3 Aralık 2009 Perşembe
DEVRİMCİLİK ÖZVERİDİR
Zeki BAYTERİN,
4 Aralık 2009
Yaşam sürprizlerle doludur tanımı kuşkusuz en fazla devrimciler için geçerlidir. Onların sürprizleri normal sıradan insanların sürprizlerinden çok farklı boyutlar taşır, bir devrimci her an her türlü olumsuzluğa hazır ve kendisini bütün gelişmeler için ruhsal olarak hazırlamış insandır.
Genel olarak sürpriz sözcüğünü kullansak da bir devrimci karşılaşacağı her durumu gerçek anlamda bilen ve ona hazırlıklı olan insandır. Tutsak düşme, ölümle karşılaşma, en sevdiği insanların yoldaşlarının katlini görme tanığı olma, yaşam koşullarının bir anda tamamen değişmesi ve çok kısa sürede bambaşka bir ortamın, bambaşka bir zeminin içine girmek, yalnız kalmak belki biraz yıpranmış belki biraz unutkanlık ve ihanetlerle karşılaşmak bir tek ilişki olmaksızın yeniden çalışmalarını tekrar gerçekleştirmeye başlayacağı koşulları yaratmak, çeşitli nedenlerle kendini henüz hazır hissetmediği sorumlulukları omuzlamak zorunda kalmak, ve daha onlarca sürpriz yaşamının her anında onu beklemektedir.
O, bütün bunlara kendini her yönden hazırlamalıdır, ve bunlarla karşılaştığında mücadelenin herhangi bir sürecini yaşama doğallığı içinde karşı karşıya kaldığı güçlüklerden yüz akıyla, alın akıyla çıkmanın bu insanlık çizgisini onurla sürdürenlerden biri olmanın yollarını bulmalı, yaratmalıdır.
Pekala, devrimci mücadele süreçlerinde güzel sürprizler de yok mudur? Kuşkusuz vardır, bir devrimci bunlar karşısında da soğukkanlılığını bozmayan ve eğer çevresinde bu güzel gelişmeyi bilmemesi gereken insanlar varsa, onlardan duygularını gizlemeyi başarabilen insandır. Elbette, devrimcinin duygularını, coşkularını haykırma bunların tadına varma hakkı vardır, ama duygularını coşkularını gereken insanlarla paylaşmayı, doğru ortamlarda ifade etmeyi iyi öğrenmek gerekir. Örneğin İstanbul Caddebostan’da iki, Adana Gülek plazada, Eski barajda göl manzaralı, ayrıca Reşatbey’de lüks bir dairem olsa gizlemezdim. Çünkü Yoksulluğu erdem saymak devrimcilik değil aptallıktır.
Devrimci saflardaki insan iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, gerçek bir devrimci yaklaşımıdır ve o, sorumluluğu görevlere, yapılması gerekenlere, yoldaşlarına, geleneğine, sosyalizm değerlerine, insanlığa karşı sorumluluk olarak algılar. İkicisi, gerçek anlamıyla devrimci olamamış insan tavrıdır ve o, sorumluluğu sadece yetkiler olarak görür.
Yaşamında gerçek anlamda ciddi görevler üslenmemiş olduğu, yapmak, yaratmak, üretmek adına fazlaca bir işlevi olmadığı halde özverisi ve ortaya koyduğu değerler, devrim saflarında yarattığı hasarlardan daha az olduğu halde, hayalinde hep sorumlu mevkiler vardır. Birgün o sorumlu mevkilere gelirse, ne güzel devrimcilik yapacaktır.
Sorumluluğu, gelenek tarafından kendisine tanınacak olanaklar olarak algıladığı hayal dünyasında, bu olanaklarla yapabileceklerini düşünür. Ve şu an sorumlu olanların bu büyük işleri nasıl olup da yapamadığına şaşar, kendisine olan hayranlığı daha da artar. Çünkü kendisi, o olanaklar eline bir geçerse, ne kadar yaratıcı ve müthiş bir sorumluluk örneği verecektir.
O cahil, bir örgütün sorumlularının, entelektüel gevezelerden daha güç koşullarda, daha yoğun emekle ve daha güç koşullara rağmen daha büyük yaratıcılıkla çalıştığını, özverilerinin sınırı ve süreci olmadığını bilmez. Bütün bunlar, düzen ilişki ve çelişkileriyle tam bir kopuşma yaşayamamış olanların mantık halüsinasyonlarıdır. Evet, düzenin sorumluluk mevkileri, olanak mevkileridir aynı zamanda, insanın kendisi içinde olanak mevkileri.
Fakat düzenle çatışan, düzene karşı organize olan yapılanmaların sorumluluk mevkileri, gerçek birer ateşten gömlektir. Ve her devrimci bu ateşten gömleği giymek için yanıp tutuşmalıdır. Ayrıca bilmelidir ki bir devrimci için, bir sosyalist için, sorumluluk bir ünvan bir yetkiler mevkisi değildir. O, devrim saflarına adımını attığı andan itibaren, dünyanın en büyük ve zorlu sorumlulukları ile donanmıştır. Bir karanlığı aşmak, insanlığın geleceğini aydınlatmak, yeni bir üretim ilişkileri sistemi kurmak için kolları sıvamıştır. Yada en azından bu yolda yürümek, bu görkemli yolun piyadelerinden biri olmak. Kendisi bizzat göremeyecek, yaşayamayacak olsa bile. Devrimcinin anlaması, algılaması ve gerçekleştirmesi gereken sorumluluk budur. Gelenek içinde sorumlulukların birer mevki değil, birer görevler bütünü, görevler tanımlanması olarak anlaşılması ve o şekilde yaşanması gerekir. Zamanı ve yeri geldiğinde diğer yoldaşlara büyük bir coşkuyla, şevkle bırakılacak bu görevler, eski görev sahibinin önüne yeni görevlerin çıkması anlamına gelir ki, bu bir devrimci için, başlı başına bir atılım, coşku kaynağı olacak dünya devrimi gerçekleri arasındadır.
Öte yandan, mücadele içinde karşınızda iki tip insan görürsünüz. Birisi, genellikle yarın yapılacak işler, görevler, yapılması gerekenler üzerinde kafa yorar. Onu, sadece oturup bunları tartışırken de görmezsiniz. Hep bir şeylerin peşinde, birtakım ilişkilerin yaratılmasının, birtakım görevlerin gerçekleştirilmesinin çabasıyla yoğundur. Sizinle bunları tartışır, sizden bunlara ilişkin görüşler alır yada benzer devrimci sorunlar için konuşur, sorar, sorgular.
İkinci insan tipi, genellikle maldan mülkten toplantılardan, yetkilerden, yaptıklarından söz eder. Etiketlerin onun için taşıdığı önemi, daha birkaç söylem sonrasında, ister istemez fark edersiniz. Sanki, birtakım yetki paylaşımları, görev ve sorumluluk dağıtımları olmadan hiçbir devrimci işlev gerçekleştirilemezmiş gibi bir tavır içerisindedir. Sanki buralarda, bu mevkiler, bu toplantılar için bulunmaktadır. Sanki devrimin programı, bazı insanların oturup tartışmasından ibarettir. Ve kuşkunuz olmasın ki her toplantı sonrası, bunların kafaları, yeni bir toplantının programı için çalışmaya başlar. Yapılmayan, yapmadığı, yapamadığı birçok şeyin gerekçesi olarak çeşitli biçimlerde olanak ve yetki sorunlarını dayatır. Onun karşısında, siz de son tahlilde bir merkez komite üyesi olarak değil ama iyi niyetli bir devrimci olarak bulunduğunuz için, çoğu kez ona inanasınız gelir. Onun inatçı söylemi karşısında, birtakım olanakların, yetkilerin verilmesi halinde, bu toplantıların gerçekleştirilmesi halinde, karşınızdaki insanın değerli devrimci işlevler ortaya koyacağına inanasınız gelir. Bu arada, karşınızdaki toplantı ve yüzleşme saplantısı içindeki sapığın o sürece kadar kaç toplantıya katıldığını, bu toplantılardan sonra kim bilir hangi görev ve yetkilerle donatıldığını, yada o güne kadar ki işlevleriyle, yaşam tarzı, hata ve yanlışlarıyla, değil önemle sözünü ettiği düzeyde toplantıları bırakın, çok daha alt düzeyde toplantılara bile katılma hakkını yitirdiğini ya da aslında hiçbir zaman kazanamadığını bilemezsiniz.
Bir devrimci yapı militanı, kendini her şeye karşı, tüm dünyaya karşı, dünyanın ezilen bütün halklarına karşı ve elbette ki ülkesine, ülkesinde yaşayan, yaşamaya çalışan bütün emekçilere karşı sorumlu hisseder. Ülkesinde gelişen bütün olayları, yüreğinin tüm hücrelerinde duyumsar ve yaşamının her anı, bütün bunlara karşı yapılması gerekenlerin işlevleriyle geçer.
Toplantılar ve görüşmeler, bütün bu görevleri gerçekleştirmek için, istisna süreçler arasındadır. Bugün klasik revizyonist modanın peşine takılarak, sürekli toplantılara katılan, sürekli konuşan, bireysel rolü için yönetmek ve bu anlamda işlev sahibi olmaktan başka bir şey düşünemeyen insanların işi, devrim, devrimcilik değildir. Onlar, devrim saflarından bir an önce, çeşitli örneklerinde olduğu gibi, kovulmadan gitmeyi de bilmemektedirler.
Bir devrimcinin ruh hali, onun bütün davranışlarına yansır. O, yola çıktığı amacın büyüklüğünü ve önemini bilen insan olarak, bu yolda ne denli büyük bir enerji harcanmasının farkında olarak hareket eder. Davasına, amaçlarına ve yapısına duyduğu sevgi ve bağlılık, onu diğer insanlardan, diğer insanların davranışlarından en çıplak gözle dahi ayırt edilecek kadar büyük bir dinamizmle motive eder. Samimi olamayan bir insanın çaba ve söylemleri çevresindeki diğer insanlar üzerinde bıraktığı izlenim, hiç de bir devrimcinin bırakabileceği izlenim değildir. Öte yandan, bu devrimci söylemlerin gerçekten yakışması, üzerinde yapay bir elbise gibi durmaması, yani içten ve yürekten bir dinamizm olması gerekir.
Duygularında ve düşüncelerinde mücadelenin değerlerin öyküsünü yaşatan bir devrimcinin zaten sönük ve silik olabilme şansı yoktur. Onun içinde yanan ateş, yaşamın her alanındaki davranış, pratiğine yansır ve bir ateş topu gibi olmasını gerektirir. Her an yanan, yandıkça büyüyen, büyüdükçe çevresini daha fazla ısıtan, dostuna ışık veren, düşmanını yakan bir ateş topudur.
Devrimcinin yenilenme eylemini başaramamasının en olumsuz sonuçlarından birisi de, yaptığı yanlışların altında ezilmesi, çelişkiler içinde bocalamasıdır. Devrimcinin, yenilenmeyi son derece dinamik kılması, kendinde devrimi bitmeyen bir süreç olarak algılaması zorunludur. Aksi halde, yaşamın dinamizmi içinde onun doğal gidişini bambaşka bir yöne akıtacak olan devrimin dinamizmini yakalayabilmesi mümkün değildir. Devrimciden söz ederken, bu dinamizme ayak uydurmaktan da öte, o dinamizmi bizzat yaratacak olan insandan söz ediyoruz.
Devrimcinin yenilenme serüveniyle örgüte bağlılık temeli, insanla toprağın ilişkisi gibidir. İnsanoğlu, bütün değişimlerini ve gelişimlerini, toprağın üzerinde gerçekleştirir. Onun, yaşamının ana unsurları olan toprağın, havanın ve suyun elinden alınması, yaşamının son bulması anlamına gelir. İşte devrimci insanla, yapısının ilişkisi böyle bir ilişkidir.
İnsan değişir ve gelişir, toprağı daha iyi kullanmasını, daha verimli kılmasını öğrenir. Onu işlemesini, ondan daha iyi verim almasını, onun yeşermesini, sağlayan insanoğludur. Ama toprak olmadan insanoğlu bunların hiçbirini başaramaz. Kendisindeki gelişmelerin temeli topraktır ve o, bu temelin üzerinde edindiği özellikleri, yine bu temelin daha güçlü ve verimli olması için kullanır. Doğru ve sağlıklı gelişimin diyalektiği budur.
Sağlıksız ve çarpık gelişimin verileri ise yine çarpık biriktirilen bazı bilgilerin, toprağı inkarla, yadsımayla sonuçlanmasıdır. Ve bu durumdaki insanların pratiğine özellikle söylemlerine dikkat ediniz. Onların ruh hali, cennetten kovulmuş zebanilerin ruh halinden çok farklı değildir. Biz
cennetimizi kendimiz yarattık ve yeşerteceğiz. O cenneti, her gün biraz daha güzelleyen ve bu toprağı her gün ileriye doğru biraz daha değiştiren insanlar olacağız.
Ufkumuz şafak, toprağımız gelenek, gücümüz tarihtir.
4 Aralık 2009
Yaşam sürprizlerle doludur tanımı kuşkusuz en fazla devrimciler için geçerlidir. Onların sürprizleri normal sıradan insanların sürprizlerinden çok farklı boyutlar taşır, bir devrimci her an her türlü olumsuzluğa hazır ve kendisini bütün gelişmeler için ruhsal olarak hazırlamış insandır.
Genel olarak sürpriz sözcüğünü kullansak da bir devrimci karşılaşacağı her durumu gerçek anlamda bilen ve ona hazırlıklı olan insandır. Tutsak düşme, ölümle karşılaşma, en sevdiği insanların yoldaşlarının katlini görme tanığı olma, yaşam koşullarının bir anda tamamen değişmesi ve çok kısa sürede bambaşka bir ortamın, bambaşka bir zeminin içine girmek, yalnız kalmak belki biraz yıpranmış belki biraz unutkanlık ve ihanetlerle karşılaşmak bir tek ilişki olmaksızın yeniden çalışmalarını tekrar gerçekleştirmeye başlayacağı koşulları yaratmak, çeşitli nedenlerle kendini henüz hazır hissetmediği sorumlulukları omuzlamak zorunda kalmak, ve daha onlarca sürpriz yaşamının her anında onu beklemektedir.
O, bütün bunlara kendini her yönden hazırlamalıdır, ve bunlarla karşılaştığında mücadelenin herhangi bir sürecini yaşama doğallığı içinde karşı karşıya kaldığı güçlüklerden yüz akıyla, alın akıyla çıkmanın bu insanlık çizgisini onurla sürdürenlerden biri olmanın yollarını bulmalı, yaratmalıdır.
Pekala, devrimci mücadele süreçlerinde güzel sürprizler de yok mudur? Kuşkusuz vardır, bir devrimci bunlar karşısında da soğukkanlılığını bozmayan ve eğer çevresinde bu güzel gelişmeyi bilmemesi gereken insanlar varsa, onlardan duygularını gizlemeyi başarabilen insandır. Elbette, devrimcinin duygularını, coşkularını haykırma bunların tadına varma hakkı vardır, ama duygularını coşkularını gereken insanlarla paylaşmayı, doğru ortamlarda ifade etmeyi iyi öğrenmek gerekir. Örneğin İstanbul Caddebostan’da iki, Adana Gülek plazada, Eski barajda göl manzaralı, ayrıca Reşatbey’de lüks bir dairem olsa gizlemezdim. Çünkü Yoksulluğu erdem saymak devrimcilik değil aptallıktır.
Devrimci saflardaki insan iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, gerçek bir devrimci yaklaşımıdır ve o, sorumluluğu görevlere, yapılması gerekenlere, yoldaşlarına, geleneğine, sosyalizm değerlerine, insanlığa karşı sorumluluk olarak algılar. İkicisi, gerçek anlamıyla devrimci olamamış insan tavrıdır ve o, sorumluluğu sadece yetkiler olarak görür.
Yaşamında gerçek anlamda ciddi görevler üslenmemiş olduğu, yapmak, yaratmak, üretmek adına fazlaca bir işlevi olmadığı halde özverisi ve ortaya koyduğu değerler, devrim saflarında yarattığı hasarlardan daha az olduğu halde, hayalinde hep sorumlu mevkiler vardır. Birgün o sorumlu mevkilere gelirse, ne güzel devrimcilik yapacaktır.
Sorumluluğu, gelenek tarafından kendisine tanınacak olanaklar olarak algıladığı hayal dünyasında, bu olanaklarla yapabileceklerini düşünür. Ve şu an sorumlu olanların bu büyük işleri nasıl olup da yapamadığına şaşar, kendisine olan hayranlığı daha da artar. Çünkü kendisi, o olanaklar eline bir geçerse, ne kadar yaratıcı ve müthiş bir sorumluluk örneği verecektir.
O cahil, bir örgütün sorumlularının, entelektüel gevezelerden daha güç koşullarda, daha yoğun emekle ve daha güç koşullara rağmen daha büyük yaratıcılıkla çalıştığını, özverilerinin sınırı ve süreci olmadığını bilmez. Bütün bunlar, düzen ilişki ve çelişkileriyle tam bir kopuşma yaşayamamış olanların mantık halüsinasyonlarıdır. Evet, düzenin sorumluluk mevkileri, olanak mevkileridir aynı zamanda, insanın kendisi içinde olanak mevkileri.
Fakat düzenle çatışan, düzene karşı organize olan yapılanmaların sorumluluk mevkileri, gerçek birer ateşten gömlektir. Ve her devrimci bu ateşten gömleği giymek için yanıp tutuşmalıdır. Ayrıca bilmelidir ki bir devrimci için, bir sosyalist için, sorumluluk bir ünvan bir yetkiler mevkisi değildir. O, devrim saflarına adımını attığı andan itibaren, dünyanın en büyük ve zorlu sorumlulukları ile donanmıştır. Bir karanlığı aşmak, insanlığın geleceğini aydınlatmak, yeni bir üretim ilişkileri sistemi kurmak için kolları sıvamıştır. Yada en azından bu yolda yürümek, bu görkemli yolun piyadelerinden biri olmak. Kendisi bizzat göremeyecek, yaşayamayacak olsa bile. Devrimcinin anlaması, algılaması ve gerçekleştirmesi gereken sorumluluk budur. Gelenek içinde sorumlulukların birer mevki değil, birer görevler bütünü, görevler tanımlanması olarak anlaşılması ve o şekilde yaşanması gerekir. Zamanı ve yeri geldiğinde diğer yoldaşlara büyük bir coşkuyla, şevkle bırakılacak bu görevler, eski görev sahibinin önüne yeni görevlerin çıkması anlamına gelir ki, bu bir devrimci için, başlı başına bir atılım, coşku kaynağı olacak dünya devrimi gerçekleri arasındadır.
Öte yandan, mücadele içinde karşınızda iki tip insan görürsünüz. Birisi, genellikle yarın yapılacak işler, görevler, yapılması gerekenler üzerinde kafa yorar. Onu, sadece oturup bunları tartışırken de görmezsiniz. Hep bir şeylerin peşinde, birtakım ilişkilerin yaratılmasının, birtakım görevlerin gerçekleştirilmesinin çabasıyla yoğundur. Sizinle bunları tartışır, sizden bunlara ilişkin görüşler alır yada benzer devrimci sorunlar için konuşur, sorar, sorgular.
İkinci insan tipi, genellikle maldan mülkten toplantılardan, yetkilerden, yaptıklarından söz eder. Etiketlerin onun için taşıdığı önemi, daha birkaç söylem sonrasında, ister istemez fark edersiniz. Sanki, birtakım yetki paylaşımları, görev ve sorumluluk dağıtımları olmadan hiçbir devrimci işlev gerçekleştirilemezmiş gibi bir tavır içerisindedir. Sanki buralarda, bu mevkiler, bu toplantılar için bulunmaktadır. Sanki devrimin programı, bazı insanların oturup tartışmasından ibarettir. Ve kuşkunuz olmasın ki her toplantı sonrası, bunların kafaları, yeni bir toplantının programı için çalışmaya başlar. Yapılmayan, yapmadığı, yapamadığı birçok şeyin gerekçesi olarak çeşitli biçimlerde olanak ve yetki sorunlarını dayatır. Onun karşısında, siz de son tahlilde bir merkez komite üyesi olarak değil ama iyi niyetli bir devrimci olarak bulunduğunuz için, çoğu kez ona inanasınız gelir. Onun inatçı söylemi karşısında, birtakım olanakların, yetkilerin verilmesi halinde, bu toplantıların gerçekleştirilmesi halinde, karşınızdaki insanın değerli devrimci işlevler ortaya koyacağına inanasınız gelir. Bu arada, karşınızdaki toplantı ve yüzleşme saplantısı içindeki sapığın o sürece kadar kaç toplantıya katıldığını, bu toplantılardan sonra kim bilir hangi görev ve yetkilerle donatıldığını, yada o güne kadar ki işlevleriyle, yaşam tarzı, hata ve yanlışlarıyla, değil önemle sözünü ettiği düzeyde toplantıları bırakın, çok daha alt düzeyde toplantılara bile katılma hakkını yitirdiğini ya da aslında hiçbir zaman kazanamadığını bilemezsiniz.
Bir devrimci yapı militanı, kendini her şeye karşı, tüm dünyaya karşı, dünyanın ezilen bütün halklarına karşı ve elbette ki ülkesine, ülkesinde yaşayan, yaşamaya çalışan bütün emekçilere karşı sorumlu hisseder. Ülkesinde gelişen bütün olayları, yüreğinin tüm hücrelerinde duyumsar ve yaşamının her anı, bütün bunlara karşı yapılması gerekenlerin işlevleriyle geçer.
Toplantılar ve görüşmeler, bütün bu görevleri gerçekleştirmek için, istisna süreçler arasındadır. Bugün klasik revizyonist modanın peşine takılarak, sürekli toplantılara katılan, sürekli konuşan, bireysel rolü için yönetmek ve bu anlamda işlev sahibi olmaktan başka bir şey düşünemeyen insanların işi, devrim, devrimcilik değildir. Onlar, devrim saflarından bir an önce, çeşitli örneklerinde olduğu gibi, kovulmadan gitmeyi de bilmemektedirler.
Bir devrimcinin ruh hali, onun bütün davranışlarına yansır. O, yola çıktığı amacın büyüklüğünü ve önemini bilen insan olarak, bu yolda ne denli büyük bir enerji harcanmasının farkında olarak hareket eder. Davasına, amaçlarına ve yapısına duyduğu sevgi ve bağlılık, onu diğer insanlardan, diğer insanların davranışlarından en çıplak gözle dahi ayırt edilecek kadar büyük bir dinamizmle motive eder. Samimi olamayan bir insanın çaba ve söylemleri çevresindeki diğer insanlar üzerinde bıraktığı izlenim, hiç de bir devrimcinin bırakabileceği izlenim değildir. Öte yandan, bu devrimci söylemlerin gerçekten yakışması, üzerinde yapay bir elbise gibi durmaması, yani içten ve yürekten bir dinamizm olması gerekir.
Duygularında ve düşüncelerinde mücadelenin değerlerin öyküsünü yaşatan bir devrimcinin zaten sönük ve silik olabilme şansı yoktur. Onun içinde yanan ateş, yaşamın her alanındaki davranış, pratiğine yansır ve bir ateş topu gibi olmasını gerektirir. Her an yanan, yandıkça büyüyen, büyüdükçe çevresini daha fazla ısıtan, dostuna ışık veren, düşmanını yakan bir ateş topudur.
Devrimcinin yenilenme eylemini başaramamasının en olumsuz sonuçlarından birisi de, yaptığı yanlışların altında ezilmesi, çelişkiler içinde bocalamasıdır. Devrimcinin, yenilenmeyi son derece dinamik kılması, kendinde devrimi bitmeyen bir süreç olarak algılaması zorunludur. Aksi halde, yaşamın dinamizmi içinde onun doğal gidişini bambaşka bir yöne akıtacak olan devrimin dinamizmini yakalayabilmesi mümkün değildir. Devrimciden söz ederken, bu dinamizme ayak uydurmaktan da öte, o dinamizmi bizzat yaratacak olan insandan söz ediyoruz.
Devrimcinin yenilenme serüveniyle örgüte bağlılık temeli, insanla toprağın ilişkisi gibidir. İnsanoğlu, bütün değişimlerini ve gelişimlerini, toprağın üzerinde gerçekleştirir. Onun, yaşamının ana unsurları olan toprağın, havanın ve suyun elinden alınması, yaşamının son bulması anlamına gelir. İşte devrimci insanla, yapısının ilişkisi böyle bir ilişkidir.
İnsan değişir ve gelişir, toprağı daha iyi kullanmasını, daha verimli kılmasını öğrenir. Onu işlemesini, ondan daha iyi verim almasını, onun yeşermesini, sağlayan insanoğludur. Ama toprak olmadan insanoğlu bunların hiçbirini başaramaz. Kendisindeki gelişmelerin temeli topraktır ve o, bu temelin üzerinde edindiği özellikleri, yine bu temelin daha güçlü ve verimli olması için kullanır. Doğru ve sağlıklı gelişimin diyalektiği budur.
Sağlıksız ve çarpık gelişimin verileri ise yine çarpık biriktirilen bazı bilgilerin, toprağı inkarla, yadsımayla sonuçlanmasıdır. Ve bu durumdaki insanların pratiğine özellikle söylemlerine dikkat ediniz. Onların ruh hali, cennetten kovulmuş zebanilerin ruh halinden çok farklı değildir. Biz
cennetimizi kendimiz yarattık ve yeşerteceğiz. O cenneti, her gün biraz daha güzelleyen ve bu toprağı her gün ileriye doğru biraz daha değiştiren insanlar olacağız.
Ufkumuz şafak, toprağımız gelenek, gücümüz tarihtir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder