HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

19 Ağustos 2010 Perşembe

178. DOSYA ENGİN ERKİNER VE İBRAHİM YALÇIN BİR POLİS ORGANİZASYONUDUR - 1 -

Mihrac Ural

15 Ağustos 2010

A) İTİRAFÇI

Kısaca belirteceğim.

İnsan onur ve erdemi adına ne varsa kaybetmeksiniz Bu ölçüde yalan yazılamaz.

İtirafçı Engin, Günay Karaca’yı yazmış. Günay, yaşasaydı da görseydi diyeceğim…
Bilindiği gibi yazının konusu Günay değil, onu anmak hiç değil. Tersine onu iyice kirletmek ve Mihrac Ural karşıtlığına meze yapıp, üzerinde şüpheler yaratarak çöpe atmaktır.

Çünkü İtirafçı Engin de iyi bilir ki, bu örgütte ona karşı en kararlı tavrı takınan kişi Günay Karaca’dır.

İtirafçı bu yazısında tümüyle yalan üzerine kurgulanmış, okurun araştırma gereği duymayan ilgisizliğine sığınılarak senaryo oluşturulmuştur.

İtirafçı Engin bir kez daha yeni verilerin ışığında tanıyalım.

12 Mart darbesi dönemi, en sıradan insanların zindana atıldığı, tabutluklara sokulduğu, Kızıldere katliamının ve Denizlerin idamının ve İboların işkencede öldürülmelerinin yaşandığı bir kesit.

Bu kesitte, itirafçı şekli de olsa “Kurtuluş” gazetesinin yazı işleri müdürü diye adı geçiyor. Ancak tutuklanmıyor. Derginin tüm yazarları, ilgilileri kıyımdan geçiriliyor ama yazı işleri müdürüne bir şey olmuyor. O bir şüphelidir.

İtirafçı Engin aynı zamanda “Beylerderesinin muhbiri olma ihtimali hiçte az olmayan”
biridir; İlker Akmanın kız kardeşiyle evli ama sorguya bile alınmamıştır; İlkerler, postanede kimi aradıkları ve oradan çıkana kadar onları kimin ihbar ettiği konusunda tek şüpheli bu itirafçıdır. Bu konu üzerinde daha da araştırma yapılacak ve gerçekler ortaya çıkarılacaktır.

Zincirin halkaları burada bitmiyor.

Ankara örgüt birimi bu adamın bulunduğu bir kesitte yok edilmiştir. Yakalanmayanı, ölmeyeni kalmamıştır. Rıza Salman direnerek yakalanmış, Ömür ve Yüksel şehit olmuştur.

İstanbul’a geçmiştir. Bu gün tüm verileriyle ortaya çıktığı gibi MİT ajanı İbrahim yalçını “örgütledikten” kısa bir süre sonra eyleme sokmuştur ve ilk eylemlerinde de (4,5 saat içinde) örgütü top yekun yok edecek itiraflarda bulunmuştur.

Bir tokat yemeden itirafçı olan bu ahlaksız, ortağı MİT ajanıyla nerede bir tasfiye varsa orada görülmüştür.

Acilden TKEP’e iltica etmelerinin sonucu TKEP’in tasfiye olması bir tesadüf değildir. Her türden çirkefle saldırdıkları Acilciler örgütüne yaklaşımları ise aynı mantıkla her şeyi ifşa etmeye yöneliktir; eylemler, geziler, kod adları, adresler ilişkiler tek tek deşifre edilmektedir. 3 yıldır süren bu kirli tartışmanın tek bir amacı var, o da devlete Doğu Perinçek tarzı ihbarlarda bulunmaktır. Bu gün bunlarla meşguller.

Oysa, bu itirafçıdan önce ve sonra yakalananlar var. Ser verip sır vermeyen yöneticiler var. Bu insanların yakalanmasından sonra örgüt etkin yapısıyla mücadele sürecine ara vermeden devam etmiştir; Bu koşuldaki ölçüt, senden sonra kim yakalandı, kimin adları deşifre oldu, hangi bölgeler tasfiye oldu. Buna bakmak gerek. Bu ölçütte itirafçı utanç duyması gereken bir yerdedir. Sonraki gelişmeler ise ortağıyla birlikte bir polis organizesi olduklarını açıkça ortaya koymuştur.

Bu girişin ardından Günay karaca yazısında yediği haltları görelim.

Sözde, Günay Karaca üzerine yazmış. Ama sıkıştığı ve kimseyi ikna edemediği konulara değinmekten geri kalmamış.

HDÖ-Acil ayrılığını ele almış ve yalan söylemekten çekinmemiş.

“1979 başındaki HDÖ-Acilciler ayrılığı, gerçekte var olan bir ayrışmaya teorik elbise giydirmiş.” (Günay Karaca yazısından) diye buyurmuş.

Demek ki HDÖ-Acil siyasal ayrışmasında kendisinin bir rolü yoktu. O giydirilen elbiseyi seyretmiş hepsi o kadar. Bu doğrudur. Bunu dile getirdiğim “HDÖ’den Acil’e Siyasal Evrimimiz” başlıklı yazıdan çokça rahatsız olmuştu. Ama gerçekleri şimdi itiraf ediyor. Acilcilerin siyasal evriminde bir rolü yok; o HDÖ ile Acil arasında siyasi bir farkın olmadığına inanıyor ( bu bir inanç değil bir çıkar meselesidir, gerçekte o ne HDÖ ne de Acil diye bir derdi var; derdi Mihrac Ural karşıtlığı olsunda ne olursa olsun.)

O sadece, bizimle zindanda olmanın akıntısına kapılmış öyle Acilci olmuştu. Şimdi bu satırlarda, ayrılığın siyasi olmadığından dem vuruyor.
Bize göre ise HDÖ’ile ayrılığımız ciddi bir siyasi ayrılıktı ve hiçbir şahsi yanı yoktu.

Bu yüzden bu ayrılık sorunsuzca devrimci ilkelere bağlı kalınarak tamamlandı. Hiçbir sorun hiçbir çirkef yaşanmadı; tersine, zindanlarda bir araya geldiğimizde ekmeğimizi paylaştık ortak komünde kaldık (1979 Niğde cezaevi)
O bu konuyu bu günün verileriyle ele alırken, her zamanki sinsiliğini, demagojilerini çalıştırıyor, aklınca HDÖ’cülere mesaj geçiyor. Hayırlı mesajlar…

Bu Özel harp dairesi muhbiri hakkında, o dönemin HDÖ’cüleri ve başta Nebil Rahuma yoldaşın neler düşündüğünü burada söylemem, ölü konuşturuculuğu olur. Önemsemiyorum…
Yazısının girişinde en riskli konuya da değinmiş. Korkulu rüyası polis ifadesi ve savcılık iddianamesi.

Kıpti misali, şecaatini arz ederken sirkatini söylemesi tam yerine oturmuş; Günay Karaca yazısının girişinde diyor ki “iddianamede okuduğunuz her şeye inanacak kadar saf değilsinizdir sanırım. İddianame ve öncesinde polis ifadeleri insana en fazla bir fikir verir, gerçeği vermez.” Diyor.

Adamın kaygısını anladınız sanırım.

Malum ya adamın iddianamesi ortada, bir itirafçı belgesi. Ona gönderme yapıyor, çok kaygılı.

Hayatında bir tek, poliste doğruyu söylemiş, üstelik abartarak ve suçsuz insanları suçlayarak. Böylesi birini tanımlamak için başvurulacak kaynaklar arasında, iddianamenin ve polis ifadesinin olması çok doğal. Kişi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle çağrılacaktır, bu en adil olanıdır; yoruma da gerek yok

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

itirafçının yazı yazma sitilindeki sinsiliğe gelince;
Bu zevatın tüm yazılarında bir genelleme, bir kelime oyunu bulunur. Hiçbir şeyi sonuna kadar açık olarak yazmaz. Kanaatlerini, her bir cümlesi diğeriyle çelişkili olan ve bütünlük arz etmeyen yazısında istediği yöne kaydırmak üzere dizayn eder. Bu yöntemle okuru çelişkiler içinde bırakarak yalan üzerine kurulu senaryosunu şırınga etmeye çalışır. Tüm yazıları öyledir.

Günay Karaca yazısında da aynı oyunu oynuyor. Bulandırıyor, karıştırıyor, yalan örgülerle bir senaryo oluşturuyor. Tek tek ele alalım.

Bu yazıda itirafçı Günay Karaca’yı nasıl tanımlıyor?

Her zamanki gibi çok muğlak…

Yazıyı okuyan okura soruyorum;

İtirafçı Engin, Günay karaca’yı Polislikle mi itham ediyor? Hırsızlıkla mı? Kendini beğenmişlikle mi? Devrimcilikle mi? Mihrac Ural’cılıkla mı tersi mi? Türkiye’de olmasına rağmen mahkemeye yurt dışında olduğu yalanını yutturan bir kişilik olarak mı tanıtıyor? Hangisi?

Bütün bu çelişkileri “ne mahkeme araştırıyor, ne de polis araştırıyor…” (agy) diyerek de mahkemeler karşısında kendisi gibi dürüst davranması gerektiğine mi işaret ediyor?

Bu vasıfların tümünü Günay’a reva görüyor. Seç beğen al. Duruma göre, ihtiyaca göre bir Günay Karaca tanımlaması

Şu cümleye bakın, “Günay Karaca’nın dayısı emniyette üst düzey bir görevli… Bildiğim kadarıyla narkotik şubede…” (agy) diyor tahliyesinin şüpheli olduğundan söz ediyor, gidiş gelişlerinin bulanıklığından söz ediyor.

İtirafçı, Günay’dan ne istiyor? Bunun cevabı yazıdaki akıl almaz sallamalarda yatıyor.

Günay Karaca her yerde açık ve net olarak İtirafçı Engin’e karşı tutum almış, bunu ölene kadar kararlılıkla savunmuş bir yoldaştı. Günay, itirafçı Engin Erkiner’in cezasız kalmasını hiçbir zaman hazmetmemiştir. Bundan dolayı da bana sık sık eleştirel serzenişlerde bulunmuştur.

Bunu geçelim.

Ama yazısında Günay’a bu kadar saldıran ve karalayan itirafçı, nedense yazının sonunda Günay’ı olumlamaya başlıyor. Aklınca bunu “Mihrac Ural Günay’ı öldürmek istemiş” tezine dayandırarak prim yapmaya çalışıyor. Böylece kendi üretimleri olan bu “iddia” Mihrac Ural’ın karalanmasıyla ilgili kullanılabilir görülerek, Günay’a sarılmaya başlıyor.

Aptal adamın beyni almıyor, bir iddiayı ortaya atmadan araştırma yapma gereği duymuyor, belge kanıt, tanık aramıyor. Kim ve nasıl söylerse söylesin önemli olan Mihrac Ural’ı karalamış olsun, yetiyor.

Günay Karaca’ya gelince,

Hatalarıyla sevaplarıyla bu örgütün insanıydı. Emeği geçmiş bir kadroydu. Bu örgütün Genişletilmiş ilk MK toplantısı olan 1-7 Mayıs 1982 toplantısına, tehlikeleri göze alarak katılma cüreti göstermiş bir yoldaştı. Aynı toplantıya davetli olan İtirafçı Engin pasaport bahanesiyle Avrupa’dan çıkma cesareti gösterememişti. Tarihe dikkat edin. 1-7 Mayıs 1982.

Günay Karaca, bu toplantıda bir itirafçı olarak Engin Erikenir’in MK ya alınmasına şiddetle karşı durdu. Davet iletmemi de eleştirdi (Günay’ın ilk ve son eleştirisi budur; aynı toplantıda beni kongreye kadar Geçici Genel Sekreter olarak öneren de kendisidir).

Günay herkesin bildiği gibi Mihrac Ural’la çok yakın bir insandı. 19 Ağustos 1977 darbesinin altından kalkarken örgütün en merkezi, en yoğun ilişki ağlarını oluşturulurken, Feriköy’deki örgüt evinde ilk karşılaşmamızdan itibaren (Boğaz içi ekibi) ağır bir hastalıktan ölümüne kadar Günay Karaca örgütle uyumlu yürüdü durdu.
Kayseri’deki ilişkileri, bir örgüt birimi olarak düzenlenmek üzerine gittiğimde, çok değerli yoldaşlarla karşılaştım. Bu adımı bir eylemle taçlandırdık; örgüt birimi için baskı makinesi ve diğer araçları sağladık. Günay bu ilişkinin İstanbul’da başlayan ilk adımlarının temel unsuruydu.

Acilciler örgütünü, birbirini sevmeyen insanlar örgütü göstermeye çalışan Özel Harp Dairesi kuklalarının bilmesi gereken, Acilciler her yerde birbiriyle ölesiye tutkun ve birbirine bağlı insanlardı. Bu örgütü, onurlu bir direniş örgütü yapan da buydu.
Sızıntıların tahribatları ise bu gün ortaya çıkan kirliliğin tek nedenidir.
Günay’ın annesi Fatma teyze, yanımıza iki ya da üç kez geldi. Günay’ın ölümünden sonraki her gelişinde Günay’ın bizlere olan sevgi ve saygısını onun ağzından aktardı durdu. Fatma teyze yiğit bir kadındı, bir gelişinde yardım istediği bir konuda bizimle birlikte militan gibi yer almasını bilen bir kadındı. Günay’dan çok daha hareketli ve kendinde emin olan Fatma teyze, bizimle komün yaşamında bir militan gibi yer aldı.

Günay, bir Acilciydi, hastalığını anladığı andan itibaren, her zamanki sessizliğiyle aktivitelerden çekildi. Görev üstlenmekte tereddütlüydü. Yanımıza geldiğinde elinde Levent yoldaşın hatırladığı bir “Tekelci Sermeyenin Ülkemizdeki İşlevi”yle ilgili bir yazı taslağı vardı. Üzerinde çalışıyordu. Onu Filistin kamplarına gönderdim, kısa bir süre Beyrut’ta yoldaşlarla birlikte kaldı. Kamplardan sonra yanımıza geldi. O her zamanki Günay’dı. En içten yoldaşlıkla, en içten bağlılıkla ülkeye geçti. Fatma teyzenin aktarımları da tas tamam bunu doğruluyordu.
Bu yoldaşça ilişkide kim kime bir nebze zarar vermeyi aklından geçirebilirdi.
Tarih hareket halindeki bir geçmiş olacaksa, bu gün için tarihten alınacak bir şey kalmazdı.

Tarihi, belge ve kanıtlarla yazarsınız, bunun için bir satırlık bir belgeniz yoksa uydurmaktan başka çareniz kalmaz. Yapılan da tastamam budur; bu bir polis organizasyonudur. Başka bir izahı da yoktur.

Ölüleri konuşturma bu insanların bir alışkanlığıdır. Çünkü adına konuştukları yoldaşlar yaşamlarında onlara karşı en kararlı tutumu takınanlardı.
Kimsenin duymadığı, bilmediği yeryüzünde sizden başka kimsenin sahip olmadığı yumurtaları ortaya servis yapmak çok kolaydır. Ama bunu Acilcilere yutturmak zordur.

Gelelim Günay karaca yazısının yalanlarına.

Birinci yalan, 1-7 Mayıs 1982 tarihini bir daha hatırlayın. Günay Karaca bu toplantıdan sonra kısa bir süre Filistin kamplarında kalarak ülkeye döndü. Haziran 1982 İsrail saldırısı henüz başlamamıştı. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurulmamıştı.

Aptal itirafçı, FKBDC kuruluş tarihini bile bilmiyor. Çünkü böylesi büyük siyasal oluşumlar ve örgütümüzün bunun içindeki işlevi boyunu çok aşar, bilmemesi normal. FKBDC kuruluş tarihi 1-4 Haziran 1982 dir. Günay bu tarihte orta-doğuda değildi.
Bizim yumurtacı ise bakın ne diyor. “Suriye’de öldürülmesini istememesi anlaşılabilir. Müntecep daha yeni öldürülmüş, Günay da öldürülürse, başka hiçbir şey olmasa bile zaten uyarı cezası almış olduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nden bu kez ihrac edilir.” (Agy)

Yalanın bu boyutuna kin demek yetersizdir diyorum; bu bir görevdir…

Bu konu açılmışken, aptal itirafçıya, FKBDC ile ilgili Öcalan’ın özel mektupla dile getirdiği hassas bir konuyu aktaracağım. Müntecep’in ölümü ve ortaya çıkan karmaşa nedeniyle FKBDC bir uyarı bildirisi yayınlamıştı. Bu bildire sözde Acilcilere karşıydı ancak olayın başka bir yüzü vardı. Özellikle Taner Akçam’ın çabasıyla, PKK’nin Avrupa’da özel harp Dairesi kuklalarına karşı giriştiği şiddet eylemlerine karşı bir uyarı olarak ele alınmıştı. Bu konunun gizli yazışmalarını Öcalan şahsen bana da göstermiş oyunun arka planı hakkında bilgi vermişti.

Öcalan’ın, şehit yoldaşlarla ilgili yazdığı taziye mektubunda bu konuyu öyle anlamlı özetlemiş ki, bu aynı zamanda İtirafçı Engin’in diline doladığı Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesinin (FKBDC) iç olaylarımızla ilgili tutumlarına da önemli bir göndermedir. Öcalan’ın mektubu:

Mihrac Ural yoldaş’a,

… Ayrıca uzun süreden beri çeşitli konularda özelikle FKBDC’ye ilişkin gelişmeleri değerlendirmek isterdim. Belki farkındasınız Avrupa’ya dayalı uzlaşmacı, burjuva muhalefete dayalı kuyrukçu anlayış elden gelen her türlü engellemeyi yapıyor. Engel olarak görülen direniş çizgisi, özellikle bize yönelik gerici çabalara hız veriliyor. Bu konulara ilişkin kapsamlı görüşme ve önerileri Cuma (Cemil Bayık bn.)arkadaşla değerlendirmekte yarar vardır. Hemen hatırlatalım size yönelik hazırlanan bildiri özünde bize karşı hazırlanmış olduğu belgeyle kesinlik kazandı. Bunun üzerine kararlılıkla gidilecektir.
“ ( Mektup “devrimci salam ve mücadelede başarı dileklerimle 1. 12. 1983 Ali” (A. Öcalan bn) diyerek bitiyor)

Her şey açıkça izah ediliyor, milliyetçiler düşmanlıklarını gösterirken Acilcileri araç kullanmaya çalışıyorlar. FKBDC bildirisi de bundan ibarettir.

Herkesin bilmesi gereken ve bu son tartışmalarda açığa çıkan gerçek itirafçının azılı bir Acil düşmanı olduğudur. Örgütümüzün karalanması için çırpınmaktadır. 30 yıllık TKEP’lidir. Şimdi ise Acilden söz edilince “örgütümüz” demeye başlaması bir tasfiyecilik işidir.

Çirkin adam TKEP’e sığındığında bunlar aklında değimliydi. Ayrılık bildirisi olan “Açık Mektup” yazısında farklı sözlerini yayınladım, 15. Dosya’da yer alan bu açıklamalar yüzüne ağır bir şamardı ( bkz. http://acilciler-thkpc.blogspot.com/)
İkinci yalan, Müntecep’in ölüm tarihiyle Günay’ın Suriye’de bulunduğu tarih birbiriyle ilgisiz tarihlerdir.

Yalandan kimse ölmemiş ya…

İtirafçı, Müntecep’in (şeyh) ölümünü Günay’ın Suriye’de olduğu zamana denk getiriyor. Ölülerin bile ayağını kaydırmak diye bir şey varsa onu da yalanlarını örtmek için yapıyor.

Şeyh’in ölümü 13 Ekim 1982’dir. Günay Karaca bu tarihte aylar öncesi Türkiye’deydi.
Ama sinsi yılan her satırda ilgili ilgisiz konuları sokuşturarak, sendromunu tatmin etmeye çalışıyor. Bunun için Müntecep konusunu işlemeyi gerekli görüyor. Bu konuda yalanları tek tek teşhir olduğu için satır aralarına sığınmakla yetiniyor.
Üçüncüsü, Günay Karaca’yı, Kayseri kamulaştırmasından elde edilen paraya el koyan adam olarak ima ediyor. Bir de ekliyor “para konusunda tartışmış olabilirler” diyor.

İtirafçı;

Bir neden, para meselesi olabilir.

Kayseri’deki on milyonluk soygundan kalan para var mıdır, varsa nerededir?

Günay istenilen cevapları vermemişse, öldürülmesine karar verilmiş olabilir.
” Diyor (Agy)

Bir ahlaksız ancak bu kadar beyin zorlamasıyla yalan üretebilir. Ve ilginç olan, bu şebekenin aklı ve fikrinin para, mal, mülk de olmasıdır. Dönüp dönüp duruyorlar mal mülk para diyorlar. Oysa itirafçı adam, haberim olmadan cebimden para çaldığını kendisi itiraf ediyor. Hırsız ya, herkesten şüphelenecek.

MİT Ajanı ahlaksız İbrahim’in ise, Nebil’in ölümüne tek neden olan, örgütümüzün haberi olmadan 2 kg altın alması olayı vardır; dikkat edin hep para, pul, çıkar, mal, mülk olayı dönüyor hayatlarında.

Bu hırsızlar, 30 yıldır yurt dışında, zorluklar içinde nasıl da bir komün yaşamı içinde olduğumuzu unutuyorlar; hayatları hep özel geçmiş, bunun için mal, mülk, para diye inleyip MİT kuklalığını para için yapmakta bir beis görmemektedirler.

Dördüncü yalan, Günay Karaca’nın Konya cezaevindeki ziyaretlerinden pay çıkarma yalanı.

Önce sormak gerek, Günay, Mihrac Ural’ın olmadığı bir zindanda itirafçıyı hiç ziyaret etmiş midir? Asla.

Çünkü Günay açısından itirafçı asla affedilmeyecek biridir. Günay’a göre itirafçı, Örgütü yıkan bir ahlaksızdı.

Önce de yazdım, itirafçının aramızdaki konumu tecrit altındaydı. Örgütsel hiçbir bilgiye sahip değildi ve onunla bu sırlar paylaşılmazdı. Çünkü o şüpheliydi. Bir zayıflık anında satmayacağı şey yoktu. Dolaysıyla, Konya cezaevinde Günay’la yaptığı sohbet iddiası zavallı birinin sığınmak istediği yalandan başka bir şey değildir.
Günay, itirafçıya selam vermeyecek kadar katı bir tutum almıştı; Bizimle her zaman uyumlu olan Günay’ın uyumsuz olduğumuz tek konu da buydu.1982 toplantısında da bunu konuştuk.

Beşinci yalan, “ Semir’e kafasına sık” diye emir verilmiş ama o yerine getirmemiş. Bu emri kim vermiş? MİT ajanı İbrahim bu emri “Zafer Semire iletmiş” diye yazıyor. İtirafçı malum taktiğiyle her şeyi ama kim ve ne olursa olsun her şeyi, tek hedef Mihrac Ural’a bindirme taktiği gereği “ Mihrac Ural verdi” diyor. Sakince düşünelim…
Semir yaşıyor. Öncelikle böylesi bir iddia onun ağzından dile gelmeli aktarmalı olmamalı. Aktarmaların ne olduğu malum. Bu yapılmıyor. İddia sahibi yaşıyorsa, onun adına konuşmak kalpazanlıktır.

Bir itirafçının ve bir satılmışın kalpazan olmadığını ise kimse iddia edemez.
Yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir uydurmayı ölü konuşturarak ortaya atmakta yetenekli olanların bu şebekede yer alması bu anlamda gayet normaldir.
Altıncı yalan, var sayalım ki böylesi bir emir verilmiş, o koşullarda Semir’in böylesi bir emri yerine getirmeyebileceğini düşünecek birini bulmak gerek ki söylediklerinde doğruluk payı olsun.

Bu kadar ceberut vasıflarla tanımladığınız insanın verdiği emri, Semir’in yerine getirmeyebileceğini nasıl hayal edebiliyorsunuz, diye sorarlar adama? Şimdi koşsunlar her zamanki gibi yazılarına balans ayarı yapsınlar ( MİT ajanı, Nebil’i yoldaşı Adana’dan ikinci gelişinde görmüştü ya…)

Yedinci yalan, Günay karaca Mihrac Ural’ı eleştirdi diye böylesi bir emri vermenin mantığını da bulmak gerek.

Kim, nerede, neyi, nasıl tartışmış, bir Allahın kulu gelsin tek bir cümle söylesin?

Tümüyle yalan.

Olmayan üzerine yalan kurgudur bunlar.

Tüm yazılarında aynı yöntemle demagoji yapıyor.

Bir önceki yazısında şaibeyi ortaya atıyor, sonraki yazıda da onu delil olarak
gösteriyor: böylece kendin pişir kendin ye cinsinden yalan kurgular servis ediliyor.
itirafçı Engin bu oyunların müptezelidir; kendine ait hiçbir soyutlaması olmayan bu aptal siyasi yazılarını da ayni yöntemle yazar. Hep yuvarlak ve çifte anlamlı cümleler oluşturur, bir sonraki yazıda aynı cümlelerin farklı bir evrimiyle kurgular üretip, yalana devam eder. Bu yazım türü, yazı adabında ahlaksızlık olarak telakki edilir.

Burada da aynı şeyi yapıyor.

Oysa, örgütsel ayrılığın en sert çatışma kesitinde bile şiddete başvurulmamışken, yıllarca hep birbiriyle tanımlanan insanlar olarak, Günay Karaca için Mihrac Ural’ın böylesi bir şiddet kararı alabileceğini ancak ahlaksızlar düşünebilir. İtirafçı Engin’in bildik sallamalardır bunlar.

Aynı yazıda geçen yalanlar bu saydıklarımdan çok daha fazla. Her yazısında da öyledir. Bir de dikkat edilsin, itirafçı eleştirdiği hiçbir konuda alıntı yapmaz. Kaynak göstermez. Bunu yaparsa, demagojileri açığa çıkar.
O gelecek eleştiriye göre, evirilip çevrilecek kıymeti kendinden menkul, kendi uydurmalarını başkasının sözü diye aktarır.

Bu ahlaksız yazım üslubu, bu adamların yaptığı görevle örtüştüğü için dikkate bile alınmaz.

İlgili okura, Temmuz 2010 başlarında Kürtlerle ilgili sallamalarını hatırlatacağım.

Mihrac Ural’ı karalamak için, 2010 Temmuz ayı başında, “Suriye’de 400 kürdün tutuklandığı” yumurtasını ortaya atmıştı. Fırat Haber Ajansı bu haberleri yalanlamasına rağmen itirafçının yüzü kızarıp köşesinde oturmamıştı. Suriye’de Kürt haberleri, Mihrac Ural’ı karalamak için ne kadar anlamlıdır bilinmez, ama itirafçının iç dünyasındaki milliyetçi ilkellik bunları sürekli kışkırtıp durmaktadır; bu olaylarda da konu Acilciler ya da Mihrac Ural değil bizatihi Kürt özgürlük hareketidir. Kızım sana söylüyorum gelinim sen duy…

Bu ahlaksız, Mihrac Ural’ın Muhabartla ilişkisi üzerine kurduğu hayallere ömür vereceğini çok önceleri yazdım; “sizi ebede kadar Mihrac Ural yazmaya mahkum ettim” dedim.

Bu noktada, bu uyduruk ithamları ilk ve son kez ayakaltına alıp layık olduğu yere şu cümlelerle oturtuyorum:

Herkes bilmeli ki, Mihrac Ural, tüm devletleri bir baskı aracı olarak görür, bu aracı yöneten ilerici hükümetler olsa da devlet, mantığı ve statüleriyle bir gericilik öbeğidir. Bu nedenle tüm devletlerle çelişkisi ve çatışması vardır. Mihrac Ural’ı devrimci demokrasi yolundaki mücadelesinde hiçbir devlet teslim alamamıştır, doğrularının arkasında duruşunu, muhabaratın her türüne ve bu yöndeki her eğilime, ayakaltında ezdiği izmarit kadar değer verir.

Devrimci insan, bu türden şebekelerin tümüyle sorunu olan insandır; bu nedenle Suriye’de birçok kez tutuklandım, 1 yıl tek kişilik hücrelerde kesintisiz ceza çektim. Kimseye boyun eğmedim, Türk milliyetçiliğine karşı olduğum kadar, Arap milliyetçiliğine karşı da mücadele ettim.

Bu cümleleri azılı bir milliyetçi olan İtirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim’in suratına bir şamar gibi vuruyorum.

Siyasi yazılarım var onlara bakacağım, bu çirkinlere ayıracak zamanım yok, arkamdan nal toplamaya devam etsinler…

SONUÇ YERİNE

Bu bölümü iki cümleyle bitirmeyi düşünüyordum. Ama itirafçı yine yumurtlamış. “Benim yakalanmamdan sonra örgütte büyük bir çürüme var” (Agy). Demiş.

Adamın Acilciler örgütünde fiili olarak 1,5 yıl kalmışlığı bile yok. 30 yıllık TKEP’li olma gerçeğini de atlayarak bunları söylemesi bir aptallık değilse nedir…
19 Ağustos 1977’da rüyalarını bile polise anlatmış, olası eylemleri ve bunları gerçekleştirebilecek kadroları bile polise vermiş, tarihi sıralamaya uygun olarak üst komiteleri tek tek sıralamış, tüm adresleri, ilişki ağlarını, malzemeleri bir tokat bile yemeden polise veren ahlaksızın söylediğine bakın.

Çürük adam çürümeyi hep başkasında da görmek ister, bu bir reflekstir, benzer arıyor onu anlamak gerek, zavallı bunadı, nefes alamıyor, bir de doğum günü yaklaştı onun bunalımını yaşıyor…

19 Ağustos 1977 yakalanmalarından sonra firara düşen yoldaşlarımızla bu örgütü tarihinin en iyi yerine ulaştırdık. Kendi çalışma bölgelerimizde üç kuşak yönetici yetiştirdik, bir halk hareketi olarak siyasi olaylara yön verdik. İlk kez Türkiye ölçeğinde il komitelere kurulup işletildi ve bizler yakalandıktan sonra ser verip sır vermeyerek bu birimlerin çalışması devam etti. Eylemler ve örgütsel çalışmanın tüm boyutları zindan koşullarında bile sürdürüldü. Bu konuda itirafçı tecrit edilmişti bunun için sürece asla müdahil olamazdı. Zindanlardan yönettiğimiz örgüt en parlak dönemini yaşadı en disiplinli olduğu kesiti yaşadı. Bu örgütü “çürümüş” göstermek sadece çürümüşlerin işidir.

Bu süreç yurt dışında aynı kararlılıkla sürdü. Merkez yayın organı CEPHE yeniden yayına geçirildi (12 Eylül 1981), Merkez Komitesi Genişletilmiş Toplantısını (1-7 Mayıs 1982) yapıldı, geçiş dönemi devrim hedeflerimiz adlı örgüt programı yeniden düzenlenip yayınladı, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurucu üyeliği yapıldı (1-4 Haziran 1982). 1. Kongre, en geniş katılımla, en demokratik tarzda gizli oy açık sayım ilkesine dayalı olarak, muhaliflere sonsuz konuşma hakkı tanınarak bağlandı (24 Kasım 1 Aralık 1986). Kongrenin karara bağladığı yeni örgüt programını yayınlayıp, mücadelemizin yönünü tüm boyutlarıyla netleştirdik. Ortadoğu Konferansı bağlandı (1 Mayıs 1991). Örgütün ülke gidiş gelişleri için, ayakları yere sağlam basan bir sıçrama platformu kuruldu, tüm devrimci siyasi güçlere hizmetler sunuldu. Kısıtlı olanaklar paylaşıldı, devrimci hareketin en etkin şahsiyetleri ikili ya da bir arada toplantılarına ev sahipliği yapıldı, PKK ile en yakın örgütler olarak, evlerimiz ve sofralarımız ortaklaşa paylaşıldı; ortak eylemler ve yöre gezileri yapıldı (bu konu ayrı bir yazıda kapsamlı olarak işlenecektir). Filistin örgütleriyle omuz omuza 1982 Haziran savaşında İsrail’e karşı, 1983 Trablus savaşlarında İsrail, ABD ve Arap gericiliğine karşı savaşıldı; şehitler verdik. 1981’den itibaren İsrail sınırından Lübnan’ın en kuzey alanlarına kadar, Reşadiye, Nabatıya, Sayda, Sur, Burj el Barjne, Reml el bayda, Atfaiyye, Şatilla, Yanta, halbe vd. Kamplarda Filistin halkıyla ve devrimci örgütleriyle omuz omuza olduk. Avrupa çalışmalarımız mümkün olanın zorlayarak yerine getirildi, dernekler kuruldu, komiteler yapılandırıldı, yürüyüşler, etkinlikler aralıksız sürdürüldü. Birden çok yayın organı çıkarıldı. Sistemlerin yok olduğu, dev tarihi miraslarıyla örgütler buharlaştığı bir kesitte bizler durup dinlenmeden mücadelemizi sürdürüyorduk. Bunları hiçe saymak hangi vicdanın işi olabilir. Bunları görmeyip, uyduruk yalanlarla bir tarihi kirletmek kimin işi olabilir.

Bir kez daha meydan okuyarak söylüyorum, bu ikili polis organizasyonudur. Tek amaçları devrimci dik duruşu kirletmektir.

Mit ajanı İbrahim Yalçın’ın 79 Aralık ayında aniden tahliye olması ve bu dönem yenilen darbelerde oynadığı roller, bu gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bu gerçek, açığa çıkmıştır. Bu ikili sırtlarında ebede kadar taşıyacakları bir kamburla yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Tüm çırpınışları bunu örtmeye, kendilerine benzer bulup yüklerini hafifletmeye yönelik yalan kurgulardır. Ancak yeryüzünün hiçbir örtüsü bu kamburu örtemeyecektir. Biz sadece belgelere ve kanıtlara dayanarak bunları teşhir ettik, tarihe baki kalacak olan da budur.

Bu kin ve görev karışımı çirkin tartışmaların devrimci sürece asla fayda vermeyeceğinin bilincindeyiz. Kötü örnek olduğunun da.

Esasında söylenmesi gereken her şey söylendi, karar okurun ve zamanın olmalıdır. Ama görevli olan bu soytarılar, çırpınışlarıyla yalan kurgularıyla örtünebileceklerini sanıyorlar. Bir de onları içten yakan çok önemli ve inanmak istemedikleri bir şey daha var o da, aralıksız ve her önemli siyasi olayda açık ve net görüşümüzü ifade eden siyasal makalelerimizin kesilmeden yayınlanmasıdır. Hiçbir zaman beceremedikleri şey de budur. Bu onların ruhlarına akıl almaz azaplar yüklüyor. Bu nedenle, zavallıların ruh hallerini anlamak zor olmazsa gerek.

İtirafçı Engin Erkiner, doğum günün yine geldi çattı 19 Ağustos 1977. Ruhunu hazırla.

Hiç yorum yok: