Mihrac Ural
Sağ'ın ve solun önemli eksiklerinden biri olan, felsefenin belli bir tarihi süreç içinde kavranması olayı üzerinde düşünüyorum. Biz solcular olarak Yunan ve Batı felsefesini çok geç okuduk. 75 sonrası. Ama bunun arasında kalan ve Batıya, Yunan felsefesini taşıyan Arap-İslam felsefesini okumadık. Önemsemedik. Cumhuriyetin Doğuya sırtını dönmesinin mahkumu idik. Alfabe kırılmasının sonucu da, okuma adına nemiz var nemiz yok, arşivlerin küfüne terk edildi. Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle zaten olmayan okumalara, sıçramalardan oluşan, dengesiz ve sonuçta eksiklikten kaynaklanan bir topallamaya düştük. Bu da, ülkemiz felsefe bilincinin derinlik ve bütünlüğünü oluşturacak zincir halkalarının kopuk olmasını getirmiştir.
Sol açısından bu kopukluk, Özelikle Arap-İslam felsefesi noktasında gündeme gelmiştir. Geç okumaların hazmedilmemiş bilgilerine karşın, Yunan ve batı felsefeleri dar bir açıdan, aktarmalardan ve daha çok, materyalist Marksist kaynak ve yönelimlerden algılanmaya çalışılmıştır. Solun bir ayağı topal kalmış felsefi süreçlerin, evrim ve birikimlerinin algılayışı zaman içine yayılmış kavrayışın da gerisinde kalmıştır demek yanlış olmayacaktır.
Sağ ise, solun eksik olan bu halkasında takıldı kaldı. Ne Yunan ne de Batı felsefesi okuması yapmadı. Sağın akılla bir savaşı vardı. 1400 sene önceki okumalarda takılı kalan ve o kesitlerin, en olumsuzunda saf tutan çizgi üzerinde takılı kalmıştır. Arap-İslam uygarlığı her tarihi uygarlık olarak kendi içinde taşıdığı farklılıklar, felsefenin kendi farklılıklarını da ihtiva ediyordu. Sağ, o günün ölçüleriyle bir doruk olan ve bu günün akıl yürütmelerine temel teşkil eden tartışmalarda, akla karşı dövüşen taraftan yana saf belirlemiştir. Yunan felsefesi akılcılığının Aristo’yla temsil edilen sunumunu, İslami bir yorum ve ilerleyişle ele alan Farabi’de ifadesini bulan akılcılığa karşı, “ Tahafüt el Felasife” diyerek, dünya ve ahiret işinde akıla yer bırakmayan Gazali’nin, bu güne kadar süren tutuculuğundan yana saf belirlemiştir. Gazalinin, “filozoflar”ın aklın hareketinden yana dünyevi olayları yorumlayan yaklaşımlarına karşı yaptığı eleştirilere, aklın bir militanı İbni Rüşt’ün ünlü cevabı olan “Tahafüt el Tahafüt” ü tanımazlıktan gelmiştir. Böylece sağ, Yunan ve batı felsefe okumaları eksiğiyle iki ayağı topal hale gelmiştir. Dayandığı felsefi okumaların karşıtlarını da bilmemekle, sığ kalmıştır.
Her iki durumda da, ülkemizin felsefi kimlik bunalımı içinde olduğunu söylemek abartma olmayacaktır. Bu bunalımı, ülkenin tüm sosyal siyasal kütler hayatındaki kimlik bunalımlarının bir uzantısı olarak görmek gerek.
Şimdi yeller sağdan yana esiyor. Mantar gibi çoğalan, topallığa yeni topallık ekleyecek İslam Arap Felsefe okumaları ve yorumları ortalığı kaplamaya başladı. Bu hamlenin uzantıları, komşu Arap ülkelerinden akmaya başlayan Gazali medresesi kitap trafiğini de tetiklemiş bulunuyor. Sağ, engelliliğini aşmak yerine onu, bir kez daha katmerleştirmek, çağdaş söylem ve verilerin aromasıyla, toplumun temel felsefi kimliği haline getirme çabasındadır. Sol ise her şeyden bi-haber olduğu gibi, bu gelişmenin farkında değildir.
Düşünüyorum da, Bu olumsuz çöküşü olumluya hizmet edecek bir veri haline getirmek mümkün mü? Bunun mümkün yanı, solun bu alandaki eksikliğinin giderilmesiyle sağlanabilir. Sol, felsefe okumalarının tarih sürecinde eksik halkalarını tamamlayabilir. Bunun bu gün için önemi nedir deye bir soruya verilecek cevap, felsefi birikimlerimizin dengesi içindir, felsefe tarihi taşlarını yerli yerine oturtmak içidir, felsefenin bu günkü düzleminin ayakları havada kalmaması içindir, bunlar kadar önemli olan, aynı toprakları paylaştığımız aynı kültür kuşağı içinde olduğumuz, sosyal, siyasal yaşamımızın farklılıklarıyla sağlıklı bir diyalog ve eleştirel süreçler oluşturmak içindir diyebilirim. Bu olmaksızın, demokrasi ve özgürlük anlayışımızın tek boyutluluktan çıkması, bir bütünün tüm farklılıklarıyla var olmasının kabulü ve hazmedilmesinin güç olduğunu düşünüyorum. Bu elbette, tek başına felsefi okuma dengeleri ve tarihsel bütünselliğine kalmamıştır. Ancak bu makalenin konusunun felsefe olduğu unutulmamalıdır.
Dünü yeniden okumanın zaman kaybı olduğunu düşünmüyorum. Dünün okunmasını, bu günü derinliğine kavramanın bir unsuru olarak görüyorum. Bu mirastan mahrum okumalarımın boşluklarını gidermek istiyorum. Bu dünyayı yeniden keşfetmek gibi sanılsa da, aynı toprakları paylaştığım insanlarla olan bin bir bağımın, ilişki ve çelişkilerimin bu alanda eksik kalan unsurlarını gidermek istiyorum. Bu, solun önünde duran önemli görevlerden biridir. Dünyanın sorunlarını çözecek hiçbir veriye sahip olmasa da bu okumalar, düşünsel kimliğimizin kaybolan asaleti için bu süreci değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Bu okumaların değeri, bu güne kadar insanlığı kurtardığı görülmemiş ama, okuma yaygınlığında şampiyon olan felsefe okumalarının değerinden daha az olmadığını biliyorum. İki ayağı topal sağ okumaların, bir ayağı topal Sol okumaların halk nezdindeki etki farkının doğal olduğuna inanmıyorum. Bu eksikliğin kaynaklarından birinin, bu okuma yetmezliği olduğunu görüyorum.
Ne Farabi’nin (muallim el Sani) ne Razi, Havarizm'i ve İbni Rüşd'ün varoluşu açıklayabilecek ve ekstradan çağdaş dünyayı kurtaracak bir yaklaşımı olmasa da. Nas'ı (Kuran-vahi) verilerini, Aristo’nun skolâstik aklıyla birleştirme çabası olsa da, çoğu akıl sorgulamalarıyla insanın dünyayı tanıma şansının olduğunu öğretiler. Dönemine göre çok ileri bir adımdı bu. Olayları bugünün gözüyle değil o kesitin nesnelliğiyle kavradığımızda bu gün çok sıradan olan şey, geçmişin çok ağır faturalarının ödenmesinin ürünü olduğu görülecektir. Yunan felsefe çözümlemeleri, İsal-Arap felsefesinin kuruluşunda önemli bir maya olarak kullanan bu hattın, batı uygarlığının kültürel açılımlarına, rönesansına, refornmuna önemli katkılar sunmuştur. Batı felsefesi, İslam-Arap felsefesinin aracılığıyla, Yunan felsefi değerleri tanımış ve insan kolektif aklının bir devamı olan bu zincirin halkaları birbirine bağlanmıştır. Bu akılcılıktır, Papa 16. Benediktus'un Avrupalılık üzerine, Avrupalı olmayı ve birliğini oturtmaya çalıştığı temeller sandığı gibi sadece Yunan felsefesinin ürünü değildir. Dışlamaya çalıştığı bu zincirin olmasa olmaz halkası, bağlacı da, İslam-Arap felsefesidir. Bu gün de felsefenin tarih içindeki seremonisini kavramak açısında bilince çıkartılması gereken bu büyük felsefe birikim öbeklerini kavramak eksik halka bırakmadan bilince çıkartmaktır.
İslam-Arap felsefesi tek başına değil, Yunan ve bu günün birçok felsefesi idealizmden kopmamıştır. Metafiziktir. Aklı denklemlerini bile bu amaçla çalıştırmıştır. Hegel gibi bir duayenin dünyasında kavrayış başı üstü durmaktadır. Ayakları üzerine hala oturtulmamış olma ihtimali de zayıf değildir. Ama kolektif insan aklının serüveni, bu süreçlerden geçmekte, birikimlerle bu süreçlerin içselleştirilmesiyle ilerlemektedir. Okumak eylemi olmadan birikim gibi bir sonuç olmuyor. Bunun için yine belli ortamların oluşması gerekiyor. Bu gün bunu bu günün ortamı sayesinde söylüyorsak, gereklerinin de bu günün verilerinde yatmasındandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder