19 Şubat 2011 Cumartesi
MISIR, İLERİ BİR ADIM DAHA..
Mısır devrim süreciyle ilgili 19. yazı
Cumatül Nasır (Zafer Cuması)
Mihrac Ural
19 Şubat 2011
Dün Mısır devriminin 25. Günü (25 Ocak – 18 Şubat 2011 Zafer Cuması).
Devrimin en kritik Cuması da başarıyla atlatıldı. Her Cuma gününe bir isim takmayı gelenek haline getiren Mısırlılar, bu Cuma gününe, Cumatül Nasır adını verdiler. Bu haftanın sloganı da El Şaabu Yaridu Tahrir el Bilad (Halkın isteği ülkenin temizlenmesidir).Tahrir kelimesi Arapçada, özgürleşme anlamındadır. Ancak slogandaki tahrir kelimesi kurtulma anlamında kullanılmıştır; yolsuzluklara bulaşmış, diktatörlüğün temsilcisi olmuş, eski düzenin temsilcilerinden kurtulma anlamında kullanılmıştır.
Zafer Cumasına beklenenden de fazla kitle katılmıştır. Mısır devriminin bu kitlesel katılımla verdiği mesaj, eski düzenle ilgili her belirtiyi silmek için kararlılıkla yola devam ettiği mesajıydı. Meydanlarda yer alan ve bu bilinç algısına önemli bir işaret olan “düzenin temsilcisi sadece mübarek değildi” pankartları sıradan insanların karton parçalarına yansıttığı algılarını ifade ediyor. Bu konuda sözcülerde önemli göndermeler yaptığı gözlemlendi; “devrimin yeni bir safhasına girilmiştir, bu aşama temizlik aşamasıdır, yeninin temellerini kurma aşamasıdır”.
Bu ifadeler, Mısır Arap halkının giriştiği demokrasi ve özgürlük mücadelesinin oturmuş hedef ve algılarına da bir göstergedir.
Zafer Cuması, Mısır halkı için olduğu kadar bu gelişmelerle ilgili bölge ve dünya halklarının da önemle takip ettiği bir gündü. Devrim kitlesinin ısrarı ve kararlılığına önemli bir gösterge günüydü.
Mübarek’in iktidardan çekilmesi ardından gelen süreçte, Mısır halkı mücadelesine aynı kitlesel heyecan ve kararlılıklar devam edip etmeyeceği bu Cuma günü belli olacaktı. Bu aynı zamanda 21. Yüzyıl için Mısır devriminin derinliğini de gösterecek bir gün olacaktı. Sabah erken saatlerde binler ardından yüz binler ve ardından milyonların Tahrir meydanına dolması, bu açıdan büyük önem taşıyordu. Mısır Arap halkı çağdaş siyasal tarihinin en önemli dönemecini, devriminin ve taleplerinin arkasında dik durduğunu göstermiş oldu.
Tahrir meydanı 4 milyon Mısırlıyla dolup taşmıştı. Bu çıkış, sadece Kahire’de değil, İskenderiye, Asyut, PortSaid, İsmailiye, Süveyş, El Feyyum, Zakazik gibi Nil nehri deltasının yoğun nüfuslu tüm kentlerinde aynı coşkuyla gündeme gelmişti. Zafer kutlaması, devrimin kazanımlarına sahip çıkıldığı gösterilmiştir.
Arapların sıkça tekrar edilen atasözlerinden biri, “arkasında talibi ya da sahibi bulunan hiçbir hak ölmez” der. Mısır Arap halkı devriminin arkasında durduğunu ve haklarını sonuna kadar alacağının kararlılığını gösterdi.
Bu satırların yazarı açısından Mısır Arap halk devriminin en önemli belirtisi de bu olmuştur. Devrimin ikinci aşaması, böylesi bir sağlam duruşla başlamış oldu.
Mısır devrimi özellikle izlenmesi gereken bir devrim. Çağımızın en önemli ilk devrimi olması yanı sıra bölge ve ülkemizle yakından ilgisi itibariyle de izlenmeyi gerektiren bir devrim. Bu yazımla birlikte 19 makale yazmış oldum. Süreci günü birlik izleme çabasında okurlarıma bilgi aktarmaya çalıştım. Kıssadan hisse olarak ülkemiz gerçekliğine nelerin yansıyabileceği ve bununla ilgili yükümlülüklere işaret etmeye çalıştım. Solun eski kıstaslarda içene düştüğü fasit dairelere takılmadan, demokrasi ve özgürlüğün çağımızın temel mücadele alanı olduğunu ifade ettim. Devrim algısını, kavramsal açıdan olduğu kadar sosyolojik açıdan da irdeleyerek Mısır devriminin anlam ve mahiyetini ortaya koymaya çalıştım. Buna devam ediyorum.
Bu verilerin ışığında, Mısır devriminin özgünlüğünü göz önüne almadan, 19. Ve 20 yüzyıl devrim algılarıyla bir ölçümün, arayışın yorumun olamayacağını belirtmem gerek; örgütsüz, lidersiz, eski devleti ve iktidara yıkarak ele geçirme kaygısı duymadan, ama sıkı bir kuşatma ve yönlendirmeyle halkın gerçekçi taleplerini ikamesini amaç alan devrim artık 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır deneyinde belirginlik kazandığını ifade etmemiz gerek.
Diğer taraftan, hızına yetişme zorluğu çektiğimiz bölgenin toplumsal kaynamaları üzerine yeni yazılarımızda uzunca durmamız gerekecek. Libya, Yemen, Ürdün, Irak bu kaynamaların hızla ve güçlüce yaygınlık kazandığı görülmektedir. Domino taşları tek tek yıkılırken, bölgemizde ABD-İsrail yörüngesine oturmak isteyen iktidarların içine düştükleri iflas da böylece sergilenmiş olmaktadır. Halkından kopuk yönetimlerin imdadına Amerika’nın da yetişemeyeceği yeterince anlaşılmış oldu.
Bu sürecin halk yararına olan kazanımlarının belirginleşmesi için, sancılı birkaç yıl daha gerekli olacaktır. Ülkemiz halklarımız da bu gelişmelerin etkisi altında toplumsal konumlanışını belirleyecektir. Bölge tüm yönleriyle yeni bir aydınlanma sürecine gireceği ise şimdiden açık olmuştur.
İKİNCİ DÖNEM
Mısır Devrimi ikinci döneminin açılışını başarıyla yaptı. Milyonları meydanlara doldurdu. Bilinçli bir kitle, ne istediğini bilen ve taleplerinin arkasında duran, takip eden bir uygar kitle.
Birinci dönemin perdeleri Diktatör Hüsnü Mübarek’in yıkılışıyla kapanmıştı (11 Şubat 2011). Ancak diktatörlük düzenin devleti tüm kurum ve kadrolarıyla ayakta kalmaya devam etti. İkinci dönem, devrimle düzen arasında her alanda yürüyecek sessiz de olsa kıran kırana sürecek bir mücadele dönemi olacaktır.
Mübarek, yönetimi terk ederken yetkilerini ve devlet idaresini Askeri konseye bıraktı. Bu gelişme, eski düzenin süreceği anlamına geliyordu. Devlet çökmemişti, dağılmamış, boşluk da olmamıştı. Sistem tüm kurum ve kuruluşlarıyla ayakta kalmıştı. Bu da devrimin nelerle yüz yüze kalacağını gösteren en önemli gelişmeydi.
Mısır devrimi bir 21. Yy devrimidir. Özgün yanlarıyla, halkın tüm kesimlerini temsil eden kapsayıcılığı ve sadece aktif çoğunluğun değil, tüm halkın ezici çoğunluğunun onayını almış bir devrimdir. Bu eski düzenin altında ezilmeye mahkum olacağı kitle basıncının da kaynağıdır.
Tahrir meydanında, ülkenin “tahrir” edilmesini isteyen milyonlar, devrimin ikinci evresinde, acilen talep ettiği şartları dile getirdiler; Eski düzene ait, Mübarek’in Ahmet Şefik başbakanlığında atadığı geçici hükümet derhal istifa etmeli, siyasi tutuklulara derhal af ilan edilmeli, sıkıyönetim yasaları derhal iptal edilmeli, yeni anayasa, seçimler gecikmeden yapılmalıdır.Zafer cuması ardından (18 Şubat), Askeri konsey, Mısır yönetimi devrim güçlerinin elinde olduğunu daha çok anlamaya başlamıştır.
Devrim konseyi sözcülerinin şu anlamlı cümleleri mısır devriminin öncü güçlerini algılamamız için çok önemli bir referanstır; “Ordu ülkenin anarşi ortamında boğulmasını engelleyebilir, güvenliği sağlayabilir ama ne demokrasinin ne de Tahririn (geniş anlamda kurtulmanın, özgürleşmenin bn.) garantörü olamaz”
İkinci dönem, çok çetin ve uzun bir dönem olacağı açıktır. Devletin, ordunun, sivil toplumu kuruluşlarının ve bir bütün olarak bir ülkenin stratejilerini, taktiklerini ve bunların derin anlamlarını yeniden şekillendirmek kolay bir girişim değildir. 19. Ve 20. Yüzyıl devrimlerinin radikalliğinin ne türden dengesiz sonuçlar yarattığını göz önüne alınca, topluma yararlı olacak yüz yıllar sonra bile olumlu etkileriyle ciddi bir ilerleme ve atılımı temsil edecek bir evrimci dönüşüm daha da uygar bir tercih gibi duruyor: mısır Arap halkı bunun adımlarını attığını, devriminin ikinci aşamasındaki kararlılığıyla tüm halklara bir umut ufku açmış bulunmaktadır.
Zafer Cuması, kitlesel konumuyla olduğu kadar, İslam Bilim Adamları konseyi Başkanı Yusuf el Kardavi’nin cuma hutbesi ve mesajı önemli işaretlere sahipti. Kardavi, din adamı olarak Filistin davasını desteklemektedir. Sözü belli çevrelerde etki yapan biridir.
Cuma hutbesinde TV ekranlarından izleyicilere, diktatörlük dönemi Mısır’ın Filistin halkına karşı işlediği suçları aktardıktan sonra Gazze ile sınır oluşturan Refah kapısının derhal açılarak halka her türden yardımın yapılmasını istemesi büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Askeri konsey bu coşkun talebini derhal, ilk elden, yeni düzenleme yapılana kadar refah kapısının üç gün açık kalacağını ilan etmesi ve ardından bunun süreklilik kazanması için düzenlemelerin yapılacağını belirtmesi, devrim gücünün nasıl bir basınçla sonuç aldığını da göstermiş oldu.
Bu aynı zamanda Mısır devriminin bölgede tüm dengeleri nasıl alt üst etmeye hazırlandığını da gösteren çok hassas ve önemli bir göstergedir. İsrail hele bir beklesin…
Askeri konseyin, devrim konseyinin ısrarlı talepleriyle dile getirdiği siyasi af talebinin ilk adımı sayılacak adımda atıldı. 240 siyasi mahkum derhal serbest bırakıldı. Bunun arkası da geleceği açıktır. Siyasal af yapmayan bir devrim, devrim olamazdı. Bu bilinci Mısır halkı öylesine derinlemesine kavramıştır ki, en sıradan biri bile bu talebi ısrarla ve kararlılıkla tekrar edip durmaktadır. Arap halklarının, bölgemizin her köşesinde göstermiş olduğu bu duyarlılık kadim tarihinin birikimleri üzerinde tüm insanlığa bir kez daha ışık saçacak atılımların öncüsü olmaya aday olduğunu da göstermiş oldu.
Bu aşamada hızla toparlanıp örgütlenmeye başlayan devrimci güçlerin partileşmesi, uzun sürecek böylesi bir siyasal mücadele için önemli bir başka adımdır. Ancak bu adım devrimlerin başını yiyen bir handikap da olabilir. Siyasetin Bizans oyunları içinde 7 bin yıllık Mısır devletinin dehlizleri içinde kaybolma ihtimali az değildir: bu nedenle halkın coşkusunu sonuna kadar ve mümkün olan en iyi zamanlamayla değişme doğru yönlendirmek gereklidir.
Unutulmamalı ki, eski düzenin siyasi parti mezarlıklarında bir Dinazor hortlağı gibi bekleyen siyasetin kaşarlanmış liberalleri, dini siyasete alet edenleri, ulusalcıları, tarihleri boyunca iki kişiyi bir araya getirememiş algılarıyla, mal bulmuş Mağribi gibi devrim kitlesini çürütecek yönlere çekme ihtimalleri az değildir. Müslüman Kardeşler Örgütünün bu sinsi sessizliği, geride durma çabası bu handikapların başında gelen risktir. Bu her ne kadar Mısır halkının en aktif kesimleri laiklik ısrarını, uygar insan konumlanışlarını ciddi bir kararlılıkla göstermeye her an devam etseler de risk, risktir.
Burada risklerle ilgili uzun bir liste yapılabilir ancak şunu belirtmekle yetineceğim. Zafer Cuması kutlanırken aynı anda, yakın bir alanda “Reis Mübarek’in onuru korunmalıdır” diyen birkaç bin kişi bir araya gelmiştir: aralarında şehit annelerinin de olduğu bu gösteride, Mübarek’in “onurlu bir lider” olduğu, “gerçek hırsızların ise çevresindeki kişiler olduğu”nu dile getiriyordu. Devrimin özgürleştirici etkilerinden istifade ederek sahaya çıkan bu türlerin bile devrim için izlenmesi gereken birer tehlike unsuru olduğu bilinmelidir.
Mısır devriminin ikinci aşaması, şekillenecek yeni parlamento, oluşturulacak yeni anayasa, partiler yasası, düşünce, örgütlenme ve basım yayın özgürlüklerinin güvenli bir tarzda ikame edilmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle belirginlik kazanacaktır. Bu süreçte yeni kurum ve yasal konumlanış gerçekleşirken, eski düzenin kirlerinden kurtuluş mücadelesi, eski yöneticilerin, yolsuzluklara bulaşmış olanların, insan hakları ihlalleri ve katliamların sorumlularının adil bir şekilde yargı kararlarına dayanarak aşılması gerekmektedir. Bu süreçte hiç kimseye en barbar olanlara bile hukuksuzluk yapılmaması Mısır’ın geleceği için çok önem taşıyan hukuk ikamesi ve adaletin şaibesiz olmasına bir işaret sayılacaktır.
Mısır devriminin rahminden doğacak çok önemli sonuçlar daha olacaktır, ikinci dönem bu açıdan büyük öneme sahiptir.
Bu gelişmeler, göle atılan bir taşın yarattığı, halka dalgalarının kıyıya vurması gibi bölgemize ve halklarımıza yayılacak önemli mesajları taşıyacaktır. Mısırdaki gelişmeler, iktidarlara olduğu kadar halklarımıza da bir yol haritası olarak yansıması buradan beslenecektir. Bu aynı zamanda, ülkemiz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yol haritasına bir katkı olarak yansır.
BÖLGENİN DEVAM EDEN KAYNAMASI
Mısır devrimini Tunus devrimi tetikledi. Dıştan bakınca çok anlaşılmayan, ancak herkesin öncelikle kendini iyi tanıdığı gerçeğinden hareketle, Tunus’ta Zeynel Abiddin bin Ali, küçük bir sarsıntıda kaçmayı uygun gördü (14 Ocak 2011). Ardandan Mısır geldi. Mübarek çok kararlı gibi göründü, o da dayanamadı. İstifasını verdi; Aile içinden gelen haberler Küçük oğlu cemal’i ve karısı olan Suzan Sait Mübarek’e ağır suçlamalar yaparak “ülkeme ve tarihime leke sürdünüz” dediği belirtilmektedir. Geç kalmış, faydasız bir özeleştiri gibi duran bu söylemler tüm iktidarlara bir mesaj olmalıdır.
Mısır devrimi ardından, en yoğun ayaklanmalar Yemen’de, Bahreyn’de ve Libya’da devam ediyor: Ürdün ve Irak eli kulağında ha patladı ha patlayacak bir koşul içindedir.
Libya ve Yemen, Tunus, Mısır; Ürdün ve Bahreyn gibi ülkelerle benzerlikleri yanı sıra oldukça farklılıklar taşıyor. Bu her iki ülke, Arap halkının dış politikadaki referansları dışına yeni yeni çıkmaya başlayan ve ABD ile ilişkilerini hızla uyumlu bir politika haline getiren ülkeler olmakla diğer örneklere yaklaştığı gözlemlenmekteydi.
Yemen, ciddi iç sorunlarla uzun zamandır boğuşmakta. Husilerle süren savaşı ve baskıcı yönetimi, Demokratik Yemen’in savaşla tasfiye edilmesi ve Güney Yemen halkının ağır bir ötekileştirilme konumuna düşmesi, özellikle 2003 Irak savaşı sonrası yanlış yapılan hesaplarla ABD menşeli, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) mihverinde olma eğilimine girmesi, Yemen yönetimini oldukça gerici bir konuma yuvarlanmıştı. Bu sorunların bileşkesiyle Yemen halkının tepkileri gündeme geldi. Yemen lideri Ali Abdullah Salih’in subay oğlunu halef seçme hazırlıkları, kendi egemenliğini uzatma istekleri halkın çözüm bekleyen sorunlara üzerine bindikçe tepkilerde hızla ayaklanma boyutu kazanmaya başladı.
Yemen yönetimi yıkılmaya en yakın yerde sorunlarıyla boğuşmaktadır. Bunun da ötesinde, halkı ikna edebilecek hiçbir taviz kalmamıştır. Mısır’da gördüğümüz gibi her taviz, zamanı halkın lehine işleyen bir mekanizmaya çevirmektedir. Halk düzenin yıkılmasını istemekte ve bunu başarmaya doğru ilerlemektedir. Özellikle Medyanın bilgi dönüşümüyle sağladığı veriler, bu süreci tüm ülkelerde eş zamanlı bir hareket haline getirmektedir.
Libya’da halkın ayaklanması, bir son halka olarak sürece katıldı. Ancak çok hızlı geliştiği ve çok kanlı olduğu görülmektedir. Libya’nın ikinci büyük şehri Bingazi’nin düştüğü haberleri bu satırlar yazılırken gelmeye başladı. Libya, her haliyle bölgede önemli bir ülkedir. Libya yönetiminin halklarla dostluğu da bilinen bir gerçektir. Hesapsız, dengesiz çıkışlarıyla belirlediği politikasına rağmen Kaddafi’nin ülkesi, ciddi iç reformlara ihtiyaç duyan bir ülkedir. Sonuçta Libya halkı kendi tercihini en iyi yönde, demokrasi ve özgürlük yönünde belirleyeceğini ummak gerek.
Bahreyn’de sorunlar hızla keskinleşiyor. 600 km² olan bu küçük ülke, prenslikten karlığı değişim kararı alırken içine düştüğü komik hal, hüküm süren aşiretin yönettiği nüfusun %80’i farklı bir mezhepsel dokudan olmasını hesaba katmıyordu. Kamu işlerinde olduğu kadar, özel iş fırsatlarında yabancı işçilere daha çok yer verilerek kendi halkını ötekileştiren tutumlar içinde olunması, ülkenin demografik yapısıyla bu yabancı işçilerle değiştirmeye kalkışılması, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmaması Bahreyn’i domino taşları arasına sokmuştur.
Bahreyn Arap halkı ülkelerini ve yönetimlerini değiştirebilecek, en azından ciddi reformlar yapmaya zorlayacak bir güçte olduğunu gösteriyor. Bu değişim bölgemizin genel demokratikleşmesine önemli bir katkı olarak sunulacaktır.
Bu gelişmelerle birlikte bölgemizi, dünyanın en demokratik açılımına sahne olan bir bölge olarak tanımlamak yanlış değildir. Bu gelişmelerin ülkemizdeki demokratik açılımlara nasıl yansıyacağı ise bizi ilgilendiren bir sorun olarak belirsizliğini korumaktadır. Bu konuda, son yazılarımda Türkiye’nin umudu olarak Kürt halkını işaret ederken dayandığım en önemli zemin, Kürt halkının dinamizmini koruyan demokrasi ve özgürlük hareketidir. Bir kırılma olacaksa bu halkın hepimiz adına yapacağı kırılmayla başarılacaktır. Bunun için hepimizin omuz vermesi gereken bir hareket olarak tanımlamak yanlış değildir.
ABD VETOSU
Bölgemiz böylesi bir boyutta ayağa kalkmışken, ABD’nin bir kez daha, hesapsız ve bir o kadar pervasızca, bölge halklarına baskı ve dayatma olarak BM Güvenlik Konseyinde oylanan, “İsrail’in, Kudüs’te yeni yerleşim birimleri kurma girişimini yeniden başlatmasını kınama kararı”na engel koyması, vetosunu kullanarak İsrail’i engellemek bir yana kınamak bile yasaktır demesi, bir kez daha ağır ve derin bir yara olarak halkların beynine işlemiş oldu.
Bu pervasız duruşla ABD ve İsrail bir kez daha ve bin kez daha kaybetmiş oldu. Artık bölgemizin demokratikleşme süreci ilerledikçe, bunu bedelinin ağır ödeyeceği çok açık oldu.
Amerika, en yakın müttefiki Mübarek’i terk ederek ortaya koyduğu tutumla dostluğuna asla güvenilmeyecek bir ülke olduğunu bir kez daha sergiledi. Bu, bölgedeki tüm yönetimler için bir derstir. ABD demek, İsrail demektir. Bölge halkları ve özellikle iktidarları, bunu bilmeli ve buna göre düşünüp, davranmalıdır.
Bu dersin en yoğun etkilerini Filistin’de izleyeceğimiz kesindir. Mahmut Abbas yönetiminin, belge ve kanıtlarla, İsrail kuklası olduğu gerçeği açığa çıkışı, bölgedeki büyük kaynamalar arasında kaynayacak bir olay değildir. Sıra Filistin davasının dünyaca oluşturduğu değerleri yiyip bitiren yönetime de gelip dayanması kaçınılmazdır.
Basit bir kınama kararına bile Veto koyan ABD kuklası Filistin yönetimi, Filistin halkını temsil edemeyeceği açıktır. 2 yıldır süresi bitmiş olmasına karşın İsrail ve gerici Arap rejimlerince ayakta tutunan El fetih başına çöreklenmiş bu çevreler, çöken diktatörlüklerle zamandaş olarak çöküp gidecektir.
Artık, ne bu yönetimler ne de İsrail kimseyi aldatma durumunda olamayacaktır. İsrail Siyonistlerinin, ikili uzlaşma adı altında Arap halkını oyalamaya, uyumlaştırmaya çalışan siyasetleri, Oslo anlaşmasından bu yana süren iflaslarla son sınırına gelmiş bulunmaktadır.
Bundan sonrası, Arap halkının dört bir yönden İsrail’i kuşatması ve haklı taleplerini elde etme süreci olarak belirecektir. Bu süreçte Siyonistlerin bir ahmaklık yaparak savaşa yol açacak girişimlerinin bedeli de çok ağır ödetilecektir. Böylesi bir savaş adımı ise, çok kapsamlı ve çok yıkıcı olacağı gibi, İsrail’in hükümran olduğu topraklardan bölüm bölüm de olsa, Filistin toprakları özgürleştirilecektir. Gelişmeler bunun güvencesidir.
Bölgenin güçler dengesi artık çok uzun yıllar, geri dönüşü mümkün olmayan şekilde halkın lehine değişim göstermiştir.
Kıssadan hissemiz,
Ülkemizi felakete götürecek süreçlerden uzak olmaya yönelik önermeler olmalıdır. İktidarlar artık aklını başına almalı, halkta korkusuzca haklarının arkasında durduğunu göstermelidir. Diyalog yolunu tıkamadan gerçekçi demokratik dönüşümler ikame edilmelidir. Farklılıklarımızı eşit kurucular olarak tespit edecek olan demokratik anayasa yasa ve kurumlarla bu hakları güvenceye almalıdır.
Bu süreçte, iktidarlar halka hizmet etmenin onların haklarını teslim etmenin yollarını açmayı, öncelikli görevleri saymalıdır. Halk bunun takipçisi olmalı görevlerini yerine getirmeyenlere karşı, korkuların yenmiş bir halk olarak meydanları doldurmalıdır.
Korkularımızı yendiğimiz zaman, demokrasi ve özgürlüğün önüne geçen tüm perdelerin birer sis perdesi olduğu görülecektir. Vehimleri açığa çıkarmanın yolu onları sınamaktır.
Meydanlar bu insani hak ve hukuk hedefini seçmiş olan milyonları misafir edecek kadar geniştir.
Cumatül Nasır (Zafer Cuması)
Mihrac Ural
19 Şubat 2011
Dün Mısır devriminin 25. Günü (25 Ocak – 18 Şubat 2011 Zafer Cuması).
Devrimin en kritik Cuması da başarıyla atlatıldı. Her Cuma gününe bir isim takmayı gelenek haline getiren Mısırlılar, bu Cuma gününe, Cumatül Nasır adını verdiler. Bu haftanın sloganı da El Şaabu Yaridu Tahrir el Bilad (Halkın isteği ülkenin temizlenmesidir).Tahrir kelimesi Arapçada, özgürleşme anlamındadır. Ancak slogandaki tahrir kelimesi kurtulma anlamında kullanılmıştır; yolsuzluklara bulaşmış, diktatörlüğün temsilcisi olmuş, eski düzenin temsilcilerinden kurtulma anlamında kullanılmıştır.
Zafer Cumasına beklenenden de fazla kitle katılmıştır. Mısır devriminin bu kitlesel katılımla verdiği mesaj, eski düzenle ilgili her belirtiyi silmek için kararlılıkla yola devam ettiği mesajıydı. Meydanlarda yer alan ve bu bilinç algısına önemli bir işaret olan “düzenin temsilcisi sadece mübarek değildi” pankartları sıradan insanların karton parçalarına yansıttığı algılarını ifade ediyor. Bu konuda sözcülerde önemli göndermeler yaptığı gözlemlendi; “devrimin yeni bir safhasına girilmiştir, bu aşama temizlik aşamasıdır, yeninin temellerini kurma aşamasıdır”.
Bu ifadeler, Mısır Arap halkının giriştiği demokrasi ve özgürlük mücadelesinin oturmuş hedef ve algılarına da bir göstergedir.
Zafer Cuması, Mısır halkı için olduğu kadar bu gelişmelerle ilgili bölge ve dünya halklarının da önemle takip ettiği bir gündü. Devrim kitlesinin ısrarı ve kararlılığına önemli bir gösterge günüydü.
Mübarek’in iktidardan çekilmesi ardından gelen süreçte, Mısır halkı mücadelesine aynı kitlesel heyecan ve kararlılıklar devam edip etmeyeceği bu Cuma günü belli olacaktı. Bu aynı zamanda 21. Yüzyıl için Mısır devriminin derinliğini de gösterecek bir gün olacaktı. Sabah erken saatlerde binler ardından yüz binler ve ardından milyonların Tahrir meydanına dolması, bu açıdan büyük önem taşıyordu. Mısır Arap halkı çağdaş siyasal tarihinin en önemli dönemecini, devriminin ve taleplerinin arkasında dik durduğunu göstermiş oldu.
Tahrir meydanı 4 milyon Mısırlıyla dolup taşmıştı. Bu çıkış, sadece Kahire’de değil, İskenderiye, Asyut, PortSaid, İsmailiye, Süveyş, El Feyyum, Zakazik gibi Nil nehri deltasının yoğun nüfuslu tüm kentlerinde aynı coşkuyla gündeme gelmişti. Zafer kutlaması, devrimin kazanımlarına sahip çıkıldığı gösterilmiştir.
Arapların sıkça tekrar edilen atasözlerinden biri, “arkasında talibi ya da sahibi bulunan hiçbir hak ölmez” der. Mısır Arap halkı devriminin arkasında durduğunu ve haklarını sonuna kadar alacağının kararlılığını gösterdi.
Bu satırların yazarı açısından Mısır Arap halk devriminin en önemli belirtisi de bu olmuştur. Devrimin ikinci aşaması, böylesi bir sağlam duruşla başlamış oldu.
Mısır devrimi özellikle izlenmesi gereken bir devrim. Çağımızın en önemli ilk devrimi olması yanı sıra bölge ve ülkemizle yakından ilgisi itibariyle de izlenmeyi gerektiren bir devrim. Bu yazımla birlikte 19 makale yazmış oldum. Süreci günü birlik izleme çabasında okurlarıma bilgi aktarmaya çalıştım. Kıssadan hisse olarak ülkemiz gerçekliğine nelerin yansıyabileceği ve bununla ilgili yükümlülüklere işaret etmeye çalıştım. Solun eski kıstaslarda içene düştüğü fasit dairelere takılmadan, demokrasi ve özgürlüğün çağımızın temel mücadele alanı olduğunu ifade ettim. Devrim algısını, kavramsal açıdan olduğu kadar sosyolojik açıdan da irdeleyerek Mısır devriminin anlam ve mahiyetini ortaya koymaya çalıştım. Buna devam ediyorum.
Bu verilerin ışığında, Mısır devriminin özgünlüğünü göz önüne almadan, 19. Ve 20 yüzyıl devrim algılarıyla bir ölçümün, arayışın yorumun olamayacağını belirtmem gerek; örgütsüz, lidersiz, eski devleti ve iktidara yıkarak ele geçirme kaygısı duymadan, ama sıkı bir kuşatma ve yönlendirmeyle halkın gerçekçi taleplerini ikamesini amaç alan devrim artık 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır deneyinde belirginlik kazandığını ifade etmemiz gerek.
Diğer taraftan, hızına yetişme zorluğu çektiğimiz bölgenin toplumsal kaynamaları üzerine yeni yazılarımızda uzunca durmamız gerekecek. Libya, Yemen, Ürdün, Irak bu kaynamaların hızla ve güçlüce yaygınlık kazandığı görülmektedir. Domino taşları tek tek yıkılırken, bölgemizde ABD-İsrail yörüngesine oturmak isteyen iktidarların içine düştükleri iflas da böylece sergilenmiş olmaktadır. Halkından kopuk yönetimlerin imdadına Amerika’nın da yetişemeyeceği yeterince anlaşılmış oldu.
Bu sürecin halk yararına olan kazanımlarının belirginleşmesi için, sancılı birkaç yıl daha gerekli olacaktır. Ülkemiz halklarımız da bu gelişmelerin etkisi altında toplumsal konumlanışını belirleyecektir. Bölge tüm yönleriyle yeni bir aydınlanma sürecine gireceği ise şimdiden açık olmuştur.
İKİNCİ DÖNEM
Mısır Devrimi ikinci döneminin açılışını başarıyla yaptı. Milyonları meydanlara doldurdu. Bilinçli bir kitle, ne istediğini bilen ve taleplerinin arkasında duran, takip eden bir uygar kitle.
Birinci dönemin perdeleri Diktatör Hüsnü Mübarek’in yıkılışıyla kapanmıştı (11 Şubat 2011). Ancak diktatörlük düzenin devleti tüm kurum ve kadrolarıyla ayakta kalmaya devam etti. İkinci dönem, devrimle düzen arasında her alanda yürüyecek sessiz de olsa kıran kırana sürecek bir mücadele dönemi olacaktır.
Mübarek, yönetimi terk ederken yetkilerini ve devlet idaresini Askeri konseye bıraktı. Bu gelişme, eski düzenin süreceği anlamına geliyordu. Devlet çökmemişti, dağılmamış, boşluk da olmamıştı. Sistem tüm kurum ve kuruluşlarıyla ayakta kalmıştı. Bu da devrimin nelerle yüz yüze kalacağını gösteren en önemli gelişmeydi.
Mısır devrimi bir 21. Yy devrimidir. Özgün yanlarıyla, halkın tüm kesimlerini temsil eden kapsayıcılığı ve sadece aktif çoğunluğun değil, tüm halkın ezici çoğunluğunun onayını almış bir devrimdir. Bu eski düzenin altında ezilmeye mahkum olacağı kitle basıncının da kaynağıdır.
Tahrir meydanında, ülkenin “tahrir” edilmesini isteyen milyonlar, devrimin ikinci evresinde, acilen talep ettiği şartları dile getirdiler; Eski düzene ait, Mübarek’in Ahmet Şefik başbakanlığında atadığı geçici hükümet derhal istifa etmeli, siyasi tutuklulara derhal af ilan edilmeli, sıkıyönetim yasaları derhal iptal edilmeli, yeni anayasa, seçimler gecikmeden yapılmalıdır.Zafer cuması ardından (18 Şubat), Askeri konsey, Mısır yönetimi devrim güçlerinin elinde olduğunu daha çok anlamaya başlamıştır.
Devrim konseyi sözcülerinin şu anlamlı cümleleri mısır devriminin öncü güçlerini algılamamız için çok önemli bir referanstır; “Ordu ülkenin anarşi ortamında boğulmasını engelleyebilir, güvenliği sağlayabilir ama ne demokrasinin ne de Tahririn (geniş anlamda kurtulmanın, özgürleşmenin bn.) garantörü olamaz”
İkinci dönem, çok çetin ve uzun bir dönem olacağı açıktır. Devletin, ordunun, sivil toplumu kuruluşlarının ve bir bütün olarak bir ülkenin stratejilerini, taktiklerini ve bunların derin anlamlarını yeniden şekillendirmek kolay bir girişim değildir. 19. Ve 20. Yüzyıl devrimlerinin radikalliğinin ne türden dengesiz sonuçlar yarattığını göz önüne alınca, topluma yararlı olacak yüz yıllar sonra bile olumlu etkileriyle ciddi bir ilerleme ve atılımı temsil edecek bir evrimci dönüşüm daha da uygar bir tercih gibi duruyor: mısır Arap halkı bunun adımlarını attığını, devriminin ikinci aşamasındaki kararlılığıyla tüm halklara bir umut ufku açmış bulunmaktadır.
Zafer Cuması, kitlesel konumuyla olduğu kadar, İslam Bilim Adamları konseyi Başkanı Yusuf el Kardavi’nin cuma hutbesi ve mesajı önemli işaretlere sahipti. Kardavi, din adamı olarak Filistin davasını desteklemektedir. Sözü belli çevrelerde etki yapan biridir.
Cuma hutbesinde TV ekranlarından izleyicilere, diktatörlük dönemi Mısır’ın Filistin halkına karşı işlediği suçları aktardıktan sonra Gazze ile sınır oluşturan Refah kapısının derhal açılarak halka her türden yardımın yapılmasını istemesi büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Askeri konsey bu coşkun talebini derhal, ilk elden, yeni düzenleme yapılana kadar refah kapısının üç gün açık kalacağını ilan etmesi ve ardından bunun süreklilik kazanması için düzenlemelerin yapılacağını belirtmesi, devrim gücünün nasıl bir basınçla sonuç aldığını da göstermiş oldu.
Bu aynı zamanda Mısır devriminin bölgede tüm dengeleri nasıl alt üst etmeye hazırlandığını da gösteren çok hassas ve önemli bir göstergedir. İsrail hele bir beklesin…
Askeri konseyin, devrim konseyinin ısrarlı talepleriyle dile getirdiği siyasi af talebinin ilk adımı sayılacak adımda atıldı. 240 siyasi mahkum derhal serbest bırakıldı. Bunun arkası da geleceği açıktır. Siyasal af yapmayan bir devrim, devrim olamazdı. Bu bilinci Mısır halkı öylesine derinlemesine kavramıştır ki, en sıradan biri bile bu talebi ısrarla ve kararlılıkla tekrar edip durmaktadır. Arap halklarının, bölgemizin her köşesinde göstermiş olduğu bu duyarlılık kadim tarihinin birikimleri üzerinde tüm insanlığa bir kez daha ışık saçacak atılımların öncüsü olmaya aday olduğunu da göstermiş oldu.
Bu aşamada hızla toparlanıp örgütlenmeye başlayan devrimci güçlerin partileşmesi, uzun sürecek böylesi bir siyasal mücadele için önemli bir başka adımdır. Ancak bu adım devrimlerin başını yiyen bir handikap da olabilir. Siyasetin Bizans oyunları içinde 7 bin yıllık Mısır devletinin dehlizleri içinde kaybolma ihtimali az değildir: bu nedenle halkın coşkusunu sonuna kadar ve mümkün olan en iyi zamanlamayla değişme doğru yönlendirmek gereklidir.
Unutulmamalı ki, eski düzenin siyasi parti mezarlıklarında bir Dinazor hortlağı gibi bekleyen siyasetin kaşarlanmış liberalleri, dini siyasete alet edenleri, ulusalcıları, tarihleri boyunca iki kişiyi bir araya getirememiş algılarıyla, mal bulmuş Mağribi gibi devrim kitlesini çürütecek yönlere çekme ihtimalleri az değildir. Müslüman Kardeşler Örgütünün bu sinsi sessizliği, geride durma çabası bu handikapların başında gelen risktir. Bu her ne kadar Mısır halkının en aktif kesimleri laiklik ısrarını, uygar insan konumlanışlarını ciddi bir kararlılıkla göstermeye her an devam etseler de risk, risktir.
Burada risklerle ilgili uzun bir liste yapılabilir ancak şunu belirtmekle yetineceğim. Zafer Cuması kutlanırken aynı anda, yakın bir alanda “Reis Mübarek’in onuru korunmalıdır” diyen birkaç bin kişi bir araya gelmiştir: aralarında şehit annelerinin de olduğu bu gösteride, Mübarek’in “onurlu bir lider” olduğu, “gerçek hırsızların ise çevresindeki kişiler olduğu”nu dile getiriyordu. Devrimin özgürleştirici etkilerinden istifade ederek sahaya çıkan bu türlerin bile devrim için izlenmesi gereken birer tehlike unsuru olduğu bilinmelidir.
Mısır devriminin ikinci aşaması, şekillenecek yeni parlamento, oluşturulacak yeni anayasa, partiler yasası, düşünce, örgütlenme ve basım yayın özgürlüklerinin güvenli bir tarzda ikame edilmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle belirginlik kazanacaktır. Bu süreçte yeni kurum ve yasal konumlanış gerçekleşirken, eski düzenin kirlerinden kurtuluş mücadelesi, eski yöneticilerin, yolsuzluklara bulaşmış olanların, insan hakları ihlalleri ve katliamların sorumlularının adil bir şekilde yargı kararlarına dayanarak aşılması gerekmektedir. Bu süreçte hiç kimseye en barbar olanlara bile hukuksuzluk yapılmaması Mısır’ın geleceği için çok önem taşıyan hukuk ikamesi ve adaletin şaibesiz olmasına bir işaret sayılacaktır.
Mısır devriminin rahminden doğacak çok önemli sonuçlar daha olacaktır, ikinci dönem bu açıdan büyük öneme sahiptir.
Bu gelişmeler, göle atılan bir taşın yarattığı, halka dalgalarının kıyıya vurması gibi bölgemize ve halklarımıza yayılacak önemli mesajları taşıyacaktır. Mısırdaki gelişmeler, iktidarlara olduğu kadar halklarımıza da bir yol haritası olarak yansıması buradan beslenecektir. Bu aynı zamanda, ülkemiz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yol haritasına bir katkı olarak yansır.
BÖLGENİN DEVAM EDEN KAYNAMASI
Mısır devrimini Tunus devrimi tetikledi. Dıştan bakınca çok anlaşılmayan, ancak herkesin öncelikle kendini iyi tanıdığı gerçeğinden hareketle, Tunus’ta Zeynel Abiddin bin Ali, küçük bir sarsıntıda kaçmayı uygun gördü (14 Ocak 2011). Ardandan Mısır geldi. Mübarek çok kararlı gibi göründü, o da dayanamadı. İstifasını verdi; Aile içinden gelen haberler Küçük oğlu cemal’i ve karısı olan Suzan Sait Mübarek’e ağır suçlamalar yaparak “ülkeme ve tarihime leke sürdünüz” dediği belirtilmektedir. Geç kalmış, faydasız bir özeleştiri gibi duran bu söylemler tüm iktidarlara bir mesaj olmalıdır.
Mısır devrimi ardından, en yoğun ayaklanmalar Yemen’de, Bahreyn’de ve Libya’da devam ediyor: Ürdün ve Irak eli kulağında ha patladı ha patlayacak bir koşul içindedir.
Libya ve Yemen, Tunus, Mısır; Ürdün ve Bahreyn gibi ülkelerle benzerlikleri yanı sıra oldukça farklılıklar taşıyor. Bu her iki ülke, Arap halkının dış politikadaki referansları dışına yeni yeni çıkmaya başlayan ve ABD ile ilişkilerini hızla uyumlu bir politika haline getiren ülkeler olmakla diğer örneklere yaklaştığı gözlemlenmekteydi.
Yemen, ciddi iç sorunlarla uzun zamandır boğuşmakta. Husilerle süren savaşı ve baskıcı yönetimi, Demokratik Yemen’in savaşla tasfiye edilmesi ve Güney Yemen halkının ağır bir ötekileştirilme konumuna düşmesi, özellikle 2003 Irak savaşı sonrası yanlış yapılan hesaplarla ABD menşeli, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) mihverinde olma eğilimine girmesi, Yemen yönetimini oldukça gerici bir konuma yuvarlanmıştı. Bu sorunların bileşkesiyle Yemen halkının tepkileri gündeme geldi. Yemen lideri Ali Abdullah Salih’in subay oğlunu halef seçme hazırlıkları, kendi egemenliğini uzatma istekleri halkın çözüm bekleyen sorunlara üzerine bindikçe tepkilerde hızla ayaklanma boyutu kazanmaya başladı.
Yemen yönetimi yıkılmaya en yakın yerde sorunlarıyla boğuşmaktadır. Bunun da ötesinde, halkı ikna edebilecek hiçbir taviz kalmamıştır. Mısır’da gördüğümüz gibi her taviz, zamanı halkın lehine işleyen bir mekanizmaya çevirmektedir. Halk düzenin yıkılmasını istemekte ve bunu başarmaya doğru ilerlemektedir. Özellikle Medyanın bilgi dönüşümüyle sağladığı veriler, bu süreci tüm ülkelerde eş zamanlı bir hareket haline getirmektedir.
Libya’da halkın ayaklanması, bir son halka olarak sürece katıldı. Ancak çok hızlı geliştiği ve çok kanlı olduğu görülmektedir. Libya’nın ikinci büyük şehri Bingazi’nin düştüğü haberleri bu satırlar yazılırken gelmeye başladı. Libya, her haliyle bölgede önemli bir ülkedir. Libya yönetiminin halklarla dostluğu da bilinen bir gerçektir. Hesapsız, dengesiz çıkışlarıyla belirlediği politikasına rağmen Kaddafi’nin ülkesi, ciddi iç reformlara ihtiyaç duyan bir ülkedir. Sonuçta Libya halkı kendi tercihini en iyi yönde, demokrasi ve özgürlük yönünde belirleyeceğini ummak gerek.
Bahreyn’de sorunlar hızla keskinleşiyor. 600 km² olan bu küçük ülke, prenslikten karlığı değişim kararı alırken içine düştüğü komik hal, hüküm süren aşiretin yönettiği nüfusun %80’i farklı bir mezhepsel dokudan olmasını hesaba katmıyordu. Kamu işlerinde olduğu kadar, özel iş fırsatlarında yabancı işçilere daha çok yer verilerek kendi halkını ötekileştiren tutumlar içinde olunması, ülkenin demografik yapısıyla bu yabancı işçilerle değiştirmeye kalkışılması, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmaması Bahreyn’i domino taşları arasına sokmuştur.
Bahreyn Arap halkı ülkelerini ve yönetimlerini değiştirebilecek, en azından ciddi reformlar yapmaya zorlayacak bir güçte olduğunu gösteriyor. Bu değişim bölgemizin genel demokratikleşmesine önemli bir katkı olarak sunulacaktır.
Bu gelişmelerle birlikte bölgemizi, dünyanın en demokratik açılımına sahne olan bir bölge olarak tanımlamak yanlış değildir. Bu gelişmelerin ülkemizdeki demokratik açılımlara nasıl yansıyacağı ise bizi ilgilendiren bir sorun olarak belirsizliğini korumaktadır. Bu konuda, son yazılarımda Türkiye’nin umudu olarak Kürt halkını işaret ederken dayandığım en önemli zemin, Kürt halkının dinamizmini koruyan demokrasi ve özgürlük hareketidir. Bir kırılma olacaksa bu halkın hepimiz adına yapacağı kırılmayla başarılacaktır. Bunun için hepimizin omuz vermesi gereken bir hareket olarak tanımlamak yanlış değildir.
ABD VETOSU
Bölgemiz böylesi bir boyutta ayağa kalkmışken, ABD’nin bir kez daha, hesapsız ve bir o kadar pervasızca, bölge halklarına baskı ve dayatma olarak BM Güvenlik Konseyinde oylanan, “İsrail’in, Kudüs’te yeni yerleşim birimleri kurma girişimini yeniden başlatmasını kınama kararı”na engel koyması, vetosunu kullanarak İsrail’i engellemek bir yana kınamak bile yasaktır demesi, bir kez daha ağır ve derin bir yara olarak halkların beynine işlemiş oldu.
Bu pervasız duruşla ABD ve İsrail bir kez daha ve bin kez daha kaybetmiş oldu. Artık bölgemizin demokratikleşme süreci ilerledikçe, bunu bedelinin ağır ödeyeceği çok açık oldu.
Amerika, en yakın müttefiki Mübarek’i terk ederek ortaya koyduğu tutumla dostluğuna asla güvenilmeyecek bir ülke olduğunu bir kez daha sergiledi. Bu, bölgedeki tüm yönetimler için bir derstir. ABD demek, İsrail demektir. Bölge halkları ve özellikle iktidarları, bunu bilmeli ve buna göre düşünüp, davranmalıdır.
Bu dersin en yoğun etkilerini Filistin’de izleyeceğimiz kesindir. Mahmut Abbas yönetiminin, belge ve kanıtlarla, İsrail kuklası olduğu gerçeği açığa çıkışı, bölgedeki büyük kaynamalar arasında kaynayacak bir olay değildir. Sıra Filistin davasının dünyaca oluşturduğu değerleri yiyip bitiren yönetime de gelip dayanması kaçınılmazdır.
Basit bir kınama kararına bile Veto koyan ABD kuklası Filistin yönetimi, Filistin halkını temsil edemeyeceği açıktır. 2 yıldır süresi bitmiş olmasına karşın İsrail ve gerici Arap rejimlerince ayakta tutunan El fetih başına çöreklenmiş bu çevreler, çöken diktatörlüklerle zamandaş olarak çöküp gidecektir.
Artık, ne bu yönetimler ne de İsrail kimseyi aldatma durumunda olamayacaktır. İsrail Siyonistlerinin, ikili uzlaşma adı altında Arap halkını oyalamaya, uyumlaştırmaya çalışan siyasetleri, Oslo anlaşmasından bu yana süren iflaslarla son sınırına gelmiş bulunmaktadır.
Bundan sonrası, Arap halkının dört bir yönden İsrail’i kuşatması ve haklı taleplerini elde etme süreci olarak belirecektir. Bu süreçte Siyonistlerin bir ahmaklık yaparak savaşa yol açacak girişimlerinin bedeli de çok ağır ödetilecektir. Böylesi bir savaş adımı ise, çok kapsamlı ve çok yıkıcı olacağı gibi, İsrail’in hükümran olduğu topraklardan bölüm bölüm de olsa, Filistin toprakları özgürleştirilecektir. Gelişmeler bunun güvencesidir.
Bölgenin güçler dengesi artık çok uzun yıllar, geri dönüşü mümkün olmayan şekilde halkın lehine değişim göstermiştir.
Kıssadan hissemiz,
Ülkemizi felakete götürecek süreçlerden uzak olmaya yönelik önermeler olmalıdır. İktidarlar artık aklını başına almalı, halkta korkusuzca haklarının arkasında durduğunu göstermelidir. Diyalog yolunu tıkamadan gerçekçi demokratik dönüşümler ikame edilmelidir. Farklılıklarımızı eşit kurucular olarak tespit edecek olan demokratik anayasa yasa ve kurumlarla bu hakları güvenceye almalıdır.
Bu süreçte, iktidarlar halka hizmet etmenin onların haklarını teslim etmenin yollarını açmayı, öncelikli görevleri saymalıdır. Halk bunun takipçisi olmalı görevlerini yerine getirmeyenlere karşı, korkuların yenmiş bir halk olarak meydanları doldurmalıdır.
Korkularımızı yendiğimiz zaman, demokrasi ve özgürlüğün önüne geçen tüm perdelerin birer sis perdesi olduğu görülecektir. Vehimleri açığa çıkarmanın yolu onları sınamaktır.
Meydanlar bu insani hak ve hukuk hedefini seçmiş olan milyonları misafir edecek kadar geniştir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder