten çok daha kolay ve etkilidir. Zira diktatörlük hala hükümet atıyor, bakanları demeç veriyor, hayatın kendi kıstaslarıyla normal olduğu iddiasında bulunarak, sesiz çoğunluğun kafa bulanıklığını artırmaya çalışıyor. Buna bir biçimde son vermek gerek.
Tahrir meydanında binlerce bilge yer alıyor. Zaman zaman konuşuyorlar ve Mısır Arap insanın o derin tarih tecrübesinden süzülmüş önerileri dile getiriyorlar. Ortaya konan akılcı yaklaşımlar, bu devrimin gerçekten tüm insanlığa mesaj taşıyan bir devrim olduğu gerçeğini pekiştiriyor.
Mısır Arap halkı bu devrimde öylesine önemli olgunluk ve kararlılık gösterdi ki, tahrir meydanında “ya bundan sonra ne olacak” diye soranlara, “Mısır halkı bir kez korku duvarlarını yıktı, bundan sonrası kararlılıkla adım adım diktatörlüğün tüm oyunlarını bozarak ilerleyecektir. Aylar beklemek gerekirse, bekleyeceğiz ama her adımın arkasından devrimin de atacağı bir adım olacaktır. Önümüzdeki adım halk isyanına (sivil itaatsizlik anlamında) milyonları katmaktır” diye verilen cevap, bu satırların yazarının aklından geçen birçok soru için de önemli bir cevap kapısı olmuştur.
Mısır devriminin ilk gününden itibaren sorup durduğum “neden ABD bayrakları yakılmıyor ve Amerika’ya açıkça ilen edilen bir karşı duruş sergilenmiyor? Neden İsrail bayrakları yakılmıyor. Anlaşmalar üzerinde çok durulmuyor?” sorularının cevabını, Ünlü gazeteci M. Hasaneyn Heykel’in, Filistinli Ünlü genç bilge Azmi Bşara’nın, her biri ayrı bir stratejik araştırma deryası olan, Lübnanlı Nasır Kandil, Enis Nakkaş’ın birbiriyle kesişen yorumlarında bulmam güç olmadı; Mısır, tarihine, uygarlık etkinliklerine, birikimlerine ve gücüne o kadar çok güvenen bir halka sahip ki, kendi iç sorunun çözdüğü zaman, İsrail de Amerika’da önemli ölçüde hizaya geleceğinden adı gibi emindir. Bu bir medeni cesarettir, bu bir ayakları yere basan nicelik ve niteliğin duruşudur. Mısır tarihini bilenler bunun gerçektende öyle olduğunu anlamakta gecikmezler.
İsrail’i uykularını kaçıran, bu bölgede kimse demokrasi için çalışmasın güvenlik için çalışmak yeter demesine yol açan aptallığının kaynağı da bu kaygıdır.
Tufan Cuması bu ya da benzeri bir adımı attığı an mısır devrimi, bir “protesto hareketi mi?” “Bir gençlik tepkisi mi?” Yoksa gerçek bir “halk devrimi mi?” olduğu sorularına geri dönülmeyecek yanıtlar vermiş olacaktır. Bu sorular, fiili açıdan her ne kadar cevabını bulmuş olsa da. Tufan Cuması sonrası, iktidarın el değiştirmesi barışçıl mı olacak yaksa radikal devrimci girişimlere mi ihtiyaç duyacak bunu da göreceğiz; bu kararsız görünen tüm güçleri de sınavdan geçirecektir. Bu sınav, önceki 13 ayrı yazımda da dile getirdiğim gibi, Ordudan Müslüman Kardeşleri ve parti eskilerini de içereceği bilinmelidir.
“MISIR İÇİN DEMOKRASİ ARANMAMALIDIR”
Devrim her zaman akıllı olaylara tanıklık etmez. Akılsızlıkta gelip kapıya dayanabilir: bu devrimcilerden olabileceği gibi, karşı-devrim güçlerinde de kendini gösterebilir.
ABD eski savunma bakanı yardımcılarından biri ve İsrail hükümet sözcüleri “Mısırda demokrasiden yana tavır almamak gerek, Mısıra yaklaşımın esasını güvenlik oluşturmalıdır, demokrasi kökten dinci kesimleri iktidar olma fırsatı verebilir buda batını çıkarlarını tehlikeye sokan bir gelişme olur “ diye, şaşkın söylemlerle inanılmaz bir propaganda mekanizması çalıştırıyorlar. Bu onlara çok yakışan bir yaklaşımdır.
Bu insanlık dışı söylemler, bu pervasız, hesapsız davranışlar bir kez daha bölgemizi olduğu kadar tüm insanlığın nasıl bir hegemonya algısı altında eziyet gördüğüne de açık bir kanıttır. Buradan da, İsrail üzerine söylenen ülkemizin Siyonist solcuların da kolay aldandığı “İsrail demokratik devlettir” yargısının sahteliğini gösteriyor. İsrail’de, gerçekten demokrat olmanın, Filistin haklarını savunmanın “devlete ihanet” suçu sayıldığını bilmeyen bu çevreler, bölgemize musallat olan gerici diktatörlükleri İsrail’le bir araya getiren değerlerin ne olduğunu öğrenmiş olurlar sanırım.
İsrail bildiği kadar, ilgili herkesin bildiği gerçek Mısır devrimi öncelikle İsrail için bir yıkım olduğudur. Batı için asla tercih edilmeyecek bu gelişme, çıkarlar dünyasının yok ettiği batı uygarlığının insani hak ve hukuk, özgürlük ve demokrasi değerlerinin bir kaz daha katledildiğine tanık olmaktayız. Batı Mısır diktatörlüğünden yana ortaya koyduğu son tutum, bu değerlere artık aldanmamak gerektiğine yeterli bir gösterge olmalıdır.
Mısır, İsrail’le onursuz bir barış imzalayarak ( Camp David anlaşması), bölge halklarına ve iki kıtanın tüm ülkelerinin siyasal ilişkilerine vurduğu ağır darbe, öncelikle mısır halkının iradesine vurulmuş anti-demokratik bir darbeydi. Bunu, maddi servet olarak da fırsat ve teknolojik gelişme olarak da, ekonomik ve sosyal gelişme olarak da kâra dönüştüren tek taraf İsrail olmuştur. Güney sınır, en büyük tehlike saydığı Mısır sınırı, silahtan arındırılmış, sorunsuz hale getirilmiş olmasıyla bu alanlara harcanacak tüm girdileri ( ABD yardımları, Avrupa yardımları dahil) birer sermaye birikimi olarak ekonomisine güç katmıştır. Bunun gibi sıralanacak binlerce sonucu olan bu haksız anlaşmanın, bölgemiz halkalar üzerindeki yıkıcı etkileri İsrail’e güç veren, ters orantılı bir denklem olarak işledi.
İsrail’i ve Batılı güçleri, insanlık bilgi birikiminin insanlık yararına tarihler boyu geliştirdiği değerleri ayaklar altına bu çıkar algıları itmektedir: bu ise halkın tüm nefes alma kanallarını tıkayan ölümcül dayatma olarak ortaya çıkmaktadır. Mısır devrimini bu gidişi sona erdirecek bir devrim olması ve korkuların dağları bürümesi de bundandır.
Haksız da değiller.
Bu güçler ve şürekaları, bölge tarihinde Roma’dan Bizans’a, Haçlılardan Osmanlı’ya hiçbir emperyalist girişimin tutunamadığını bilmeleri gerek.
Bu toprakların yerli sahipleri var, dolaysıyla sonradan gelenler, paylaşmayı öğrenecek, diyalog ve barışı öğrenerek birlikte yaşamanın özverili kesimlerini oluşturacak ki, bu coğrafya üzerinde yaşayan herkesin ortak vatanı olabilsin, ortak yaşam sürebilsin; bunun da tek yolu, daha çok demokrasi ve daha çok özgürlüktür.
İsrail gibi istilacı, yayılmacı, askeri toplumların demokrasiden korkmasını ise, onun bir kaderidir. Kendi bölgede kendi kaderini savaş üzerine endekslemiş olanların şeriatın keseceği parmak için ağlamamaları gerek.
İsrail’den Arap alemine, bölgemize bakışın böylesi çirkin yüzü olmasına karşın, Arap aleminin, bölge halklarını Yahudilere bakışı, hiçbir ırkçı yaklaşıma prim vermeden, kapsayıcı bir bölge barışının ikamesi üzerinde barış içinde bir arada yaşamayı temel almaktadır.
Bu ise, güç uygarlığının, uygarlık gücü karşısındaki muhkem hezimetini gösteriyor.
Tam burada, Mısır halkının neden bu kadar barışçıl, neden bu kadar kendine ve tarihine güvenen, kararlılığını bu yanıyla da gösteren duruş sergilediğini anlatıyor. M. Hasaneyn Heykel, Azmi Bşara, Nasır Kandil, Enis Nakkaş gibi bilgelerin, Mısır devrimine bu ölçüde güven duymalarının anlamı da burada yatıyor.
Kısadan hissemize gelince,
Halkların her boy ve soydan kararlı girişimleri, her zaman en geniş kapsayıcılığıyla barışı, diyalogu, bir arada yaşamı özgürlük ve demokrasiyi temel alıyor. İktidarlar da bunun yolunu kesiyor.
Ülkemizde de durum budur. Mısır tüm ülkelere örnek olsun. İktidarlar aklını başına toplasın, siyasal değerler sadece halk için vardır, iktidarların görevi ise bunu “yeddi emin” (emin el) olarak sahiplerine vermekten ibarettir.
Emanete ihanet edenler, şeriatın keseceği el için gözyaşı dökmesin.
Mısır devrimi bir medresedir, iktidarlar da halk da bu medreseden çok şey öğrenmelidir.
Arap imparatoriçesi Zenubiya; bu toprakların çocuklarına Roma zulmüne karşı direnmeyi öğretirken boşuna, “Uygarlığın gücü, güç uygarlıklarını er ya da geç yenilgiye uğratacaktır” demedi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder