25 Aralık 2009 Cuma
İSYAN VE DİRENİŞ GELENEĞİNİN TEMSİLCİLERİYİZ
Mehmet GÜZEL
Sevgi DENİZ
25 Aralık 2009
Bizler, yangın yeri bir coğrafyanın devrimcileriyiz. Kuşağımız, olağanüstü koşulların kuşağıdır. Bir bildirinin, tek cümlelik bir mesajın halka duyurulması için canların verilmesinin gerekebildiği bir dönemin failleriyiz. Nice yoldaşımız bildiri dağıtırken, nicesi de duvar yazılamaları yaparken vurulup öldürülmüştür. Nitekim 12 Eylül faşizminin ilk direniş şehidi Hasan İnci yoldaşımız da halkımızı 12 Eylül faşist cuntasına karşı direnişe çağıran bildiriyi İskenderun’da dağıtırken jandarma kurşunlarına hedef olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de nerede yangın varsa biz oradayız. İsyanlardan, bin bir emekle büyüttüğümüz mücadele aşkından, özgürlük tutkusundan damıtılmış direncimizle, her türlü zulme meydan okumaya devam etmekteyiz.
Beynimizin yıkanmış olmasıyla suçlanmışızdır hep. Olabilir! Beynimiz bencilliğin-bireyselliğin soysuz düşüncelerinden yıkanmıştır! İnsanların birbirlerinin sırtına basıp yükselme hırsından arındırılmıştır! İhanet ve çirkeflik duygularından temizlenmiştir! Bu anlamıyla insanlığın ilerici değerleriyle dupduru, tertemiz bir beynin düşünce sistemine sahip olmuşuz. Tertemiz ideallerle yola çıkmışız. İnsanlığın yaşanabilir dünyasını yaratmak içindir mücadelemiz. Sınıfsız, sömürüsüz, adil, barışçıl, eşitlikçi bir dünya ve özgür bireyler yaratmaktır hedefimiz. Halklarımızın özgür, demokratik sistemini kurmak içindir kavgamız. Emeğin hakkının gasp edilmesine karşıdır mücadelemiz. Zalimlerin zulmünü yok etmek içindir savaşımız.
Bizler, Şeyh Bedreddinlerden Seyit Rızalara, Mustafa Suphilerden İbrahim Kaypakkayalara, Mahirlerden Denizlere uzanan bir isyan ve direniş geleneğinin temsilcileriyiz. Bizler, şehit yoldaşlarımız gibi girdiğimiz onlarca çatışmanın herhangi birinde ölebilirdik. İçinde yer aldığımız onlarca eylemin, etkinliğin herhangi birinde düşebilirdik. Ya da geçirildiğimiz işkence tezgâhlarından sağ çıkamayabilirdik. Biz kendi kuşağımız içerisinden tesadüfen yaşayanlarız.
Bu yanıyla bakıldığında, ülkemiz özgülünde demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesinde çok bedel ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Ödenen bu bedellerin en yücesi de şehitliktir. Şehitlerimiz mücadelemiz içerisinde en fedakârlarımızdır. Çünkü onlar, en değerli varlıklarını/canlarını bu mücadelede feda ettiler. Hem de kimse onları buna zorlamamışken, hiçbir şahsi beklenti içerisinde olmadan… Bunu açıklayacak tek değer; inançtır. Bu anlamda şehitlerimiz, mücadelemiz ve bu uğurda ödenen bedeller içerisinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Kimileri bildiri-yayın dağıtırken… Kimileri bir askeri eylemde… Kimileri sürgünde… Kimileri enternasyonalist dayanışma içerisinde başka ülkelerin halklarının özgürlük mücadelesine omuz verirken şehit düştüler. Örneğin Filistin şehitleri, İsrail siyonizmine direnen Filistin halkıyla omuz omuza savaşmış ve bu savaşta şehit olmuşlardır. Bizler, evrensel değerleri benimsemiş ve evrensel sorunları kendilerine dert edinmiş bir kuşağın devrimcileriyiz. Bu yüzden dünyanın neresinde bir acı varsa yüreğimizi sızlatmıştır. Nerede bir haksızlık varsa isyan yanımızı kabartmıştır. Nerede bir zulüm varsa direnişimiz orada boy vermiştir. Nerede bir dost/yoldaş varsa sevgimiz oraya akmıştır. Yüreğimiz sınır tanımamıştır. Ülke sınırları içerisinde binlerce şehit yoldaşımızın yatıyor olmasının yanında bir de ülke sınırları dışında bir “Şehitler Mezarlığı” olmasının anlamı budur.
Ödenen onca bedelin hiçbiri boşuna değildi. Demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesinde ödenen en ufak bedel bile boşuna değildir. Tam tersine, ödenmiş bedeller sayesinde bugünün demokrasi ve özgürlük mücadelesi yükseltilmektedir. Bu uğurda harcanan her emek, verilen her çaba, ödenen her bedel özgürlük, demokrasi ve devrim mücadelemizin yolunu döşeyen bir değer olmuştur. Bu değerler sayesinde mücadelemiz ilerlemektedir. Şeyh Bedreddinler olmasaydı Mustafa Suphiler olmazdı, Şeyh Saitler olmasaydı Mahirler, Denizler olmazdı. Kızıldereler olmasaydı Kemal Pirler, Mazlum Doğanlar olmazdı. Onlar olmasaydı Özgürlük Mücadelesi olmazdı. Dün olmasaydı bugün olmazdı. Bugün olmasa yarın da olamaz. Ortak ülkemizin demokratikleşmesi ve tüm halklarımızın özgürleşmesi hedefine ulaşıncaya kadar da bu mücadele devam edecektir. Şehitlerimizin bizden beklediği budur.
Tam da bu noktada vurgulanması gereken önemli bir gerçek var. Şehitlerimiz kendi dönemlerinin aktif mücadelesi içerisinde yer alırken sonuna kadar kararlı ve inançlıydılar. Gerektiğinde bir an bile düşünmeden hayatlarını ortaya koymakta tereddüt etmediler. Bunu yaparken hiçbirimizin şahsi beklentisi yoktu, olamazdı. Nasıl olsun? Hangi birimiz şahsi bir çıkar karşılığı yaşamını feda edecek bir pratik içerisinde olabilir ki? Bu, yaşamın doğallığına aykırıdır. Onca zulüm, cezaevi, işkence, sürgün, çekilen onca acıda nasıl bir şahsi çıkar olabilir? Kim, her hangi bir maddi çıkar karşılığında aylarca, günlerce hatta bir gün bile olsa ağır işkencelere katlanabilir? Yaşamları dâhil, bu kadar ağır bedelleri ödemeyi sadece halklarının kurtuluş mücadelesine inanmış, erdemli, direngen ve sonuna kadar adanmış insanlar göze alabilir.
İnsanlık önemli bir dönemeçten geçmektedir. Toplumun her kesiminde büyüyen tepkileri örgütleyerek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yükseltilmektedir. Bizler de bu bağlamda Kürt, Arap, Laz, Ermeni, Çerkez ve bütün ülke halklarımızın kimlik haklarının ve bu haklar uğruna verdikleri mücadelenin yanında durmaya devam edeceğiz.
Siyasal faaliyetlerimiz kapsamında şehitlerimizi anmak elbette ki çok büyük bir önem taşıyor. Ama neticede anma etkinliklerimiz simgeseldir. Bu simgesel anmaları yapmak önemlidir. Ama sırf anma olarak kaldıklarında hiçbir şey ifade etmiş olmazlar. Şehitlerimizi yaşatmanın en önemli yolu bu anmaların mücadeleyle birlikte yürütülmesidir. Şehitlerimizin uğruna öldükleri mücadeleyi yürütmek asıl olandır.
Yaşam durağan değildir. Sürekli gelişim ve değişim halindedir. Mücadelenin şekli de bu gelişim ve değişime uygun olarak değişmek ve gelişmek zorundadır. Ancak günümüzün gereklerine uygun güncellenmiş devrimci mücadele halklarımızın yaşamsal sorunlarına yanıtlar üretebilir. Bunca niteliksel değişim ve gelişimin karşısında kendini yenileyemeyen bir mücadele anlayışı, çağın gelişimi karşısında devrimci değil, gerici bir niteliğe düşer. Bir yanıyla diyebilirim ki şehitleri anlamanın ve bıraktıkları mirası günümüz kuşaklarına aktarmanın en anlamlı yolu, uğrunda canlarını verdikleri mücadeleyi günün gereklerine uygun güncelleyerek sürekli kılmak ve kuşak yoldaşları olarak her gün aktif mücadelenin içerisinde yer almaktır. Bıraktıkları yerden devam eden bizler, ancak mücadele aşkıyla örülmüş bir yaşam biçimi içerisinde olursak onlara layık olabiliriz. Ancak devrimci siyasal mücadeleyi yaşamımızın merkezine koyarak ve bunun gereklerini yerine getirerek, şehitlerimize karşı görevlerimizi yerine getirebiliriz.
Bunun tersi kendini inkârdır, geçmişine sırt dönmektir. Bir diğer ifade ile geçmişinden, tarihinden ve geçmiş mücadelesinden pişmanlık duymaktır. Bu ise büyük bir alçalmadır. Pişmanlık zayıf kişiliklerin yuvalandığı bir duygudur. Kendinden emin olmayan, tavrını bilinciyle desteklemeyen ve duyguların sürüklemesiyle savrulmuş kişilerin limanıdır nedamet. Bu anlamda devrimci kişilikle hiçbir kesişme noktası olamaz. Bilinçle ve derin bilgi birikimiyle oluşturulmuş bir devrimci kişilik yaşamın sonuna kadar gelişen ve değişen koşullara uygun şekilleniş ile mücadelesini yürüten kişiliktir. Böylesi bir kişilik her çağın ve her dönemin devrimci karakterini içinde taşır. Şehitlerimizin uğruna mücadele ettikleri değerlerin gerektirdiği kişilik işte bu devrimci kişiliktir.
Sevgi DENİZ
25 Aralık 2009
Bizler, yangın yeri bir coğrafyanın devrimcileriyiz. Kuşağımız, olağanüstü koşulların kuşağıdır. Bir bildirinin, tek cümlelik bir mesajın halka duyurulması için canların verilmesinin gerekebildiği bir dönemin failleriyiz. Nice yoldaşımız bildiri dağıtırken, nicesi de duvar yazılamaları yaparken vurulup öldürülmüştür. Nitekim 12 Eylül faşizminin ilk direniş şehidi Hasan İnci yoldaşımız da halkımızı 12 Eylül faşist cuntasına karşı direnişe çağıran bildiriyi İskenderun’da dağıtırken jandarma kurşunlarına hedef olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de nerede yangın varsa biz oradayız. İsyanlardan, bin bir emekle büyüttüğümüz mücadele aşkından, özgürlük tutkusundan damıtılmış direncimizle, her türlü zulme meydan okumaya devam etmekteyiz.
Beynimizin yıkanmış olmasıyla suçlanmışızdır hep. Olabilir! Beynimiz bencilliğin-bireyselliğin soysuz düşüncelerinden yıkanmıştır! İnsanların birbirlerinin sırtına basıp yükselme hırsından arındırılmıştır! İhanet ve çirkeflik duygularından temizlenmiştir! Bu anlamıyla insanlığın ilerici değerleriyle dupduru, tertemiz bir beynin düşünce sistemine sahip olmuşuz. Tertemiz ideallerle yola çıkmışız. İnsanlığın yaşanabilir dünyasını yaratmak içindir mücadelemiz. Sınıfsız, sömürüsüz, adil, barışçıl, eşitlikçi bir dünya ve özgür bireyler yaratmaktır hedefimiz. Halklarımızın özgür, demokratik sistemini kurmak içindir kavgamız. Emeğin hakkının gasp edilmesine karşıdır mücadelemiz. Zalimlerin zulmünü yok etmek içindir savaşımız.
Bizler, Şeyh Bedreddinlerden Seyit Rızalara, Mustafa Suphilerden İbrahim Kaypakkayalara, Mahirlerden Denizlere uzanan bir isyan ve direniş geleneğinin temsilcileriyiz. Bizler, şehit yoldaşlarımız gibi girdiğimiz onlarca çatışmanın herhangi birinde ölebilirdik. İçinde yer aldığımız onlarca eylemin, etkinliğin herhangi birinde düşebilirdik. Ya da geçirildiğimiz işkence tezgâhlarından sağ çıkamayabilirdik. Biz kendi kuşağımız içerisinden tesadüfen yaşayanlarız.
Bu yanıyla bakıldığında, ülkemiz özgülünde demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesinde çok bedel ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Ödenen bu bedellerin en yücesi de şehitliktir. Şehitlerimiz mücadelemiz içerisinde en fedakârlarımızdır. Çünkü onlar, en değerli varlıklarını/canlarını bu mücadelede feda ettiler. Hem de kimse onları buna zorlamamışken, hiçbir şahsi beklenti içerisinde olmadan… Bunu açıklayacak tek değer; inançtır. Bu anlamda şehitlerimiz, mücadelemiz ve bu uğurda ödenen bedeller içerisinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Kimileri bildiri-yayın dağıtırken… Kimileri bir askeri eylemde… Kimileri sürgünde… Kimileri enternasyonalist dayanışma içerisinde başka ülkelerin halklarının özgürlük mücadelesine omuz verirken şehit düştüler. Örneğin Filistin şehitleri, İsrail siyonizmine direnen Filistin halkıyla omuz omuza savaşmış ve bu savaşta şehit olmuşlardır. Bizler, evrensel değerleri benimsemiş ve evrensel sorunları kendilerine dert edinmiş bir kuşağın devrimcileriyiz. Bu yüzden dünyanın neresinde bir acı varsa yüreğimizi sızlatmıştır. Nerede bir haksızlık varsa isyan yanımızı kabartmıştır. Nerede bir zulüm varsa direnişimiz orada boy vermiştir. Nerede bir dost/yoldaş varsa sevgimiz oraya akmıştır. Yüreğimiz sınır tanımamıştır. Ülke sınırları içerisinde binlerce şehit yoldaşımızın yatıyor olmasının yanında bir de ülke sınırları dışında bir “Şehitler Mezarlığı” olmasının anlamı budur.
Ödenen onca bedelin hiçbiri boşuna değildi. Demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesinde ödenen en ufak bedel bile boşuna değildir. Tam tersine, ödenmiş bedeller sayesinde bugünün demokrasi ve özgürlük mücadelesi yükseltilmektedir. Bu uğurda harcanan her emek, verilen her çaba, ödenen her bedel özgürlük, demokrasi ve devrim mücadelemizin yolunu döşeyen bir değer olmuştur. Bu değerler sayesinde mücadelemiz ilerlemektedir. Şeyh Bedreddinler olmasaydı Mustafa Suphiler olmazdı, Şeyh Saitler olmasaydı Mahirler, Denizler olmazdı. Kızıldereler olmasaydı Kemal Pirler, Mazlum Doğanlar olmazdı. Onlar olmasaydı Özgürlük Mücadelesi olmazdı. Dün olmasaydı bugün olmazdı. Bugün olmasa yarın da olamaz. Ortak ülkemizin demokratikleşmesi ve tüm halklarımızın özgürleşmesi hedefine ulaşıncaya kadar da bu mücadele devam edecektir. Şehitlerimizin bizden beklediği budur.
Tam da bu noktada vurgulanması gereken önemli bir gerçek var. Şehitlerimiz kendi dönemlerinin aktif mücadelesi içerisinde yer alırken sonuna kadar kararlı ve inançlıydılar. Gerektiğinde bir an bile düşünmeden hayatlarını ortaya koymakta tereddüt etmediler. Bunu yaparken hiçbirimizin şahsi beklentisi yoktu, olamazdı. Nasıl olsun? Hangi birimiz şahsi bir çıkar karşılığı yaşamını feda edecek bir pratik içerisinde olabilir ki? Bu, yaşamın doğallığına aykırıdır. Onca zulüm, cezaevi, işkence, sürgün, çekilen onca acıda nasıl bir şahsi çıkar olabilir? Kim, her hangi bir maddi çıkar karşılığında aylarca, günlerce hatta bir gün bile olsa ağır işkencelere katlanabilir? Yaşamları dâhil, bu kadar ağır bedelleri ödemeyi sadece halklarının kurtuluş mücadelesine inanmış, erdemli, direngen ve sonuna kadar adanmış insanlar göze alabilir.
İnsanlık önemli bir dönemeçten geçmektedir. Toplumun her kesiminde büyüyen tepkileri örgütleyerek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yükseltilmektedir. Bizler de bu bağlamda Kürt, Arap, Laz, Ermeni, Çerkez ve bütün ülke halklarımızın kimlik haklarının ve bu haklar uğruna verdikleri mücadelenin yanında durmaya devam edeceğiz.
Siyasal faaliyetlerimiz kapsamında şehitlerimizi anmak elbette ki çok büyük bir önem taşıyor. Ama neticede anma etkinliklerimiz simgeseldir. Bu simgesel anmaları yapmak önemlidir. Ama sırf anma olarak kaldıklarında hiçbir şey ifade etmiş olmazlar. Şehitlerimizi yaşatmanın en önemli yolu bu anmaların mücadeleyle birlikte yürütülmesidir. Şehitlerimizin uğruna öldükleri mücadeleyi yürütmek asıl olandır.
Yaşam durağan değildir. Sürekli gelişim ve değişim halindedir. Mücadelenin şekli de bu gelişim ve değişime uygun olarak değişmek ve gelişmek zorundadır. Ancak günümüzün gereklerine uygun güncellenmiş devrimci mücadele halklarımızın yaşamsal sorunlarına yanıtlar üretebilir. Bunca niteliksel değişim ve gelişimin karşısında kendini yenileyemeyen bir mücadele anlayışı, çağın gelişimi karşısında devrimci değil, gerici bir niteliğe düşer. Bir yanıyla diyebilirim ki şehitleri anlamanın ve bıraktıkları mirası günümüz kuşaklarına aktarmanın en anlamlı yolu, uğrunda canlarını verdikleri mücadeleyi günün gereklerine uygun güncelleyerek sürekli kılmak ve kuşak yoldaşları olarak her gün aktif mücadelenin içerisinde yer almaktır. Bıraktıkları yerden devam eden bizler, ancak mücadele aşkıyla örülmüş bir yaşam biçimi içerisinde olursak onlara layık olabiliriz. Ancak devrimci siyasal mücadeleyi yaşamımızın merkezine koyarak ve bunun gereklerini yerine getirerek, şehitlerimize karşı görevlerimizi yerine getirebiliriz.
Bunun tersi kendini inkârdır, geçmişine sırt dönmektir. Bir diğer ifade ile geçmişinden, tarihinden ve geçmiş mücadelesinden pişmanlık duymaktır. Bu ise büyük bir alçalmadır. Pişmanlık zayıf kişiliklerin yuvalandığı bir duygudur. Kendinden emin olmayan, tavrını bilinciyle desteklemeyen ve duyguların sürüklemesiyle savrulmuş kişilerin limanıdır nedamet. Bu anlamda devrimci kişilikle hiçbir kesişme noktası olamaz. Bilinçle ve derin bilgi birikimiyle oluşturulmuş bir devrimci kişilik yaşamın sonuna kadar gelişen ve değişen koşullara uygun şekilleniş ile mücadelesini yürüten kişiliktir. Böylesi bir kişilik her çağın ve her dönemin devrimci karakterini içinde taşır. Şehitlerimizin uğruna mücadele ettikleri değerlerin gerektirdiği kişilik işte bu devrimci kişiliktir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder