TÜRK MODERNLEŞMESİ
JAKOBENİZM VE BONAPARTİZM
Yener ORKUNOĞLU
Bir kaç haftadır Türk modernleşmesi üzerine yazıyorum. Modernleşen, ama burjuva aydınlanma sürecinden geçemeyen bir ülkedeki sorunlara dikkat çekmeye çalışıyorum. Amacım, sosyalistlerin çok kapsamlı görevlerle karşı karşıya kaldıklarına işaret etmek..
Türkiye'de modernleşme hareketinin tarihini ve modernleşmenin toplum üzerinde yarattığı etkileri incelemek ve aynı zamanda modernleşme konusunda liberal entelektüellerin yarattığı yanılsamaları açığa çıkarmak zorundayız.
Liberal entelektüellerin çarpıttığı bir konu var. Siyasal İslam'ın yörüngesine girmiş bir çok entelektüel, Türkiye'deki Kemalistleri Jakoben olmakla suçlarlar. Yani Jakobenizm, darbeci ve anti-demokrat olmakla özdeşleştirilir. Böylesi bir değerlendirme, Jakobenizmin çarpıtılmasıdır. Kemalizm'i, Jakobenizm olarak değerlendirmek, Jakobenizme karşı bir haksızlıktır. Çünkü Jakobenizm, Fransız Devrimi döneminde küçük burjuvazinin (baldırı çıplakların) radikal bir devrimci hareketi olarak doğdu. Fransız Devrim hareketinin sol kanadını oluşturur.
Robespierre, Marat, Danton gibi önderleri olan Jakoben hareket, eski feodal düzeni yıkarak, modern çağı başlatan bir harekettir. Jean-Jacques Rousseau'nun (1712-1778) düşüncelerinden etkilenen Jakobenler monarşiye karşı cumhuriyet yönetimini ve anayasal hakları savundular.
Bugün herkesin ağzına sakız ettiği 'Düşünce özgürlüğü'nün ilk savunucuları Jakobenler'di. 'Eşitlik', 'Özgürlük' ve kardeşlik düşüncelerinin esin kaynağı Jakobenizmdir. Fransa'da devrimin yürütücüleri ve taşıyıcıları Jakobenlerdi. Dolayısıyla bugün, hem fikir ve örgütlenme özgürlüğünü savunmak, hem de Jakobenizme küfür etmek bir tutarsızlıktır. Çünkü fikir özgürlüğünün ilk savunucuları Jakobenler olmuştur. Jakobenler 'iş' ve 'eğitim'i anayasal ve sosyal bir hak olarak savundular.
Kemalizm'i, Jakobenist bir hareket olmakla suçlayanlar, ya Jakobenizmin ne olduğunu bilmiyorlar, yada Jakobenizmi kasıtlı olarak çarpıtıyorlar. Çünkü Kemalizm, Jakobenizme özgü bazı eğilimler taşısa da, esas olarak Bonapartizme daha yakındır
Bonapartizm, sınıflar arası bir denge veya pata durumunda ortaya çıkan otoriter bir yönetim biçimidir. 2 Aralık 1851 yılında III. Napolyon olarak bilinen Louis Bonaparte (1808–1873) bir hükümet darbesi yaptı ve bu hükümet darbesini o dönemde Victor Hugo ve Proudhon gibi kişilikler analiz etmeye çalışmışlardı.
Viktor Hugo, Bonapartizmi, toplumsal koşulları dikkate almadan 'tek kişinin zorbalığı' olarak değerlendirir. Marx'a göre Bonapartizm, tek kişilik otoriter sistemdir. Ama Bonapartizm, belirli toplumsal koşulların ürünüdür: Bunlardan biri nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülüğün kendisini politik alanda temsil edememesidir. Bunun nedeni, köylülüğün bilinç seviyesinin düşük olması ve politik örgütsüzlüğüdür.
Marx şunları yazmıştı: 'Aşağı yukarı aynı zamanlarda yazılan ve aynı konuyu işleyen yapıtlar arasında yalnız ikisinin sözü edilmeye değer: Victor Hugo'nun Küçük Napoléon'u ve Proudhon'un Hükümet Darbesi.
Victor Hugo, hükümet darbesinin sorumlusuna karşı acı ve nükteli sövüp saymalarla yetiniyor. Olayın kendisi, ona, duru bir gökte çakan bir şimşek gibi görünüyor. Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçülteceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü fark etmiyor. Proudhon ise, hükümet darbesini, daha önceki tarihsel bir gelişmenin sonucu gibi sunmaya çalışıyor. Ama, hükümet darbesinin tarihsel yapısı, kaleminde, hükümet darbesi kahramanının bir savunmasına dönüşüyor. Böylece, sözde objektif tarihçilerimizin düştükleri yanılgıya düşüyor. Bana gelince, ben, tersine, Fransa'da sınıf savaşımının sıradan ve kaba bir adamın kahraman gibi görülmesini sağlayacak koşulları ve durumu nasıl yarattığını gösteriyorum.'
Otoriter rejimler, emekçilerin geri bilinç ve yetersiz örgütlenmeleri durumunda ortaya çıkar. Çünkü politik olarak örgütlenmeyen halk tabakaları çıkarlarını koruyamazlar. Halk, çıkarlarını politik olarak temsil etme yeteneğine
kavuşamazsa, 'temsil edilirler'. Emekçiler, politik bakımdan örgütlenmemişse, dağınık durumdaysa, genellikle kendilerini koruyacak otoriteye ve güçlü devlete eğilim gösterirler. Demek ki, 'otoriter ve güçlü devlete' duyulan eğilim, emekçilerin politik parçalanmışlığının sonucudur. Emekçilerin politik güçsüzlüğü otoriter eğilimlere yakınlık duymasına neden olur
Marx Bonapartizm konusunda iki noktaya dikkat çeker:
Birinicisi, Bonapartist rejim, işçi sınıfı ve burjuva arasında sınıf dengesinin pata bir durumda olduğu dönemde gündeme gelmiştir.
İkincisi, Bonapartizm, parlamenter rejimi ortadan kaldırarak otoriter bir rejim kurar. Burjuvaziyi de politik iktidarın dışında tutar. Ama Bonapartizm, burjuvaziyi ekonomik olarak güçlendirerek sınıflar arası dengeyi burjuvazinin lehine çözer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder