12 Ağustos 2010 Perşembe
HARİRİ SUİKASTİ “YARATICI ANARŞİ” ve İSRAİL
Mihrac Ural
13 Ağustos 2010
İsrail bir kez daha suçüstü yakalandı.
Bölgemizi karıştırmak için ortaya konan” yaratıcı anarşi”nin kurbanı Lübnan Başbakanı Sünni lider Refik El Hariri’nin katledilmesinde parmaklar İsrail’i göstermeye başladı.
Refik el Hariri 14 Şubat 2005 tarihinde Meclis çıkışı sonrası, yol güzergahında patlayıcı yüklü bir kamyonun patlatılmasıyla katledilmişti. Henüz hiçbir araştırma yapılmadan akıl almaz bir propagandayla bu suikastın sorumluluğu Suriye’nin üzerine yıkılmıştı. Bölgenin tek ilerici yönetimi sarsılmak ve çökertilmek istenmişti; Suriye bölenin direnme örgütlerinin anavatanıydı, Filistin direnme örgütleri dahil Lübnan ve bölgenin tüm devrimci hareketlerinin güvenli limanıydı. Bu yanıyla Suriye ABD’nin hedef tahtasıydı.
11 Eylül 2001 olaylarıyla başlatılan süreç, Afganistan’ın ve Irak’ın işgaliyle sonuçlanmıştı. Bu iki devlet yerle bir edilmiş ve bir daha belini doğrultamayacak şekilde tasfiye edilmişti. Kafkaslardaki enerji kaynakları ve buna ulaşma yolları güvenlik altına alınmak üzere geride İran, Suriye ve Lübnan kalmıştı. Hedef Akdenize ulaşmaktı.
Afganistan ve Irak devre dışı kalınca, İran gibi tarihi boyunca işgal edilememiş, inanç dokusu birliği açısından çok önemli bir çimento olan bu ülkeye karşı herhangi bir askeri girişim, kapsamlı bir hesap gerektireceği açıktı: bunun için Iranla ilgili planlar her zaman zincirin son halkası olarak ele alınmıştı.
Suriye, laik rejimiyle tasfiyesinden çok diz çökertilmesi gereken bir ülke olarak sınıflandırılmış, bunun için kuşatılarak baskılarla bunaltılma hedefine maruz kalmalıydı. Bunun için de Lübnan halkasının kırılması, Lübnan direniş güçlerinin tasfiyesi öncelik taşımalıydı. Yaratıcı Anarşi tezi bu ülkede önemli işler yapacağı kanaati böylece doğmuş oldu.
Refik El Hariri suikastı, Lübnan’ın mozaik dokusunu bir iç savaşa tırmandırabilecek yegane olaydı. Bu aynı zamanda Suriye’nin Lübnan’da, barış gücü olarak konumlandırılmış on binlerce askerinin geri çekilmesini getirecekti. Nitekim bu plan sahnelendi ve sonuç suikasttan Suriye sorumlu tutularak ağır baskılar altında geri çekilmesi sağlanmıştı. Bununla da kalınmadı, tarihte ilk kez şahsa mahsus Uluslararası Cinayet Mahkemesi kurularak Suriye birinci dereceden sorumlu olarak kovuşturma altına alınmıştı.
Geriye bir adım daha kalıyordu. Bir biçimde Lübnan direnme hareketi olan Hizbullahın tasfiyesi. Bu da 12 Temmuz 2006’da İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla başlayan savaş ardından olacağı planlanmıştı. Ancak bu savaş, ABD-İsrail ve destekçilerini (diğer emperyalist ülkeler ve Arap gericiliği) tam tersi bir sonuçla yüz yüze bıraktı. İsrail hezimete uğradı.
İsrail, ilk kez Araplar karşısında, üstelik bir direnme örgütü karşısında hezimete uğruyordu. Bunun ilk sonuçları İsrail’in iç karışıklıklara düşerek bölgede kurduğu askeri psikolojik hegemonya da sona ermiş oldu; bu savaşın ardından geçen 4 yıl içinde İsrail kendini toparlayamadığı gibi, en güçsüz Arap çevrelerinin bile İsrail’e karşı daha güçlü bir moralle savaşabileceği konuma yükseldi. Bunun son örneği ise, Lübnan ordusunun, İsrail askerlerinin sınırda ki sıradan bir hareketlenmesine karşı (Ağaç kesme olayı) 3 Ağustos 2010 tarihinde silahla saldırması ve önemli bir İsrail subayını öldürmesidir.
4 yıllık araştırmalar ve Uluslar arası Cinayet mahkemesinin bulguları, Refik El hariri suikastında Suriye’nin uzak yakın bir ilgisi olmadığını ortaya koydu. Suriye aleyhine şahitlik yapanların tümünün Lübnan’da, Suriye düşmanı, ABD ve İsrail yanlısı güçlerle üretildiği açığa çıktı. Bunun üzerine tutuklu olan 4 istihbarat şubesi başkanı komutanlarda serbest bırakıldı (Askeri istihbarat, Devlet Güvenlik istihbaratı, İç Genel Güvenlik istihbaratı, Cumhurbaşkanı koruma alayı komutanı).
Bu süreç bölgede ikame edilmek istenen ve ABD-İsrail’in 100 yıllık egemenliğini ön gören Büyük Ortadoğu Projesinin(BOP) çöküşüyle kapanıyordu.
Ancak, bu çöküş İsrail’in rahat durmasına yetmiyordu. Refik El Hariri suikastına suçlu bulmak ve bunun üzerine yürüyerek, bölgede kaybolan prestijini onarmaya çalışmak üzere Hizbullahın suçlanması gündeme gelecekti. İsrail bunun Amerika’daki basın lobisiyle hareketlendirdi. 2010 Eylül ayında çıkması beklenen, Refik El hariri suikastıyla ilgili Uluslararası Cinayet Mahkemesinin iddianamesinde Hizbullahın suçlanacağı iddiaları yeri göğü kaplamaya başladı. Lübnan bir kez daha iç karışıklıklara sürüklenmek isteniyordu.
İşin en ilginci, 10 yıldır süren ve yüzlerce kişinin ölümüne yol açan yaratıcı anarşiden yararlanan tek taraf, İsrail’den başkası değildi. Buna rağmen gözü dönmüş bölge gericiliği ve ABD bu gerçeği göz ardı ederek, direnen halk güçlerini suçlu göstermek için eldeki tüm imkanları seferber ediyordu.
Hizbullah 12 Temmuz 2006 tarihinde İsrail’e karşı ortaya koyduğu başarıyla bir dönemi sona erdirmişti. ABD-İsrail ve Arap gericiliğinin bölgedeki ahtapot kollarını ve prestijini yerle bir etmişti. Yeni bir bölge algısı ve haklar uğruna direnmenin gerçekçi hak kazanımı için tek yol olduğunu ikame etmişti. Emperyalistler ve Arap gericiliği bundan hoşnut değildi ve bunu hesabı sorulacaktı. Direniş hattının başarılı süreci ters yüz edilerek eskiye dönüş için kapılar zorlanacaktı. Obama yönetiminin bölgede yumuşama isteyen tezleri ise buna engel değildi.
Hizbullah Refik El Hariri suikastından sorumlu tutmak için organize açıklamalar birden patlamaya başladı. Bunun üzerine henüz yazılmamış bir iddianameyi önceden yazma adına ortaya çıkarılan bu Siyonist yaygara, İsrail Genel Kurmay Başkanı Gabi Eşkenazi tarafında dillendirilmeye, New Yor Times bu yalanı dünya basınında pazarlamaya yöneldi; bu derginin bölgede nasıl bir rol oynadığı uzun zamandır malum, Siyonist çıkarlar için her türden yalan kurgu bu derginin akıl almaz olanaklarında, konuyla ilgisiz irili ufaklı gerçeklerden yola çıkılarak ortaya atılır durur. Okur ve ülkeleri aldatmanın önemli araçlarından biri olan bu dergi, Siyonist lobinin önemli dayanaklarındandır.
Artık işaretler Hizbullahı gösterir olmuştur. Lübnan bir kez daha gerginlik içine sürükleniyordu. Kuşkular, ithamlar, soru işaretleriyle bir kez daha Lübnan çöküşe sürükleniyordu. Güçbela kurulan Lübnan hükümeti bile sarsılmaya başlıyordu.
Buna rağmen Lübnan sahasında farklı bir gelişme gündeme geliyordu. Lübnan tarihinin hiçbir kesitinde tanık olmadığı oranda casus şebekelerinin yakalanma süreci başlamıştı; devletin, kumunun her köşesinde bir casus şebekesi tutuklanıyordu. Tümü İsrail casusu olan bu Lübnanlıların sorgularında, uzun yıllardır, Suriye ve daha sonra Hizbullah ya da Filistin direniş örgütünün sırtına yıkılan suikastların tek sorumlusunun İsrail olduğu açığa çıkıyordu.
Bu dizinin son halkasında Hizbullah genel sekreteri Hasan Nasrullah basın açıklaması yapacağını ve elindeki belgeleri kamuoyuyla paylaşacağını ilan etti (9 Ağustos 2010).
Nasrullah, yakalanan casus şebekelerinin itiraflarından, Lübnan semalarını sürekli ihlal eden savaş uçaklarının görüntü frekanslarına girerek İsrail Genel Kurmayına ilettiği fotoğraflardan ve elindeki belge ve kanıtlarla açıklamalar yaptı. Bu verilerde açıkça ortaya çıkan, İsrail’in uzun yıllar Refik El Hariri’nin evini, geçtiği yolları, kasisleri, birçok açıdan ve ısrarla takip ettiği gösterildi.
Nasrullah, konuşmasında “Lübnan komünikasyon sektöründe İsrail lehine ajanlık yapan kişilerin yakalandığını hatırlayalım. Bu ajanlar İsrail’e, öldürmek istediği her hangi bir kişinin yerini belirleyip, görüşmelerini dinleyebilecek teknik otoriteyi sağladılar" diye devam etti.
Nasrullah, ayrıca canlı tanık olarak, video çekimi yapılan bir casusun sorgusunu ekranlara getirdi. Ayrıca casus olduğu belirlenen ve son anda İsrail’e kaçan emekli bir generalin, 13 Şubat 2005 tarihinde, yani Refik El Hariri’nin suikastından bir gün önce patlama yerinde, Saint George mıntıkasında keşif yaptığını tespit ettiklerini açıkladı.
Bu açıklamalar, bölgede önemli yankılar yarattı, Arap alemi kadar, bölgeyle ilgili her devletin ilgi odağı oldu.
Belgeler ve kanıtlar konuşuyordu, bunları bir kenara iterek siyasi almaçlı suçlamalar yapmakla halkları, inançları, etnik toplulukları insanları birbirine kırdırmak isteyen ABD-İsrail-Arap gericiliği suçüstü yakalanıyordu.
Bu açıklamaların etkisi, taraflı olduğu kuşkuları ile kurulan ve hala bu itham altında bulunan, alacağı hiçbir kararın geçerli olmayacağına inanılan, gerçeği ve adaleti vicdan sorumluluğuyla yerine getirmesi mümkün olmadığı söylenen, ABD ve İsrail etkisi altındaki BM’nin Hariri suikastıyla ilgili kurduğu Uluslararası Cinayet Mahkemesini de sardığı gözlemlendi.
Yargıç Daniel Belmar, mahkemenin Lübnanlı yargıçlarından, Nasrullahın açıklamalarıyla ilgili bilgi ve belgeleri istetti.
İsrail, bir kez daha etkin çabaların, kararlı iradelerin, halkın direnme örgütlerinin tavizsiz çabalarının sonucu köşeye sıkışıyordu.
Bu adım bir kez daha, bölgede hakların kazanılması ve haklılığın ispatı, devletlerin örümcek ağlarından, kulislerin hain pusularındaki çıkar dengelerinden geçmediğini gösteriyordu.
Direnmeden hiçbir hakkın kazanılamadığı bölgemizde direnme örgütlerinin başarısı bölge halklarımız içinde önemli bir ümit kaynağıdır.
Ülkemiz açısından da büyük önem taşıyan bu gelişmeler nedense sol güçler açısından ilgisizliğe mahkum olmuş gibi. Bu vurdumduymaz tutum bir ölçüde solun milliyetçi eğilimlerinde kolonileşmesi diğer taraftan ülke gerçekliğine sunacağı alternatiflerin olmamasıyla da yakından ilgilidir. Oysa, bölgemizde her gelişme, dolaysızca ülkemizi ve halklarımızı ilgilendirmektedir. Bunu kavram için de bir kez daha Yaratıcı Anarşi ve sonuçlarının komşularımızda yarattığı tahribatları hatırlamak yeterli olacaktır.
Yazılarımı takip eden okurlar, bu süreci eksiksiz ülkemiz siyasal ortamına taşıdığımı iyi bilirler. Birbirini tamamlayan ve birbirinin devamı olarak ülkemiz içinde önem taşıyan irdelemeler, ülkemizin sorunlarının çözümü için bir katkı olarak kaleme alınmaktadır. Bu çaba, ortak bir ülkede barış içinde kardeşçe yaşamak için kendi sorunlarımızı demokratik yollarla, kirli savaşlara başvurmadan çözme amacı içindir.
Kıssadan hisse, ancak ilgili olmakla alınır, okurlarımı bölge sorunlarına ilgili olmaya davet ediyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder