11 Aralık 2009 Cuma
BÖLÜCÜ KARAR
Mihrac Ural
11 Aralık 2009
Anayasa Mahkemesi yine siyasetin orta yerinde milliyetçi reflekslerini gösterdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir zaman demokratik olmadığı ve olamayacağını ilan etti.
11 Aralık 2009 Cuma günü bir kara gün olarak ülkemize doğdu. Türkiye vatandaşlarının, gizli oy açık sayımıyla ortaya koyduğu iradesini, seçtiği milletvekillerini ve onların adına demokrasi talebinden başka bir amacı olmayan barış ve kardeşlik partisi “DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ”ni (DTP) kapatma kararı aldı. Bu karar ülkemizde bir süredir umutla sürdürülen ve toplumun geniş kesimlerince de desteklenen “Demokratik Açılım” çabalarını da katletti.
Üç kuşaktır demokrasi mücadelesi uğruna özveriyle direndik. Bu yolda ülkemizin en dinamik kesimleri etkince yer aldı. Devlet köhnemiş statüleriyle demokrasinin ikamesine geçit vermedi. Demokratik açılım çabalarına verdiğimiz desteğin belli bir noktadan sonra tıkanacağı da belliydi. Bu devlet demokratikleşmeyi içine sindirmeyecek kadar ilkel statülerin milliyetçi kurum ve kuruluşların devletiydi.
Bu devleti oluşturan temel kurumlardan biri olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı da bu gerçeği gözler önüne serdi.
Bu karar kuşaklar boyu sürecek bir kanlı çatışmanın iplerini çözmüştür. Kin ve nefret tohumlarının ekilmesini isteyenler, iç savaşla ülkemizin tüm imkanlarını heder etmek isteyenler bu kararın arkasında durmaktadır. Bu kararlar Anayasa Mahkemesi’nin değil tek taraflı sokakların kararıdır. Milliyetçi-ırkçı reflekslere ait bir duyarsızlık, sorumsuzluk kararıdır.
Anayasa Mahkemesi bu kararıyla ortak ülkemizi temsil yetkisinde bitmiştir. Bir ülkeyi herkes için vatan yapan kurumlar, tek boyutlu bir milliyetçilikle kararlarını alıyorlarsa orada ortaklık adına bir şey kalmamış demektir; birlikte, barış ve güven içinde yaşamın koşulları kalmamış demektir. Anayasa Mahkemesi ve Kürt halkının biricik nefes borusu olan bu siyasi pencereden kendini ifade etmesine geçit vermeyenler ülkemizin kanlı bir batıklığa sürüklenmesini isteyenlerdir. Böylesine bir tarihi sorumsuzluğun vebali altında kalanlar, Osmanlıyı l. Dünya Savaşı’na sürükleyenlerle aynı çamurdandır; darbeci, ittihatçı akıl ilkelliği, Anayasa Mahkemesi’nin yargıyı ve adaleti kirleten bu kararında tecelli etmiştir.
Bu karar aynı zamanda tüm annelerin gözyaşına son vermek isteyen tüm iyi niyetlere bir kılıç darbesi oldu. Katliam politikalarına Dersim katliamı örneğinde olduğu gibi yeşil ışık verildi. Gelecek kuşakları birbirine kırmayı amaçlayan, ilkel milliyetçi bilinçaltı birikimlerine bir halka daha ekleyen bu karar, bu topraklarda demokratik yaşam yönünde umutların yeşermesini katletmiştir.
Bu kararla, “farklı olanlar, ayrı varlıklar, ayrı etnik yapı ve inançlar bu ülkede yaşayamaz” denmiş odu.. Tek boyutlu algıların Osmanlı aklı artıklarının 21. yüzyılda “kılıç hakkı” dayatması anlamına gelen bu kararla varacakları tek sonuç, bölücülüklerini tescil etmekten ibarettir.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı bir kılıç hakkı artığıdır. “Kılıç Hakkı” bir Ortaçağ zorbalığıdır. Hiçbir çağdaş içeriğe sahip değildir. Osmanlı’dan ve onun “fetihler arkasından serserice sürüklenen” toplumsal yaşam tarzına karşı “Yurtta Barış Cihanda Barış” ve “kendi üreten ve kendi tüketen” alternatifinin farklı bir planla kurulduğu iddiasının 86 yıl sonra bile kocaman bir yalan olduğu açığa çıkmıştır. Cumhuriyet 21. yüzyılda da barbarlık kararları almaktan çekinmemektedir.
Tüm insanlığın kabul ettiği değerlere karşı; ana dille konuşma hakkına, eğitim ve kültür faaliyeti yapma hakkına, ulusların, hatta kültürel toplulukların kaderlerini belirleme hakkına, ortak ülkemizde tarihin en derin çağlarından bu yana kendi topraklarında yaşayan ve bu toprakları tarihte yaşama ilk kez açarak anavatan haline getiren Kürt ulusunun tarihte var olma hakkına karşı, bir kılıç darbesi olan Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, gerçekte ülkemiz vatandaşlarının tümünün başına salınan bir kılıç darbesi olmuştur. Ülkemiz artık eskisinden çok daha gergindir. Bu gerginlik, yaşamın her alanında akıl almaz sonuçlarla karşımızda duracaktır.
Bu darbe hepimizin başına vurulmuştur. Ortak ülkemizi iç savaşa sürüklemek isteyenlerin adalet ve güvenlik duygularımızı da silip süpüren bu kararlarına karşı durmak hepimizin görevidir. Gelecek için bir kaygı taşıyan her vatandaşın bu kararlara karşı tepkisini bir biçimde belirlemesi gerek.
Kürt halkı, bu karar karşısında sessiz kalmayacaktır. Anadolu’nun ezilen tüm halkları ve emekçileri Kürt halkının yanında olacaktır. Bu kararları alanları büyük bir kefaret ödemesi beklemektedir. l. Dünya Savaşı’nın kefareti Lozan’la tamamlanmıştır. Bu kez Lozan’ı arayıp da bulamayacaklardır.
Farklılıklarımızın yaşam çabalarına ayrılıktan başka bir yol bırakmayanlar, bölücülüğü başka yerde aramasınlar. Bu ülkede özgün örgütlenmemizle, özgür mücadelemizle demokrasi için omuz omuza olma kaderini ülkemizin tüm halklarıyla bir demokrasi inşasına sunmak üzere yola çıkmamız zorunlu olmuştur.
Ortak ülkemizin barış içinde birlikte yaşama direncine bu kararla indirilen darbe, rüzgar ekenlerin, fırtına biçmesine yol açacaktır. Yeni bir yıkımın kapısını aralayanlar, yaptıkları savaş çığırtkanlığının sonuçlarına da katlanacaklardır.
Son olarak diyorum ki; kurumları savaş arayan bir ülke, barışı kuramaz…
. "Savaş, bulduğu ülkeyi bir daha bırakmaz." BURKE’
11 Aralık 2009
Anayasa Mahkemesi yine siyasetin orta yerinde milliyetçi reflekslerini gösterdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir zaman demokratik olmadığı ve olamayacağını ilan etti.
11 Aralık 2009 Cuma günü bir kara gün olarak ülkemize doğdu. Türkiye vatandaşlarının, gizli oy açık sayımıyla ortaya koyduğu iradesini, seçtiği milletvekillerini ve onların adına demokrasi talebinden başka bir amacı olmayan barış ve kardeşlik partisi “DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ”ni (DTP) kapatma kararı aldı. Bu karar ülkemizde bir süredir umutla sürdürülen ve toplumun geniş kesimlerince de desteklenen “Demokratik Açılım” çabalarını da katletti.
Üç kuşaktır demokrasi mücadelesi uğruna özveriyle direndik. Bu yolda ülkemizin en dinamik kesimleri etkince yer aldı. Devlet köhnemiş statüleriyle demokrasinin ikamesine geçit vermedi. Demokratik açılım çabalarına verdiğimiz desteğin belli bir noktadan sonra tıkanacağı da belliydi. Bu devlet demokratikleşmeyi içine sindirmeyecek kadar ilkel statülerin milliyetçi kurum ve kuruluşların devletiydi.
Bu devleti oluşturan temel kurumlardan biri olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı da bu gerçeği gözler önüne serdi.
Bu karar kuşaklar boyu sürecek bir kanlı çatışmanın iplerini çözmüştür. Kin ve nefret tohumlarının ekilmesini isteyenler, iç savaşla ülkemizin tüm imkanlarını heder etmek isteyenler bu kararın arkasında durmaktadır. Bu kararlar Anayasa Mahkemesi’nin değil tek taraflı sokakların kararıdır. Milliyetçi-ırkçı reflekslere ait bir duyarsızlık, sorumsuzluk kararıdır.
Anayasa Mahkemesi bu kararıyla ortak ülkemizi temsil yetkisinde bitmiştir. Bir ülkeyi herkes için vatan yapan kurumlar, tek boyutlu bir milliyetçilikle kararlarını alıyorlarsa orada ortaklık adına bir şey kalmamış demektir; birlikte, barış ve güven içinde yaşamın koşulları kalmamış demektir. Anayasa Mahkemesi ve Kürt halkının biricik nefes borusu olan bu siyasi pencereden kendini ifade etmesine geçit vermeyenler ülkemizin kanlı bir batıklığa sürüklenmesini isteyenlerdir. Böylesine bir tarihi sorumsuzluğun vebali altında kalanlar, Osmanlıyı l. Dünya Savaşı’na sürükleyenlerle aynı çamurdandır; darbeci, ittihatçı akıl ilkelliği, Anayasa Mahkemesi’nin yargıyı ve adaleti kirleten bu kararında tecelli etmiştir.
Bu karar aynı zamanda tüm annelerin gözyaşına son vermek isteyen tüm iyi niyetlere bir kılıç darbesi oldu. Katliam politikalarına Dersim katliamı örneğinde olduğu gibi yeşil ışık verildi. Gelecek kuşakları birbirine kırmayı amaçlayan, ilkel milliyetçi bilinçaltı birikimlerine bir halka daha ekleyen bu karar, bu topraklarda demokratik yaşam yönünde umutların yeşermesini katletmiştir.
Bu kararla, “farklı olanlar, ayrı varlıklar, ayrı etnik yapı ve inançlar bu ülkede yaşayamaz” denmiş odu.. Tek boyutlu algıların Osmanlı aklı artıklarının 21. yüzyılda “kılıç hakkı” dayatması anlamına gelen bu kararla varacakları tek sonuç, bölücülüklerini tescil etmekten ibarettir.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı bir kılıç hakkı artığıdır. “Kılıç Hakkı” bir Ortaçağ zorbalığıdır. Hiçbir çağdaş içeriğe sahip değildir. Osmanlı’dan ve onun “fetihler arkasından serserice sürüklenen” toplumsal yaşam tarzına karşı “Yurtta Barış Cihanda Barış” ve “kendi üreten ve kendi tüketen” alternatifinin farklı bir planla kurulduğu iddiasının 86 yıl sonra bile kocaman bir yalan olduğu açığa çıkmıştır. Cumhuriyet 21. yüzyılda da barbarlık kararları almaktan çekinmemektedir.
Tüm insanlığın kabul ettiği değerlere karşı; ana dille konuşma hakkına, eğitim ve kültür faaliyeti yapma hakkına, ulusların, hatta kültürel toplulukların kaderlerini belirleme hakkına, ortak ülkemizde tarihin en derin çağlarından bu yana kendi topraklarında yaşayan ve bu toprakları tarihte yaşama ilk kez açarak anavatan haline getiren Kürt ulusunun tarihte var olma hakkına karşı, bir kılıç darbesi olan Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, gerçekte ülkemiz vatandaşlarının tümünün başına salınan bir kılıç darbesi olmuştur. Ülkemiz artık eskisinden çok daha gergindir. Bu gerginlik, yaşamın her alanında akıl almaz sonuçlarla karşımızda duracaktır.
Bu darbe hepimizin başına vurulmuştur. Ortak ülkemizi iç savaşa sürüklemek isteyenlerin adalet ve güvenlik duygularımızı da silip süpüren bu kararlarına karşı durmak hepimizin görevidir. Gelecek için bir kaygı taşıyan her vatandaşın bu kararlara karşı tepkisini bir biçimde belirlemesi gerek.
Kürt halkı, bu karar karşısında sessiz kalmayacaktır. Anadolu’nun ezilen tüm halkları ve emekçileri Kürt halkının yanında olacaktır. Bu kararları alanları büyük bir kefaret ödemesi beklemektedir. l. Dünya Savaşı’nın kefareti Lozan’la tamamlanmıştır. Bu kez Lozan’ı arayıp da bulamayacaklardır.
Farklılıklarımızın yaşam çabalarına ayrılıktan başka bir yol bırakmayanlar, bölücülüğü başka yerde aramasınlar. Bu ülkede özgün örgütlenmemizle, özgür mücadelemizle demokrasi için omuz omuza olma kaderini ülkemizin tüm halklarıyla bir demokrasi inşasına sunmak üzere yola çıkmamız zorunlu olmuştur.
Ortak ülkemizin barış içinde birlikte yaşama direncine bu kararla indirilen darbe, rüzgar ekenlerin, fırtına biçmesine yol açacaktır. Yeni bir yıkımın kapısını aralayanlar, yaptıkları savaş çığırtkanlığının sonuçlarına da katlanacaklardır.
Son olarak diyorum ki; kurumları savaş arayan bir ülke, barışı kuramaz…
. "Savaş, bulduğu ülkeyi bir daha bırakmaz." BURKE’
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder