6 Aralık 2009 Pazar
PİYON KÖŞE YAZARLARI ve ANTİ-DEMOKRATİK MODERNLİK
Yener Orkunoğlu
y.orkunoglu@googlemail.com
7 Aralık 2009
Geçmişte burjuvazi feodalizmi yıkarken ilerici bir dünya görüşüne sahipti. Dinsel ideolojiye karşı savaş başlatarak, aklın özgürleşmesini savunmuştu. İlerleme fikrinden yanaydı. Gerçekliğin araştırılmasına önem veriyordu. Bireyin özgürlüğünü ilke edinmişti. Bireyin gelişmesine engel olan her şeye karşı savaş başlatmıştı. Burjuvazinin ilerici olduğu çağda birey, bugünkünden farklı anlaşılıyordu. O zamanlar birey, toplumsal gelişmeye kişisel yetenekleriyle katılan insan olarak tanımlanıyordu.
Burjuva düzeni Avrupa’daki 1848 Devrimlerinden sonra tüm çabasını sistemi korumaya yöneltmiştir. Macar filozofu Georg Lukacs’ın vurguladığı gibi, 1848 devrimlerinden sonra.burjuva felsefe tarihi akla ve ilerlemeye saldırının taridir. Marksist felsefe, burjuva felsefesinin akla ve ilerlemeye saldıran burjuva felsefelerine karşı duran felsefe olmuştur.
Eskiden akla güvenilirdi, şimdi akla güveni sarsarak imana, inanca ve dinsel düşünceye zemin hazırlanmaktadır. Burjuvazi, gençlik döneminde, insanı amaç olarak tanımlanıyordu. Şimdilerde yaşlanmış ve tarihsel olarak miladını dolduran burjuva düzeni, insan ‘küçültmüştür’. Burjuvazi insan ve birey konusunda eski düşüncelerinden uzaklaşmıştır. İnsan, bugün sermayenin ve devletin hizmetinde bir araç olarak görülmektedir.
Burjuva ideologları, bugün artık ilerleme kavramına ve “akla güven” düşüncesine karşı gelmektedir. Toplum bilimcilerinin, filozofların, ilerleme ve diyalektik kavramını hafızalardan silme çabası var. ‘Toplumsal ilerleme ve gelişme felsefesini en iyi nasıl çürütürüm’ alanında yarışıyorlar.
Muhafazakar ideologlar, sorunların kaynağını toplumsal yapılanmalarda değil, insanın kusurlarında arıyorlar. İnsan bilgisinin parçalı bir doğasının olduğunu iddia ediyorlar. Kusurlu olan ve bilınci parçalanmış olan insanın gerçeği kavrayamayacığını ileri sürüyorlar. İnsanın geleceği belirleme yeteneğinin olamayacağına işaret ediyorlar.
Hep vurgularım. Türkiye, moderleşen, ama gerçek bir aydınlanma sürecinden geçmeyen bir ülke. Bu açıdan Türkiye halkları talihsiz. Yetkisini ‘cumhuriyet kuruculuğundan’ alan askeri cumhuriyet rejiminde yaşamaktadırlar. ‘cumhuriyetin kurucusuyuz ve bekçisiyiz’ diyen otoriter bir zihniyetin altından posası çıkarıldı. İrtica ve bölücülük korkusunu yaymak, askeri bürokrasinin ülkeyi yönetmesine ‘meşruluk’ kazandırıyor.
Görünüşte Türkiye’de demokrasi var. Vitrine bakılırsa Türkiye’yi ‘seçilmişler siyasiler’ yönetiyor. Demokrasi vitrini, gerçekte ‘otoriter baskıcı’ düzeni gizliyor. Ülkede halk tarafından seçilmiş partiler var. ‘Seçilmişler’ hükümet kuruyor, ama gerçek iktidar olamıyorlar. Yetkisizler. Çünkü iktidar ‘atanmışların’ elinde. Seçilmişler, siyasal açıdan halka karşı sorumlular;ama karar yetkileri sınırlı. Askerlerin halka karşı siyasal sorumlulukları yok;ama sınırsız yetkiye sahipler. Atanmışlar yetkili, seçilmişler sorumlu. Bu olmaz.
Sözü, kendini TSK’nin psikoljik hareketinde piyon rölü üstelenen köşe yazarı, sinemacı vb. gibilere getirmek istiyorum. Kendini, sermayeye ve devlete araç olarak kullandıranlar ve ruhlarını kiralayan bu tipler, insanlığın yüz karasıdır. Bunlar hangi vicdanla yaşıyorlar?
Medya organları arasında görsel olan çok daha egemen bir konuma geçti. Çünkü insanın ‘görme organı’ olan göz diğer duyu organlarına (dil, kulak, deri, burun) nazaran sürekli ‘algı almaya’ hazırdır. Diğer duyu organları gözden farklıdır. Örneğin, kokuyu, koku olduğu zaman duyarız, acı veya tatlıyı ise yediğimiz zaman tadarız. Oysa göz sürekli algıya hazırdır, sürekli algılar. ‘Gösteri’ çağı, bir ölçüde gözün sürekli algıya hazır olma özelliğini kullanmaktadır
Medya etkisini üç alanda göstermektedir.
Birincisi, kamuoyuna genel bir ‘zihniyeti’ kabul ettirir. Bunu yaparken kültürü araç olarak kullanır. Bilim-Felsefe-Sanat üçgeni aracılığıyla aydınları sisteme integre eder. Eğlence yoluyla yeni bir kültür yaratmaya çalışır. Kültürel dönüşüm yoluyla apolitize etmeye çalışır.
İkincisi, kamuoyunu manipule etmek için dezinformasyona başvurur.
Üçüncüsü, ‘alternatif yoktur’ zihniyetini aşılamaya çalışır. Alternatif ‘zihniyetleri’ görmezlikten gelir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi hem Genel Kurmayın egemenliğine son vermekten, hem de anti-demokratik basına karşı olmaktan geçer.
Sorumsuzların yetkili, sorumluların yetkisiz olduğu bir ülkede çatışma, karmaşa hiç bitmez...Demokratikleşme ve otoriter zihniyet arasındaki kavga sürecektir.
y.orkunoglu@googlemail.com
7 Aralık 2009
Geçmişte burjuvazi feodalizmi yıkarken ilerici bir dünya görüşüne sahipti. Dinsel ideolojiye karşı savaş başlatarak, aklın özgürleşmesini savunmuştu. İlerleme fikrinden yanaydı. Gerçekliğin araştırılmasına önem veriyordu. Bireyin özgürlüğünü ilke edinmişti. Bireyin gelişmesine engel olan her şeye karşı savaş başlatmıştı. Burjuvazinin ilerici olduğu çağda birey, bugünkünden farklı anlaşılıyordu. O zamanlar birey, toplumsal gelişmeye kişisel yetenekleriyle katılan insan olarak tanımlanıyordu.
Burjuva düzeni Avrupa’daki 1848 Devrimlerinden sonra tüm çabasını sistemi korumaya yöneltmiştir. Macar filozofu Georg Lukacs’ın vurguladığı gibi, 1848 devrimlerinden sonra.burjuva felsefe tarihi akla ve ilerlemeye saldırının taridir. Marksist felsefe, burjuva felsefesinin akla ve ilerlemeye saldıran burjuva felsefelerine karşı duran felsefe olmuştur.
Eskiden akla güvenilirdi, şimdi akla güveni sarsarak imana, inanca ve dinsel düşünceye zemin hazırlanmaktadır. Burjuvazi, gençlik döneminde, insanı amaç olarak tanımlanıyordu. Şimdilerde yaşlanmış ve tarihsel olarak miladını dolduran burjuva düzeni, insan ‘küçültmüştür’. Burjuvazi insan ve birey konusunda eski düşüncelerinden uzaklaşmıştır. İnsan, bugün sermayenin ve devletin hizmetinde bir araç olarak görülmektedir.
Burjuva ideologları, bugün artık ilerleme kavramına ve “akla güven” düşüncesine karşı gelmektedir. Toplum bilimcilerinin, filozofların, ilerleme ve diyalektik kavramını hafızalardan silme çabası var. ‘Toplumsal ilerleme ve gelişme felsefesini en iyi nasıl çürütürüm’ alanında yarışıyorlar.
Muhafazakar ideologlar, sorunların kaynağını toplumsal yapılanmalarda değil, insanın kusurlarında arıyorlar. İnsan bilgisinin parçalı bir doğasının olduğunu iddia ediyorlar. Kusurlu olan ve bilınci parçalanmış olan insanın gerçeği kavrayamayacığını ileri sürüyorlar. İnsanın geleceği belirleme yeteneğinin olamayacağına işaret ediyorlar.
Hep vurgularım. Türkiye, moderleşen, ama gerçek bir aydınlanma sürecinden geçmeyen bir ülke. Bu açıdan Türkiye halkları talihsiz. Yetkisini ‘cumhuriyet kuruculuğundan’ alan askeri cumhuriyet rejiminde yaşamaktadırlar. ‘cumhuriyetin kurucusuyuz ve bekçisiyiz’ diyen otoriter bir zihniyetin altından posası çıkarıldı. İrtica ve bölücülük korkusunu yaymak, askeri bürokrasinin ülkeyi yönetmesine ‘meşruluk’ kazandırıyor.
Görünüşte Türkiye’de demokrasi var. Vitrine bakılırsa Türkiye’yi ‘seçilmişler siyasiler’ yönetiyor. Demokrasi vitrini, gerçekte ‘otoriter baskıcı’ düzeni gizliyor. Ülkede halk tarafından seçilmiş partiler var. ‘Seçilmişler’ hükümet kuruyor, ama gerçek iktidar olamıyorlar. Yetkisizler. Çünkü iktidar ‘atanmışların’ elinde. Seçilmişler, siyasal açıdan halka karşı sorumlular;ama karar yetkileri sınırlı. Askerlerin halka karşı siyasal sorumlulukları yok;ama sınırsız yetkiye sahipler. Atanmışlar yetkili, seçilmişler sorumlu. Bu olmaz.
Sözü, kendini TSK’nin psikoljik hareketinde piyon rölü üstelenen köşe yazarı, sinemacı vb. gibilere getirmek istiyorum. Kendini, sermayeye ve devlete araç olarak kullandıranlar ve ruhlarını kiralayan bu tipler, insanlığın yüz karasıdır. Bunlar hangi vicdanla yaşıyorlar?
Medya organları arasında görsel olan çok daha egemen bir konuma geçti. Çünkü insanın ‘görme organı’ olan göz diğer duyu organlarına (dil, kulak, deri, burun) nazaran sürekli ‘algı almaya’ hazırdır. Diğer duyu organları gözden farklıdır. Örneğin, kokuyu, koku olduğu zaman duyarız, acı veya tatlıyı ise yediğimiz zaman tadarız. Oysa göz sürekli algıya hazırdır, sürekli algılar. ‘Gösteri’ çağı, bir ölçüde gözün sürekli algıya hazır olma özelliğini kullanmaktadır
Medya etkisini üç alanda göstermektedir.
Birincisi, kamuoyuna genel bir ‘zihniyeti’ kabul ettirir. Bunu yaparken kültürü araç olarak kullanır. Bilim-Felsefe-Sanat üçgeni aracılığıyla aydınları sisteme integre eder. Eğlence yoluyla yeni bir kültür yaratmaya çalışır. Kültürel dönüşüm yoluyla apolitize etmeye çalışır.
İkincisi, kamuoyunu manipule etmek için dezinformasyona başvurur.
Üçüncüsü, ‘alternatif yoktur’ zihniyetini aşılamaya çalışır. Alternatif ‘zihniyetleri’ görmezlikten gelir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi hem Genel Kurmayın egemenliğine son vermekten, hem de anti-demokratik basına karşı olmaktan geçer.
Sorumsuzların yetkili, sorumluların yetkisiz olduğu bir ülkede çatışma, karmaşa hiç bitmez...Demokratikleşme ve otoriter zihniyet arasındaki kavga sürecektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder