HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

19 Şubat 2011 Cumartesi

MISIR, İLERİ BİR ADIM DAHA..

Mısır devrim süreciyle ilgili 19. yazı

Cumatül Nasır (Zafer Cuması)


Mihrac Ural
19 Şubat 2011

Dün Mısır devriminin 25. Günü (25 Ocak – 18 Şubat 2011 Zafer Cuması).

Devrimin en kritik Cuması da başarıyla atlatıldı. Her Cuma gününe bir isim takmayı gelenek haline getiren Mısırlılar, bu Cuma gününe, Cumatül Nasır adını verdiler. Bu haftanın sloganı da El Şaabu Yaridu Tahrir el Bilad (Halkın isteği ülkenin temizlenmesidir).Tahrir kelimesi Arapçada, özgürleşme anlamındadır. Ancak slogandaki tahrir kelimesi kurtulma anlamında kullanılmıştır; yolsuzluklara bulaşmış, diktatörlüğün temsilcisi olmuş, eski düzenin temsilcilerinden kurtulma anlamında kullanılmıştır.

Zafer Cumasına beklenenden de fazla kitle katılmıştır. Mısır devriminin bu kitlesel katılımla verdiği mesaj, eski düzenle ilgili her belirtiyi silmek için kararlılıkla yola devam ettiği mesajıydı. Meydanlarda yer alan ve bu bilinç algısına önemli bir işaret olan “düzenin temsilcisi sadece mübarek değildi” pankartları sıradan insanların karton parçalarına yansıttığı algılarını ifade ediyor. Bu konuda sözcülerde önemli göndermeler yaptığı gözlemlendi; “devrimin yeni bir safhasına girilmiştir, bu aşama temizlik aşamasıdır, yeninin temellerini kurma aşamasıdır”.

Bu ifadeler, Mısır Arap halkının giriştiği demokrasi ve özgürlük mücadelesinin oturmuş hedef ve algılarına da bir göstergedir.

Zafer Cuması, Mısır halkı için olduğu kadar bu gelişmelerle ilgili bölge ve dünya halklarının da önemle takip ettiği bir gündü. Devrim kitlesinin ısrarı ve kararlılığına önemli bir gösterge günüydü.

Mübarek’in iktidardan çekilmesi ardından gelen süreçte, Mısır halkı mücadelesine aynı kitlesel heyecan ve kararlılıklar devam edip etmeyeceği bu Cuma günü belli olacaktı. Bu aynı zamanda 21. Yüzyıl için Mısır devriminin derinliğini de gösterecek bir gün olacaktı. Sabah erken saatlerde binler ardından yüz binler ve ardından milyonların Tahrir meydanına dolması, bu açıdan büyük önem taşıyordu. Mısır Arap halkı çağdaş siyasal tarihinin en önemli dönemecini, devriminin ve taleplerinin arkasında dik durduğunu göstermiş oldu.

Tahrir meydanı 4 milyon Mısırlıyla dolup taşmıştı. Bu çıkış, sadece Kahire’de değil, İskenderiye, Asyut, PortSaid, İsmailiye, Süveyş, El Feyyum, Zakazik gibi Nil nehri deltasının yoğun nüfuslu tüm kentlerinde aynı coşkuyla gündeme gelmişti. Zafer kutlaması, devrimin kazanımlarına sahip çıkıldığı gösterilmiştir.

Arapların sıkça tekrar edilen atasözlerinden biri, “arkasında talibi ya da sahibi bulunan hiçbir hak ölmez” der. Mısır Arap halkı devriminin arkasında durduğunu ve haklarını sonuna kadar alacağının kararlılığını gösterdi.

Bu satırların yazarı açısından Mısır Arap halk devriminin en önemli belirtisi de bu olmuştur. Devrimin ikinci aşaması, böylesi bir sağlam duruşla başlamış oldu.

Mısır devrimi özellikle izlenmesi gereken bir devrim. Çağımızın en önemli ilk devrimi olması yanı sıra bölge ve ülkemizle yakından ilgisi itibariyle de izlenmeyi gerektiren bir devrim. Bu yazımla birlikte 19 makale yazmış oldum. Süreci günü birlik izleme çabasında okurlarıma bilgi aktarmaya çalıştım. Kıssadan hisse olarak ülkemiz gerçekliğine nelerin yansıyabileceği ve bununla ilgili yükümlülüklere işaret etmeye çalıştım. Solun eski kıstaslarda içene düştüğü fasit dairelere takılmadan, demokrasi ve özgürlüğün çağımızın temel mücadele alanı olduğunu ifade ettim. Devrim algısını, kavramsal açıdan olduğu kadar sosyolojik açıdan da irdeleyerek Mısır devriminin anlam ve mahiyetini ortaya koymaya çalıştım. Buna devam ediyorum.

Bu verilerin ışığında, Mısır devriminin özgünlüğünü göz önüne almadan, 19. Ve 20 yüzyıl devrim algılarıyla bir ölçümün, arayışın yorumun olamayacağını belirtmem gerek; örgütsüz, lidersiz, eski devleti ve iktidara yıkarak ele geçirme kaygısı duymadan, ama sıkı bir kuşatma ve yönlendirmeyle halkın gerçekçi taleplerini ikamesini amaç alan devrim artık 21. Yüzyılın devrimi olarak Mısır deneyinde belirginlik kazandığını ifade etmemiz gerek.

Diğer taraftan, hızına yetişme zorluğu çektiğimiz bölgenin toplumsal kaynamaları üzerine yeni yazılarımızda uzunca durmamız gerekecek. Libya, Yemen, Ürdün, Irak bu kaynamaların hızla ve güçlüce yaygınlık kazandığı görülmektedir. Domino taşları tek tek yıkılırken, bölgemizde ABD-İsrail yörüngesine oturmak isteyen iktidarların içine düştükleri iflas da böylece sergilenmiş olmaktadır. Halkından kopuk yönetimlerin imdadına Amerika’nın da yetişemeyeceği yeterince anlaşılmış oldu.

Bu sürecin halk yararına olan kazanımlarının belirginleşmesi için, sancılı birkaç yıl daha gerekli olacaktır. Ülkemiz halklarımız da bu gelişmelerin etkisi altında toplumsal konumlanışını belirleyecektir. Bölge tüm yönleriyle yeni bir aydınlanma sürecine gireceği ise şimdiden açık olmuştur.


İKİNCİ DÖNEM



Mısır Devrimi ikinci döneminin açılışını başarıyla yaptı. Milyonları meydanlara doldurdu. Bilinçli bir kitle, ne istediğini bilen ve taleplerinin arkasında duran, takip eden bir uygar kitle.

Birinci dönemin perdeleri Diktatör Hüsnü Mübarek’in yıkılışıyla kapanmıştı (11 Şubat 2011). Ancak diktatörlük düzenin devleti tüm kurum ve kadrolarıyla ayakta kalmaya devam etti. İkinci dönem, devrimle düzen arasında her alanda yürüyecek sessiz de olsa kıran kırana sürecek bir mücadele dönemi olacaktır.

Mübarek, yönetimi terk ederken yetkilerini ve devlet idaresini Askeri konseye bıraktı. Bu gelişme, eski düzenin süreceği anlamına geliyordu. Devlet çökmemişti, dağılmamış, boşluk da olmamıştı. Sistem tüm kurum ve kuruluşlarıyla ayakta kalmıştı. Bu da devrimin nelerle yüz yüze kalacağını gösteren en önemli gelişmeydi.

Mısır devrimi bir 21. Yy devrimidir. Özgün yanlarıyla, halkın tüm kesimlerini temsil eden kapsayıcılığı ve sadece aktif çoğunluğun değil, tüm halkın ezici çoğunluğunun onayını almış bir devrimdir. Bu eski düzenin altında ezilmeye mahkum olacağı kitle basıncının da kaynağıdır.

Tahrir meydanında, ülkenin “tahrir” edilmesini isteyen milyonlar, devrimin ikinci evresinde, acilen talep ettiği şartları dile getirdiler; Eski düzene ait, Mübarek’in Ahmet Şefik başbakanlığında atadığı geçici hükümet derhal istifa etmeli, siyasi tutuklulara derhal af ilan edilmeli, sıkıyönetim yasaları derhal iptal edilmeli, yeni anayasa, seçimler gecikmeden yapılmalıdır.Zafer cuması ardından (18 Şubat), Askeri konsey, Mısır yönetimi devrim güçlerinin elinde olduğunu daha çok anlamaya başlamıştır.

Devrim konseyi sözcülerinin şu anlamlı cümleleri mısır devriminin öncü güçlerini algılamamız için çok önemli bir referanstır; “Ordu ülkenin anarşi ortamında boğulmasını engelleyebilir, güvenliği sağlayabilir ama ne demokrasinin ne de Tahririn (geniş anlamda kurtulmanın, özgürleşmenin bn.) garantörü olamaz

İkinci dönem, çok çetin ve uzun bir dönem olacağı açıktır. Devletin, ordunun, sivil toplumu kuruluşlarının ve bir bütün olarak bir ülkenin stratejilerini, taktiklerini ve bunların derin anlamlarını yeniden şekillendirmek kolay bir girişim değildir. 19. Ve 20. Yüzyıl devrimlerinin radikalliğinin ne türden dengesiz sonuçlar yarattığını göz önüne alınca, topluma yararlı olacak yüz yıllar sonra bile olumlu etkileriyle ciddi bir ilerleme ve atılımı temsil edecek bir evrimci dönüşüm daha da uygar bir tercih gibi duruyor: mısır Arap halkı bunun adımlarını attığını, devriminin ikinci aşamasındaki kararlılığıyla tüm halklara bir umut ufku açmış bulunmaktadır.

Zafer Cuması, kitlesel konumuyla olduğu kadar, İslam Bilim Adamları konseyi Başkanı Yusuf el Kardavi’nin cuma hutbesi ve mesajı önemli işaretlere sahipti. Kardavi, din adamı olarak Filistin davasını desteklemektedir. Sözü belli çevrelerde etki yapan biridir.

Cuma hutbesinde TV ekranlarından izleyicilere, diktatörlük dönemi Mısır’ın Filistin halkına karşı işlediği suçları aktardıktan sonra Gazze ile sınır oluşturan Refah kapısının derhal açılarak halka her türden yardımın yapılmasını istemesi büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Askeri konsey bu coşkun talebini derhal, ilk elden, yeni düzenleme yapılana kadar refah kapısının üç gün açık kalacağını ilan etmesi ve ardından bunun süreklilik kazanması için düzenlemelerin yapılacağını belirtmesi, devrim gücünün nasıl bir basınçla sonuç aldığını da göstermiş oldu.


Bu aynı zamanda Mısır devriminin bölgede tüm dengeleri nasıl alt üst etmeye hazırlandığını da gösteren çok hassas ve önemli bir göstergedir. İsrail hele bir beklesin…

Askeri konseyin, devrim konseyinin ısrarlı talepleriyle dile getirdiği siyasi af talebinin ilk adımı sayılacak adımda atıldı. 240 siyasi mahkum derhal serbest bırakıldı. Bunun arkası da geleceği açıktır. Siyasal af yapmayan bir devrim, devrim olamazdı. Bu bilinci Mısır halkı öylesine derinlemesine kavramıştır ki, en sıradan biri bile bu talebi ısrarla ve kararlılıkla tekrar edip durmaktadır. Arap halklarının, bölgemizin her köşesinde göstermiş olduğu bu duyarlılık kadim tarihinin birikimleri üzerinde tüm insanlığa bir kez daha ışık saçacak atılımların öncüsü olmaya aday olduğunu da göstermiş oldu.

Bu aşamada hızla toparlanıp örgütlenmeye başlayan devrimci güçlerin partileşmesi, uzun sürecek böylesi bir siyasal mücadele için önemli bir başka adımdır. Ancak bu adım devrimlerin başını yiyen bir handikap da olabilir. Siyasetin Bizans oyunları içinde 7 bin yıllık Mısır devletinin dehlizleri içinde kaybolma ihtimali az değildir: bu nedenle halkın coşkusunu sonuna kadar ve mümkün olan en iyi zamanlamayla değişme doğru yönlendirmek gereklidir.

Unutulmamalı ki, eski düzenin siyasi parti mezarlıklarında bir Dinazor hortlağı gibi bekleyen siyasetin kaşarlanmış liberalleri, dini siyasete alet edenleri, ulusalcıları, tarihleri boyunca iki kişiyi bir araya getirememiş algılarıyla, mal bulmuş Mağribi gibi devrim kitlesini çürütecek yönlere çekme ihtimalleri az değildir. Müslüman Kardeşler Örgütünün bu sinsi sessizliği, geride durma çabası bu handikapların başında gelen risktir. Bu her ne kadar Mısır halkının en aktif kesimleri laiklik ısrarını, uygar insan konumlanışlarını ciddi bir kararlılıkla göstermeye her an devam etseler de risk, risktir.

Burada risklerle ilgili uzun bir liste yapılabilir ancak şunu belirtmekle yetineceğim. Zafer Cuması kutlanırken aynı anda, yakın bir alanda “Reis Mübarek’in onuru korunmalıdır” diyen birkaç bin kişi bir araya gelmiştir: aralarında şehit annelerinin de olduğu bu gösteride, Mübarek’in “onurlu bir lider” olduğu, “gerçek hırsızların ise çevresindeki kişiler olduğu”nu dile getiriyordu. Devrimin özgürleştirici etkilerinden istifade ederek sahaya çıkan bu türlerin bile devrim için izlenmesi gereken birer tehlike unsuru olduğu bilinmelidir.
Mısır devriminin ikinci aşaması, şekillenecek yeni parlamento, oluşturulacak yeni anayasa, partiler yasası, düşünce, örgütlenme ve basım yayın özgürlüklerinin güvenli bir tarzda ikame edilmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle belirginlik kazanacaktır. Bu süreçte yeni kurum ve yasal konumlanış gerçekleşirken, eski düzenin kirlerinden kurtuluş mücadelesi, eski yöneticilerin, yolsuzluklara bulaşmış olanların, insan hakları ihlalleri ve katliamların sorumlularının adil bir şekilde yargı kararlarına dayanarak aşılması gerekmektedir. Bu süreçte hiç kimseye en barbar olanlara bile hukuksuzluk yapılmaması Mısır’ın geleceği için çok önem taşıyan hukuk ikamesi ve adaletin şaibesiz olmasına bir işaret sayılacaktır.

Mısır devriminin rahminden doğacak çok önemli sonuçlar daha olacaktır, ikinci dönem bu açıdan büyük öneme sahiptir.

Bu gelişmeler, göle atılan bir taşın yarattığı, halka dalgalarının kıyıya vurması gibi bölgemize ve halklarımıza yayılacak önemli mesajları taşıyacaktır. Mısırdaki gelişmeler, iktidarlara olduğu kadar halklarımıza da bir yol haritası olarak yansıması buradan beslenecektir. Bu aynı zamanda, ülkemiz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yol haritasına bir katkı olarak yansır.

BÖLGENİN DEVAM EDEN KAYNAMASI

Mısır devrimini Tunus devrimi tetikledi. Dıştan bakınca çok anlaşılmayan, ancak herkesin öncelikle kendini iyi tanıdığı gerçeğinden hareketle, Tunus’ta Zeynel Abiddin bin Ali, küçük bir sarsıntıda kaçmayı uygun gördü (14 Ocak 2011). Ardandan Mısır geldi. Mübarek çok kararlı gibi göründü, o da dayanamadı. İstifasını verdi; Aile içinden gelen haberler Küçük oğlu cemal’i ve karısı olan Suzan Sait Mübarek’e ağır suçlamalar yaparak “ülkeme ve tarihime leke sürdünüz” dediği belirtilmektedir. Geç kalmış, faydasız bir özeleştiri gibi duran bu söylemler tüm iktidarlara bir mesaj olmalıdır.

Mısır devrimi ardından, en yoğun ayaklanmalar Yemen’de, Bahreyn’de ve Libya’da devam ediyor: Ürdün ve Irak eli kulağında ha patladı ha patlayacak bir koşul içindedir.
Libya ve Yemen, Tunus, Mısır; Ürdün ve Bahreyn gibi ülkelerle benzerlikleri yanı sıra oldukça farklılıklar taşıyor. Bu her iki ülke, Arap halkının dış politikadaki referansları dışına yeni yeni çıkmaya başlayan ve ABD ile ilişkilerini hızla uyumlu bir politika haline getiren ülkeler olmakla diğer örneklere yaklaştığı gözlemlenmekteydi.

Yemen, ciddi iç sorunlarla uzun zamandır boğuşmakta. Husilerle süren savaşı ve baskıcı yönetimi, Demokratik Yemen’in savaşla tasfiye edilmesi ve Güney Yemen halkının ağır bir ötekileştirilme konumuna düşmesi, özellikle 2003 Irak savaşı sonrası yanlış yapılan hesaplarla ABD menşeli, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) mihverinde olma eğilimine girmesi, Yemen yönetimini oldukça gerici bir konuma yuvarlanmıştı. Bu sorunların bileşkesiyle Yemen halkının tepkileri gündeme geldi. Yemen lideri Ali Abdullah Salih’in subay oğlunu halef seçme hazırlıkları, kendi egemenliğini uzatma istekleri halkın çözüm bekleyen sorunlara üzerine bindikçe tepkilerde hızla ayaklanma boyutu kazanmaya başladı.

Yemen yönetimi yıkılmaya en yakın yerde sorunlarıyla boğuşmaktadır. Bunun da ötesinde, halkı ikna edebilecek hiçbir taviz kalmamıştır. Mısır’da gördüğümüz gibi her taviz, zamanı halkın lehine işleyen bir mekanizmaya çevirmektedir. Halk düzenin yıkılmasını istemekte ve bunu başarmaya doğru ilerlemektedir. Özellikle Medyanın bilgi dönüşümüyle sağladığı veriler, bu süreci tüm ülkelerde eş zamanlı bir hareket haline getirmektedir.

Libya’da halkın ayaklanması, bir son halka olarak sürece katıldı. Ancak çok hızlı geliştiği ve çok kanlı olduğu görülmektedir. Libya’nın ikinci büyük şehri Bingazi’nin düştüğü haberleri bu satırlar yazılırken gelmeye başladı. Libya, her haliyle bölgede önemli bir ülkedir. Libya yönetiminin halklarla dostluğu da bilinen bir gerçektir. Hesapsız, dengesiz çıkışlarıyla belirlediği politikasına rağmen Kaddafi’nin ülkesi, ciddi iç reformlara ihtiyaç duyan bir ülkedir. Sonuçta Libya halkı kendi tercihini en iyi yönde, demokrasi ve özgürlük yönünde belirleyeceğini ummak gerek.

Bahreyn’de sorunlar hızla keskinleşiyor. 600 km² olan bu küçük ülke, prenslikten karlığı değişim kararı alırken içine düştüğü komik hal, hüküm süren aşiretin yönettiği nüfusun %80’i farklı bir mezhepsel dokudan olmasını hesaba katmıyordu. Kamu işlerinde olduğu kadar, özel iş fırsatlarında yabancı işçilere daha çok yer verilerek kendi halkını ötekileştiren tutumlar içinde olunması, ülkenin demografik yapısıyla bu yabancı işçilerle değiştirmeye kalkışılması, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmaması Bahreyn’i domino taşları arasına sokmuştur.

Bahreyn Arap halkı ülkelerini ve yönetimlerini değiştirebilecek, en azından ciddi reformlar yapmaya zorlayacak bir güçte olduğunu gösteriyor. Bu değişim bölgemizin genel demokratikleşmesine önemli bir katkı olarak sunulacaktır.

Bu gelişmelerle birlikte bölgemizi, dünyanın en demokratik açılımına sahne olan bir bölge olarak tanımlamak yanlış değildir. Bu gelişmelerin ülkemizdeki demokratik açılımlara nasıl yansıyacağı ise bizi ilgilendiren bir sorun olarak belirsizliğini korumaktadır. Bu konuda, son yazılarımda Türkiye’nin umudu olarak Kürt halkını işaret ederken dayandığım en önemli zemin, Kürt halkının dinamizmini koruyan demokrasi ve özgürlük hareketidir. Bir kırılma olacaksa bu halkın hepimiz adına yapacağı kırılmayla başarılacaktır. Bunun için hepimizin omuz vermesi gereken bir hareket olarak tanımlamak yanlış değildir.

ABD VETOSU


Bölgemiz böylesi bir boyutta ayağa kalkmışken, ABD’nin bir kez daha, hesapsız ve bir o kadar pervasızca, bölge halklarına baskı ve dayatma olarak BM Güvenlik Konseyinde oylanan, “İsrail’in, Kudüs’te yeni yerleşim birimleri kurma girişimini yeniden başlatmasını kınama kararı”na engel koyması, vetosunu kullanarak İsrail’i engellemek bir yana kınamak bile yasaktır demesi, bir kez daha ağır ve derin bir yara olarak halkların beynine işlemiş oldu.

Bu pervasız duruşla ABD ve İsrail bir kez daha ve bin kez daha kaybetmiş oldu. Artık bölgemizin demokratikleşme süreci ilerledikçe, bunu bedelinin ağır ödeyeceği çok açık oldu.

Amerika, en yakın müttefiki Mübarek’i terk ederek ortaya koyduğu tutumla dostluğuna asla güvenilmeyecek bir ülke olduğunu bir kez daha sergiledi. Bu, bölgedeki tüm yönetimler için bir derstir. ABD demek, İsrail demektir. Bölge halkları ve özellikle iktidarları, bunu bilmeli ve buna göre düşünüp, davranmalıdır.

Bu dersin en yoğun etkilerini Filistin’de izleyeceğimiz kesindir. Mahmut Abbas yönetiminin, belge ve kanıtlarla, İsrail kuklası olduğu gerçeği açığa çıkışı, bölgedeki büyük kaynamalar arasında kaynayacak bir olay değildir. Sıra Filistin davasının dünyaca oluşturduğu değerleri yiyip bitiren yönetime de gelip dayanması kaçınılmazdır.

Basit bir kınama kararına bile Veto koyan ABD kuklası Filistin yönetimi, Filistin halkını temsil edemeyeceği açıktır. 2 yıldır süresi bitmiş olmasına karşın İsrail ve gerici Arap rejimlerince ayakta tutunan El fetih başına çöreklenmiş bu çevreler, çöken diktatörlüklerle zamandaş olarak çöküp gidecektir.

Artık, ne bu yönetimler ne de İsrail kimseyi aldatma durumunda olamayacaktır. İsrail Siyonistlerinin, ikili uzlaşma adı altında Arap halkını oyalamaya, uyumlaştırmaya çalışan siyasetleri, Oslo anlaşmasından bu yana süren iflaslarla son sınırına gelmiş bulunmaktadır.

Bundan sonrası, Arap halkının dört bir yönden İsrail’i kuşatması ve haklı taleplerini elde etme süreci olarak belirecektir. Bu süreçte Siyonistlerin bir ahmaklık yaparak savaşa yol açacak girişimlerinin bedeli de çok ağır ödetilecektir. Böylesi bir savaş adımı ise, çok kapsamlı ve çok yıkıcı olacağı gibi, İsrail’in hükümran olduğu topraklardan bölüm bölüm de olsa, Filistin toprakları özgürleştirilecektir. Gelişmeler bunun güvencesidir.

Bölgenin güçler dengesi artık çok uzun yıllar, geri dönüşü mümkün olmayan şekilde halkın lehine değişim göstermiştir.

Kıssadan hissemiz,

Ülkemizi felakete götürecek süreçlerden uzak olmaya yönelik önermeler olmalıdır. İktidarlar artık aklını başına almalı, halkta korkusuzca haklarının arkasında durduğunu göstermelidir. Diyalog yolunu tıkamadan gerçekçi demokratik dönüşümler ikame edilmelidir. Farklılıklarımızı eşit kurucular olarak tespit edecek olan demokratik anayasa yasa ve kurumlarla bu hakları güvenceye almalıdır.

Bu süreçte, iktidarlar halka hizmet etmenin onların haklarını teslim etmenin yollarını açmayı, öncelikli görevleri saymalıdır. Halk bunun takipçisi olmalı görevlerini yerine getirmeyenlere karşı, korkuların yenmiş bir halk olarak meydanları doldurmalıdır.

Korkularımızı yendiğimiz zaman, demokrasi ve özgürlüğün önüne geçen tüm perdelerin birer sis perdesi olduğu görülecektir. Vehimleri açığa çıkarmanın yolu onları sınamaktır.

Meydanlar bu insani hak ve hukuk hedefini seçmiş olan milyonları misafir edecek kadar geniştir.

Hiç yorum yok: