20 Aralık 2009 Pazar
LÜBNAN BAŞBAKANI GENÇ HARİRİ’NİN ŞAM ZİYARETİ VE KISSADAN HİSSE
Bedreddin Mahir
21 Aralık 2009
“Suriye, Afganistan ve Irak’ın ardından işgal edilmeliydi. Kırılmalı, dökülmeli ve parçalara ayrılıp bölgede direnen her varlık yok edilmeliydi.” Temizlik yapılacaktı, yüz yıllık bir egemenlik tasarısı geliştirilmişti. Son halka Suriye, Lübnan ve Filistin devrimci güçleriydi. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu temizliğin ardından kurulacaktı.
Akdeniz’den Kafkaslara, enerji kaynakları ve yolları emperyalist güçler için güvenlik altına alınacaktı. Bunun için hiçbir kanlı eylemden kaçılmayacaktı. Karşı gelenlere direnenlere ağır bedeller ödetilecekti.Bunun için her türden kirli girişim meşru olacaktı.
Lübnan başbakanı Refik el Hariri, bu projenin mağduru olarak, ABD’nin "Yaratıcı Anarşi"sinin kurbanı oldu. Hariri, bölgeyi parçalamak için büyük bir oyunun parçası olarak katledildi. ABD’nin tek kutuplu egemenlik dünyasının çıkarlarına göre yeniden düzenlenmek istenen bölge güçler dengesi, yeryüzünü kana bulayan kurban arayışları içindeydi. Ak denizden Kafkaslara uzanan bölgeyi, “enerji alanlarının güvenliği” adı altında yeniden bölüp parçalayarak denetim altına almak istiyorlardı. Bu amaçla bölgemiz merkezi bir öneme sahipti. ABD-İsrail ve Arap gericiliği el ele bölgede yaratıcı anarşiye kurban arıyorlardı. Bu arayış Refik el Hariri’nin katledilmesiyle sonuçlandı (14 Şubat 2005).
Bölge, akıllara ziyan bir saldırı organizasyonuyla karşı karşıya kalmıştı.
Bu satırların yazarı o dönemi tüm ayrıntılarıyla, toplum psikolojilerinin kaoslarına tanık olarak yaşadı. İşgal kapıdaydı, son darbe bekleniyordu. Savaşın ilk günlerinde “yeni bir dönem açılıyor, savaş esirler için geniş zindanlar oluşturun” diye emir yağdıran ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice, Lübnan halkının direnişi karşısında ezildikçe ezilen İsrail’i kurtarmak için, tüm ortaklarından askeri lojistik destek aramak zorunda kalıyordu. İçten yıkılmayan Suriye, bu kez 12 Temmuz 2006’da İsrail işgaliyle başlayan Lübnan üzerinden yıkılacaktı. Ancak kirli amaçlar gerçekleşmedi. 33 gün süren savaşın mağlubu İsrail ve onon müttefikleriydi. Arapları 3 günde yıkmayı alışkanlık edinmiş İsrail, bu savaşta tökezlemiş ve sonunda yenilmişti.
Bölgenin makus kaderi kırılmıştı. Bölgemizde o gün başlayan kirli amaçların gerileyişi, Lübnan’ın genç Başbakanı Saad el Hariri’nin Şam ziyaretiyle kapanarak, yeni bir barış sayfası açmış oldu.
Kıssadan hisse, ülkemiz barışı için bir sonuç çıkartmaktır; mücadelemiz, kardeşlerin savaşını kalıcı tarihi kinlere götürmeden barışı ikame etmektir. Milliyetçi reflekslerden kurtulmak, bunun ilk adımıdır. Bununla birlikte, tarihle cesurca yüzleşip, demokrasiyi ikame etmek için kararlı bir siyasal irade oluşturmak yeterli olacaktır.
***
Katledilen Eski Lübnan başbakanı Refik el Hariri’nin oğul, Yeni Lübnan Başbakanı Saad el Hariri, kanlı ve gergin bir sürecin ardından, geçmişi aşarak şehri Şam’a geldi. Beşşar el Esad’la resmi görüşmelere başlandı. İki lider Arap liderleri tarihinin geleneksel sürecini izleyerek coşkulu bir barış kapısı araladılar (19 Aralık 2009) . Bölgemizde Afganistan işgaliyle başlayıp, Irak işgaliyle doruğa varan kirli amaçlar, İsrail’in Lübnan’da 33 gün savaşıyla aldığı yenilgide kırılmıştı. Hariri’nin Şam ziyareti yeni bir dönemi açmış oldu; bölgede ABD-İsrail-Arap gericiliğinin, düne ait kanlı egemenlik projeleri de son nefesini vermiş oldu.
Lübnan başbakanı Refik el Hariri, bu projenin mağduru olarak, ABD’nin "Yaratıcı Anarşi"sinin kurbanı oldu. Hariri, bölgeyi parçalamak için büyük bir oyunun parçası olarak katledildi. ABD’nin tek kutuplu egemenlik dünyasının çıkarlarına göre yeniden düzenlenmek istenen bölge güçler dengesi, yeryüzünü kana bulayan kurban arayışları içindeydi. Ak denizden Kafkaslara uzanan bölgeyi, “enerji alanlarının güvenliği” adı altında yeniden bölüp parçalayarak denetim altına almak istiyorlardı. Bu amaçla bölgemiz merkezi bir öneme sahipti. ABD-İsrail ve Arap gericiliği el ele bölgede yaratıcı anarşiye kurban arıyorlardı. Bu arayış Refik el Hariri’nin katledilmesiyle sonuçlandı (14 Şubat 2005).
Beklenen kıyamet böylece koptu. Bu komploda yer alan güçlere gün doğmuştu. Dünyayı ayağa kaldırıp Suriye’nin üzerine saldılar. Suriye’nin derhal, kayıtsız şartsız teslim olması istendi. Katil damgası yedi, işgalci diye Lübnan’dan çıkması istendi. BM harekete geçirildi. Zalim kararlara mahkum edildi. İsrail’in, 60 yıldır, yüzlerce BM kararını ayaklar altına alışına bakmadan, ikili yüzlü bir yaklaşımla, Suriye üzerine yaptırımlar yağmaya başladı.
“Suriye, Afganistan ve Irak’ın ardından işgal edilmeliydi. Kırılmalı, dökülmeli ve parçalara ayrılıp bölgede direnen her varlık yok edilmeliydi.” Temizlik yapılacaktı, yüz yıllık bir egemenlik tasarısı geliştirilmişti. Son halka Suriye, Lübnan ve Filistin devrimci güçleriydi. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu temizliğin ardından kurulacaktı.
Lübnan I. dünya savaşı ardından Suriye’den koparılıp ayrı bir devlet olarak organize edildi. Hıristiyanların çoğunluk olduğu bir devlet kurgulandı ve kuruldu. Lübnan’a bu günün İsrail görevi verilmek istendi. Ama tutmadı. II. Dünya savaşının kefareti olarak, İsrail Filistin Arap halkının toprakları üzerinde kuruldu. İsrail, bölgenin göğsüne bir hançer gibi indirildi.
Lübnan ve Suriye ortak bir anavatandır. Hafız el Esad’ın dediği gibi “iki devlette yaşamaya mahkum edilmiş tek halk” vardı. Bu iki devletin düşmanlığı ve aynı halkın birbirini kırması isteniyordu. Yaratıcı anarşi bunu emretmişti. Hiçbir gerginlik ortamı olmadan, bahane bile yaratma ihtiyacı duyulmadan Hariri katledildi. Amaç belliydi.
Bu suikast derhal, aynı anda hep bir ağızdan, Suriye’nin sırtına yıkıldı Dünya basını ve yıkım telalarlı birden çığlınca ve akıldan zoru olan bir heveskarlıkla, “katil” diye Suriye’yi işaret etmeye başladılar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ilk kez, kişiye mahsus olmak üzere bir Uluslararası Cinayet Mahkemesi kurma kararı aldı. Kurban arınıyordu ve bunun için Suriye seçilmişti.
İlk adımda Lübnan’da bulunan Suriye kuvvetlerinin geri çekilmesi istendi. Bu kuvvetler Lübnan Hükümetinin resmi daveti ve Arap birliğinin onayı ve desteğiyle Lübnan İç Savaşına son vermek için bulunuyordu. İç savaşı sona ermişti. İsrail tehdidi vardı ve Lübnan-Suriye ikili yol haritası gereğince bölge barışı sürecinde ortak tutum içinde oluyorlardı. İsrail’e karşı kader birliği içinde yürünüyordu. Bu dönem, Lübnan’da kapsamlı bir barış dönemiydi. Güvenlik sıkı tutulmuş, ülke anarşi ve silahlı mezhep milislerinden kurtarılmıştı. Silahlar toplanmış tüm güçler İsrail işgaline karşı direniş hareketine aktarılmıştı. Bu veriler, bölge için biçilen projeye aykırıydı. Ayrıca Filistin direnişine de güç katıyordu. Bu istenmedi ve tehlike olarak görüldü. Bölgede hak aramak bir tehlikeli oyun olmuştu.
Baskılar, Suriye’nin ülke güvenliğini de tehlikeye sokan bir çekilmeyi dayatıyordu. Beka yaylasında bile durması istenmiyordu; ki bu alanı terk etmek demek İsrail’in en küçük bir askeri işgalinde yüksek alanları düşmanın eline vermek demekti. Beşşar el Esad’ın, olayları halkına anlattığı parlamento konuşmasında, Suriye’nin tüm askerlerini Lübnan’dan çekeceğini ilan ediyordu. 14. 000 asker gecikmeden çekilmeye başladı (Mart 2005). Suriye halkı da derin bir nefes aldı; bu görevde binlerce Suriyeli genç asker şehit olmuştu (1975-2005 yılları arasında ve Lübnan sahasında İsrail’e karşı savaşlarda -1982- toplam 13 000 şehit). 1975 Lübnan iç savaşından bu yana geçen 30 yılın özverileriyle, evlatlarını kaybetmenin karşılığı olarak yüz yüze bırakıldığı bu durumdan kırgın olan Suriye halkı, Lübnan’dan askerinin çekilişine coşkulu bir sahipleniş gösterdi. Sorun istemiyor, yaklaşan tehlikenin nelere mal olacağını on yılların savaşlarından ve siyasal tecrübelerinden anlıyordu.
Beşşar Esad’ın kararı, provokasyonlar karşı bir hamleydi. Suriye’nin deneyimli diplomasisi, H.Kissinger’in “dünyanın en iyi siyasal satrançsı” olarak tanımladığı Hafız el Esad’ın talebeleri Suriye’yi çökertmek isteyen her hamleye uygun bir cevap veriyordu. Ancak kışkırtmaların, yalan ve kumpasların ardı arkası kesilmiyordu. Hariri suikastıyla ilgili Uluslararası Cinayet Mahkemesinin kılıcı başı üzerinde sallanıyordu, Lübnan’da Şii-Sünni-Hıristiyan diye aynı ulusu bölüp iç savaş ortamı kışkırtılıyordu. Bölge bir bütün olarak birbirini kıran kardeş kavgasına doğru sürükleniyordu. Temiz sonuç almak isteniyordu, ellerini bulaştırmadan kıyım yaptıracaklar ve hakem olarak çağrılacaklardı. 1982 yıllarına benze bir dönem tekrar yaşanıyordu.
Suriye en önemli engeldi. Yıkılması gerekiyordu.
Suriye öncelikle halkına sarıldı. Kuşatıldıkça, halkı ve yönetimi bir bütün oldu. Direndi. Tüm oyunlara, ülkede iç savaş kışkırtmalarına karşın bütünlüğünü kaybetmedi, iki Cumhurbaşkanı yardımcısı Adulhalim Haddam ve Rıfat el Esad’ın iç savaş tellallığı tutmadı. Müslüman kardeşlerin kışkırtılması geçmişten aldıkları ağır yenilgiden çıkmamış halleriyle, bir etkinlik gösteremedi. Lübnan’da düne kadar Suriye’ye dost olanlar kışkırtıldı, ardı arkası kesilmeyen suikastlarla onlarca kişi tasfiye edildi ve Suriye’nin sırtına yıkıldı, Dürziler, Lübnan kuvvetleri denilen faşizan falanjistler, Haririnin etkisi altındaki çoğunluk Sünni milisler Suriye’ye karşı akıl almaz bir düşmanlık sergilemeye başladılar. Körükle ateşe gidilen bir tarihi süreç açılmıştı. Nerede nasıl duracağı hiç bilinmiyordu, bir anarşi ortamı hüküm sürüyordu. İstenen de tas tamam buydu.
İster işgalle, ister iç savaşla, kanlı ya da kansız Suriye bölünecekti. Karar böyle çıkmıştı, tüm gelişmeler bu kararın ikamesi için sahaya dökülüyordu.
Hafız döneminin geleneksel Suudi Arabistan-Suriye-Mısır üçlüsünün Arap alemi adına oluşturdukları göreli birlik de yıkılmıştı. Bu üçlü düşman kardeşleri yarattı. Bölge tam bir anarşi içindeydi. Her olay ve adım soluk kesen cinsten amansız sonuçlara gebeydi.
Bu satırların yazarı o dönemi tüm ayrıntılarıyla, toplum psikolojilerinin kaoslarına tanık olarak yaşadı. İşgal kapıdaydı, son darbe bekleniyordu. Savaşın ilk günlerinde “yeni bir dönem açılıyor, savaş esirlerİ için geniş zindanlar oluşturun” diye emir yağdıran ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Lübnan halkının direnişi karşısında ezildikçe ezilen İsrail’i kurtarmak için, tüm ortaklarından askeri lojistik destek aramak zorunda kalıyordu. İçten yıkılmayan Suriye, bu kez 12 Temmuz 2006’da İsrail işgaliyle başlayan Lübnan üzerinden yıkılacaktı. Ancak kirli amaçlar gerçekleşmedi. 33 gün süren savaşın mağlubu İsrail ve onon müttefikleriydi. Arapları 3 günde yıkmayı alışkanlık edinmiş İsrail, bu savaşta tökezlemiş ve sonunda yenilmişti.
Araplar ilk kez, İsrail’le savaşlarında galip çıkma şansını yakalamıştı. Bu ise İsrail için olduğu kadar ABD-İngiliz ortaklığı içinde bir yıkımdı. Bu savaşta açıkça “direnenleri bitirin artık” diye İsrail’e destek sunan Arap gericiliği de yenilgiye uğruyordu. Sürecin olumsuz sürüklenişi tam bu savaşın bitimiyle kırılmış oluyordu. Zafer direnenlerin olmuştu.
Bu zafer, İsraili şaşkına çevirmişti. İç hesaplaşma başlamış ilk kez alınan yenilginin İsrail’i yok edene kadar sürecek bir yıkımın başlangıcı olarak görülmüştür. Bu sendromdan kurtulmanın yolu aranıyordu, “yenilmez” sanılan İsrail ordusu yenilmişti. Gazze’ de direnen güçlerin tasfiyesi bu sendromdan kurtulmuş için bir çare olarak görüldü. Gazze kıyımı öylece başladı; bahane HAMAS füzeleriydi. Oysa İsrail’in dünyaca ünlü askeri aparatı karşısında hedefini zor bulan bu füzeler sadece psikolojik bir silahtı.
İsrail Araplarla her savaşı bir gezinti edasıyla ele alırdı. Ama bu köprünün altından çok sular geçmişti. Bölgenin direnme güçleri kararlı bir irade altında başaracaklarını anlamıştı. Bu moralle, bölgede büyük değişim gerçekçi olarak başlamıştı. ABD’nin, BOP hayalleri Ak denizin mavi sularına gömülmüştü.
Bölgenin makus kaderi kırılmıştı. Suriye’yi yıkmak için süren akıl almaz tecrit ve boğma harekatı ağır bir darbe almıştı. Bölge bölgelilerindi ve onların kararı egemen olacaktı.
O gün başlayan gerileme, Suriye’nin Hariri’yle ilgili kurulan Uluslararası Cinayet Mahkeme baskısıyla elde edilmek istenen tüm kirli emeller yıkılıyordu. Bölgede Suriyesiz hiç bir adım atılamayacağı ortaya çıkıyordu. Suriye’nin, İran’la ilişkisi bölgede direnme güçleri için önemli zemindi. Böylece, Suriye’yi tecrit etmek isteyenler tecrit handikabına düşmüştü; Avrupa ve Amerikalı diplomatların, Suriye’ye gelişleri bir yuvarlanış görüntüsünde ardı arkası kesilmeden başladı.
Bu süreç, Obama yönetimiyle daha da hızlandı ve son halkasında, düşman kardeş haline getirilen Refik el Hariri’nin bu günkü Lübnan Başbakanı olan Saad el Hariri’nin, “hayal bile edilmez” sanılan Şehri Şam ziyareti başladı. Gerçekler, direnenlerden yanaydı. Güç gerçeklerden yanaydı. Emperyalist dünyanın dize getirmek istediği, direnen halklar galip gelmişti.
Kıssadan hisseye gelince, haklı bir dava etrafında kenetlenmiş halka, yeryüzünün hiç bir kuvveti diz çökertemezdi. Zor ve zorbalık hiçbir zaman sürgit kalamazdı. Suriye’ye düşman kılınmak istenen Lübnan’ın aklıselim güçleri, babasının acısını yüreğinin derinliklerinde duyan, ama uzun süre yanlış hedeflerle oyalandırılan genç Başbakan Saad El Hariri’yi doğru yola getirmiştir. Barış en doğru karardı. Bölgenin savaş halindeki tüm kardeşlerine barışı anlamlı bir örnek olarak sunan, Hariri’nin Şam ziyareti, ülkemiz barışı içinde bir örnek olmalıdır.
Ülkemizde farklı bir düzlemde de olsa, benzer bir barış hepimizin umududur. Tarihle yüzleşelim, kanlı süreçleri aşalım ve ortak ülkemizi bir barış ülkesi olarak bölgede hak ettiği yere kavuşturalım. Bunun için demokratikleşmek gerek. Demokrasiyi ikame edecek değişimleri, açılımları sonuna kadar derinleştirmek gerek.
21 Aralık 2009
“Suriye, Afganistan ve Irak’ın ardından işgal edilmeliydi. Kırılmalı, dökülmeli ve parçalara ayrılıp bölgede direnen her varlık yok edilmeliydi.” Temizlik yapılacaktı, yüz yıllık bir egemenlik tasarısı geliştirilmişti. Son halka Suriye, Lübnan ve Filistin devrimci güçleriydi. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu temizliğin ardından kurulacaktı.
Akdeniz’den Kafkaslara, enerji kaynakları ve yolları emperyalist güçler için güvenlik altına alınacaktı. Bunun için hiçbir kanlı eylemden kaçılmayacaktı. Karşı gelenlere direnenlere ağır bedeller ödetilecekti.Bunun için her türden kirli girişim meşru olacaktı.
Lübnan başbakanı Refik el Hariri, bu projenin mağduru olarak, ABD’nin "Yaratıcı Anarşi"sinin kurbanı oldu. Hariri, bölgeyi parçalamak için büyük bir oyunun parçası olarak katledildi. ABD’nin tek kutuplu egemenlik dünyasının çıkarlarına göre yeniden düzenlenmek istenen bölge güçler dengesi, yeryüzünü kana bulayan kurban arayışları içindeydi. Ak denizden Kafkaslara uzanan bölgeyi, “enerji alanlarının güvenliği” adı altında yeniden bölüp parçalayarak denetim altına almak istiyorlardı. Bu amaçla bölgemiz merkezi bir öneme sahipti. ABD-İsrail ve Arap gericiliği el ele bölgede yaratıcı anarşiye kurban arıyorlardı. Bu arayış Refik el Hariri’nin katledilmesiyle sonuçlandı (14 Şubat 2005).
Bölge, akıllara ziyan bir saldırı organizasyonuyla karşı karşıya kalmıştı.
Bu satırların yazarı o dönemi tüm ayrıntılarıyla, toplum psikolojilerinin kaoslarına tanık olarak yaşadı. İşgal kapıdaydı, son darbe bekleniyordu. Savaşın ilk günlerinde “yeni bir dönem açılıyor, savaş esirler için geniş zindanlar oluşturun” diye emir yağdıran ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice, Lübnan halkının direnişi karşısında ezildikçe ezilen İsrail’i kurtarmak için, tüm ortaklarından askeri lojistik destek aramak zorunda kalıyordu. İçten yıkılmayan Suriye, bu kez 12 Temmuz 2006’da İsrail işgaliyle başlayan Lübnan üzerinden yıkılacaktı. Ancak kirli amaçlar gerçekleşmedi. 33 gün süren savaşın mağlubu İsrail ve onon müttefikleriydi. Arapları 3 günde yıkmayı alışkanlık edinmiş İsrail, bu savaşta tökezlemiş ve sonunda yenilmişti.
Bölgenin makus kaderi kırılmıştı. Bölgemizde o gün başlayan kirli amaçların gerileyişi, Lübnan’ın genç Başbakanı Saad el Hariri’nin Şam ziyaretiyle kapanarak, yeni bir barış sayfası açmış oldu.
Kıssadan hisse, ülkemiz barışı için bir sonuç çıkartmaktır; mücadelemiz, kardeşlerin savaşını kalıcı tarihi kinlere götürmeden barışı ikame etmektir. Milliyetçi reflekslerden kurtulmak, bunun ilk adımıdır. Bununla birlikte, tarihle cesurca yüzleşip, demokrasiyi ikame etmek için kararlı bir siyasal irade oluşturmak yeterli olacaktır.
***
Katledilen Eski Lübnan başbakanı Refik el Hariri’nin oğul, Yeni Lübnan Başbakanı Saad el Hariri, kanlı ve gergin bir sürecin ardından, geçmişi aşarak şehri Şam’a geldi. Beşşar el Esad’la resmi görüşmelere başlandı. İki lider Arap liderleri tarihinin geleneksel sürecini izleyerek coşkulu bir barış kapısı araladılar (19 Aralık 2009) . Bölgemizde Afganistan işgaliyle başlayıp, Irak işgaliyle doruğa varan kirli amaçlar, İsrail’in Lübnan’da 33 gün savaşıyla aldığı yenilgide kırılmıştı. Hariri’nin Şam ziyareti yeni bir dönemi açmış oldu; bölgede ABD-İsrail-Arap gericiliğinin, düne ait kanlı egemenlik projeleri de son nefesini vermiş oldu.
Lübnan başbakanı Refik el Hariri, bu projenin mağduru olarak, ABD’nin "Yaratıcı Anarşi"sinin kurbanı oldu. Hariri, bölgeyi parçalamak için büyük bir oyunun parçası olarak katledildi. ABD’nin tek kutuplu egemenlik dünyasının çıkarlarına göre yeniden düzenlenmek istenen bölge güçler dengesi, yeryüzünü kana bulayan kurban arayışları içindeydi. Ak denizden Kafkaslara uzanan bölgeyi, “enerji alanlarının güvenliği” adı altında yeniden bölüp parçalayarak denetim altına almak istiyorlardı. Bu amaçla bölgemiz merkezi bir öneme sahipti. ABD-İsrail ve Arap gericiliği el ele bölgede yaratıcı anarşiye kurban arıyorlardı. Bu arayış Refik el Hariri’nin katledilmesiyle sonuçlandı (14 Şubat 2005).
Beklenen kıyamet böylece koptu. Bu komploda yer alan güçlere gün doğmuştu. Dünyayı ayağa kaldırıp Suriye’nin üzerine saldılar. Suriye’nin derhal, kayıtsız şartsız teslim olması istendi. Katil damgası yedi, işgalci diye Lübnan’dan çıkması istendi. BM harekete geçirildi. Zalim kararlara mahkum edildi. İsrail’in, 60 yıldır, yüzlerce BM kararını ayaklar altına alışına bakmadan, ikili yüzlü bir yaklaşımla, Suriye üzerine yaptırımlar yağmaya başladı.
“Suriye, Afganistan ve Irak’ın ardından işgal edilmeliydi. Kırılmalı, dökülmeli ve parçalara ayrılıp bölgede direnen her varlık yok edilmeliydi.” Temizlik yapılacaktı, yüz yıllık bir egemenlik tasarısı geliştirilmişti. Son halka Suriye, Lübnan ve Filistin devrimci güçleriydi. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu temizliğin ardından kurulacaktı.
Lübnan I. dünya savaşı ardından Suriye’den koparılıp ayrı bir devlet olarak organize edildi. Hıristiyanların çoğunluk olduğu bir devlet kurgulandı ve kuruldu. Lübnan’a bu günün İsrail görevi verilmek istendi. Ama tutmadı. II. Dünya savaşının kefareti olarak, İsrail Filistin Arap halkının toprakları üzerinde kuruldu. İsrail, bölgenin göğsüne bir hançer gibi indirildi.
Lübnan ve Suriye ortak bir anavatandır. Hafız el Esad’ın dediği gibi “iki devlette yaşamaya mahkum edilmiş tek halk” vardı. Bu iki devletin düşmanlığı ve aynı halkın birbirini kırması isteniyordu. Yaratıcı anarşi bunu emretmişti. Hiçbir gerginlik ortamı olmadan, bahane bile yaratma ihtiyacı duyulmadan Hariri katledildi. Amaç belliydi.
Bu suikast derhal, aynı anda hep bir ağızdan, Suriye’nin sırtına yıkıldı Dünya basını ve yıkım telalarlı birden çığlınca ve akıldan zoru olan bir heveskarlıkla, “katil” diye Suriye’yi işaret etmeye başladılar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ilk kez, kişiye mahsus olmak üzere bir Uluslararası Cinayet Mahkemesi kurma kararı aldı. Kurban arınıyordu ve bunun için Suriye seçilmişti.
İlk adımda Lübnan’da bulunan Suriye kuvvetlerinin geri çekilmesi istendi. Bu kuvvetler Lübnan Hükümetinin resmi daveti ve Arap birliğinin onayı ve desteğiyle Lübnan İç Savaşına son vermek için bulunuyordu. İç savaşı sona ermişti. İsrail tehdidi vardı ve Lübnan-Suriye ikili yol haritası gereğince bölge barışı sürecinde ortak tutum içinde oluyorlardı. İsrail’e karşı kader birliği içinde yürünüyordu. Bu dönem, Lübnan’da kapsamlı bir barış dönemiydi. Güvenlik sıkı tutulmuş, ülke anarşi ve silahlı mezhep milislerinden kurtarılmıştı. Silahlar toplanmış tüm güçler İsrail işgaline karşı direniş hareketine aktarılmıştı. Bu veriler, bölge için biçilen projeye aykırıydı. Ayrıca Filistin direnişine de güç katıyordu. Bu istenmedi ve tehlike olarak görüldü. Bölgede hak aramak bir tehlikeli oyun olmuştu.
Baskılar, Suriye’nin ülke güvenliğini de tehlikeye sokan bir çekilmeyi dayatıyordu. Beka yaylasında bile durması istenmiyordu; ki bu alanı terk etmek demek İsrail’in en küçük bir askeri işgalinde yüksek alanları düşmanın eline vermek demekti. Beşşar el Esad’ın, olayları halkına anlattığı parlamento konuşmasında, Suriye’nin tüm askerlerini Lübnan’dan çekeceğini ilan ediyordu. 14. 000 asker gecikmeden çekilmeye başladı (Mart 2005). Suriye halkı da derin bir nefes aldı; bu görevde binlerce Suriyeli genç asker şehit olmuştu (1975-2005 yılları arasında ve Lübnan sahasında İsrail’e karşı savaşlarda -1982- toplam 13 000 şehit). 1975 Lübnan iç savaşından bu yana geçen 30 yılın özverileriyle, evlatlarını kaybetmenin karşılığı olarak yüz yüze bırakıldığı bu durumdan kırgın olan Suriye halkı, Lübnan’dan askerinin çekilişine coşkulu bir sahipleniş gösterdi. Sorun istemiyor, yaklaşan tehlikenin nelere mal olacağını on yılların savaşlarından ve siyasal tecrübelerinden anlıyordu.
Beşşar Esad’ın kararı, provokasyonlar karşı bir hamleydi. Suriye’nin deneyimli diplomasisi, H.Kissinger’in “dünyanın en iyi siyasal satrançsı” olarak tanımladığı Hafız el Esad’ın talebeleri Suriye’yi çökertmek isteyen her hamleye uygun bir cevap veriyordu. Ancak kışkırtmaların, yalan ve kumpasların ardı arkası kesilmiyordu. Hariri suikastıyla ilgili Uluslararası Cinayet Mahkemesinin kılıcı başı üzerinde sallanıyordu, Lübnan’da Şii-Sünni-Hıristiyan diye aynı ulusu bölüp iç savaş ortamı kışkırtılıyordu. Bölge bir bütün olarak birbirini kıran kardeş kavgasına doğru sürükleniyordu. Temiz sonuç almak isteniyordu, ellerini bulaştırmadan kıyım yaptıracaklar ve hakem olarak çağrılacaklardı. 1982 yıllarına benze bir dönem tekrar yaşanıyordu.
Suriye en önemli engeldi. Yıkılması gerekiyordu.
Suriye öncelikle halkına sarıldı. Kuşatıldıkça, halkı ve yönetimi bir bütün oldu. Direndi. Tüm oyunlara, ülkede iç savaş kışkırtmalarına karşın bütünlüğünü kaybetmedi, iki Cumhurbaşkanı yardımcısı Adulhalim Haddam ve Rıfat el Esad’ın iç savaş tellallığı tutmadı. Müslüman kardeşlerin kışkırtılması geçmişten aldıkları ağır yenilgiden çıkmamış halleriyle, bir etkinlik gösteremedi. Lübnan’da düne kadar Suriye’ye dost olanlar kışkırtıldı, ardı arkası kesilmeyen suikastlarla onlarca kişi tasfiye edildi ve Suriye’nin sırtına yıkıldı, Dürziler, Lübnan kuvvetleri denilen faşizan falanjistler, Haririnin etkisi altındaki çoğunluk Sünni milisler Suriye’ye karşı akıl almaz bir düşmanlık sergilemeye başladılar. Körükle ateşe gidilen bir tarihi süreç açılmıştı. Nerede nasıl duracağı hiç bilinmiyordu, bir anarşi ortamı hüküm sürüyordu. İstenen de tas tamam buydu.
İster işgalle, ister iç savaşla, kanlı ya da kansız Suriye bölünecekti. Karar böyle çıkmıştı, tüm gelişmeler bu kararın ikamesi için sahaya dökülüyordu.
Hafız döneminin geleneksel Suudi Arabistan-Suriye-Mısır üçlüsünün Arap alemi adına oluşturdukları göreli birlik de yıkılmıştı. Bu üçlü düşman kardeşleri yarattı. Bölge tam bir anarşi içindeydi. Her olay ve adım soluk kesen cinsten amansız sonuçlara gebeydi.
Bu satırların yazarı o dönemi tüm ayrıntılarıyla, toplum psikolojilerinin kaoslarına tanık olarak yaşadı. İşgal kapıdaydı, son darbe bekleniyordu. Savaşın ilk günlerinde “yeni bir dönem açılıyor, savaş esirlerİ için geniş zindanlar oluşturun” diye emir yağdıran ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Lübnan halkının direnişi karşısında ezildikçe ezilen İsrail’i kurtarmak için, tüm ortaklarından askeri lojistik destek aramak zorunda kalıyordu. İçten yıkılmayan Suriye, bu kez 12 Temmuz 2006’da İsrail işgaliyle başlayan Lübnan üzerinden yıkılacaktı. Ancak kirli amaçlar gerçekleşmedi. 33 gün süren savaşın mağlubu İsrail ve onon müttefikleriydi. Arapları 3 günde yıkmayı alışkanlık edinmiş İsrail, bu savaşta tökezlemiş ve sonunda yenilmişti.
Araplar ilk kez, İsrail’le savaşlarında galip çıkma şansını yakalamıştı. Bu ise İsrail için olduğu kadar ABD-İngiliz ortaklığı içinde bir yıkımdı. Bu savaşta açıkça “direnenleri bitirin artık” diye İsrail’e destek sunan Arap gericiliği de yenilgiye uğruyordu. Sürecin olumsuz sürüklenişi tam bu savaşın bitimiyle kırılmış oluyordu. Zafer direnenlerin olmuştu.
Bu zafer, İsraili şaşkına çevirmişti. İç hesaplaşma başlamış ilk kez alınan yenilginin İsrail’i yok edene kadar sürecek bir yıkımın başlangıcı olarak görülmüştür. Bu sendromdan kurtulmanın yolu aranıyordu, “yenilmez” sanılan İsrail ordusu yenilmişti. Gazze’ de direnen güçlerin tasfiyesi bu sendromdan kurtulmuş için bir çare olarak görüldü. Gazze kıyımı öylece başladı; bahane HAMAS füzeleriydi. Oysa İsrail’in dünyaca ünlü askeri aparatı karşısında hedefini zor bulan bu füzeler sadece psikolojik bir silahtı.
İsrail Araplarla her savaşı bir gezinti edasıyla ele alırdı. Ama bu köprünün altından çok sular geçmişti. Bölgenin direnme güçleri kararlı bir irade altında başaracaklarını anlamıştı. Bu moralle, bölgede büyük değişim gerçekçi olarak başlamıştı. ABD’nin, BOP hayalleri Ak denizin mavi sularına gömülmüştü.
Bölgenin makus kaderi kırılmıştı. Suriye’yi yıkmak için süren akıl almaz tecrit ve boğma harekatı ağır bir darbe almıştı. Bölge bölgelilerindi ve onların kararı egemen olacaktı.
O gün başlayan gerileme, Suriye’nin Hariri’yle ilgili kurulan Uluslararası Cinayet Mahkeme baskısıyla elde edilmek istenen tüm kirli emeller yıkılıyordu. Bölgede Suriyesiz hiç bir adım atılamayacağı ortaya çıkıyordu. Suriye’nin, İran’la ilişkisi bölgede direnme güçleri için önemli zemindi. Böylece, Suriye’yi tecrit etmek isteyenler tecrit handikabına düşmüştü; Avrupa ve Amerikalı diplomatların, Suriye’ye gelişleri bir yuvarlanış görüntüsünde ardı arkası kesilmeden başladı.
Bu süreç, Obama yönetimiyle daha da hızlandı ve son halkasında, düşman kardeş haline getirilen Refik el Hariri’nin bu günkü Lübnan Başbakanı olan Saad el Hariri’nin, “hayal bile edilmez” sanılan Şehri Şam ziyareti başladı. Gerçekler, direnenlerden yanaydı. Güç gerçeklerden yanaydı. Emperyalist dünyanın dize getirmek istediği, direnen halklar galip gelmişti.
Kıssadan hisseye gelince, haklı bir dava etrafında kenetlenmiş halka, yeryüzünün hiç bir kuvveti diz çökertemezdi. Zor ve zorbalık hiçbir zaman sürgit kalamazdı. Suriye’ye düşman kılınmak istenen Lübnan’ın aklıselim güçleri, babasının acısını yüreğinin derinliklerinde duyan, ama uzun süre yanlış hedeflerle oyalandırılan genç Başbakan Saad El Hariri’yi doğru yola getirmiştir. Barış en doğru karardı. Bölgenin savaş halindeki tüm kardeşlerine barışı anlamlı bir örnek olarak sunan, Hariri’nin Şam ziyareti, ülkemiz barışı içinde bir örnek olmalıdır.
Ülkemizde farklı bir düzlemde de olsa, benzer bir barış hepimizin umududur. Tarihle yüzleşelim, kanlı süreçleri aşalım ve ortak ülkemizi bir barış ülkesi olarak bölgede hak ettiği yere kavuşturalım. Bunun için demokratikleşmek gerek. Demokrasiyi ikame edecek değişimleri, açılımları sonuna kadar derinleştirmek gerek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder