HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

10 Şubat 2011 Perşembe

MISIR'DA UYGARLIĞIN GÜCÜ ve GÜÇ UYGARLIĞI

Mısır’daki gelişmeler üzerine 14. Makale.




Mihrac Ural
10 Kasım 2011

Mısır devrimi 17. Gününde (25 Ocak – 10 Şubat 2011 Perşembe).

Çarşamba günü (dün), önceki tüm günlerden farklı bir dizi gelişmeye tanık olundu. En önemlisi, yaşamın normale dönmekte olduğu bir kesitte meydanlar artık Cuma günleri oluşan milyonların toplanmasını aratmaz hale geldi. Mısır’ın tüm kentleri, ilçeleri köyleri ayağa kalkmış durumda, medyanın ulaşamadığı yerlerde dünkü makalemde de ifade etmeye çalıştığım gibi, diktatörlüğün güvenlik teşkilatları yine katlediyor yine yaralamaya devam ediyor bilanço ise 5 ölü 100 yaralı.

Dünün bilançosunda diktatörlük hükümetinin Kültür Bakanı medyaya yansıyan son saat haberi olarak istifasını ilan etti. Buna Diktatörlük hükümetinin Kahire’den Nasıra kentine taşındığını ve Sivil havacılık bakanlığında da toplantılarını yapacağını ilan etti. Son saatin bu haberleri, çaresiz kaçışın, tükenişin bir göstergesi oldu.

Bilindiği gibi, Cuma günü Arap aleminde tatil günüdür. Cuma günlerinin kalabalığını, Çarşamba günü yakalamak çok önemlidir. 9 Şubat 2011 Çarşamba günü (dün) tahrir meydanıyla İskenderiye meydanları milyonları protestolara katmakta yarış halindeydiler. Bu da yarın için farklı gelişmelere bir işaret sayılmalıdır. Yarın da Cuma…

Mısır devrim sürecinde her haftaya ve güne isimler verilirken yarınki cumaya da “TUFAN CUMASI” adını verdi.


21. YÜZYILIN DÖNÜŞÜMLERİ

Mısır’da olanları farklı bir açıdan özetlemek gerekirse, uygarlığın gücü, güç uygarlığına karşı sınav veriyor demek yanlış olmayacaktır. Bu aynı zamanda, yüzyılların algılarını da değiştiren bir dinamik olarak işlev görüyor. Devrimde devrim gibi bir yenilenme yaratıyor.

Bu alt başlığın çağrıştırdığı teorik boyuta uygun uzun anlatıma girmeyeceğim. Bunu binlerce sahife, onlarca makaleyle yaptım. Tarihin değişim çizgisini anlatmaya çalıştım. “19 ve 20. Yüzyıl normlarıyla ne bir devrim ne de bir tarih ilerlemesi gerçekleşebilir” dedim. “Bunun için öncelikle sınıf mücadelesi algılarımızı yenilememiz gereklidir” diye de bağladım. Ezber bozan cümleler kurdum, sol bu konularda hala arkadan nal topluyor, üstelik milliyetçiliğe batmış durumda.

Çok basit bir tez ileri sürdüm. “Hiçbir üretim tarzının temel sınıfı, o üretim tarzına karşı devrim yapamaz” dedim. “Daha adil daha ileri bir toplumsal sisteme geçiş, eski toplumun temel sınıflarının omzunda olmaz, bunun için gelecek toplumun eski toplum içinde doğup gelişen tüm sınıf ve katmanlarının, demokrasi ve özgürlük bayrağı altında eskiyi yadsıması gerekir” dedim. “Yeniyi böylece kurmak mümkündür” dedim. Bunu da Tarih algılarımla içselleştirip, tüm toplumlar için geçerli parametrelerini ortaya koydum.

“Bilişim çağının, bilgi ve teknolojik devrimleriyle tanımlanan gelişmelerin başlattığı ve sonuçlarıyla kendine ait bir ilişki sistemini hızla yaratmaya başladığını, gelecek toplumun nüveleri olarak görülebilecek bu gelişmelerin daha da derinleşeceğini ve bunlara dayanarak daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle devrimlere yönelim olacağını” tespit ettim.

“Daha çok demokrasi ve özgürlük için kimse, eski toplumun hiçbir sınıfını öncülük ya da artçılıkla ifade edilecek bir saflaşmaya sokmamalıdır” dedim; “eski olan, tarihsel olarak yeniyi üretemeyecek olandır, dolaysıyla eski, eskimiş sistemiyle gidecektir: Bu yüzden kimse şu ya da bu sınıfın omuzlarına kaldıramayacağı yükler yıkmasın” dedim. Bu girişimler ne o sınıflara bir şey kazandırır ne de halkı yaratıcı gücüne bir katkı yapar. Tersine gerçek tarihsel ilerlemenin önünü tıkar, darlaştırır.

Emekçiler dahil, öncülük artçılık gibi çağın gerisinde kalan söylemlere takılmadan, toplumun tüm kesimlerini, ortak kültürel bölenleriyle, daha çok demokrasi ve özgürlük için mücadele etmeye yönlendirmeliyiz yönünde vurgular yaptım. Bu tarihi kesitin yeni ve adil toplumsal düzenlenişini kuracak olan güçleri de böylesi bir devrimin rahminden çıkacağını belirledim. Bütün bunları, geleceği kuracağına inandığım uygarlık gücü olan bilgi çağına, büyük teknolojik evrim ve devrimlere dayanarak söyledim.

Sanal dünyanın en gerçekçi, en somut sonuçlar üretecek kanallardan biri olduğunu ifade ettim. Diktatörlüklerin güvenlik algılarıyla her türden kovuşturma ve takibatına karşı, sanal dünya devrimlerin sığınak alanlarıdır diye belirlemeler yaptım. Komik gelir ama “internet gerillacılığı” diye de kavramlar ürettim.

Geçmişinden onur duyan biri olarak, geçmiş tarihi kesitte yaptığını o kesitte yapılması gereken bir yükümlülük ve sorumluluk olduğunu belirterek, değişen çağla değişimin devrimci bir duruş olduğunu ifade ettim.

Bu görüşlerimle çoğu zaman yalnız kaldım. Ancak, bölgemizde bir dizi gelişmenin içinde, yakın bir tanık olarak çıkardığım sonuçlar, Tunus devrimi patlak verince sanal dünyanın ortaya çıkan somut etkileri Mısır devrimiyle de müthiş bir tecelliye kavuşunca, algılarımda yanılmadığımı gördüm. Yukarıda yer alan özetlemeyi okurlarıma bu nedenle paylaşmayı uygun gördüm.

Bu özetlemelerle, Mısır devriminin 21.Yüzyıl için vereceği derslerin, daha da net algılanabileceğine inanıyorum.

Sınıfsal kaygıları, inançsal ya da etnik kaygıları bulunmayan, barışçıl olmasına karşın, gücü yeri göğü sallayan, örgütsüz, lidersiz bir devrimin daha çok demokrasi ve özgürlük bayrağı altında toplumu örgütleyebilmesi başlı başına başarısının bir göstergesi sayılmalıdır. Geçmiş yüzyılların “devrim, devleti ele geçirme işidir” algısı, yerini kökten farklı algılara bırakıyor.

Mısır devrimi ilerledikçe dersleri daha da netleşirken, “devleti ele geçirme” gibi, devrim algısını kısırlaştıran, sonuçta da kim ve nasıl olursa olsun darbe dahil her hangi bir yolla devletin ele geçirilmesine indirgeyen yaklaşımların geçersizliklerine tanık oluyoruz.

Bizim kuşağın, devrim ve devlet ilişkisi artık tarihin arka planında kalmıştır. Bunu anlamak için, dünya ve bölgemizde gelişen halk devrimlerini doğru çözümlemek yeterlidir. Mücadele halk için ve halkın çıkarları için ise, kimse devlete karşı kendi diktatörlüğüyle sonuçlanacak bir devrimi tasarlamamalıdır; demokratik devleti kurmak ve bu devleti yönlendirmenin yeni araçlarını, etkinliklerini bulmak gereklidir. Eski devlet, kurum ve kuruluşlarıyla, yasa ve anayasasıyla mutlaka tasfiye edilerek yeni devlet kurulmalıdır; bunu başaran bir devrim, başarıyı gerçekleştirenlerin diktatörlüğe yönelmemeleri için önlem alabilmelidir.

Bu noktadan itibaren amaç, eskiyi tasfiye edip yerine kurulan demokratik devleti ele geçirmek olmamalıdır. Devlete yön vermek, halkın çakarlarını koruyacak etkin denetim mekanizmalarıyla düzenlemek, bir baskı etkinliği kurup, kamu haklarını ve servetlerini korumak, rasyonel işlemesini sağlamak. Çok daha geniş bir katılım ve evrensel katkılarla, yerel katkıları sanal üretimin yaratıcı genişliğiyle kendi yerelimizin düzenlenmesi hizmetine koşmak olmalıdır.

İşte Mısır devrimi bunun ilk örneklerini verme çabasında mücadelesine kararlıca sarılmış bulunmaktadır.

Arap halkı, tarihe ve insanlığa bir kez daha yapmakta olduğu büyük katkıyla şekillenecek olan 21. Yüzyıl devrileri, Mısır’da kazanılacak başarıya gözlemektedir. Mısır halkının demokrasi algısı, üzerinde yükseldiği tarihsel kültür dokularıyla bunu başaracağını görmek zor değildir.

Buna rağmen gerçeklerin farkında olmayı başaramamış olanlar var.

Kendini insanlık tarihinin en ileri entelektüel güçleri sayan, ancak çağını yakalamakta gecikmeye devam edenlerin Mısır devriminde sergiledikleri tutum, bu tür başarısızları işaret ediyor,

Mısır işçi sınıfı, sendikal örgütlenmeleri, hatta siyasal örgütleri de böylesi bir gecikmenin handikabı içindedirler. Birey olarak birer kahraman sayabileceğimiz Mısır sosyalist hareketinden Semir Emin dahil bir çok entelektüel, dünyanın da Mısır’ın da nereye gittiğini bilmiyor gibidir, eski kıstaslarla yeni ürünleri ölçmeye çalışıyor.

Üzerinde uzun durmayacağım sonra özel olarak eleştirilerimi yazacağım, ancak 4 Şubat 2011 tarihini taşıyan Semir Emin’in şu sözlerini ibretle okuduğumu belirtmeliyim: “Kuşkusuz işçi sınıfı ve köylü hareketlerinin devreye girmesi halinde işler değişebilir. Ancak bu da pek gündemde gibi görünmemektedir. Elbette ekonomik sistem “küreselleşme oyunun” kurallarına göre yönetilmeye devam edildiği sürece, protesto hareketiyle sonuçlanan sorunların hiçbirisi gerçekten çözülmeyecektir.” (http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35385 )

Bu umutsuzluk, “benim dışımda bir şey olmaz” algısı, yanlış kavrayışların eseri olduğu kadar yanlış ölçüm araçlarıyla var olan gerçekleri algılama hatasından kaynaklanıyor diyeceğim. Bu da bize, Mısır devriminde, bu türden entelektüellerin eğitimine dayanan işçi ve köylü sınıflarının, birey değil sınıf olarak neden kararsız kaldığını neden halkın etkin katılımına karşı tavırsız olduklarını da anlatmaya yeterlidir (Yukarıda çok kısaca özetlediğim yaklaşımlarımın ihtiva ettiği her kelime ve önermenin arkasında olduğumu geniş yazılarımla da bunları işlediğimi belirteceğim. Konu bu olmadığı içinde bu kadarla yetiniyorum. İlgili okur yazılarıma “Ayrı Varlık” adlı blogumdan erişebilir)

Buna rağmen Mısır işçi ve meslek sendikaları da kış uykusundan uyanmaya başladı. “Sınıfa dayalı bakış açısı”nın, iktidarın penceresinden bakmaya mahkum olduğu Mısır’da, işçi sınıfı önderleri halk devrimini kendi devrimleri olarak görmeme bahanesiyle bu güne kadar sesiz kalıp durmuşlardı. Bu güne kadar öğrendikleri sınıfsal devrime de uymayan bu gelişmelerde kendini koruma refleksiyle iktidarın sallanmasını beklediler.

Tarihin ileri atılımlarını yaratan halkların özgürlük ve demokrasi hareketleri olduğu gerçeğini meydanlarda bilince çıkardıkça onlar da kıyısından köşesinden bu sürece omuz vermeye, dayanışmaya başladılar; ne öncülük ne de artçılık, ne fabrikalar tarlalar ne de sınıf diktatörlükleri gibi tarihin gerisinde seyreden anlayışlara dayanmayan 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır devrimi, yeni bir uygarlık için, yeni bir toplumsal yaşam tarzı için gerekli olan daha çok özgürlük ve demokrasi için gündeme gelen bir halk devrimidir. Bu devrim karşısında, yüz yıllık sosyalist hareketin Mısır’da gösterdiği kısır performans, değişen devrim gerçekliğinin normal sonucu olarak görülmesi gerektiğini bu satırların yazarı on yıldır söyleyip duruyor.

Buna rağmen, daha çok örgütlü kesimlerin devrime omuz vermesi, sağlıklı bir gelişme olarak yorumlanmalıdır.


DEVRİM NASIL TAMAMLANACAK



Girişte de belirttim. Tufan Cuması’nın hazırlıkları bu günden başlamış bulunuyor. Bu satırları okuduğunuzda, meydanlara akan milyonları bu gerçeği dile getiriyor olacaktır.

Gerçek bir tufanın hazırlıkları bu günden başladı. Keskin bir dönemeç dönülecek. Bu öylesine bir gereklilik ki, 21 Yüzyılın tüm devrimlerine ışık tutacak sonuçları olacaktır.

Ne olacak bunu göreceğiz, ancak bilinen o ki Mısır devrimi henüz diktatörlük düzeninin hiçbir kurumunu çözmüş değil, tıkamış değil, kendi yasasını dayatmış değil. Diktatörlük rejimi de bunu fırsat bilip zamana oynamaktadır. Zamana oynamak ise iki tarafı keskin bıçak. Devrim kendinden emin ve kitlesinden kaygısı yoksa - ki tüm veriler buna işaret ediyor- zamanın da halktan yana işlemesi kesindir.

Mısır’da bu gün kırılgan bir “denge” hakim. Gerçek anlamda oligarşi ile halk arasında kurulu bir suni denge. Ben buna daha uygun bir tanımla gergin denge diyorum. Doğanın diyalektiği gereği her denge hareket halindedir, yeni bir karasız denge oluşturana kadar da bozulma eğilimindedir. Mısır’daki gergin denge bir yerden kırılmalıdır.

Tüm gelişmeler devrimin lehine olduğu bir koşulda, halkın aktif çoğunluğunun kesin ve kararlıca devrimden yana saf belirlediği bir koşulda, atılması gereken en önemli adım, sistemin ülkeyi ve kendi devletini denetleme koşullarını ortadan kaldırmak olacaktır. Bunun için parlamentoya el koymak bu adımlardan biri olarak görülebilir; böylesi bir adım, iktidara ait yüzlerce güvenlik birimini ele geçirmekten çok daha kolay ve etkilidir. Zira diktatörlük hala hükümet atıyor, bakanları demeç veriyor, hayatın kendi kıstaslarıyla normal olduğu iddiasında bulunarak, sesiz çoğunluğun kafa bulanıklığını artırmaya çalışıyor. Buna bir biçimde son vermek gerek.

Tahrir meydanında binlerce bilge yer alıyor. Zaman zaman konuşuyorlar ve Mısır Arap insanın o derin tarih tecrübesinden süzülmüş önerileri dile getiriyorlar. Ortaya konan akılcı yaklaşımlar, bu devrimin gerçekten tüm insanlığa mesaj taşıyan bir devrim olduğu gerçeğini pekiştiriyor.

Mısır Arap halkı bu devrimde öylesine önemli olgunluk ve kararlılık gösterdi ki, tahrir meydanında “ya bundan sonra ne olacak” diye soranlara, “Mısır halkı bir kez korku duvarlarını yıktı, bundan sonrası kararlılıkla adım adım diktatörlüğün tüm oyunlarını bozarak ilerleyecektir. Aylar beklemek gerekirse, bekleyeceğiz ama her adımın arkasından devrimin de atacağı bir adım olacaktır. Önümüzdeki adım halk isyanına (sivil itaatsizlik anlamında) milyonları katmaktır” diye verilen cevap, bu satırların yazarının aklından geçen birçok soru için de önemli bir cevap kapısı olmuştur.

Mısır devriminin ilk gününden itibaren sorup durduğum “neden ABD bayrakları yakılmıyor ve Amerika’ya açıkça ilen edilen bir karşı duruş sergilenmiyor? Neden İsrail bayrakları yakılmıyor. Anlaşmalar üzerinde çok durulmuyor?” sorularının cevabını, Ünlü gazeteci M. Hasaneyn Heykel’in, Filistinli Ünlü genç bilge Azmi Bşara’nın, her biri ayrı bir stratejik araştırma deryası olan, Lübnanlı Nasır Kandil, Enis Nakkaş’ın birbiriyle kesişen yorumlarında bulmam güç olmadı; Mısır, tarihine, uygarlık etkinliklerine, birikimlerine ve gücüne o kadar çok güvenen bir halka sahip ki, kendi iç sorunun çözdüğü zaman, İsrail de Amerika’da önemli ölçüde hizaya geleceğinden adı gibi emindir. Bu bir medeni cesarettir, bu bir ayakları yere basan nicelik ve niteliğin duruşudur. Mısır tarihini bilenler bunun gerçektende öyle olduğunu anlamakta gecikmezler.

İsrail’i uykularını kaçıran, bu bölgede kimse demokrasi için çalışmasın güvenlik için çalışmak yeter demesine yol açan aptallığının kaynağı da bu kaygıdır.

Tufan Cuması bu ya da benzeri bir adımı attığı an mısır devrimi, bir “protesto hareketi mi?” “Bir gençlik tepkisi mi?” Yoksa gerçek bir “halk devrimi mi?” olduğu sorularına geri dönülmeyecek yanıtlar vermiş olacaktır. Bu sorular, fiili açıdan her ne kadar cevabını bulmuş olsa da. Tufan Cuması sonrası, iktidarın el değiştirmesi barışçıl mı olacak yaksa radikal devrimci girişimlere mi ihtiyaç duyacak bunu da göreceğiz; bu kararsız görünen tüm güçleri de sınavdan geçirecektir. Bu sınav, önceki 13 ayrı yazımda da dile getirdiğim gibi, Ordudan Müslüman Kardeşleri ve parti eskilerini de içereceği bilinmelidir.


“MISIR İÇİN DEMOKRASİ ARANMAMALIDIR”


Devrim her zaman akıllı olaylara tanıklık etmez. Akılsızlıkta gelip kapıya dayanabilir: bu devrimcilerden olabileceği gibi, karşı-devrim güçlerinde de kendini gösterebilir.

ABD eski savunma bakanı yardımcılarından biri ve İsrail hükümet sözcüleri “Mısırda demokrasiden yana tavır almamak gerek, Mısıra yaklaşımın esasını güvenlik oluşturmalıdır, demokrasi kökten dinci kesimleri iktidar olma fırsatı verebilir buda batını çıkarlarını tehlikeye sokan bir gelişme olur “ diye, şaşkın söylemlerle inanılmaz bir propaganda mekanizması çalıştırıyorlar. Bu onlara çok yakışan bir yaklaşımdır.

Bu insanlık dışı söylemler, bu pervasız, hesapsız davranışlar bir kez daha bölgemizi olduğu kadar tüm insanlığın nasıl bir hegemonya algısı altında eziyet gördüğüne de açık bir kanıttır. Buradan da, İsrail üzerine söylenen ülkemizin Siyonist solcuların da kolay aldandığı “İsrail demokratik devlettir” yargısının sahteliğini gösteriyor. İsrail’de, gerçekten demokrat olmanın, Filistin haklarını savunmanın “devlete ihanet” suçu sayıldığını bilmeyen bu çevreler, bölgemize musallat olan gerici diktatörlükleri İsrail’le bir araya getiren değerlerin ne olduğunu öğrenmiş olurlar sanırım.

İsrail bildiği kadar, ilgili herkesin bildiği gerçek Mısır devrimi öncelikle İsrail için bir yıkım olduğudur. Batı için asla tercih edilmeyecek bu gelişme, çıkarlar dünyasının yok ettiği batı uygarlığının insani hak ve hukuk, özgürlük ve demokrasi değerlerinin bir kaz daha katledildiğine tanık olmaktayız. Batı Mısır diktatörlüğünden yana ortaya koyduğu son tutum, bu değerlere artık aldanmamak gerektiğine yeterli bir gösterge olmalıdır.

Mısır, İsrail’le onursuz bir barış imzalayarak ( Camp David anlaşması), bölge halklarına ve iki kıtanın tüm ülkelerinin siyasal ilişkilerine vurduğu ağır darbe, öncelikle mısır halkının iradesine vurulmuş anti-demokratik bir darbeydi. Bunu, maddi servet olarak da fırsat ve teknolojik gelişme olarak da, ekonomik ve sosyal gelişme olarak da kâra dönüştüren tek taraf İsrail olmuştur. Güney sınır, en büyük tehlike saydığı Mısır sınırı, silahtan arındırılmış, sorunsuz hale getirilmiş olmasıyla bu alanlara harcanacak tüm girdileri ( ABD yardımları, Avrupa yardımları dahil) birer sermaye birikimi olarak ekonomisine güç katmıştır. Bunun gibi sıralanacak binlerce sonucu olan bu haksız anlaşmanın, bölgemiz halkalar üzerindeki yıkıcı etkileri İsrail’e güç veren, ters orantılı bir denklem olarak işledi.

İsrail’i ve Batılı güçleri, insanlık bilgi birikiminin insanlık yararına tarihler boyu geliştirdiği değerleri ayaklar altına bu çıkar algıları itmektedir: bu ise halkın tüm nefes alma kanallarını tıkayan ölümcül dayatma olarak ortaya çıkmaktadır. Mısır devrimini bu gidişi sona erdirecek bir devrim olması ve korkuların dağları bürümesi de bundandır.

Haksız da değiller.

Bu güçler ve şürekaları, bölge tarihinde Roma’dan Bizans’a, Haçlılardan Osmanlı’ya hiçbir emperyalist girişimin tutunamadığını bilmeleri gerek.

Bu toprakların yerli sahipleri var, dolaysıyla sonradan gelenler, paylaşmayı öğrenecek, diyalog ve barışı öğrenerek birlikte yaşamanın özverili kesimlerini oluşturacak ki, bu coğrafya üzerinde yaşayan herkesin ortak vatanı olabilsin, ortak yaşam sürebilsin; bunun da tek yolu, daha çok demokrasi ve daha çok özgürlüktür.

İsrail gibi istilacı, yayılmacı, askeri toplumların demokrasiden korkmasını ise, onun bir kaderidir. Kendi bölgede kendi kaderini savaş üzerine endekslemiş olanların şeriatın keseceği parmak için ağlamamaları gerek.

İsrail’den Arap alemine, bölgemize bakışın böylesi çirkin yüzü olmasına karşın, Arap aleminin, bölge halklarını Yahudilere bakışı, hiçbir ırkçı yaklaşıma prim vermeden, kapsayıcı bir bölge barışının ikamesi üzerinde barış içinde bir arada yaşamayı temel almaktadır.

Bu ise, güç uygarlığının, uygarlık gücü karşısındaki muhkem hezimetini gösteriyor.

Tam burada, Mısır halkının neden bu kadar barışçıl, neden bu kadar kendine ve tarihine güvenen, kararlılığını bu yanıyla da gösteren duruş sergilediğini anlatıyor. M. Hasaneyn Heykel, Azmi Bşara, Nasır Kandil, Enis Nakkaş gibi bilgelerin, Mısır devrimine bu ölçüde güven duymalarının anlamı da burada yatıyor.

Kısadan hissemize gelince,

Halkların her boy ve soydan kararlı girişimleri, her zaman en geniş kapsayıcılığıyla barışı, diyalogu, bir arada yaşamı özgürlük ve demokrasiyi temel alıyor. İktidarlar da bunun yolunu kesiyor.

Ülkemizde de durum budur. Mısır tüm ülkelere örnek olsun. İktidarlar aklını başına toplasın, siyasal değerler sadece halk için vardır, iktidarların görevi ise bunu “yeddi emin” (emin el) olarak sahiplerine vermekten ibarettir.

Emanete ihanet edenler, şeriatın keseceği el için gözyaşı dökmesin.

Mısır devrimi bir medresedir, iktidarlar da halk da bu medreseden çok şey öğrenmelidir.

Arap imparatoriçesi Zenubiya; bu toprakların çocuklarına Roma zulmüne karşı direnmeyi öğretirken boşuna, “Uygarlığın gücü, güç uygarlıklarını er ya da geç yenilgiye uğratacaktır” demedi.

Hiç yorum yok: