28 Temmuz 2010 Çarşamba
BOYKOT
Mihrac Ural
27 Temmuz 2010
135 yıllık arayış bu kez de sonuçsuz. Farklılıklarının gerçekliğini inkar eden, onu karanlık örtüler altına sokmak isteyen bir ülke, ortak bir anayasal kimlik oluşturamaz.
1876 Kanuni Esasi’den, II. 12 Eylül anayasa önerisine kadar, başarılamamış anayasal girişimleri aynı hatanın kurbanıdır.
Ortak ülke gerçekliğimizi tanımlayan, çözülmüş sorunlarımızın hukuki ifadesi olan, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşamasını garantileyen, farklılıklarımızın kimlik, inanç ve kültürel haklarını kurum, kuruluş ve yasalarıyla güvence altına alan bir anayasa olmaksızın bu alandaki kimlik bunalımımız sonuçlanamaz.
Siyasi güç dengelerine boyun eğmeyen, demokratik hak ve özgürlükleri koruyan, arkasında duran halkın gücüyle değişikliklere maruz bırakılmayan, delinmeyen, deldirilmeyen bir anayasa bu coğrafyanın gerçekçi taleplerinin anayasasıdır. Bunu, devlet statülerine esir olmuş hiçbir ulusalcı – tek milliyetçi, din istismarcısı siyasal eğilim sağlayamaz.
Onay aldığı an, tarihi geçmiş olacak bir anayasa istemiyorsak, temel sorunlarımızı aşmış farklılıklarımızı merkezine oturtmuş bir anayasa oluşturmakla yükümlüyüz. Bu referandum eskiyi yeniden üretmekle meşguldür. Halklarımızın çıkarını temsil eden bir yanı yoktur.
Anayasa referandumu bir seçim oylamasına düşmüştür. Siyasi partiler arasında güç dengesinin yeniden belirlenmesi amacı taşımıştır. Bu referandumda EVET ile HAYIR arasında fark kalmamıştır. Sistem kendini her iki tercihte de yeniden üretme çabasındadır.
Referandum halkın demokratik anayasa talebine ilişkin bir oylama olmaktan çıkıp siyasi iktidar kavgasına alet olduğu yerde, demokrasi biçimsel de olsa sona ermiş olur.
Bu referandum da halka ve taleplerine, farklılıklarımıza ve özgürlüklerine ait hiçbir amaç kalmamıştır.
Ortaya konan anayasa taslağı ise, askeri darbe anayasalarının tek milliyetçi kurguların ruhunu bütünüyle taşımaktadır. Bu ise, ülke gerçekliği üzerine karanlık bir örtüdür, kimlik bunalımlarımızı, toplumsal kaoslarımızı derinleştiren böylesi anayasa önermeleri, demokrasi ve özgürlük arayışlarımıza cevap değildir.
Kimse kimseyi aldatmasın. Kendimizi ise asla aldatmayalım. Bütünlüğü içinde anlamlı yerini bulamayan demokratik açılım ve değişiklikler demokratik bir anayasa yaratamaz. Anayasanın tüm maddeleri demokratik olsa da çok uluslu, çok inançlı, çok kültürlü ülkemizde, tek millete dayalı hiçbir iyileştirme demokratik olamaz. Ruhunu böylesi bir algıyla darbeci önermelerin tekrarı olarak tecelli eden bir anayasa taslağ,ı halklarımızın arkasında durup onaylayacağı bir anayasa olmayacaktır.
Onaylandığı gün, değiştirilmesi istenecek bir anayasa, çözümsüzlükleriyle, çıkışsız statüleriyle on yıllardır değiştirmek için mücadele ettiğimiz sistemi yeniden üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle tavrımız, bu sistemin kendini yeniden üretmesine olanak tanımama tavrıdır, boykottur.
***
135 yıldır demokratik bir anayasa yapamadınız. Ülkemizi tanımlayacak, temel sorunlarımızın çözümüne hukuki bir ifade olacak anayasa yapmayı asla istemediniz. Anayasalar arası balans ayarlarıyla oluşan her anayasanız, hukuk dışı, gerçek dışı ve dayatma yasaların metni olmaktan öteye geçemedi. Bunun için her değişikliğin ardından yeni değişikliklere ihtiyaç duydunuz.
Kanuni Esasi’den 1921 Teşkilatı Esasi’ye, 24 Anayasası’ndan 61 ve 82 Anayasasına hiçbir anayasanız toplumun çözülmüş sorunları üzerinde yükselmedi. Dönüşüm gerçekliğini amaçlamadınız; çözülen sorunların hukuki ifadesi olabilecek bir anayasayı hiçbir zaman ortaya koyamadınız. Tüm anayasalarınız bir askeri zorlama ya da darbe anayasasıdır. Tek boyutlu bir diktatörlük anayasasıdır. Padişahınızdan darbecinize kadar, horlamadığınız reaya ve vatandaş kalmadı, bu sizin hukuksuzluğunuzdu. Siz uygar değildiniz, Osmanlı aklının talan ve gasp siyasetinin modern giyimli barbarlarısınız. Aklınız o karanlık dönemin aklıdır, size ait olmayan kültür birikimleri üzerinde oturup, kılıç hakkı diye tüketerek yaptığınız şey, sizi demokratik bir anayasanın gerektirdiği kültür düzeyine yükseltemedi.
Ben yaptım olur dediniz, ben bozdum yürür dediniz; bu güne geldiniz.
Her anayasa girişiminiz, diğerini koltuk değneği olarak taşıdı. İki anayasanız arasında onlarca kez değişiklik yaparak kurduğunuz dengeler, ağızlara çalınan bir parmak balın ötesine geçmedi. Hukuk algılarınız, Osmanlı’nın cumhuriyetteki tecellisi olduğu için, anayasalarınız ülke gerçekliğini değil; üzerine atılan karanlık örtüleri temsil etti durdu.
Egemen güçler arası dengelerin lehine yapılan düzenlemelere anayasa dediniz. Oysa her biri teknik açıdan olduğu kadar, gerçeklikle örtüşme açısından hukuksuzluktu. 12 Eylül 1982 faşist askeri darbeyle dayattığınız anayasa ise geçmiş üzerine tuz biber eken, toplumun her boyutta kimyasını bozan bir aptal cüreti olarak gündeme geldi.
Onaylandığı günün ertesinde değişikliğe mahkum anayasalarınız yırtık hukuk bohçanızı yamalamaya yetmiyor. Anayasalarınız öylesine zeminsiz ki, kendini koruyacak bir etkinliğe bile sahip değil. Yeryüzünde anayasa ahlak ve bilgisine defalarca tecavüz ederek yaptığınız değişiklikler, kurduğunuz anayasaların ne mal anayasa olduğunu göstermeye yeterlidir. 1876 Kanuni Esasi’den 82 Anayasası’na kadar, tüm anayasalarınız delik deşik olmuştur; ancak gerçekleri temsil edememiştir.
Oysa, gerçek bir demokratik anayasayla oynamanın gereği de imkanı da olamaz. Gerçek bir toplum sözleşmesi, ülkemizi tüm yönleriyle tanımlayan ve çözülen sorunlarının hukuki ifadesi olan bir anayasaya dokunma cüretini kimse gösteremez; halkın arkasında durduğu bir anayasaya, hepimizi kucaklayan bir güvenlik hukuku ve sınırı olarak kendini koruyacak güce de sahip olur. Kendinizin koyduğu ve kendinizin bozduğu hukuk dışı yasalarınıza anayasa demek abesle iştigaldir.
Sorunlarıyla bunalmış, kaoslara düşmüş, kimliğini yitirmiş bir ülkede gergin dengeler üzerinde yürüyorsunuz. Halkın reflekslerini çiğniyor, hak ve taleplerine karşı her türden savaş aracıyla saldırıyorsunuz; sınır ötesi operasyonlar yapıyor, kimlik hakların inkar ediyorsunuz. Uluslararası anlaşmalarla korunmuş azınlık haklarını bile ret ediyorsunuz. Teknolojinin en gelişmişine, askeri amaçlarla vatandaşlarınızı katletmek için akıl almaz mali bütçeler ayırıyor, dış güçlerden desteğin her türüne kölece tavizler veriyorsunuz. Dış güçlerin taşeronluğunu resmi ilanlarla yaparak kendi halkınızın, vatandaşınızın üzerine ölüm saçıyorsunuz.
Vergileriyle devletin tüm kurumlarını besleyen vatandaşa kurşunla, bombayla, kovuşturma ve sürgünlerle cevap veriyorsunuz. Anayasalara müdahaleleriniz, yaptığınız değişiklikler ülkemizin kaoslarını çözmüyor, kaybedilmiş kimliklerini bulmaya yetmiyor. Bu gün yaptığınız değişiklikler ise geleneksel korku ve kaygıların sınırını aşmıyor; hep yapar gibi davranıyorsunuz. Size sonuna kadar tolerans tanınıyor; ama siz yine bildiğinizi dayatıyorsunuz.
Tüm iktidarlar, halkın ve demokrasi güçlerinin “bekleyip görelim” adı altında hak etmediğiniz zaman kredisini kullanıyorsunuz. Ancak siyasal erke oturduğunuz an, devletin kurulu statülerine boyun eğerek bu fırsatları daha da olumsuz dayatmaların hizmetine koşuyorsunuz.
Dar parti ve mahalle çıkarı için üretilen siyasetleriniz, yılların biriktirdiği haklı talepleri ve bu taleplere ait öfkeleri bir kez daha boşa akıtarak heder ediyor. Bitip tükenmez yalan okyanuslarınızda halkı onlarca kez boğdunuz. Din ve imanı kullandınız, demokratik söylemleri laçka ettiniz, farklı siyasi simgeleri bir araya topladınız, “tapulu oylar” üzerinde hoyratça tasarrufta bulundunuz; ancak demokrasi için gerekli olan en önemli adımı, milliyetçiliği aşamadınız.
Kaygı ve korkuların esiri olan Osmanlı aklının cumhuriyetteki tecellisi oldunuz. Talan ve gaspla sür git Batı’ya yönelen akınlarınızın durduğu yer Viyana kapıları oldu (1683). Gerilediniz, her savaşta yenildiniz; çünkü haksızdınız ve başkalarının emekleriyle oluşturduğu anavatanların değerlerini talan etmiştiniz. Kaybettiğiniz topraklar sizin değildi, onların arkasından ağladınız ve imkan olsa yeniden işgal ve ilhak edebileceğinizi ifade ettiniz. Bunu başaramayacağınızı biliyordunuz, bunun için iç fetihlere yöneldiniz. Hakim olduğunuz coğrafyayı bu nedenle sürekli bir savaş alanı haline getirmiş oldunuz. Kürt dediniz, Alevi dediniz, Türkmen dediniz doğrayıp durdunuz. Bunu hala sürdürüyorsunuz.
Farklılıklarımızı zenginlik olarak algılama yerine ötekileştirme çabalarına yöneldiniz. Dünya değişti, aklınızı değiştiremediniz. Irkçılık, milliyetçilik, inanç ayrımcılığı gibi çağ dışı kalmış söylemlerden oluşan kağıttan şatolar kurdunuz, el attığınız her alanda bu sahte görüntüleri gerçek diye dayattınız. Kardeşi kardeşe kırdırdınız, faili meçhullerle tasfiyeler yaptınız, göç ettirdiniz, soyup soğana çevirdiniz. Laik, anti-laik farklılıklarınızı bile bir kenara attınız, özgürlük ve demokrasi için mücadele eden güçlere karşı tek milliyetçi cephe olarak çıktınız. Gerçek bölücü olduğunuzu her çabanızla kanıtladınız. Bu iç dünyanızı referanduma giden anayasa taslağınızda da akıl almaz tarzda işlediniz; demokrasi gelecekse de tek millet için gelecektir, dediniz.
Her yeni anayasa oluşturma sürecinde, sorunların çözümü üzerinden bir anayasa üretmek yerine sorunları artıran aynı hataların tekrarını yaptınız. Balans ayarları ise bu yanlışların katmerleşmesine yol açtı. Demokratik açılım söylemlerinin katledildiği yer de tastamam burası oldu.
Demokratik açılımın başlamadan bitmesi, savaşın bir kez daha tırmanarak ölüm haberleri arasında barışın katledilmesi alışıldık bir hal aldı. Savaş ve her türden güvenlik önleminin başarısızlığına biçilen kefareti barışa ödetmek için; barış diyen sanatçılara, aydınlara, yazarlara akıl almaz cezalar dayattınız. Mahkemelerde süründürerek düşünme ve konuşma özgürlüklerini gasp ettiniz.
Durmadan tersinden işleyen bir akılla dev bir ülkenin sorunlarını çözmenin mümkün olmayacağını anlamayanlar, baş edemedikleri bir savaşın taraflarına önce silah bırakın deme komikliğine düşüyorlar. Tanımama ısrarında oldukları Kürt ulusal varlığı ve özgürlüğünü askeri zorla susturmak için tüm olanaklarını seferber ederken, ortaya koydukları milliyetçi anayasalarına EVET ya da HAYIR oyu talep ediyorlar. İktidarıyla, muhalefeti sistemin bekası, gerçekliğin örtülmesi adına girdikleri bu ikilem asla gerçek demokratik bir öneri etrafında tercih anlamına gelmiyor. EVET ya da HAYIR demek, sonuçta aynı sistemi yeniden üretmek anlamına geliyor.
Şimdiki iddianız çok büyük, boyunuzu da çok aşıyor. Sivil anayasa yaptık, buna EVET deyin diye ısrar ediyorsunuz. Dününüzle bu gününüz din istismarıyla geçmiş, kırılma noktasında milliyetçi çehrenizi, Milli Görüş adı altında toplumun farklılıklarına din çimentosuyla kararak dayatmışsınız. Demokrasiyi tanrı adına isteme gibi ekstrem çıkışlarınızı örtseniz de farklılıklarımızı içselleştirecek bir genişliğinizin olmaması, yaptığınız her şeyin yarım yamalak olmasına ve sonra iflasla sonuçlanmasını yol açıyor.
“Sivil” diye halkın önüne sürdüğünüz anayasaya dönün bakın, bu coğrafyada yaşayan hangi etnik ya da hangi inanç farklılıklarını açık ve net olarak dile getirip onun haklarını güvence altına alıyor. Bunu gösteremezsiniz. Anayasanız milliyetçidir, demokratik değildir…
Bu satırların yazarı, en küçük bir demokratik açılım için destek çağrıları yapmaktan çekinmemiştir. Bunu, arkasında durduğu doğruların bir parçası saymıştır. Ama demokratik açılımın sonuna kadar genişliğiyle, derinliğiyle ikamesini istemiştir. Tarihi derslerden biliyordu ki hiç bir din istismarcısı, hiçbir milliyetçisi demokrasiyi sonuna kadar götüremez. Siz de götüremediniz, iflas ettiniz. Tarihin mantığı böyle tecelli edecekti, aldatılmayı halk kendi tecrübesiyle görecekti, demokrasi mücadelesinde eğitim de budur.
Bu anayasada ilkel ırkçı-milliyetçi tek boyutlu dayatmalarınız olmasa, askeri anayasaya karşı sivil anayasaya EVET demek ehveni şer gibi olabilirdi. Ancak yasaların geriye işlemeyeceği üzerinden 12 Eylül darbecilerini aklıyorsunuz. Bir kuşağa amansızca savaş açan, katleden darbeci generallerle hesaplaşmanın kapılarını kapatıyorsunuz. Size dokunanı yok etmek için tüm gücünüzü ortaya koyarken, başkalarını yok edenleri görmezden geliyorsunuz. Tarihle yüzleşme olanaklarını ortadan kaldırarak, bu topraklarda “yapılanın yanında kar kalacağını” anayasal güvencelerle sağlıyorsunuz.
Bütün bunlara karşın referanduma giden anayasa önermenizi, ilk maddesinden son maddesine kadar bizlerin değil, sizlerin anayasası olarak, milliyetçilik üzerine yükselmiş statüleriyle dayatıyorsunuz EVET dememizi istiyorsunuz. Bu ise Anadolu mozaiğinin gerçekliğine indirilen bir hançerdir, ısrarcı bir inkarcılıktır.
Bu madalyonun diğer yüzünde, ulusalcılar, ilkel milliyetçiler, ırkçılar ve sistemin onayına teferruatın sönük ışığın ardından yuvarlananlar bulunmaktadır. Bunlar da HAYIR dememizi istiyor.
HAYIR çağrısı yapanların alternatifleri yok. Var olan alternatifleri ise ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir tutuculuktan ibarettir; bunların önermeleri yüz yıldır denenmektedir, İttihatçı aklın cumhuriyetteki devamı olan bu güçlerin halkımıza ve ülkemize sunacağı bir demokratik anayasal yenilik yoktur. 135 yıldır deniyorlar, ortaya çıkardıkları sonuçlar; savaş, komşularımızla düşmanlık, işgal, küçük sorunlara esir olmaktan ibarettir. Demokrasi için mangalda kül bırakmayanlarla, darbelerin milis güçleri omuz omuza vermiş HAYIR çağrısı yapmaktadır; bunların hayır çağrısı, gerçekte bu ülkede farklılıklarımıza yaşam alanına HAYIR demekten başka bir anlama sahip değildir.
Her iki taraf anayasa taslağının meclis oylamalarında yaptıkları siyasi manevraları unutmuş gibiler. Toplum için hayati önem taşıyan maddeleri tartışmak yerine, ikinci dereceden maddeler üzerinde durmayı yeterli gördüler. Toplumsal barışımızın ikamesi ve kirli savaşın sona ermesi için gerekli düzenlemeler yapmak yerine, sorundan başka bir şey üretmeyen devlet statülerini korumak için çırpınıp durdular.
Bu ikili aynı madalyonun farklı yüzleridir. Devletçidir, daha da ötesi her birinin kendine ait bir derin devleti vardır ve halka karşı bununla savaşmaktadır. Farklılıklarına rağmen birleştikleri yer, tek millet algısıdır.
Bu noktada tartışma bile kabul etmezler; anayasanın birçok temel maddesinde ısrarla ve özenle vurgulanmış tek millet yaklaşımına hiçbir tarafın ses çıkarmaması bunu göstermeye yeterlidir. 1876 Kanun-i Esasi’nde Osmanlı olmak dayatması ne ise 21, 24, 61 ve 82 Anayasalarında tek milliyetçi dayatma odur. 135 yıllık anayasa serüveninde bu ülkenin makus kaderi bu tek millet dayatmasının kurbanı edilmiştir. Bu ısrar kaldıkça bu coğrafya ne beklenen barışına ne de hakların adil şekilde dağılımına kavuşabilir.
Kimse kimseyi aldatmasın. Kendimizi ise asla aldatmayalım. Bütünlüğü içinde anlamlı yerini bulamayan demokratik açılım ve değişiklikler demokratik bir anayasa yaratamaz. Anayasanın tüm maddeleri demokratik olsa da çok uluslu, çok inançlı, çok kültürlü ülkemizde, tek millete dayalı hiçbir iyileştirme demokratik olamaz. Ruhunu böylesi bir algıyla, darbeci önermelerin tekrarı olarak tecelli eden bir anayasa taslağı halklarımızın arkasında durup onaylayacağı bir anayasa olmayacaktır.
Böylesi bir anayasa ortak ülkemiz gerçekliğiyle uyumlu olamaz. Tersine gerici sisteme güç taşımaya devam eder. Buna EVET demek ya da HAYIR demek, sistemi onaylamak onun içinde bir alanda durmak demektir. Sistemin kendini yeniden üretmesine katkı sunmak demektir.
Bu yüzden, onay aldığı saat ömrünü tükenen ve yeni bir anayasa için mücadeleye start vermekten kurtulamayacak milliyetçi anayasa referandumunda ne EVET ne de HAYIR halkın çıkarlarına ait bir tercih olmayacaktır.
Önceki anayasalardan taşıdığı kimi farklılıklara rağmen bu anayasa önerisinin ruhu askeri darbe anayasalarının ruhudur; tekçidir, farklılıkları inkar etmektedir. Önerdiği her madde bu tek milliyetçi dayatmayı Anadolu’nun uygarlıklar yurdu, farklılıklar yurdu özelliğini karartmaya yöneliktir; 1000 yıllık karanlığın kesintisiz devamı olan bir anayasa önerisi olmaktan çıkmamıştır.
Bugün halkın önüne sürdüğünüz anayasa taslağı, bu karanlığın tüm boyutunu taşımaktadır.
Sınırlı da olsa, 12 Eylül faşist askeri darbe rejiminin anayasası olmaktan çıkma ve sivilleşme çabasına karşın; bu anayasanın temel özelliği tek ulusçu, tek dillidir. Farklılıklarıyla zengin bir coğrafyaya dayatılmak istenen tek boyutlu anayasa bu toprakların toplumlarına uygun değildir, sorunu çözmenin değil, sorunun kendisidir. Bu tür önermelerin zamanı geçmiştir, iflas etmiştir, bu iflası onaylamak ya da ret ederek eskinin devamına razı olmak arısında bir fark yoktur. Bu nedenle referandumda tavrımız boykot olacaktır.
Bu ülke birimizin değil hepimizin ise anayasanın da bizleri tanımlaması ve kolektif kimliğimizin haklarını güvenceye alması gerek. Hepimizi tek renge boyamakla fakirleştiren, Anadolu uygarlıklarını güç uygarlığına, savaşa, silaha esir eden tek boyutlu bir anayasa bu coğrafyada yaşayan herkese karşı ilan edilmiş bir savaş demektir. Onaylandığı an zamanı geçmiş olmak tastamam budur.
Referandum, EVET- HAYIR ikilemi içinde bir kapan haline getirilmiştir; ne yana dönülse bu tarihi handikabın içine düşülecektir, sistem kendini bu denklemlerle üretirken statülerini de devam ettirmiş olacaktır. Buna müsaade edilmemelidir.
Anayasalar, toplum sözleşmesi olarak varılan ve çözülen sorunları hukuki olarak ifade eder, demokratik yolları stabilize eder. Bu referanduma giderken ne barış ne de demokrasi kazanılmamıştır, toplumun temel sorunlarında bir değişim olmamıştır, her şeyin eskisi gibi sürdüğü bir ortamda kimi iyileştirmelerle bütünsel bir sonuç alınamaz. Yeni ve adil bir anayasal sistem için yapılması gereken bütünsel değişimdir. Bu anayasa önerisi eskiyi koltuk değneği olarak taşımaya devam ediyor. Bu ise yenilenme değildir, bir aldatmacadır.
Bu aldatmacaya ortak olmamak gerek.
Tavrımız boykottur.
Halkımızı boykota çağırıyoruz.
27 Temmuz 2010
135 yıllık arayış bu kez de sonuçsuz. Farklılıklarının gerçekliğini inkar eden, onu karanlık örtüler altına sokmak isteyen bir ülke, ortak bir anayasal kimlik oluşturamaz.
1876 Kanuni Esasi’den, II. 12 Eylül anayasa önerisine kadar, başarılamamış anayasal girişimleri aynı hatanın kurbanıdır.
Ortak ülke gerçekliğimizi tanımlayan, çözülmüş sorunlarımızın hukuki ifadesi olan, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşamasını garantileyen, farklılıklarımızın kimlik, inanç ve kültürel haklarını kurum, kuruluş ve yasalarıyla güvence altına alan bir anayasa olmaksızın bu alandaki kimlik bunalımımız sonuçlanamaz.
Siyasi güç dengelerine boyun eğmeyen, demokratik hak ve özgürlükleri koruyan, arkasında duran halkın gücüyle değişikliklere maruz bırakılmayan, delinmeyen, deldirilmeyen bir anayasa bu coğrafyanın gerçekçi taleplerinin anayasasıdır. Bunu, devlet statülerine esir olmuş hiçbir ulusalcı – tek milliyetçi, din istismarcısı siyasal eğilim sağlayamaz.
Onay aldığı an, tarihi geçmiş olacak bir anayasa istemiyorsak, temel sorunlarımızı aşmış farklılıklarımızı merkezine oturtmuş bir anayasa oluşturmakla yükümlüyüz. Bu referandum eskiyi yeniden üretmekle meşguldür. Halklarımızın çıkarını temsil eden bir yanı yoktur.
Anayasa referandumu bir seçim oylamasına düşmüştür. Siyasi partiler arasında güç dengesinin yeniden belirlenmesi amacı taşımıştır. Bu referandumda EVET ile HAYIR arasında fark kalmamıştır. Sistem kendini her iki tercihte de yeniden üretme çabasındadır.
Referandum halkın demokratik anayasa talebine ilişkin bir oylama olmaktan çıkıp siyasi iktidar kavgasına alet olduğu yerde, demokrasi biçimsel de olsa sona ermiş olur.
Bu referandum da halka ve taleplerine, farklılıklarımıza ve özgürlüklerine ait hiçbir amaç kalmamıştır.
Ortaya konan anayasa taslağı ise, askeri darbe anayasalarının tek milliyetçi kurguların ruhunu bütünüyle taşımaktadır. Bu ise, ülke gerçekliği üzerine karanlık bir örtüdür, kimlik bunalımlarımızı, toplumsal kaoslarımızı derinleştiren böylesi anayasa önermeleri, demokrasi ve özgürlük arayışlarımıza cevap değildir.
Kimse kimseyi aldatmasın. Kendimizi ise asla aldatmayalım. Bütünlüğü içinde anlamlı yerini bulamayan demokratik açılım ve değişiklikler demokratik bir anayasa yaratamaz. Anayasanın tüm maddeleri demokratik olsa da çok uluslu, çok inançlı, çok kültürlü ülkemizde, tek millete dayalı hiçbir iyileştirme demokratik olamaz. Ruhunu böylesi bir algıyla darbeci önermelerin tekrarı olarak tecelli eden bir anayasa taslağ,ı halklarımızın arkasında durup onaylayacağı bir anayasa olmayacaktır.
Onaylandığı gün, değiştirilmesi istenecek bir anayasa, çözümsüzlükleriyle, çıkışsız statüleriyle on yıllardır değiştirmek için mücadele ettiğimiz sistemi yeniden üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle tavrımız, bu sistemin kendini yeniden üretmesine olanak tanımama tavrıdır, boykottur.
***
135 yıldır demokratik bir anayasa yapamadınız. Ülkemizi tanımlayacak, temel sorunlarımızın çözümüne hukuki bir ifade olacak anayasa yapmayı asla istemediniz. Anayasalar arası balans ayarlarıyla oluşan her anayasanız, hukuk dışı, gerçek dışı ve dayatma yasaların metni olmaktan öteye geçemedi. Bunun için her değişikliğin ardından yeni değişikliklere ihtiyaç duydunuz.
Kanuni Esasi’den 1921 Teşkilatı Esasi’ye, 24 Anayasası’ndan 61 ve 82 Anayasasına hiçbir anayasanız toplumun çözülmüş sorunları üzerinde yükselmedi. Dönüşüm gerçekliğini amaçlamadınız; çözülen sorunların hukuki ifadesi olabilecek bir anayasayı hiçbir zaman ortaya koyamadınız. Tüm anayasalarınız bir askeri zorlama ya da darbe anayasasıdır. Tek boyutlu bir diktatörlük anayasasıdır. Padişahınızdan darbecinize kadar, horlamadığınız reaya ve vatandaş kalmadı, bu sizin hukuksuzluğunuzdu. Siz uygar değildiniz, Osmanlı aklının talan ve gasp siyasetinin modern giyimli barbarlarısınız. Aklınız o karanlık dönemin aklıdır, size ait olmayan kültür birikimleri üzerinde oturup, kılıç hakkı diye tüketerek yaptığınız şey, sizi demokratik bir anayasanın gerektirdiği kültür düzeyine yükseltemedi.
Ben yaptım olur dediniz, ben bozdum yürür dediniz; bu güne geldiniz.
Her anayasa girişiminiz, diğerini koltuk değneği olarak taşıdı. İki anayasanız arasında onlarca kez değişiklik yaparak kurduğunuz dengeler, ağızlara çalınan bir parmak balın ötesine geçmedi. Hukuk algılarınız, Osmanlı’nın cumhuriyetteki tecellisi olduğu için, anayasalarınız ülke gerçekliğini değil; üzerine atılan karanlık örtüleri temsil etti durdu.
Egemen güçler arası dengelerin lehine yapılan düzenlemelere anayasa dediniz. Oysa her biri teknik açıdan olduğu kadar, gerçeklikle örtüşme açısından hukuksuzluktu. 12 Eylül 1982 faşist askeri darbeyle dayattığınız anayasa ise geçmiş üzerine tuz biber eken, toplumun her boyutta kimyasını bozan bir aptal cüreti olarak gündeme geldi.
Onaylandığı günün ertesinde değişikliğe mahkum anayasalarınız yırtık hukuk bohçanızı yamalamaya yetmiyor. Anayasalarınız öylesine zeminsiz ki, kendini koruyacak bir etkinliğe bile sahip değil. Yeryüzünde anayasa ahlak ve bilgisine defalarca tecavüz ederek yaptığınız değişiklikler, kurduğunuz anayasaların ne mal anayasa olduğunu göstermeye yeterlidir. 1876 Kanuni Esasi’den 82 Anayasası’na kadar, tüm anayasalarınız delik deşik olmuştur; ancak gerçekleri temsil edememiştir.
Oysa, gerçek bir demokratik anayasayla oynamanın gereği de imkanı da olamaz. Gerçek bir toplum sözleşmesi, ülkemizi tüm yönleriyle tanımlayan ve çözülen sorunlarının hukuki ifadesi olan bir anayasaya dokunma cüretini kimse gösteremez; halkın arkasında durduğu bir anayasaya, hepimizi kucaklayan bir güvenlik hukuku ve sınırı olarak kendini koruyacak güce de sahip olur. Kendinizin koyduğu ve kendinizin bozduğu hukuk dışı yasalarınıza anayasa demek abesle iştigaldir.
Sorunlarıyla bunalmış, kaoslara düşmüş, kimliğini yitirmiş bir ülkede gergin dengeler üzerinde yürüyorsunuz. Halkın reflekslerini çiğniyor, hak ve taleplerine karşı her türden savaş aracıyla saldırıyorsunuz; sınır ötesi operasyonlar yapıyor, kimlik hakların inkar ediyorsunuz. Uluslararası anlaşmalarla korunmuş azınlık haklarını bile ret ediyorsunuz. Teknolojinin en gelişmişine, askeri amaçlarla vatandaşlarınızı katletmek için akıl almaz mali bütçeler ayırıyor, dış güçlerden desteğin her türüne kölece tavizler veriyorsunuz. Dış güçlerin taşeronluğunu resmi ilanlarla yaparak kendi halkınızın, vatandaşınızın üzerine ölüm saçıyorsunuz.
Vergileriyle devletin tüm kurumlarını besleyen vatandaşa kurşunla, bombayla, kovuşturma ve sürgünlerle cevap veriyorsunuz. Anayasalara müdahaleleriniz, yaptığınız değişiklikler ülkemizin kaoslarını çözmüyor, kaybedilmiş kimliklerini bulmaya yetmiyor. Bu gün yaptığınız değişiklikler ise geleneksel korku ve kaygıların sınırını aşmıyor; hep yapar gibi davranıyorsunuz. Size sonuna kadar tolerans tanınıyor; ama siz yine bildiğinizi dayatıyorsunuz.
Tüm iktidarlar, halkın ve demokrasi güçlerinin “bekleyip görelim” adı altında hak etmediğiniz zaman kredisini kullanıyorsunuz. Ancak siyasal erke oturduğunuz an, devletin kurulu statülerine boyun eğerek bu fırsatları daha da olumsuz dayatmaların hizmetine koşuyorsunuz.
Dar parti ve mahalle çıkarı için üretilen siyasetleriniz, yılların biriktirdiği haklı talepleri ve bu taleplere ait öfkeleri bir kez daha boşa akıtarak heder ediyor. Bitip tükenmez yalan okyanuslarınızda halkı onlarca kez boğdunuz. Din ve imanı kullandınız, demokratik söylemleri laçka ettiniz, farklı siyasi simgeleri bir araya topladınız, “tapulu oylar” üzerinde hoyratça tasarrufta bulundunuz; ancak demokrasi için gerekli olan en önemli adımı, milliyetçiliği aşamadınız.
Kaygı ve korkuların esiri olan Osmanlı aklının cumhuriyetteki tecellisi oldunuz. Talan ve gaspla sür git Batı’ya yönelen akınlarınızın durduğu yer Viyana kapıları oldu (1683). Gerilediniz, her savaşta yenildiniz; çünkü haksızdınız ve başkalarının emekleriyle oluşturduğu anavatanların değerlerini talan etmiştiniz. Kaybettiğiniz topraklar sizin değildi, onların arkasından ağladınız ve imkan olsa yeniden işgal ve ilhak edebileceğinizi ifade ettiniz. Bunu başaramayacağınızı biliyordunuz, bunun için iç fetihlere yöneldiniz. Hakim olduğunuz coğrafyayı bu nedenle sürekli bir savaş alanı haline getirmiş oldunuz. Kürt dediniz, Alevi dediniz, Türkmen dediniz doğrayıp durdunuz. Bunu hala sürdürüyorsunuz.
Farklılıklarımızı zenginlik olarak algılama yerine ötekileştirme çabalarına yöneldiniz. Dünya değişti, aklınızı değiştiremediniz. Irkçılık, milliyetçilik, inanç ayrımcılığı gibi çağ dışı kalmış söylemlerden oluşan kağıttan şatolar kurdunuz, el attığınız her alanda bu sahte görüntüleri gerçek diye dayattınız. Kardeşi kardeşe kırdırdınız, faili meçhullerle tasfiyeler yaptınız, göç ettirdiniz, soyup soğana çevirdiniz. Laik, anti-laik farklılıklarınızı bile bir kenara attınız, özgürlük ve demokrasi için mücadele eden güçlere karşı tek milliyetçi cephe olarak çıktınız. Gerçek bölücü olduğunuzu her çabanızla kanıtladınız. Bu iç dünyanızı referanduma giden anayasa taslağınızda da akıl almaz tarzda işlediniz; demokrasi gelecekse de tek millet için gelecektir, dediniz.
Her yeni anayasa oluşturma sürecinde, sorunların çözümü üzerinden bir anayasa üretmek yerine sorunları artıran aynı hataların tekrarını yaptınız. Balans ayarları ise bu yanlışların katmerleşmesine yol açtı. Demokratik açılım söylemlerinin katledildiği yer de tastamam burası oldu.
Demokratik açılımın başlamadan bitmesi, savaşın bir kez daha tırmanarak ölüm haberleri arasında barışın katledilmesi alışıldık bir hal aldı. Savaş ve her türden güvenlik önleminin başarısızlığına biçilen kefareti barışa ödetmek için; barış diyen sanatçılara, aydınlara, yazarlara akıl almaz cezalar dayattınız. Mahkemelerde süründürerek düşünme ve konuşma özgürlüklerini gasp ettiniz.
Durmadan tersinden işleyen bir akılla dev bir ülkenin sorunlarını çözmenin mümkün olmayacağını anlamayanlar, baş edemedikleri bir savaşın taraflarına önce silah bırakın deme komikliğine düşüyorlar. Tanımama ısrarında oldukları Kürt ulusal varlığı ve özgürlüğünü askeri zorla susturmak için tüm olanaklarını seferber ederken, ortaya koydukları milliyetçi anayasalarına EVET ya da HAYIR oyu talep ediyorlar. İktidarıyla, muhalefeti sistemin bekası, gerçekliğin örtülmesi adına girdikleri bu ikilem asla gerçek demokratik bir öneri etrafında tercih anlamına gelmiyor. EVET ya da HAYIR demek, sonuçta aynı sistemi yeniden üretmek anlamına geliyor.
Şimdiki iddianız çok büyük, boyunuzu da çok aşıyor. Sivil anayasa yaptık, buna EVET deyin diye ısrar ediyorsunuz. Dününüzle bu gününüz din istismarıyla geçmiş, kırılma noktasında milliyetçi çehrenizi, Milli Görüş adı altında toplumun farklılıklarına din çimentosuyla kararak dayatmışsınız. Demokrasiyi tanrı adına isteme gibi ekstrem çıkışlarınızı örtseniz de farklılıklarımızı içselleştirecek bir genişliğinizin olmaması, yaptığınız her şeyin yarım yamalak olmasına ve sonra iflasla sonuçlanmasını yol açıyor.
“Sivil” diye halkın önüne sürdüğünüz anayasaya dönün bakın, bu coğrafyada yaşayan hangi etnik ya da hangi inanç farklılıklarını açık ve net olarak dile getirip onun haklarını güvence altına alıyor. Bunu gösteremezsiniz. Anayasanız milliyetçidir, demokratik değildir…
Bu satırların yazarı, en küçük bir demokratik açılım için destek çağrıları yapmaktan çekinmemiştir. Bunu, arkasında durduğu doğruların bir parçası saymıştır. Ama demokratik açılımın sonuna kadar genişliğiyle, derinliğiyle ikamesini istemiştir. Tarihi derslerden biliyordu ki hiç bir din istismarcısı, hiçbir milliyetçisi demokrasiyi sonuna kadar götüremez. Siz de götüremediniz, iflas ettiniz. Tarihin mantığı böyle tecelli edecekti, aldatılmayı halk kendi tecrübesiyle görecekti, demokrasi mücadelesinde eğitim de budur.
Bu anayasada ilkel ırkçı-milliyetçi tek boyutlu dayatmalarınız olmasa, askeri anayasaya karşı sivil anayasaya EVET demek ehveni şer gibi olabilirdi. Ancak yasaların geriye işlemeyeceği üzerinden 12 Eylül darbecilerini aklıyorsunuz. Bir kuşağa amansızca savaş açan, katleden darbeci generallerle hesaplaşmanın kapılarını kapatıyorsunuz. Size dokunanı yok etmek için tüm gücünüzü ortaya koyarken, başkalarını yok edenleri görmezden geliyorsunuz. Tarihle yüzleşme olanaklarını ortadan kaldırarak, bu topraklarda “yapılanın yanında kar kalacağını” anayasal güvencelerle sağlıyorsunuz.
Bütün bunlara karşın referanduma giden anayasa önermenizi, ilk maddesinden son maddesine kadar bizlerin değil, sizlerin anayasası olarak, milliyetçilik üzerine yükselmiş statüleriyle dayatıyorsunuz EVET dememizi istiyorsunuz. Bu ise Anadolu mozaiğinin gerçekliğine indirilen bir hançerdir, ısrarcı bir inkarcılıktır.
Bu madalyonun diğer yüzünde, ulusalcılar, ilkel milliyetçiler, ırkçılar ve sistemin onayına teferruatın sönük ışığın ardından yuvarlananlar bulunmaktadır. Bunlar da HAYIR dememizi istiyor.
HAYIR çağrısı yapanların alternatifleri yok. Var olan alternatifleri ise ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir tutuculuktan ibarettir; bunların önermeleri yüz yıldır denenmektedir, İttihatçı aklın cumhuriyetteki devamı olan bu güçlerin halkımıza ve ülkemize sunacağı bir demokratik anayasal yenilik yoktur. 135 yıldır deniyorlar, ortaya çıkardıkları sonuçlar; savaş, komşularımızla düşmanlık, işgal, küçük sorunlara esir olmaktan ibarettir. Demokrasi için mangalda kül bırakmayanlarla, darbelerin milis güçleri omuz omuza vermiş HAYIR çağrısı yapmaktadır; bunların hayır çağrısı, gerçekte bu ülkede farklılıklarımıza yaşam alanına HAYIR demekten başka bir anlama sahip değildir.
Her iki taraf anayasa taslağının meclis oylamalarında yaptıkları siyasi manevraları unutmuş gibiler. Toplum için hayati önem taşıyan maddeleri tartışmak yerine, ikinci dereceden maddeler üzerinde durmayı yeterli gördüler. Toplumsal barışımızın ikamesi ve kirli savaşın sona ermesi için gerekli düzenlemeler yapmak yerine, sorundan başka bir şey üretmeyen devlet statülerini korumak için çırpınıp durdular.
Bu ikili aynı madalyonun farklı yüzleridir. Devletçidir, daha da ötesi her birinin kendine ait bir derin devleti vardır ve halka karşı bununla savaşmaktadır. Farklılıklarına rağmen birleştikleri yer, tek millet algısıdır.
Bu noktada tartışma bile kabul etmezler; anayasanın birçok temel maddesinde ısrarla ve özenle vurgulanmış tek millet yaklaşımına hiçbir tarafın ses çıkarmaması bunu göstermeye yeterlidir. 1876 Kanun-i Esasi’nde Osmanlı olmak dayatması ne ise 21, 24, 61 ve 82 Anayasalarında tek milliyetçi dayatma odur. 135 yıllık anayasa serüveninde bu ülkenin makus kaderi bu tek millet dayatmasının kurbanı edilmiştir. Bu ısrar kaldıkça bu coğrafya ne beklenen barışına ne de hakların adil şekilde dağılımına kavuşabilir.
Kimse kimseyi aldatmasın. Kendimizi ise asla aldatmayalım. Bütünlüğü içinde anlamlı yerini bulamayan demokratik açılım ve değişiklikler demokratik bir anayasa yaratamaz. Anayasanın tüm maddeleri demokratik olsa da çok uluslu, çok inançlı, çok kültürlü ülkemizde, tek millete dayalı hiçbir iyileştirme demokratik olamaz. Ruhunu böylesi bir algıyla, darbeci önermelerin tekrarı olarak tecelli eden bir anayasa taslağı halklarımızın arkasında durup onaylayacağı bir anayasa olmayacaktır.
Böylesi bir anayasa ortak ülkemiz gerçekliğiyle uyumlu olamaz. Tersine gerici sisteme güç taşımaya devam eder. Buna EVET demek ya da HAYIR demek, sistemi onaylamak onun içinde bir alanda durmak demektir. Sistemin kendini yeniden üretmesine katkı sunmak demektir.
Bu yüzden, onay aldığı saat ömrünü tükenen ve yeni bir anayasa için mücadeleye start vermekten kurtulamayacak milliyetçi anayasa referandumunda ne EVET ne de HAYIR halkın çıkarlarına ait bir tercih olmayacaktır.
Önceki anayasalardan taşıdığı kimi farklılıklara rağmen bu anayasa önerisinin ruhu askeri darbe anayasalarının ruhudur; tekçidir, farklılıkları inkar etmektedir. Önerdiği her madde bu tek milliyetçi dayatmayı Anadolu’nun uygarlıklar yurdu, farklılıklar yurdu özelliğini karartmaya yöneliktir; 1000 yıllık karanlığın kesintisiz devamı olan bir anayasa önerisi olmaktan çıkmamıştır.
Bugün halkın önüne sürdüğünüz anayasa taslağı, bu karanlığın tüm boyutunu taşımaktadır.
Sınırlı da olsa, 12 Eylül faşist askeri darbe rejiminin anayasası olmaktan çıkma ve sivilleşme çabasına karşın; bu anayasanın temel özelliği tek ulusçu, tek dillidir. Farklılıklarıyla zengin bir coğrafyaya dayatılmak istenen tek boyutlu anayasa bu toprakların toplumlarına uygun değildir, sorunu çözmenin değil, sorunun kendisidir. Bu tür önermelerin zamanı geçmiştir, iflas etmiştir, bu iflası onaylamak ya da ret ederek eskinin devamına razı olmak arısında bir fark yoktur. Bu nedenle referandumda tavrımız boykot olacaktır.
Bu ülke birimizin değil hepimizin ise anayasanın da bizleri tanımlaması ve kolektif kimliğimizin haklarını güvenceye alması gerek. Hepimizi tek renge boyamakla fakirleştiren, Anadolu uygarlıklarını güç uygarlığına, savaşa, silaha esir eden tek boyutlu bir anayasa bu coğrafyada yaşayan herkese karşı ilan edilmiş bir savaş demektir. Onaylandığı an zamanı geçmiş olmak tastamam budur.
Referandum, EVET- HAYIR ikilemi içinde bir kapan haline getirilmiştir; ne yana dönülse bu tarihi handikabın içine düşülecektir, sistem kendini bu denklemlerle üretirken statülerini de devam ettirmiş olacaktır. Buna müsaade edilmemelidir.
Anayasalar, toplum sözleşmesi olarak varılan ve çözülen sorunları hukuki olarak ifade eder, demokratik yolları stabilize eder. Bu referanduma giderken ne barış ne de demokrasi kazanılmamıştır, toplumun temel sorunlarında bir değişim olmamıştır, her şeyin eskisi gibi sürdüğü bir ortamda kimi iyileştirmelerle bütünsel bir sonuç alınamaz. Yeni ve adil bir anayasal sistem için yapılması gereken bütünsel değişimdir. Bu anayasa önerisi eskiyi koltuk değneği olarak taşımaya devam ediyor. Bu ise yenilenme değildir, bir aldatmacadır.
Bu aldatmacaya ortak olmamak gerek.
Tavrımız boykottur.
Halkımızı boykota çağırıyoruz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder