3 Ağustos 2010 Salı
ORTADOĞU’DA GERGİN SAATLER
Mihrac Ural
3 Ağustos 2010
Bugün öğle saatleri dolaylarında (saat 12.00 sonrası) İsrail bir kez daha Güney Lübnan’da provokatif bir girişimle, sınır çatışmasına yol açtı. Bölgede yarım asırdır tüm savaşların nedeni ve başlatıcısı olarak İsrail, bu kez de BM tarafından belirlenen geçici sınır Mavi Hat’tı geçerek Lübnan topraklarında kışkırtıcı davranışlar içinde oldu. Buna karşı, tarihinde ilk kez Lübnan ordusu müdahale etti; ülkesinin sınırlarını ve halkını koruma kararlılığında İsrail’e karşı durdu. Bu duruş, Lübnan ordusu açısından anlamlı bir duruşu, İsrail için ise sessizliğe bürünmüş güçlerin de kendisine karşı mücadele içinde olacağı gerçeğini yansıtıyordu.
Saat 15.30’a kadar bazuka, havan, 500’lük uçaksavar, Apaçi helikopter, tank toplarıyla da süren çatışmalarda 3 Lübnan askerinin, Lübnanlı El Ahbar gazetesi muhabiri Assaf Ebu Rahhal’ın şehit olduğu ve sivil halktan 4 yaralının olduğu belirtiliyor.
Sınır yörelerinde toprakların yanmakta olduğu, buna da Gazze Savaşı’nda ilk kez kullanılan ve üzüm salkımı gibi binlerce parçaya ayrılıp yeniden patlayan kimyasal özellikli fosfor bombalarının yol açtığı belirtilmektedir. Bu çatışmada Lübnan ordusunun gösterdiği etkinlikle, İsrail ordusundan yüksek rütbeli bir subayın öldüğü ve üçten fazla askerinin yaralı olduğu haberleri gelmektedir.
Bu satırların yazıldığı sırada devam eden gerginlik, bölgenin 12 Temmuz 2006 savaşından bu yana yaşadığı keskin çatışmayla doruğuna çıkmıştır. İsrail’in son 4 yıl içinde Lübnan’ı taciz etmek üzere, hava, deniz ve karadan 7000 sınır ihlaliyle dünyada eşi görülmemiş bir savaş kışkırtıcılığı yaptığı belirlenmektedir. Bu yönelimleriyle İsrail’deki şaşkın gerginliğin ne türden felaketlere kapı araladığını, bölge ve dünya barışı için ne türden bir tehlike oluşturduğunu da gözlemlemek zor değildir.
Ortadoğu yazılarımı yakından takip eden okurlar, bölgede savaşa doğru hızlı bir tırmanışın olduğu bilgisini de almıştır. Özellikle Lübnan Başbakanı Refik El Hariri’yle ilgili, BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan Uluslararası Cinayet Mahkemesi iddianamesinde, Lübnan halkı direniş hareketi Hizbullah’tan önemli isimlerin yer alacağı ve bunun mezhepsel çatışmalara yol açacağı dile getirilmektedir. İsrail kaynaklı bu haberler, bu mahkemenin bir hukuki süreçten çok siyasi bir sürecin aleti olduğu kanısını yaygınlaştırırken, Lübnan’da haklı kaygıların oluşmasına yol açmaktadır. İsrail’in beklediği kaos da tastamam budur.
Stratejistlerin bu propagandadan çıkardıkları, İsrail’in 2006 savaşında aldığı ve bir türlü onaramadığı ağır yenilginin rövanşıyla ilgili hazırlıklarına bir işaret olduğu tespit edilmektedir; Lübnan iç cephesini birbirine karşı kışkırtan, gerektiğinde “Yaratıcı Anarşi” tezlerine uygun olarak kardeşi kardeşe kırdırtan girişimlerle hazırlığını yaptığı savaşta kendi lehine zemin hazırlığı yapmaktadır. Bu tür çabalar ise bölgeyi artan bir gerginliğe itmekte, savaştan da ağır faturaların oluşmasına yol açmaktadır.
Arap liderleri, İsrail kaynaklı Lübnan iç dengelerini alt üst edecek provokasyon haberleri karşısında, Beyrut’ta toplanıp bir küçük zirveyle deklarasyon ilan etmiştir. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar El Esad, Suudi kralı Abdullah Bin Abdulaziz, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman ve sonra bu toplantılara katılan Lübnan’ın şeref misafiri, büyük mali destekçisi ve savaş yıkımlarının onarılmasında açık mali bütçe katkılarıyla Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halifa el Sani, yayınlanan deklarasyonda İsrail’e uyarı niteliği taşıyan “Lübnan’da gündeme gelecek her olay tüm Arapları etkiler” deme gereği duymuşlardır (30 Temmuz 2010).
Bugün gündeme gelen sınır çatışmasının doğru kavranması son on yıllık sürecin incelenmesini gerektirir.
Bölgemizde gündeme gelen tüm olayların hikayesi 11 Eylül olaylarını bahane eden ABD’nin bölgemizde çıkarları için giriştiği savaşlar, işgaller, operasyonlar yer almaktadır.
11 Eylül 2001 Salı günü New York’taki dünya Ticaret merkezi’ne yapılan uçaklı saldırıda ortaya çıkan yıkım ve ölümlerin sorumlusu olarak El Kaide bağnaz dinci örgütünün sorumlu tutulması ardından başlayan Afganistan işgali, bu sürecin ilk adımı olmuştur. Ardından gelen 21 Mart 2003 Irak işgali, bölgede yeni bir çağın açıldığı sanısıyla ABD ve İsrail yetkililerini saran bir heyula olmuştu. Yeni dünya düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak bölgemize dayatılacaktı. Buna büyük ümitler bağlanmıştı; Kafkaslardan Akdeniz’e doğru tüm bölge yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla emperyalist- Siyonistlerin elinde olacaktı. 100 yıllık bir boyun bağının bölge halklarına geçirildiği sanısı egemendi. Son bir vuruş kalmıştı, o da yapılacaktı. Lübnan halkası kırılacak ve Akdeniz’e açılan yol düşecekti. Bundan sonrası Suriye ve İran’ın işini bitirmek olacaktı.
Ancak 12 Temmuz 2006 savaşıyla bu beklentiler yerle bir oldu. İsrail ilk kez Araplar karşısında, üstelik direnme örgütü Hizbullah karşısında ağır bir hezimet aldı. Bu savaşın açtığı siyasal sonuçlar çok sarsıcı oldu. İsrail, artık gerileyen, hatta bölge ve dünya için bile sırtlanılması güç bir kambur haline geldi; güçten de prestijden de düştü.
Bu satırların yazarı her Ortadoğu yazısında, 12 Temmuz 2006 savaşına dikkat çeker; bu tarih, bu savaş bölge kaderinin dönüm tarihidir, der. Gerçek de budur. Bugünkü gerginlikte Lübnan ordusunun tarihinde ilk kez İsrail’in sınır ihlaline karşı sert duruşu, bunun bir sonucudur.
12 Temmuz 2006 savaşının açtığı siyasal sonuçlarının bu güne kadar bölge halkları lehine büyük birikimler sağladığını gözlemleyen strateji uzmanlarının görüşü, İsrail’in içine düştüğü gerilemeden uzun erimde zor çıkacağı yönündedir. İran faktörü de hesaba katılınca İsral’in sık sık büyük güçleri bile riske sokan, dünya barışını tehlikeye atan provokasyonlara yönelebileceğine işaret edilmektedir. ABD bile bu gidişattan tedirgin olmuş, BOP çöküşü ardından, soluk alma sürecinin barış ortamıyla at başı gitmesini ister hale gelmiştir; ABD ordusunun Irak’tan çekilirken sorun istemediği de bilinmektedir. Bölge gerginliği büyük güçleri artan oranda bu gibi onlarca nedenle kaygılı kılmaktadır.
İsrail ise, bu süreci bir fırsat olarak değerlendirmekte, ABD askerlerini çekmeden tutuşturulacak bir bölge yangınının kendi lehine olabileceği kanısında, maceracı davranışlar sergilemektedir.
Bu gün ortaya çıkan çatışma, böylesi gerginliklerin aniden nelere yol açabileceğini göstermektedir. Lübnan ordusunun gösterdiği yurtsever tutum, bölgede dengelerin artık, İsrail’in karşısına çok geniş bir cephenin dikileceğine de bir işaret sayılmaktadır.
İsrail açısından durum ise, bu dengeleri asla ters yüz edemeyecek bir gerileme içindedir. Büyük güçler ise bu kesitte böylesi risklere asla germek istememektedir; Afganistan’dan Irak’a kadar her gün gelen asker ölüm haberleri, ABD kamuoyunu bir savaşa ikna etme ihtimalini de sıfıra indirmektedir; özellikle bu savaş İsrail çıkarları için olacaksa ...
Ortadoğu üzerine yazdıklarımı takip eden okur, İsrail’in Eylül ayına doğru ciddi bir savaş hazırlığına ve kışkırtmalarına yöneldiğine ilişkin belirlemelerimi yakından bilir. Bu bilgileri bir kez daha şunu ekleyerek hatırlatacağım; on yılların savaşları içinden çıkıp gelmiş olan ve sonuçsuz süreçlerin kaoslarında gergin bekleyişlerde kıvranan taraflar, gerçek anlamda son bir düelloya hazırlanmaktadırlar.
Tüm belirtiler bu savaşın kısa ve dar olmayacağını gösteriyor. Böylesi bir savaşın bölge halklarının çıkarlarına uygun sonuçlanacağı açıktır. Yeryüzünün hiçbir kudreti bölgemizi gerileyen emperyalist-Siyonist güçlere başarı şansı tanımamaktadır; en güçlü oldukları noktada, tek kutuplu dünya ortamında elde edemedikleri başarılarını bu kez, gerilemelerinin en süratli süreçlerinde elde etmelerinin mümkünü yoktur.
Bugün ortaya çıkan çatışma, genişlemeden söndürülecektir. İsrail, ciddi bir çatışma için kendini hazır görmemektedir. Bu lokal çatışma, Eylül hedeflerini bile öteleyecektir. Daha da ötesi bu çatışma, bölünmesi beklenen Lübnan halkını inanılmaz bir birliğe götürecektir. Bu da direnme örgütü Hizbullah’ın etkin şekilde Lübnan halkı tarafından siyasal bir korunmaya alınmasıyla sonuçlanacaktır; mezhepsel etkiler, Sünni lider Refik El Hariri’nin katledilmesi ardından doğan gerginlik nedeniyle ortaya çıkan bölünmeler, bu olayla birlikte bir bütünleşmeye ve direnme gücünün korunmasına daha da büyük katkı sağlayacaktır.
Bu gelişmeler ülkemizi de doğrudan etkileyen özelliklere sahiptir. Türkiye solunun duyarsızlığı, milliyetçi dar kalıplar içindeki sığ düşünce normları; sağcı, dinci kesimlerin bölgeye olan ilgilerini ve etkilerini artırmıştır. Bölgemizdeki en küçük bir gelişmenin ülkemiz ortamında büyük sonuçları olduğunu bilince çıkartmayı ve devrimci demokrasi güçlerinin bu konuda duyarlı bir duruş sergilemeleri gerektiğini, bu satırların sonunda hatırlatmak görevimiz olacaktır.
3 Ağustos 2010
Bugün öğle saatleri dolaylarında (saat 12.00 sonrası) İsrail bir kez daha Güney Lübnan’da provokatif bir girişimle, sınır çatışmasına yol açtı. Bölgede yarım asırdır tüm savaşların nedeni ve başlatıcısı olarak İsrail, bu kez de BM tarafından belirlenen geçici sınır Mavi Hat’tı geçerek Lübnan topraklarında kışkırtıcı davranışlar içinde oldu. Buna karşı, tarihinde ilk kez Lübnan ordusu müdahale etti; ülkesinin sınırlarını ve halkını koruma kararlılığında İsrail’e karşı durdu. Bu duruş, Lübnan ordusu açısından anlamlı bir duruşu, İsrail için ise sessizliğe bürünmüş güçlerin de kendisine karşı mücadele içinde olacağı gerçeğini yansıtıyordu.
Saat 15.30’a kadar bazuka, havan, 500’lük uçaksavar, Apaçi helikopter, tank toplarıyla da süren çatışmalarda 3 Lübnan askerinin, Lübnanlı El Ahbar gazetesi muhabiri Assaf Ebu Rahhal’ın şehit olduğu ve sivil halktan 4 yaralının olduğu belirtiliyor.
Sınır yörelerinde toprakların yanmakta olduğu, buna da Gazze Savaşı’nda ilk kez kullanılan ve üzüm salkımı gibi binlerce parçaya ayrılıp yeniden patlayan kimyasal özellikli fosfor bombalarının yol açtığı belirtilmektedir. Bu çatışmada Lübnan ordusunun gösterdiği etkinlikle, İsrail ordusundan yüksek rütbeli bir subayın öldüğü ve üçten fazla askerinin yaralı olduğu haberleri gelmektedir.
Bu satırların yazıldığı sırada devam eden gerginlik, bölgenin 12 Temmuz 2006 savaşından bu yana yaşadığı keskin çatışmayla doruğuna çıkmıştır. İsrail’in son 4 yıl içinde Lübnan’ı taciz etmek üzere, hava, deniz ve karadan 7000 sınır ihlaliyle dünyada eşi görülmemiş bir savaş kışkırtıcılığı yaptığı belirlenmektedir. Bu yönelimleriyle İsrail’deki şaşkın gerginliğin ne türden felaketlere kapı araladığını, bölge ve dünya barışı için ne türden bir tehlike oluşturduğunu da gözlemlemek zor değildir.
Ortadoğu yazılarımı yakından takip eden okurlar, bölgede savaşa doğru hızlı bir tırmanışın olduğu bilgisini de almıştır. Özellikle Lübnan Başbakanı Refik El Hariri’yle ilgili, BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan Uluslararası Cinayet Mahkemesi iddianamesinde, Lübnan halkı direniş hareketi Hizbullah’tan önemli isimlerin yer alacağı ve bunun mezhepsel çatışmalara yol açacağı dile getirilmektedir. İsrail kaynaklı bu haberler, bu mahkemenin bir hukuki süreçten çok siyasi bir sürecin aleti olduğu kanısını yaygınlaştırırken, Lübnan’da haklı kaygıların oluşmasına yol açmaktadır. İsrail’in beklediği kaos da tastamam budur.
Stratejistlerin bu propagandadan çıkardıkları, İsrail’in 2006 savaşında aldığı ve bir türlü onaramadığı ağır yenilginin rövanşıyla ilgili hazırlıklarına bir işaret olduğu tespit edilmektedir; Lübnan iç cephesini birbirine karşı kışkırtan, gerektiğinde “Yaratıcı Anarşi” tezlerine uygun olarak kardeşi kardeşe kırdırtan girişimlerle hazırlığını yaptığı savaşta kendi lehine zemin hazırlığı yapmaktadır. Bu tür çabalar ise bölgeyi artan bir gerginliğe itmekte, savaştan da ağır faturaların oluşmasına yol açmaktadır.
Arap liderleri, İsrail kaynaklı Lübnan iç dengelerini alt üst edecek provokasyon haberleri karşısında, Beyrut’ta toplanıp bir küçük zirveyle deklarasyon ilan etmiştir. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar El Esad, Suudi kralı Abdullah Bin Abdulaziz, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman ve sonra bu toplantılara katılan Lübnan’ın şeref misafiri, büyük mali destekçisi ve savaş yıkımlarının onarılmasında açık mali bütçe katkılarıyla Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halifa el Sani, yayınlanan deklarasyonda İsrail’e uyarı niteliği taşıyan “Lübnan’da gündeme gelecek her olay tüm Arapları etkiler” deme gereği duymuşlardır (30 Temmuz 2010).
Bugün gündeme gelen sınır çatışmasının doğru kavranması son on yıllık sürecin incelenmesini gerektirir.
Bölgemizde gündeme gelen tüm olayların hikayesi 11 Eylül olaylarını bahane eden ABD’nin bölgemizde çıkarları için giriştiği savaşlar, işgaller, operasyonlar yer almaktadır.
11 Eylül 2001 Salı günü New York’taki dünya Ticaret merkezi’ne yapılan uçaklı saldırıda ortaya çıkan yıkım ve ölümlerin sorumlusu olarak El Kaide bağnaz dinci örgütünün sorumlu tutulması ardından başlayan Afganistan işgali, bu sürecin ilk adımı olmuştur. Ardından gelen 21 Mart 2003 Irak işgali, bölgede yeni bir çağın açıldığı sanısıyla ABD ve İsrail yetkililerini saran bir heyula olmuştu. Yeni dünya düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak bölgemize dayatılacaktı. Buna büyük ümitler bağlanmıştı; Kafkaslardan Akdeniz’e doğru tüm bölge yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla emperyalist- Siyonistlerin elinde olacaktı. 100 yıllık bir boyun bağının bölge halklarına geçirildiği sanısı egemendi. Son bir vuruş kalmıştı, o da yapılacaktı. Lübnan halkası kırılacak ve Akdeniz’e açılan yol düşecekti. Bundan sonrası Suriye ve İran’ın işini bitirmek olacaktı.
Ancak 12 Temmuz 2006 savaşıyla bu beklentiler yerle bir oldu. İsrail ilk kez Araplar karşısında, üstelik direnme örgütü Hizbullah karşısında ağır bir hezimet aldı. Bu savaşın açtığı siyasal sonuçlar çok sarsıcı oldu. İsrail, artık gerileyen, hatta bölge ve dünya için bile sırtlanılması güç bir kambur haline geldi; güçten de prestijden de düştü.
Bu satırların yazarı her Ortadoğu yazısında, 12 Temmuz 2006 savaşına dikkat çeker; bu tarih, bu savaş bölge kaderinin dönüm tarihidir, der. Gerçek de budur. Bugünkü gerginlikte Lübnan ordusunun tarihinde ilk kez İsrail’in sınır ihlaline karşı sert duruşu, bunun bir sonucudur.
12 Temmuz 2006 savaşının açtığı siyasal sonuçlarının bu güne kadar bölge halkları lehine büyük birikimler sağladığını gözlemleyen strateji uzmanlarının görüşü, İsrail’in içine düştüğü gerilemeden uzun erimde zor çıkacağı yönündedir. İran faktörü de hesaba katılınca İsral’in sık sık büyük güçleri bile riske sokan, dünya barışını tehlikeye atan provokasyonlara yönelebileceğine işaret edilmektedir. ABD bile bu gidişattan tedirgin olmuş, BOP çöküşü ardından, soluk alma sürecinin barış ortamıyla at başı gitmesini ister hale gelmiştir; ABD ordusunun Irak’tan çekilirken sorun istemediği de bilinmektedir. Bölge gerginliği büyük güçleri artan oranda bu gibi onlarca nedenle kaygılı kılmaktadır.
İsrail ise, bu süreci bir fırsat olarak değerlendirmekte, ABD askerlerini çekmeden tutuşturulacak bir bölge yangınının kendi lehine olabileceği kanısında, maceracı davranışlar sergilemektedir.
Bu gün ortaya çıkan çatışma, böylesi gerginliklerin aniden nelere yol açabileceğini göstermektedir. Lübnan ordusunun gösterdiği yurtsever tutum, bölgede dengelerin artık, İsrail’in karşısına çok geniş bir cephenin dikileceğine de bir işaret sayılmaktadır.
İsrail açısından durum ise, bu dengeleri asla ters yüz edemeyecek bir gerileme içindedir. Büyük güçler ise bu kesitte böylesi risklere asla germek istememektedir; Afganistan’dan Irak’a kadar her gün gelen asker ölüm haberleri, ABD kamuoyunu bir savaşa ikna etme ihtimalini de sıfıra indirmektedir; özellikle bu savaş İsrail çıkarları için olacaksa ...
Ortadoğu üzerine yazdıklarımı takip eden okur, İsrail’in Eylül ayına doğru ciddi bir savaş hazırlığına ve kışkırtmalarına yöneldiğine ilişkin belirlemelerimi yakından bilir. Bu bilgileri bir kez daha şunu ekleyerek hatırlatacağım; on yılların savaşları içinden çıkıp gelmiş olan ve sonuçsuz süreçlerin kaoslarında gergin bekleyişlerde kıvranan taraflar, gerçek anlamda son bir düelloya hazırlanmaktadırlar.
Tüm belirtiler bu savaşın kısa ve dar olmayacağını gösteriyor. Böylesi bir savaşın bölge halklarının çıkarlarına uygun sonuçlanacağı açıktır. Yeryüzünün hiçbir kudreti bölgemizi gerileyen emperyalist-Siyonist güçlere başarı şansı tanımamaktadır; en güçlü oldukları noktada, tek kutuplu dünya ortamında elde edemedikleri başarılarını bu kez, gerilemelerinin en süratli süreçlerinde elde etmelerinin mümkünü yoktur.
Bugün ortaya çıkan çatışma, genişlemeden söndürülecektir. İsrail, ciddi bir çatışma için kendini hazır görmemektedir. Bu lokal çatışma, Eylül hedeflerini bile öteleyecektir. Daha da ötesi bu çatışma, bölünmesi beklenen Lübnan halkını inanılmaz bir birliğe götürecektir. Bu da direnme örgütü Hizbullah’ın etkin şekilde Lübnan halkı tarafından siyasal bir korunmaya alınmasıyla sonuçlanacaktır; mezhepsel etkiler, Sünni lider Refik El Hariri’nin katledilmesi ardından doğan gerginlik nedeniyle ortaya çıkan bölünmeler, bu olayla birlikte bir bütünleşmeye ve direnme gücünün korunmasına daha da büyük katkı sağlayacaktır.
Bu gelişmeler ülkemizi de doğrudan etkileyen özelliklere sahiptir. Türkiye solunun duyarsızlığı, milliyetçi dar kalıplar içindeki sığ düşünce normları; sağcı, dinci kesimlerin bölgeye olan ilgilerini ve etkilerini artırmıştır. Bölgemizdeki en küçük bir gelişmenin ülkemiz ortamında büyük sonuçları olduğunu bilince çıkartmayı ve devrimci demokrasi güçlerinin bu konuda duyarlı bir duruş sergilemeleri gerektiğini, bu satırların sonunda hatırlatmak görevimiz olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder