1 Ağustos 2010 Pazar
DEVLET KİRLİ ELİNİ ÇEK…
Mihrac Ural
29 Temmuz 2010
Bir kıyım senaryosu Kürtlerin başı üzerine demoklesin kılıcı gibi sallanıyor.
Devlet özel harp dairesi0 eliyle, ülkede “kabul edilebilir bir iç savaş” hazırlığı yapıyor. İnsan katletmenin “kabul edilebilir” sınırları üzerinde mühendislik yapmak gibi canice amaçlarla kardeşi kardeşe kırdırmak için çabalar veriliyor. Bu senaryolar on yıllardır bölgemizde “Yaratıcı Anarşi “ adı altında pazarlanıp duran, ABD başkanı oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney’nin cehennem senaryolarıdır.
Bu senaryolar yorulmak istenen, kırılmak istenen, dizginlenmek istenen ülke ve halkların birbirine “kabul edilebilir ölçüde” kırdırılmasını hedef alır. Yani sür git bir ölümün ucunda yaşama teorisidir. Çatışan her iki taraf kan kaybeder, kendileri de bu boşluğu istedikleri gibi hüküm ederler.
Bu senaryo, Irak’ta tarihi bir devleti yok etti; ülkeyi altından kalkılmaz yıkımlara götürdü. Bunun zemini, kendi halkı dahil ülkesindeki farklılıkların hiçbir demokratik hakkını tanımayan Saddam diktatörlüğüydü.
Aynı senaryolar, Lübnan’da da denendi. Lübnan Başbakanı Refik El Hariri katledildi. Lübnan iç savaşın eşiğine geldi. Komşu ülkeler suçlandı, onlar karıştırılmak istendi, kardeş kardeşe vuruşturuldu. Tarihte ilk kez bir siyasi şahsiyetin öldürülmesiyle ilgili BM Güvenlik Konseyi Uluslararası Cinayet Mahkemesi kurularak, ülkeyi içte sürekli bir gerginlik içinde tutmak ve komşularıyla şaibeli hale getirmek amaçlandı.
Bölgemizde bu tür oyunlar bin bir türü on yıllardır sahnelenmektedir. Yarım asırdır bölgemizde emperyalist güçlerin önemli bir kuklası olarak kullanılan ülkemiz, dünyanın yeni güçler dengesinde, kendi iç sorunlarını demokratik yollarla çözme yönünde bir adım atmasını engellemek için her türden hain girişimlerle yüz yüze bırakılmak istenmektedir. İktidarların geleneğin statülerine esir olmuş siyasal algılarıyla birleşen dışa bağımlı yönelimleri, bu demokratikleşmenin önünde en önemli engel olarak durmaktadır. Böylece, demokratik dönüşüm kanalları tıkanmakta ve kirli bir savaş acımasızca kışkırtılmaktadır. Bu savaşı devlet dış desteklerle kendi vatandaşına karşı bir ölüm kapanı olarak dayatmış, sınır dışı operasyonlara gitmiştir; sınır ötesi iflaslar birbiri peşi sıra dizilince bu kez “kabul edilebilir” bir iç savaş deneyi yapma arzusu kabarmıştır. Bu komplocu algı, Özel Harp Dairesi organizasyonu olarak, “Yaratıcı Anarşi” teziyle kesişme halinde uygulamaya sokulmaktadır.
Kürt halkı tüm halklar gibi, en doğal haklarını, kendi kolektif kimliğinin doğal ifadesi olan haklarını, demokratik anayasa, kurum ve kuruluşlarla güvenceye almak istiyor. Bu isteğine karşı dayatılan yıkıcı savaş, dengesiz güç kullanımı ise ülkemizi "Yaratıcı Anarşi" gibi risklerin kucağına atmaktadır. Ülke bu yolla öylesine gerilmiş hale getirilmektedir ki, en küçük bir olay siyasi bir boyut ve bunun ötesinde Kürt-Türk çatışmasına doğru bir iç savaş boyutu kazanmaktadır. Bölgemizde onlarca kez denenmiş oyun ülkemizde de başarıyla uygulanma riski taşımaktadır. Bütün mesele iç sorunlarımızı demokratik yollarla çözme cesareti göstermemekten kaynaklanmaktadır.
Var olan gerçeğin inkarı ve haklarının gaspı bu bataklığın tek nedenidir. Irak bu bataklıkta boğuldu; Lübnan bu bataklığı, farklılıkları arasında adil bir denge kurarak, adil bir siyasal paylaşım ve farklılıkların ilga edilemezliği üzerinde ilkesel bir sözleşmeyi üreterek kuruttu. Her iki örnekte bölge tarihimizin deneyleri arasında tüm çıplaklığıyla durmaktadır ülkemiz hangisini seçerse o sunuca katlanacaktır.
Ülkemizin yakın geçmişinde yaşanmış olan 6-7 Eylül 1955 olayları da ders alınması gereken bir veridir. Azınlıkların tasfiyesini “kabul edilebilir” bir linç hareketiyle organize eden Özel Harp Dairesi, bundan sonuç da almıştır. Avrupa’nın en önemli başkentlerinden biri olan İstanbul’da tüm insanlığın gözleri önünde azınlıklara yapılan tecavüz ve sonuçları, hala hatıralarımızda derin izlere sahiptir. Bu olayların birinci dereceden sorumlusu ve organizatörü de devletin ta kendisidir.
Özel Harpçi emekli Or.General Sabri Yirmibeşoğlu "6-7 eylül olayları Özel Harbin mükemmel bir organizasyonuydu" diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.
Aynı mantık, aynı akıl bu gün Hatay Dörtyol olaylarında, en yetkili bakan tarafından akıl almaz bir cinnetle dile getirildi. “Ne gerekiyorsa yapın, Amanosları temizleyin”.
Bölge valileri, emniyet müdürleri ve komutanları önünde, İçişleri Bakanı olarak resmi bir ağızdan böylesi bir söylemin dalga dalga yayılacak tek bir etkisi vardır; o da önünüze geleni katledin. İçişleri Bakanının bu narası, insanlık hakkında işlenen savaş suçu olarak bir yere yazılmıştır. Bu günden sonrası tüm katliamların işareti de bu cümleler olacaktır. Hangi hukuk, hangi adalet ya da yargı kararına dayanarak kim böylesi bir şeyi söyleyebilir? Bu yargısız infazın açık ifadesidir. Derin devletin tarih boyunca işlediği 20 000’e yakın faili meçhule açıkça yeni işaretler vermektir. Bu aynı zamanda, sokakların şaşkın tepkilerini kardeşi kardeşe kırdırmak için kullanmak üzere provokatörlük yapmak demektir.
Gerçekte de İnegöl ve Dörtyol olayları böylesi provokatif açıklamaların sonucu gündeme gelmiş, bu açıklamayla da iç savaş tamtamları çalınmıştır. Ülkemizin temel sorunlarını bu yöntemlerle örtmek isteyenler, gerçekte ülkemizi kardeş kavgasına sürüklemekte olan komploları örtmek istemektedirler. Ölen güvenlikçilerin cenazesinde, sokak reflekslerinin yarattığı heyecanlarla yüksek siyaset yaptığını sanan aptalların bu ülkeye daha çok zarar vereceklerini tahmin etmek zor değildir.
İnegöl ve Dörtyol’da önceden organize edildiği açık olan Kürt mahallelerinin yakılıp yıkılma girişimleri, BDP binasının kundaklanması, Kürt yerleşim alanlarının kuşatılarak ölüm bekleyişinin dayatılması, kirli amaçların ön hazırlığından ibarettir. Başarabilirlerse etnik savaşları belli sınırlar içinde serbest olacaktır. Devlet kirli eliyle bu işi organize ediyor. Bakan da bunun çığırtkanlığını yapıyor.
Bu akıl bir Osmanlı aklıdır. Bu akıl Cumhuriyet’teki Osmanlı’nın dirilişidir. Yaratıcı anarşinin bataklığı bu akılla besleniyor, farklılıkları “katli vacip” diyen bu akıl ülkeyi kaosa sürüklüyor. Daha çok acılarla birlikte yaşanmış 1000 yıllık kardeşliğe karşı, tek boyutlu milliyetçiğin bölücü kışkırtıcılığını korumak için pervasız bir iç kıyım hazırlığı yapılmaktadır.
Bu bataklığın yeniden üretilmesinde dikkat çeken bir başka gerçek, Hatay’ın özel konumu ve bu konum üzerinde yaratılmak istenen korku ve dehşet senaryolarıdır.
Kürtlere ders verilirken Araplar da unutulmamaktadır. Hatay’ın tarihsel haksız ilhakı ve yerli halkının kimlik haklarına ilişkin gelişen talebinin önü kesilmek isteniyor. Kürtlerin başına gelen sizin de başınıza gelir diye aba altından sopa gösteriliyor.
İç işleri Bakanının “gereğini yapın, Amanosları temizleyin” söylemi, bu bağlamda farklılıkların kendilerini ifade etmesine olanak tanımayın demektir; Kürtler gibi silaha sarılmadan önlerini kesin bitirin demektir. Oysa bu toprakların yerli halkının ne bir bölücülük ne de bir silahlı mücadele çaba ve hazırlık iddiası vardır. İstedikleri tek şey; kolektif kimliklerinin en doğal talebi olan “resmi okullarda ana dille eğitim hakkı”dır.
Bu satırların yazarı, ülkemizde ve bölgemizde örülmek istenen tehlikelere onlarca makalesiyle, sorunların içinde yaşayarak dikkat çekmiştir. Kürt halkının özgürlük talebinin gerçekte ülkemizin bir şansı, demokratik yürüyüşünün güvencesi olduğunu belirtmiş ve diğer tüm farklılıkların buna destek olması gerektiğini dile getirmiştir. Her bir toplumsal doku, kendi özgün ve özgür örgütlenmesiyle ortak ülkemizde demokrasinin ikamesi için çalışmalıdır, tespitini yapmıştır. Bunun için milliyetçiliğin her türünü mücadele edilmesi gereken bir veba diye belirlemiştir. Bu sözlerimi tekrar la belirtiyorum.
Kürt halkının başına örülmek istenen tehlikelere ve bunun sahte solcu uzantısı olan Özel Harp Dairesi kuklalarına dikkat çekiyorum. Yaratıcı anarşi hepimizin başı üzerinde bir kılıç gibi sallanıyor; bu oyunu bozmak için onurlu insanlarımızı Kürt halkına kurulan bu kıyım senaryolarına karşı gelmeye çağırıyorum.
29 Temmuz 2010
Bir kıyım senaryosu Kürtlerin başı üzerine demoklesin kılıcı gibi sallanıyor.
Devlet özel harp dairesi0 eliyle, ülkede “kabul edilebilir bir iç savaş” hazırlığı yapıyor. İnsan katletmenin “kabul edilebilir” sınırları üzerinde mühendislik yapmak gibi canice amaçlarla kardeşi kardeşe kırdırmak için çabalar veriliyor. Bu senaryolar on yıllardır bölgemizde “Yaratıcı Anarşi “ adı altında pazarlanıp duran, ABD başkanı oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney’nin cehennem senaryolarıdır.
Bu senaryolar yorulmak istenen, kırılmak istenen, dizginlenmek istenen ülke ve halkların birbirine “kabul edilebilir ölçüde” kırdırılmasını hedef alır. Yani sür git bir ölümün ucunda yaşama teorisidir. Çatışan her iki taraf kan kaybeder, kendileri de bu boşluğu istedikleri gibi hüküm ederler.
Bu senaryo, Irak’ta tarihi bir devleti yok etti; ülkeyi altından kalkılmaz yıkımlara götürdü. Bunun zemini, kendi halkı dahil ülkesindeki farklılıkların hiçbir demokratik hakkını tanımayan Saddam diktatörlüğüydü.
Aynı senaryolar, Lübnan’da da denendi. Lübnan Başbakanı Refik El Hariri katledildi. Lübnan iç savaşın eşiğine geldi. Komşu ülkeler suçlandı, onlar karıştırılmak istendi, kardeş kardeşe vuruşturuldu. Tarihte ilk kez bir siyasi şahsiyetin öldürülmesiyle ilgili BM Güvenlik Konseyi Uluslararası Cinayet Mahkemesi kurularak, ülkeyi içte sürekli bir gerginlik içinde tutmak ve komşularıyla şaibeli hale getirmek amaçlandı.
Bölgemizde bu tür oyunlar bin bir türü on yıllardır sahnelenmektedir. Yarım asırdır bölgemizde emperyalist güçlerin önemli bir kuklası olarak kullanılan ülkemiz, dünyanın yeni güçler dengesinde, kendi iç sorunlarını demokratik yollarla çözme yönünde bir adım atmasını engellemek için her türden hain girişimlerle yüz yüze bırakılmak istenmektedir. İktidarların geleneğin statülerine esir olmuş siyasal algılarıyla birleşen dışa bağımlı yönelimleri, bu demokratikleşmenin önünde en önemli engel olarak durmaktadır. Böylece, demokratik dönüşüm kanalları tıkanmakta ve kirli bir savaş acımasızca kışkırtılmaktadır. Bu savaşı devlet dış desteklerle kendi vatandaşına karşı bir ölüm kapanı olarak dayatmış, sınır dışı operasyonlara gitmiştir; sınır ötesi iflaslar birbiri peşi sıra dizilince bu kez “kabul edilebilir” bir iç savaş deneyi yapma arzusu kabarmıştır. Bu komplocu algı, Özel Harp Dairesi organizasyonu olarak, “Yaratıcı Anarşi” teziyle kesişme halinde uygulamaya sokulmaktadır.
Kürt halkı tüm halklar gibi, en doğal haklarını, kendi kolektif kimliğinin doğal ifadesi olan haklarını, demokratik anayasa, kurum ve kuruluşlarla güvenceye almak istiyor. Bu isteğine karşı dayatılan yıkıcı savaş, dengesiz güç kullanımı ise ülkemizi "Yaratıcı Anarşi" gibi risklerin kucağına atmaktadır. Ülke bu yolla öylesine gerilmiş hale getirilmektedir ki, en küçük bir olay siyasi bir boyut ve bunun ötesinde Kürt-Türk çatışmasına doğru bir iç savaş boyutu kazanmaktadır. Bölgemizde onlarca kez denenmiş oyun ülkemizde de başarıyla uygulanma riski taşımaktadır. Bütün mesele iç sorunlarımızı demokratik yollarla çözme cesareti göstermemekten kaynaklanmaktadır.
Var olan gerçeğin inkarı ve haklarının gaspı bu bataklığın tek nedenidir. Irak bu bataklıkta boğuldu; Lübnan bu bataklığı, farklılıkları arasında adil bir denge kurarak, adil bir siyasal paylaşım ve farklılıkların ilga edilemezliği üzerinde ilkesel bir sözleşmeyi üreterek kuruttu. Her iki örnekte bölge tarihimizin deneyleri arasında tüm çıplaklığıyla durmaktadır ülkemiz hangisini seçerse o sunuca katlanacaktır.
Ülkemizin yakın geçmişinde yaşanmış olan 6-7 Eylül 1955 olayları da ders alınması gereken bir veridir. Azınlıkların tasfiyesini “kabul edilebilir” bir linç hareketiyle organize eden Özel Harp Dairesi, bundan sonuç da almıştır. Avrupa’nın en önemli başkentlerinden biri olan İstanbul’da tüm insanlığın gözleri önünde azınlıklara yapılan tecavüz ve sonuçları, hala hatıralarımızda derin izlere sahiptir. Bu olayların birinci dereceden sorumlusu ve organizatörü de devletin ta kendisidir.
Özel Harpçi emekli Or.General Sabri Yirmibeşoğlu "6-7 eylül olayları Özel Harbin mükemmel bir organizasyonuydu" diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.
Aynı mantık, aynı akıl bu gün Hatay Dörtyol olaylarında, en yetkili bakan tarafından akıl almaz bir cinnetle dile getirildi. “Ne gerekiyorsa yapın, Amanosları temizleyin”.
Bölge valileri, emniyet müdürleri ve komutanları önünde, İçişleri Bakanı olarak resmi bir ağızdan böylesi bir söylemin dalga dalga yayılacak tek bir etkisi vardır; o da önünüze geleni katledin. İçişleri Bakanının bu narası, insanlık hakkında işlenen savaş suçu olarak bir yere yazılmıştır. Bu günden sonrası tüm katliamların işareti de bu cümleler olacaktır. Hangi hukuk, hangi adalet ya da yargı kararına dayanarak kim böylesi bir şeyi söyleyebilir? Bu yargısız infazın açık ifadesidir. Derin devletin tarih boyunca işlediği 20 000’e yakın faili meçhule açıkça yeni işaretler vermektir. Bu aynı zamanda, sokakların şaşkın tepkilerini kardeşi kardeşe kırdırmak için kullanmak üzere provokatörlük yapmak demektir.
Gerçekte de İnegöl ve Dörtyol olayları böylesi provokatif açıklamaların sonucu gündeme gelmiş, bu açıklamayla da iç savaş tamtamları çalınmıştır. Ülkemizin temel sorunlarını bu yöntemlerle örtmek isteyenler, gerçekte ülkemizi kardeş kavgasına sürüklemekte olan komploları örtmek istemektedirler. Ölen güvenlikçilerin cenazesinde, sokak reflekslerinin yarattığı heyecanlarla yüksek siyaset yaptığını sanan aptalların bu ülkeye daha çok zarar vereceklerini tahmin etmek zor değildir.
İnegöl ve Dörtyol’da önceden organize edildiği açık olan Kürt mahallelerinin yakılıp yıkılma girişimleri, BDP binasının kundaklanması, Kürt yerleşim alanlarının kuşatılarak ölüm bekleyişinin dayatılması, kirli amaçların ön hazırlığından ibarettir. Başarabilirlerse etnik savaşları belli sınırlar içinde serbest olacaktır. Devlet kirli eliyle bu işi organize ediyor. Bakan da bunun çığırtkanlığını yapıyor.
Bu akıl bir Osmanlı aklıdır. Bu akıl Cumhuriyet’teki Osmanlı’nın dirilişidir. Yaratıcı anarşinin bataklığı bu akılla besleniyor, farklılıkları “katli vacip” diyen bu akıl ülkeyi kaosa sürüklüyor. Daha çok acılarla birlikte yaşanmış 1000 yıllık kardeşliğe karşı, tek boyutlu milliyetçiğin bölücü kışkırtıcılığını korumak için pervasız bir iç kıyım hazırlığı yapılmaktadır.
Bu bataklığın yeniden üretilmesinde dikkat çeken bir başka gerçek, Hatay’ın özel konumu ve bu konum üzerinde yaratılmak istenen korku ve dehşet senaryolarıdır.
Kürtlere ders verilirken Araplar da unutulmamaktadır. Hatay’ın tarihsel haksız ilhakı ve yerli halkının kimlik haklarına ilişkin gelişen talebinin önü kesilmek isteniyor. Kürtlerin başına gelen sizin de başınıza gelir diye aba altından sopa gösteriliyor.
İç işleri Bakanının “gereğini yapın, Amanosları temizleyin” söylemi, bu bağlamda farklılıkların kendilerini ifade etmesine olanak tanımayın demektir; Kürtler gibi silaha sarılmadan önlerini kesin bitirin demektir. Oysa bu toprakların yerli halkının ne bir bölücülük ne de bir silahlı mücadele çaba ve hazırlık iddiası vardır. İstedikleri tek şey; kolektif kimliklerinin en doğal talebi olan “resmi okullarda ana dille eğitim hakkı”dır.
Bu satırların yazarı, ülkemizde ve bölgemizde örülmek istenen tehlikelere onlarca makalesiyle, sorunların içinde yaşayarak dikkat çekmiştir. Kürt halkının özgürlük talebinin gerçekte ülkemizin bir şansı, demokratik yürüyüşünün güvencesi olduğunu belirtmiş ve diğer tüm farklılıkların buna destek olması gerektiğini dile getirmiştir. Her bir toplumsal doku, kendi özgün ve özgür örgütlenmesiyle ortak ülkemizde demokrasinin ikamesi için çalışmalıdır, tespitini yapmıştır. Bunun için milliyetçiliğin her türünü mücadele edilmesi gereken bir veba diye belirlemiştir. Bu sözlerimi tekrar la belirtiyorum.
Kürt halkının başına örülmek istenen tehlikelere ve bunun sahte solcu uzantısı olan Özel Harp Dairesi kuklalarına dikkat çekiyorum. Yaratıcı anarşi hepimizin başı üzerinde bir kılıç gibi sallanıyor; bu oyunu bozmak için onurlu insanlarımızı Kürt halkına kurulan bu kıyım senaryolarına karşı gelmeye çağırıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder