10 ŞUBAT 1999 ÖDÜL TÖRENİNDE OLANLAR VE BİLDİRİMİZ !..
Mihrac Ural
Ahmet Kaya magazin dergilerinin dağıttığı ödülü alırken, “Türk-Kürt kardeşliği, ülkenin bölünmezliği ve Kürt realitesinin artık hazmedilmesi gerektiği” yönünde görüş beyan ederek, çektiği “Kürtçe klibin yürekli televizyoncular tarafından yayınlanacağını bildiğini, bu konuda korkaklık gösterenlere karşı halkın ne yapacağını da bildiğini” açıklayarak ödülünü alıp yerine oturdu. Ve ardından bir kıyamet koptu. Bir izleyici olarak bundan sonra olan gelişmeler, 25 yıllık siyasi yaşantımın en dehşet verici anlarını oluşturdu. Bu devlet altında birlikte yaşanmayacağı üzerine yazdıklarımın yaşanmaya az zaman kaldığını gördüm. İnsani onur taşıyan herkesi ürkütecek olan bu saldırganlık, sanatçı olarak toplumun en ileri kesimlerini temsil ettikleri sanılan bir dizi insanın, en çirkin türden militan ırkçı yüzleriyle ortaya çıktığı görüldü. Ahmet Kaya’yı kardeşlikten bahsetmesi nedeniyle yuhaladılar, üstüne yürüdüler. Çatal, bıçak, çanak attılar.
Ahmet Kaya’yı yakından tanırım; yoldaşımdır, dostumdur. Ekstrem yanları çoktur ve bu rengiyle, güzel bir insan, içsel dokusu samimi, gerçek bir demokrattır. Kürt’tür, ancak hiçbir zaman bu ırki yanını öne çıkarttığına tanık olmadım. Kürt ulusu, tarihin en çok acı çeken çağdaş ulus olmasına karşın, bir nebze ayrılıkçı eğilimine rastlamadım. Siyasal süreçte yerini aldığı devrimci safların Kürt orijinli siyasal hareketler olmaması da, buna en büyük kanıttır. Bu yiğit insan, herkesin köşe bucak kaçtığı, kaypaklık yaptığı bir dönemde, sazıyla sözüyle, devrimci hareketin üzerine örtülen ölü topraklarını silkelemiştir. 12 Eylül karanlığı öncesi ayakta kalan bir direnme odağı kaldıysa, bunun kendini ortaya koymada bir manivela olmuştur. Buna rağmen, en keskin tutumlara, en uç söylemlere, en çok zemin olduğu bir kesitte ve bundan her türden büyük çıkarların sağlanacağı bir zaman diliminde, en mutedil demokrat olmasını bilmiş, müziğinin özgün renkleriyle, orijinalitesini oluşturmuştur. Buradan da, Türkiye müzik tarihinin hayallerini zorlayan kaset satış rakamlarıyla halkların günlünde yer edinmiştir. Ödül töreninde söyledikleri ise, Demirel’in sık sık tekrar ettiği birkaç kelimeden ibaret olan “Kürt realitesini tanıyorum” un, algılanmasından ibarettir. Miting meydanlarında, açık açık “Kürtlerle federasyon” sorunlarını tartışanlar yanında, Ahmet kaya’nın söyledikleri bir hiçtir.
Ancak bu Hiç oldukça farklıdır. Evet, Ahmet Kaya’nın Hiç’i, gerçekçi bir söylem olduğundan, Demirel dahil, siyaset tacirlerinin sahtekarca, ikiyüzlüce ve aldatmaca için söyledikleri bir ton Kürtçü propagandadan daha çok fırtına koparmıştır. İşte dürüst söylemle sahtekar söylemin ağırlığı ve farkı da buradadır; Ahmet Kaya’yı, Ahmet Kaya yapan da bu orijinalitedir. Bu vesileyle, ortak değer ve kanaatlerin yoldaşlığını buradan bir kez daha selamlamayı görev sayıyorum.
Ahmet Kaya’nın dile getirdikleri, kocaman bir gerçeğin özce dile getirilmesinden ibarettir. Tarihin tüm deneylerinde görülen ve herkesin gelip buluşacağı bir yol gibidir bu özlü cümleler. Bu söyleme sanatçıların, toplumun en aydın, en ileri insanların göstereceği tepki, yerine yeterince getirilmemiş görevlerin burukluğunu dışa vurma anlamında olabilir. Zira Türk ve Kürt halkı sanatçılarından kardeşlik için çok az katkı görmüştür. Ahmet Kaya’ya gösterilen tepki ve kendini oldukça fazla demokrat görenlerin içine gömüldükleri korkakça sessizlik, bizi bir kez daha Türk-Kürt kardeşliğinin ne ölçüde sahte bir söylem olduğunu, ne ölçüde tek taraflı bir inanç olduğunu gösterdi. Bu, toplumu yönlendirenlerin Türk-Kürt kardeşliğini kendi çevrelerine hangi aldatmacalarla dile getirdiklerini gösterdi. Sanatçı maskesi giymiş militan ırkçı faşistlerin tepkisi, Türkiye’de Kürtlere, kardeşliğin bile fazla görüldüğünü göstermektedir. Kürtlere karşı on yıllardır işlenen her türden vahşetle birlikte, İtalya krizinde, şaşkın militanlarını Kürt avı için sokaklara dökerek yaratılan dehşeti de eklemek gerek.
Ahmet Kaya’ya gösterilen tepki, sıradan Faşist parti ve onun sokak lümpenleri ülkücü mafya güruhundan gelmiş olsaydı, bunun anlaşılır bir tarafı olacaktı. Ortaya konan tepkinin anlaşılmaz yanı, sanatçılık adına böylesi bir mekanda bu eğilimlerin olmasından kaynaklanmaktadır. Emperyalist sömürgeci ülke yönetimlerini, insan hakları, demokrasi, özgürlük çizgisine çekmenin onurlu bayrağı sanatçıların elinde yükselmiştir. Kendi uluslarının ırkçılarına karşı toplu direnmeyi ilk olarak sanatçılar yapmıştır. Devletin ezdiği, bağımsızlıklarını kanla bastırdığı ezilen ulusların özgürlük arayışında ilk destek ve katkı sanatçılardan gelmiştir. Ancak Türkiye’de sanatçılar tam ters tarafta yer alma yarışındalar. Birer faşist militana ait olması gereken davranışları, sanatçı maskesiyle ödül törenlerine taşıyanlar, gerçekte yalnız kendilerini değil, Türk düşünce sisteminde egemen olanların, Kürt-Türk kardeşliğine asla inanmadıklarını açığa vurmaktadır, üstelik de korkakça. Evet korkakça, tıpkı Türk siyaset tacirlerinin yaptığı gibi, meydanlarda Kürt realitesinden söz ederler ama, Milli Güvenlik Kurulu oturumlarında, Kürdün nasıl yok edileceği üzerine ölümcül militarist strateji geliştirirler. “Kürt realitesini tanıyorum” derler ama, bu realitenin hakkı-hukuku bir tarafa, bir kez olsun Kürtçe bir türküyü dahi yayınlamaktan dehşetle kaçınırlar. Bunlar soyut bir kardeşliğin lafını yaparlar, ama somut bir Türk ve Kürt kardeşliğini asla hazmedemezler; çünkü “Kürt diye bir şey yoktur” inancındalar. Her tutumlarında ikircimlikle, her söylemlerinde çifte standartlarla ördükleri akıl sistemine toplumu zorlayanlar, sanatçıyı da onursuz bir ırkçı militan haline dönüştürmektedirler.
Ahmet kaya “ Türk ve Kürt ” kardeştir derken açıkça dile getirdiği basit ifadeye karşı, Orta-Asya’dan gelip, Anadolu’nun en kadim milletlerine ait toprakları gasp ettiklerini unutmuş olarak , bir asker kaçağının ağzından Onuncu Yıl Marşı’nı, bir demagog tarafından da “Bir başkadır benim memleketim” şarkısını cevaben söylediler; yani başkasına ait bir şey yoktur, çünkü başkası yoktur. Türkiye siyasal tablosunda, gerçek demokrat sanatçı ve sanatçı maskeli gerçek ırkçı militan işte böyle yer almış oldu. “... işte böyle burası Türkiye”. Bu gerginlik, bu kiriz politikası, bu kendine ve vatan edinilen topraklara karşı güvensizlik, Türk egemen güçlerinin handikabı olduğu kadar, toplumda yarattıkları kimlik bunalımının da dolaysız bir sonucudur.
Bu satırların yazarı olarak, toprakları Türkiye devleti hükümranlığı altında kalmış 4 milyonu aşkın Arap halkı adına, ilk ve son kez milli duygularının ürküntüyle kaynadığını ve onurumun ısrarla zedelenmek istendiği hissimi yazmadan geçmeyeceğim.
Sağ olasın Ahmet kaya, uzun zamandır senden uzaktım. Televizyondaki programlarda, tartışmalarda “az kitap okuyor, çok gerilemiş” kaygılarımla senden epey soğumuştum. Ama sen az ve öz konuşmayı seviyorsun, hep öyle kal. Kralın çıplak olduğunu bir kez daha, bin kez daha söyle; Türkler-Kürtler kardeştir, Araplar da, Anadolu’nun tüm insanlığı da. Bu memleket bizim, birimizin değil.
11 Şubat 1999
Mihrac Ural
Ahmet Kaya magazin dergilerinin dağıttığı ödülü alırken, “Türk-Kürt kardeşliği, ülkenin bölünmezliği ve Kürt realitesinin artık hazmedilmesi gerektiği” yönünde görüş beyan ederek, çektiği “Kürtçe klibin yürekli televizyoncular tarafından yayınlanacağını bildiğini, bu konuda korkaklık gösterenlere karşı halkın ne yapacağını da bildiğini” açıklayarak ödülünü alıp yerine oturdu. Ve ardından bir kıyamet koptu. Bir izleyici olarak bundan sonra olan gelişmeler, 25 yıllık siyasi yaşantımın en dehşet verici anlarını oluşturdu. Bu devlet altında birlikte yaşanmayacağı üzerine yazdıklarımın yaşanmaya az zaman kaldığını gördüm. İnsani onur taşıyan herkesi ürkütecek olan bu saldırganlık, sanatçı olarak toplumun en ileri kesimlerini temsil ettikleri sanılan bir dizi insanın, en çirkin türden militan ırkçı yüzleriyle ortaya çıktığı görüldü. Ahmet Kaya’yı kardeşlikten bahsetmesi nedeniyle yuhaladılar, üstüne yürüdüler. Çatal, bıçak, çanak attılar.
Ahmet Kaya’yı yakından tanırım; yoldaşımdır, dostumdur. Ekstrem yanları çoktur ve bu rengiyle, güzel bir insan, içsel dokusu samimi, gerçek bir demokrattır. Kürt’tür, ancak hiçbir zaman bu ırki yanını öne çıkarttığına tanık olmadım. Kürt ulusu, tarihin en çok acı çeken çağdaş ulus olmasına karşın, bir nebze ayrılıkçı eğilimine rastlamadım. Siyasal süreçte yerini aldığı devrimci safların Kürt orijinli siyasal hareketler olmaması da, buna en büyük kanıttır. Bu yiğit insan, herkesin köşe bucak kaçtığı, kaypaklık yaptığı bir dönemde, sazıyla sözüyle, devrimci hareketin üzerine örtülen ölü topraklarını silkelemiştir. 12 Eylül karanlığı öncesi ayakta kalan bir direnme odağı kaldıysa, bunun kendini ortaya koymada bir manivela olmuştur. Buna rağmen, en keskin tutumlara, en uç söylemlere, en çok zemin olduğu bir kesitte ve bundan her türden büyük çıkarların sağlanacağı bir zaman diliminde, en mutedil demokrat olmasını bilmiş, müziğinin özgün renkleriyle, orijinalitesini oluşturmuştur. Buradan da, Türkiye müzik tarihinin hayallerini zorlayan kaset satış rakamlarıyla halkların günlünde yer edinmiştir. Ödül töreninde söyledikleri ise, Demirel’in sık sık tekrar ettiği birkaç kelimeden ibaret olan “Kürt realitesini tanıyorum” un, algılanmasından ibarettir. Miting meydanlarında, açık açık “Kürtlerle federasyon” sorunlarını tartışanlar yanında, Ahmet kaya’nın söyledikleri bir hiçtir.
Ancak bu Hiç oldukça farklıdır. Evet, Ahmet Kaya’nın Hiç’i, gerçekçi bir söylem olduğundan, Demirel dahil, siyaset tacirlerinin sahtekarca, ikiyüzlüce ve aldatmaca için söyledikleri bir ton Kürtçü propagandadan daha çok fırtına koparmıştır. İşte dürüst söylemle sahtekar söylemin ağırlığı ve farkı da buradadır; Ahmet Kaya’yı, Ahmet Kaya yapan da bu orijinalitedir. Bu vesileyle, ortak değer ve kanaatlerin yoldaşlığını buradan bir kez daha selamlamayı görev sayıyorum.
Ahmet Kaya’nın dile getirdikleri, kocaman bir gerçeğin özce dile getirilmesinden ibarettir. Tarihin tüm deneylerinde görülen ve herkesin gelip buluşacağı bir yol gibidir bu özlü cümleler. Bu söyleme sanatçıların, toplumun en aydın, en ileri insanların göstereceği tepki, yerine yeterince getirilmemiş görevlerin burukluğunu dışa vurma anlamında olabilir. Zira Türk ve Kürt halkı sanatçılarından kardeşlik için çok az katkı görmüştür. Ahmet Kaya’ya gösterilen tepki ve kendini oldukça fazla demokrat görenlerin içine gömüldükleri korkakça sessizlik, bizi bir kez daha Türk-Kürt kardeşliğinin ne ölçüde sahte bir söylem olduğunu, ne ölçüde tek taraflı bir inanç olduğunu gösterdi. Bu, toplumu yönlendirenlerin Türk-Kürt kardeşliğini kendi çevrelerine hangi aldatmacalarla dile getirdiklerini gösterdi. Sanatçı maskesi giymiş militan ırkçı faşistlerin tepkisi, Türkiye’de Kürtlere, kardeşliğin bile fazla görüldüğünü göstermektedir. Kürtlere karşı on yıllardır işlenen her türden vahşetle birlikte, İtalya krizinde, şaşkın militanlarını Kürt avı için sokaklara dökerek yaratılan dehşeti de eklemek gerek.
Ahmet Kaya’ya gösterilen tepki, sıradan Faşist parti ve onun sokak lümpenleri ülkücü mafya güruhundan gelmiş olsaydı, bunun anlaşılır bir tarafı olacaktı. Ortaya konan tepkinin anlaşılmaz yanı, sanatçılık adına böylesi bir mekanda bu eğilimlerin olmasından kaynaklanmaktadır. Emperyalist sömürgeci ülke yönetimlerini, insan hakları, demokrasi, özgürlük çizgisine çekmenin onurlu bayrağı sanatçıların elinde yükselmiştir. Kendi uluslarının ırkçılarına karşı toplu direnmeyi ilk olarak sanatçılar yapmıştır. Devletin ezdiği, bağımsızlıklarını kanla bastırdığı ezilen ulusların özgürlük arayışında ilk destek ve katkı sanatçılardan gelmiştir. Ancak Türkiye’de sanatçılar tam ters tarafta yer alma yarışındalar. Birer faşist militana ait olması gereken davranışları, sanatçı maskesiyle ödül törenlerine taşıyanlar, gerçekte yalnız kendilerini değil, Türk düşünce sisteminde egemen olanların, Kürt-Türk kardeşliğine asla inanmadıklarını açığa vurmaktadır, üstelik de korkakça. Evet korkakça, tıpkı Türk siyaset tacirlerinin yaptığı gibi, meydanlarda Kürt realitesinden söz ederler ama, Milli Güvenlik Kurulu oturumlarında, Kürdün nasıl yok edileceği üzerine ölümcül militarist strateji geliştirirler. “Kürt realitesini tanıyorum” derler ama, bu realitenin hakkı-hukuku bir tarafa, bir kez olsun Kürtçe bir türküyü dahi yayınlamaktan dehşetle kaçınırlar. Bunlar soyut bir kardeşliğin lafını yaparlar, ama somut bir Türk ve Kürt kardeşliğini asla hazmedemezler; çünkü “Kürt diye bir şey yoktur” inancındalar. Her tutumlarında ikircimlikle, her söylemlerinde çifte standartlarla ördükleri akıl sistemine toplumu zorlayanlar, sanatçıyı da onursuz bir ırkçı militan haline dönüştürmektedirler.
Ahmet kaya “ Türk ve Kürt ” kardeştir derken açıkça dile getirdiği basit ifadeye karşı, Orta-Asya’dan gelip, Anadolu’nun en kadim milletlerine ait toprakları gasp ettiklerini unutmuş olarak , bir asker kaçağının ağzından Onuncu Yıl Marşı’nı, bir demagog tarafından da “Bir başkadır benim memleketim” şarkısını cevaben söylediler; yani başkasına ait bir şey yoktur, çünkü başkası yoktur. Türkiye siyasal tablosunda, gerçek demokrat sanatçı ve sanatçı maskeli gerçek ırkçı militan işte böyle yer almış oldu. “... işte böyle burası Türkiye”. Bu gerginlik, bu kiriz politikası, bu kendine ve vatan edinilen topraklara karşı güvensizlik, Türk egemen güçlerinin handikabı olduğu kadar, toplumda yarattıkları kimlik bunalımının da dolaysız bir sonucudur.
Bu satırların yazarı olarak, toprakları Türkiye devleti hükümranlığı altında kalmış 4 milyonu aşkın Arap halkı adına, ilk ve son kez milli duygularının ürküntüyle kaynadığını ve onurumun ısrarla zedelenmek istendiği hissimi yazmadan geçmeyeceğim.
Sağ olasın Ahmet kaya, uzun zamandır senden uzaktım. Televizyondaki programlarda, tartışmalarda “az kitap okuyor, çok gerilemiş” kaygılarımla senden epey soğumuştum. Ama sen az ve öz konuşmayı seviyorsun, hep öyle kal. Kralın çıplak olduğunu bir kez daha, bin kez daha söyle; Türkler-Kürtler kardeştir, Araplar da, Anadolu’nun tüm insanlığı da. Bu memleket bizim, birimizin değil.
11 Şubat 1999
NEYİNİ ANLATAYIM
Ben Ahmed’i anlatamam
Duygularım kalem tutamayacak kadar taraflı
Yüreğim hüzünle yaralı
Şair de değilim
Nasıl anlatayım
Yalın kılıç gibi dizili mısraları
mitralyöz ateşine dönüştüren sesini mi
Yoksa Anadolu dervişleri gibi sesiz dururken
fütuhata atılmış uç beyi narası gibi türkü haykırışını mı
Hangi birisini
Aranan “hükümsüz” kimliklerimize
Kod adı takışını
İşkencelerin paslı prangalarını
Zindanların zifiri karanlığında yatırılan aydını
Zulaları, martavalları, erketeleri,
Nöbet gecelerinden kalma yorgun demokratları
Kokusuna doyamadığımız anayı
Hasretlerin boğucu ıstırabını
Mustantık sorgusunda ispiyon yemiş aslanları
Sürgünde lime lime doğranmış hasretleri, vurgunları
Renksiz dostları
Arkadan vuran hançerleri
Cehennem gibi düşmanlıkları anlatmadı mı türküleri
başka ne anlatayım
Sürgünde, hakkın başka türlü gelmeyen rahmetini mi,
Nazımı, Yılmazı, sırada bekleyen bizi mi,
Kuşak kuşak, yaman ayrılıkta toprak olanları mı
zindan çıkışımda uzanan ilk dost eli kimindi
bir ucundan dünyanın
Ben daha neyini anlatayım
Hey, ayaklar altına düşürülen sanat
artık onurunu kim kurtaracak
Unutun mu,
o makus gecedeki haykırışı; kral çırılçıplak
Tabak,çatal, bıçak
Onuncu Yıl Marşı okunacak
Renksiz dostlar,
size hep bir lanet borcum kalacak
Allah aşkına, daha neyi anlatayım
*************
Ahmet kaya’nın anısına, içimden geldiği gibi 15.Ekim.2002
*****************
Ahmet Kaya 28 Ekim 1957 de Malatya'da dünyaya gelen sanatçı, 1980 ve 1990'larda çıkardığı albümler ve verdiği konserlerle popüler olmuş, eserlerinin etkisi günümüzde de devam eden özgün (protest) müzik sanatçısıdır.
5 çocuklu bir işçi ailesinin en küçük üyesi olan Ahmet Kaya ilkokulu Malatya'da okudu ve müzikle ilk defa 9 yaşlarında tanıştı. Boş zamanlarında müzikle ilgilenen Ahmet Kaya, ailesinin İstanbul'a göç etmesiyle ortaöğretimden sonra bu işi profesyonelliğe dökmeye karar verdi. Uzun uğraşlar sonucu çıkardığı Ağlama Bebeğim isimli ilk albümünde büyük bir beğeni topladı.
İlk büyük patlaması ve geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan albüm, 1985 yılında yapılıp 1986'da piyasaya çıkan Şafak Türküsü oldu.
1990'lara değin özgün çizgisinden ayrılmadı ve başı sürekli derde girdi. Her albümü ayrı bir patlama yapmış, özellikle Şarkılarım Dağlara isimli albümü basılan 2.800.000 bandrolle rekor kırmıştır. 1990'ların sonuna değin çıkardığı albümler hep listebaşı oldu.
10 Şubat 1999'da Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği ödül töreninde yeni albümüne Kürtçe şarkı koyduğunu açıkladı, bu şarkıya çekeceği klip için bir kanal aradığını söyledi. Kaya'nın "Kürtler'i tanımayanların kafasından inmeyeceğim. Ayrıca bu ödülü insan hakları adına, cumartesi anneleri adına alıyorum" sözleri üzerine törene davetli bulunanların verdiği tepki üzerine, ödül törenini terk etmek zorunda kaldı.
Tören sonrasinda Başta Medya olmak üzere estirilen linç havası yüzünden Türkiye'yi terketmek zorunda kalan sanatçınnın Yurt dışına gitmesinden sonra hakkında kasıtlı olarak yalan yanlış bilgi veren basın hakkında şunları söyledi:
"Ülkeyi bölmek için değil, birleştirmek için vardık. Bunu anlamakta güçlük çektiler. Benim ülkede yaşayan 64 milyon insana şerefsiz dediğimi söylediler. Ben hiçbir halka, halklara asla şerefsiz lafını kullanmadım. Ahmet Kaya 64 milyon insana şerefsiz dedi gibi speratif laflarla benim yıllardır dostluk ettigim Türk halkını bana düşman etmeye çalışıyorlar, Türk halkını bana değil Türk halkını Kürtlere düşman etmek istiyorlar. Ben onların, o medyaların o üzerimde oynadıkları oyunların farkındayım bunlar soğuk savaş stratejileri. Onların o kirli savaş strajilerini bozarım, daha öncede bozdum, gene bozarım yine de bozacağım."
Ahmet Kaya, 2000 yılında Paris'te bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder