HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

3 Nisan 2008 Perşembe

ARAPLARIN CHE GUEVARA'SI ÖLDÜ


İMAD MUĞNİYE

ARAPLARIN CHE GUEVARA’SI ŞEHİT OLDU


Bedreddin Mahir

Bedreddin.mahir@gmail.com

http://mihracural.blogspot.com/



13 Şubat 2008


İmad Muğniye, bir kahraman, bir stratejist, bir komutan, bir halk insanı ve halklar adına bölgemizin kurtuluşu için savaşan bir şehit.

Büyük oyunların coğrafyasında dünyanın en azılı, en şeytani istihbarat teşkilatlarına kök söktüren, İsrail’e er meydanında diz çökerten bir kahraman olarak, CİA-MOSAD-Gerici Arap istihbaratlarının el birliğiyle karanlık bir pusuda şehit düştü.

Onu tüm dünya basını uzun uzun anlatacak. Bir ömre sığması mümkün olmayan etkinlikleriyle bir direnme kahramanının nasıl olacağını dost olduğu kadar düşmanda öğrenmiş olacak. Siyasi yaşamına Filistin davasına kendini adamakla başlayan, 1982 İsrail’in Lübnan’ı işgaline karşı direnişte Emel Hareketi ve sonra Hizbullah saflarında devam eden bu kahraman, Güney Lübnan’da işgal dönemi boyunca İsrail’i çaresiz hale getiren etkinlikleriyle adı bilinmeden parlayan bir yıldızdı. Çok az görünen ama mütevazi bir direniş lideri olarak, 2000 yılında İsrail’in kaçarak Güney Lübnan’dan çıkmasında en büyük rolü oynayan bir askeri komutandı.

12 Temmuz 2006 savaşında ise, on yılların birikimleri üzerine, genç yaşta on yıllar süren Arap–İsrail savaş tarihinin kaderini değiştiren rolünü oynama fırsatı bulmuştu. Bu fırsatı görkemli bir şekilde de taçlandırmıştı; İsrail, o yenilmez sanılan ABD korumalı dünyanın en güçlü silahlı kuvvetleri devletine diz çökertmede önemli roller oynamıştı. Tüm Arap ülkelerinin birleşerek yapamadığını, bir direnme örgütü olarak Hizbullah, İmad Muğniye ayarındaki liderlerle bunu başarıyordu.

Bu acı ders, ABD başta olmak üzere bölgemizde Arap gerici yönetimlerince desteklenen, İsrail kıyım ve yıkım mekanizmasına da ağır bir darbeydi. Bu özellikler, uzun zamandır aranan ve başına 25 milyon dolar ödül konulmuş olan birkaç kez suikastlardan kurtulan bu kahramanı birincil hedef haline getirmişti. Düşmanları bile “bu ayarda bir ancak CHE Guevara’yla karşılaştırılabilir” deme durumunda kalıyordu.

İmad Muğniye gerçek anlamda Arapların CHE Guevara’sıdır. Ülke ülke bölgemiz halklarının kurtuluşu için emperyalizme karşı, gericiliğe ve Siyonizm’e karşı savaşmıştır. Kalleş bir pusunun onu aramızdan alması, onlarca yeni kahramanın doğuşu için bir yol olacaktır, bir kapı aralaması olacaktır.

Bu suikastın geri planında ise çok derin denklemler bulunuyor. Bu denklemler, bölgemizi bataklığa çeviren çıkar dünyasının halklara düşmanlık ve ölüm kusan denklemlerinden başka bir şey değildir. Yaratıcı anarşi diye tanımladıkları kaos ortamı, bunun en pervasız tarzda ikamesini ifade eder. Bu ikamede ölüm ve yıkımdan başka bir şey yoktur.

Ortadoğu yazılarımda sıkça uzun uzun izah ettiğim ölüm denklemleri, emperyalistlerin Akdeniz, Ortadoğu Kafkas hattının enerji yollarını denetim altına alma çabasının bir parçası olarak kendini ifade eder. Bu yolların denetimi için Afganistan ve Irak işgal edildi. Bu amaçla İran ve Suriye vurulmak istendi. Lübnan ise Akdeniz’e açılan batı şeridiyle, yüksek dağlarıyla, bir üs yapılmak istendi. Suudi Arabistan gibi kaypak, gerici, mahkum yönetimlerin eli serbest bırakılarak işlevsizliklerine bir rol biçildi. Mısır’ın Arap sahasındaki etkinliğinin kırılması ardından, bölgede ortaya çıkan iki büyük kamp, bölgemizdeki tüm ilişki ve çelişkilerin belirlenmesinde bir odak haline gelmiş oldu.

İki kutuplu bir bölgenin oluşması, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çizgisinde bütünleşenlerle, direnme safı olarak bütünleşen güçleri büyük bir hesaplaşma sürecine getirmiş oldu.

Birinci kutupta, mutedil ülkeler olarak tanımlanan, ne tarihi, ne coğrafi, ne de insan potansiyelleriyle hiçbir zaman Arap aleminde olumlu varlıkları olmamış ülkelerin de için de olduğu, İsrail ve ABD- İngilizlerin etkin katılımıyla nispeten Fransızların da aldığı rollerle öbekleşmiş halk düşmanı güçler bulunmaktadır. Diğer tarafta ise, yükselen çok yönlü etkinliğiyle İran – Suriye ve direniş örgütleri yer almaktadır. Bu ikincisinde görülen o ki, direnme örgütü olmak artık bir devlet olmak gibi, hatta özgürlük bakımından daha geniş bir sahada, daha etkin olma fırsatı yaratmaktadır. Hizbullah’ın, Temmuz 2006 savaşında İsrail’e diz çökertmesiyle birlikte devletler bile, İsrail’le kozlarının paylaşımı için direnme örgütleri kurma eğilimini yükseltmiştir. Gerçekten de bölgemizde direnme örgütü yapısını kurumlaştırmamış ne devlet ne de hiçbir etkinlik üzerimize gelen bu dalgayı dizginleme durumunda olmayacaktır.

Bu denklemde direnmenin kalbi Suriye’dir. Tüm direniş ülkelerinin bölge devrimci hareketlerinin anavatanı olma esprisi de buradan gelir. İran bu saflarda etkin bir güçtür; kendi özgün ulusal çıkarları ve eğilimleri olmasına karşın gösterdiği özverili dayanışma, ideolojik ve inançsal kaynaklardan gelse de bölgede emperyalistlerin ve Siyonistlerin rahat at koşturmaları önünde hesaba alınacak en büyük güçtür. Bu da halkların korunmasında önemli değeri olan bir var oluştur. Ancak İran, direnmenin çıkarlarıyla tam bir kesişme içinde olduğunun bilinciyle halkını ve ülkesini koruma yollarından biri olarak da bunu görmektedir.

Temmuz 2006 savaşından sonra, direnme örgütleri artık eskisinden çok farklı bir yerdedir. Bölgemizin direnme örgütleri tamamen birer halk hareketidir. Halkı tarafından benimsenmiş, askeri olduğu kadar, seçim ortamlarında da en üstün başarıları göstererek, bakanları, milletvekilleri, başbakanları, hükümet kurma, gurup oluşturma gibi etkin halkın desteğine mazhar olmuşlardır. Bu gelişme, direnme örgütlerinin tarihinde görülmeyen yeni bir gelişme olarak kaydedilmektedir. Bölgemize yüklenen emperyalist-Siyonist acıların halkın bilincinde bıraktığı izlerin tepkisi olarak bu tablo, önemli bir saflaşmanın yaşandığına da göstergedir. Dini bağlamda etkin bir bilinçaltı taşımalarına karşın, bölgemize ve halklarımıza yönelik tahribatlarına karşı duyarlı bir halk gücü olarak varlık ve işlevlerini sürdürmektedir.

Bu durum, her iki kutbun en küçük meseleden en büyüğüne kadar süratle karşı karşıya gergince gelmesine yol açmaktadır. Lübnan’daki gelişmeler bunu göstermeye yeterlidir. Refik Hariri’nin 14 şubat 2005’te katledilmesiyle hayata geçirilen “Yaratıcı Anarşi” ve ardından onlarca siyasinin katledilmesi, tüm suikastların benzer araç ve yollarla yapılması bu karmaşayı kimlerin yaratmak istediğine de yeterli olmuştur; ABD ve İsrail tüm bu kirli işlerin arkasında duran güçlerdir. Bu yıkım ve kıyım güçleri, bu talan ve ölüm mekanizmaları açısından düşünen, direnen her Arap’ı öldürmelidir. Şaka gibi gelir, abartma ve mübalağa sanılır ama gerçek tastamam bu mihverde seyretmektedir. 50 yıldır oyun bu şekilde sahnelenmektedir. En iyi Arap ölü Arap siyaseti gütmektedir. Bunun sonucu en dincisinden (Hizbullah lideri Abbas el Musevi 92 de) en komünistine kadar ( Lübnan Komünist Partisi Genel Sekreteri George Havi 21 Haziran 2005), önlerine gelen tüm direnme liderleri birbiri ardınca katledilmiştir. Liberal liderler de, Refik El Hariri gibi kaos için, halkın birbirini doğraması, ellerini bulaştırmadan Arap halkının birbirini tüketmesi amacıyla da ölüm çarkını çalıştırmıştır.

Yakın dönemde Suriye’nin başkenti Şam’da bağlanacak Arap zirvesi yaklaştıkça, bu kanlı girişimlerin artması, yıkılmak istenen direnme kalesi Suriye’ye aynı türden mesajların verildiğine bir işarettir. Bölgenin en güvenli ülkesi, halkının yönetimiyle en sıkı tarzda kenetli olduğu ülkenin istikrarını bozma girişimleri, bu şer güçlerinin bölgemizde düştüğü acizden çıkmak ve direnme merkezlerine acımasız ölüm süreçlerini ikame etmek içindir. Afganistan’da bozulmaya başlayan dengeler, Irak’ta sonuçlanmayan ve bataklığa dönüşen işgal, İran ve Suriye’yi vurmanın hiç de kolay olmadığının anlaşılması, Lübnan’da yaratılan anarşinin sonuca ulaşmaması, BOP planlarını alt üst ettikçe, daha çok kana ve katliama yönelmeyi çözüm olarak dayatmaktadırlar. Bu dayatmaların aracı olan kimi yerli güçler ise, safların daha da bulanıklaşmasına, nokta eylemleriyle er meydanında kazanılmayan sonuçların pusularda alınmasına fırsat vermektedir. Bu ise kahramanların şehit olması pahasına direnmenin hattının bölgemiz için tek koruyucu kalkan olduğunu gösterir olmuştur. Halkın etkin biçimde direnme örgütlerine onay vermesi ve arkasında durması bu gerçeklerin anlattığı tarihi tecrübelerle yakından ilgilidir. İmad Muğniye’yi lider yapan, bir kahraman olarak şehit mertebesine kavuşturan veriler bölgemizin bu denklemlerinden kaynaklanmaktadır.

Bölgemizin Emperyalist-Siyonist emelleri serbest atış poligonu olması önünde en büyük engel olan ve halkların çıkarlarını kısa ve uzun erimde koruyacak olan direniş güçleri ve bunun liderleri gerçekte bölgemizin güvenliği açısından da büyük bir önemdedir. Bu açıdan Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Sean McCormack, “ ‘kitlesel katil ve terörist’ diye nitelediği Mugniye'nin yaşamadığı bir dünyanın daha iyi bir yer olacağını” söylemesi, katilin kim olduğuna yeterli bir işaret olduğu kadar, aldatmacaların çehresini açığa çıkartmak açısından da ibretle izlenmesi gereken bir duruştur. Bu cümleleri Beyaz Saray sözcüsünden, Afganistan işgali ve Irak işgali sırasındada duymuştuk; “Irak yönetiminin devrilmesi dünyanın güvenliği açısından gereklidir” denilmişti. Dönüp baktığımızda dünyamız çok daha istikrarsız ve tehlikelerle dolu bir dünya haline artan oranda bu işgallerin ardından gelmiştir demek yanlış olmayacaktır. Tarihin bilinebilen en büyük yalanı ve aldatmacasıyla Irak işgaline girişenlerin İmad Muğniye’nin katliyle bölgemize güven yerine artan bir gerginlik ve ölümcül süreçlere yenilerini eklemiş oldular.

Korkakça, ve pusularda haince girişilen bu menfur suikastın, 25 yıllık bir takibatın ardından gerçekleşmesi, bu şer güçlerin bölgemiz ve halklarımıza karşı ne türden bir kin ve intikam duygusuyla saldırdıklarını gösteriyor. 12 Temmuz 2006 savaşında Lübnan direniş güçleri karşısında aldığı ağır ve diz çökerten, prestij kıran yenilgisiyle İsrail, iç karışıklıkları ve korkunun yarattığı psikolojiyle bu eyleme girişmesi, beyhude çabaların gelip tıkandığı yere bir işaret sayılmalıdır. Dünyanın en büyük askeri tersanesiyle bir direniş örgütü karşısında alınan yenilgiyi, bir askeri lideri katletmekle telafi edeceklerini sananlar, bundan sonra galibiyet yüzü görmeyecek kadar tükenmiş durumdadırlar demektir. İsrail bu menfur suikastla hiç bir prestijini geri getiremeyecektir.

İsrail devleti, devletten çok bir terör ağı gibi çalışan ender özellikleriyle, suikast yapma kararlarını iktidar ve muhalefet üyeleriyle birlikte oylama usulüyle yapan bir tür şebekedir. Filistin halkının yetiştirdiği kurtuluş liderlerini, direniş liderlerini bu yöntemlerle birer birer tasfiye etmiştir. Ebu Cihad, Ebu İyyad (El Fetih önderleri), Dr. Fethi Şikaki (İslami Cihat Genel Sekreteri), Ebu Ali Mustafa (FHKC Genel Sekreteri), Şeyh Ahmet Yasin (HAMAS Kurucu ve Manevi Önderi), Dr. Abdulaziz Rentisi (HAMAS lideri) ve Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat’ın katli hep bu yöntemle alınan kararların sonucudur. İmad’ın katli de özel bir operasyon kararıyla olmuştur. Bugün yayınlanan ve kaynakları güvenilir yazarların içinde yer aldığı Maarif gazetesi’nden, Filistin Arap milletvekilinin yaptığı aktarma çok dikkat çekicidir; “Maarif’e göre, İsrail istihbaratı, Lübnan direnişi örgütü liderlerinden ilk on sıradakileri belirleyerek ve sonra bunlardan ilk 5 lideri ‘kelle kesme’ operasyonu diye adlandırdığı bir operasyonla tasfiye etme kararı almıştır. Bu beş kişinin başında da İmad Muğniye bulunmaktadır” diye aktarmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, İsrail kanlı süreçlerine savaş öncesi dönemde hazırlıklar yapmış ve savaşın acı yenilgisiyle ve aradan geçen yıllar sonra kirli emeline varabilmiştir. Bu ölçüler tek tek analiz edilirse, artık İsrail’in ciddi bir gerileme içinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Ne zaman açısından eskisi gibi fırsatlara sahiptir ne de başarı açısından etken değildir. İmad Muğniye gibi bir kahramanın katli önemlidir ancak direniş örgütü bu zaman zarfı içinde onlarca yeni lideri yetiştirmiş ve boşluğa yer tanımayacak bir hazırlık içinde olmuştur. Bu açıdan da İsrail hedefine varamamıştır. Artık her eylemiyle geri sayım sürecinde sürüklenen bir İsrail’le karşı karşıya bulunmaktayız.

Geri sayım başlamıştır. Bin kez galip gelse de (tüm Arap-İsrail savaşlarında olduğu gibi), bu galibiyetlerini siyasi başarıyla taçlandıramayan İsrail’in, bir kez mağlup olmakla sonun eşiğine geleceği, tükeneceği açıktır. Yüz milyonlarla sayılan nüfusuyla Arap ulusu ve coğrafyasının okyanusu içinde suni bir nokta olarak, Batılıların II. Dünya savaşındaki ahlaksız ve rezilcesine yürüttükleri Yahudi soykırımının kefaretini Arap Filistin halkına ve vatanına ödetmek amacıyla yama gibi kurdurulan bu devlet, savaşla, kıyımla, yıkımla Nazilerin yöntemleriyle bölgemizde sürdürebileceği bir yaşam türü kalmamıştır, yoktur. Bir kez mağlup olmanın yok olmakla eşit olduğu gerçeği bu verilerin sonucudur. İsrail’in mağlubiyetiyle başlayan geri sayımın anlamı da budur. İsrail’in tepkisi ve er meydanında bileğini bükemediği bir kahramanı kalleşçe pusuda avlama girişimi, böylesine bir kaygı ve korkunun sonucudur. Bunun da hesabı, gerilemenin derinleşmesinden başka bir şey olmayacaktır. Bu beyhude girişimlerle bölgemiz daha gergin ve daha kanlı süreçlere sürüklendiği de açıktır. Bu satırları yazdıktan bir gün sonra 14 Şubat 2008’de Hizbullah lideri El Seyyid Hasan Nasrullah, cenaze törenindeki konuşmasında, İsrail devleti kurucusu David Ben Gurion’dan yaptığı bir aktarmada “İsrail, Araplarla savaşında biraz toprak kazanmak ve kaybetmekle değil, ne kadar savaş kazanırsa kazansın, bir tek savaş kaybetmekle sukut eder” diye dile getirdi. Bu gerçeği İsrail devletinin kurucusunun iliklerinde hissetmesi, bölgemizde barışa en çok ihtiyaç duyanların inanılmaz bir hışımla yıkım ve kıyıma girişmelerinin altındaki kaygı ve korkuyu yansıtmaya yeterlidir. Evet İsrail bin kez kazansa da, bir kez kaybedince sukut eder, bölgedeki yaşamı köklüce tehlikeye girer. .

İmad Muğniye, 25 yıldır tüm şer istihbarat güçlerine kök söktürmüştür. Ele geçmemiş, kendini gizleyebilmiş, halkının güvenlik alanında başarıyla görevlerini sürdürebilmiştir. Bölgemizi talan etmek, kaynakları üzerindeki vesayetlerini artırmak için hızlanan girişimler ve buna çanak açan, halkından kopuk fildişi kulelerinde oturan yönetimlerin yarattığı ortamda, istihbarat teşkilatlarının cirit attığı bir kaos ortamı yaygın hale gelmiştir. ABD’nin Irak bataklığında artan çöküşüyle, Afganistan’da yeniden kendini toparlayan El Kaide ve Taliban etkinliklerinin yarattığı kaygı ve korkular, şer istihbaratlarını birbiriyle etkin dayanışmaya itmiştir. Halklarının çıkarına karşı da birleşen bu şer istihbarat güçleri içinde, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün Arap gericiliği adına önemli fonksiyonlar üstlenmiştir. Suudi Arabistan emiri ve babası Veliaht Sultan Bin Abdulaziz’den sonra veliaht olacak Bender Bin Sultan Bin Abdulaziz, bölgemizde bilinen ve bilinmeyen tüm karanlık işlerin içinde CİA ve MOSAD’la her türden ilişki geliştirmekte ve bölgemizin acılar içinde daha uzun yıllar kıvranması amacıyla palanlar yapılmaktadır.

Tarihi boyunca Arap vatanseverliğin temel kitlesi olan Lübnanlı Sünnileri, Refik El Hariri ve sonrası oğul Saad El Hariri kuklasıyla, kirli işlerinin kitlesel tabanı haline getirmiştir. Yaratıcı anarşinin önemli bir ayağı haline getirilen bu tecrübesiz medyatik liderler, birer kukla olarak bu süreçte halklarına karşı işlevlerde rol almaktadır. Bunun sonucu olarak direnme örgütleri ve liderleri güvenlik açısından açık hale gelip tehlikelere maruz kalması kaçınılmaz olmaktadır. ABD ve İsrail çıkarlarını bu türlerin eliyle, “temiz iş bitirme” adı altında kotarmaktadır. Elini sürmeden, kayıp vermeden, işbirlikçi çömezlerinin eliyle tasfiyeleri de yürütmektedir. Bunun için, yaşamda büyük bir tükeniş içine sürüklenen Filistinli göçmenler, lümpenler, wahhabi mezhebi köleleri olan karanlık akıllı tutucuları birer maşa olarak içinde yaşadıkları, komşuluk akrabalık gibi bin bir bağla bağlı oldukları halkın içinde serseri mayın halindeki bu türleri kullanmaktadırlar. Nitekim ABD-İsrail istihbaratlarının tüm etkinliklerine karşın 25 yıl ulaşmayı başaramadıkları bir kahramanı, iç casus ve işbirlikçilerinin takibi ve eliyle karanlık pusularda kirli emeline ulaşabilmiştir.

Bu elim sonuç da, yüksek bir istihbarat işi olduğu kadar Arap gericiliğinin, özellikle de Suudi Bender Bin Sultan Bin Abdulaziz türünden, hiçbir vatanseverlik duygusu ve bilinçaltı olmayan, ulusal bir bilinç taşımayan, vatan sathına göre küçük, zayıf ve güçsüz olan aşiretini koruma içgüdüsünden kaynaklı bir kültürü aşamamış; bu zaafları da, illaki bir dış destekle koruma ihtiyacı duyan kişilerin, son dönemlerde ardı arkası kesilmeden yapılan istihbarat teşkilatı toplantılarının “bölgeyi teröristlerinden temizleme programı”yla sonuçlanan kararları ve büyük mali kaynaklarla desteklenen girişimlerinin kirli sonuçları olarak gündeme gelmiştir.

İmad Muğniye, bu yolun lideri ve en önemli kahramanlarından biriydi. Şahadeti ona bir taçtır. Pusunun karanlık ajanları, bu korkak ve kalleş girişimle bir kez daha, halkın birleşmiş gücü karşısında ne kadar çaresiz olduğunu göstermiştir. Bu menfur girişimle, İmad Muğniye’ye karşı gösterilen kalleş saldırıyla, halkın tek özgürlük yolunun direnme olduğunu bir kez daha göstermiş oldular. Şehit düşen bu yiğidin yerine, binlerce yiğit, lider ve kahraman olarak direnme saflarında boşluk doldurarak, parlayan bir ışık olacaktır.

Halkımın yiğit evladı, kahraman lideri, mücadelen bir ışık olarak irademizde bizlere yol gösterecektir. Sen İmparatoriçemiz Zennubiya’nın torunusun, güç uygarlıklarına uygarlığın gücüyle diz çökerten bir kahramansın. Seni hiç unutmayacağız.

Hiç yorum yok: