25 Aralık 2009 Cuma
DEMOKRASİCİLİK OYUNU VE PARTİ KAPATMALAR
Mehmet GÜZEL
Sevgi DENİZ
25 Aralık 2009
Türkiye, son olarak DTP’nin de kapatılmasıyla birlikte, adeta kapatılmış parti mezarlığına dönüşmüş durumda. Öyle sanıyoruz ki dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar çok parti kapatılmamaktadır. Ülkemiz bu konuda birinciliğe oynamaktadır. Elbette bu durum mizahi yanlar taşımakla birlikte demokratik siyasetin kanallarını tıkıyor olması bakımından da acıdır.
Ülkemizin siyasal sistemi tek boyutludur. Demokrasi ile hiçbir zaman tanışmamıştır. Var olan “demokrasi” görüntüsü ise yapmacık bir parlamentarizmden öteye geçmemektedir. Bu da sisteme muhalif örgütlenmelere yer bırakmayan türdendir. Devlet yapısı da düşünce sistemi de tek boyutludur.
Ulus Türk’tür! Türk ulusu dışında ve hatta Türk ulusundan önce bu toprakları anavatan yapan, tarıma açan uluslar bu “Türklük” algısı içerisinde hapsolmak ve bunun dışında “yok” olmak zorundadırlar! Kendilerini inkâr edip “yok” olmakta ayak direyenler ise fiziken yok edilmekle karşı karşıya kalabilirler! Bu toprakların binlerce yıllık yerleşik halkları kendi kimlikleriyle var olamazlar. Kendi kimliğini ısrarla koruyan ve tanınmasını isteyen halk “bölücüdür” dış mihrakların kuklasıdır!
Dinde de öyle. Tüm nüfusumuz Müslüman’dır! İslam dışında dini inanca yer yoktur bu ülkede. Onda da mezhep Sünni’dir. Farklı mezhepler sapkınlıktır, terbiye edilmelidir, olmazsa katledilmelidir! Tarihimiz bu katledilmelerle fazlasıyla doludur. Kerbela’dan bu yana bu topraklarda kanları akıtılan Aleviler çağdaş dünyamızın normlarına rağmen aynı makûs talihi yaşamaya devam etmektedirler. Osmanlı tarihindeki süreklilik arz eden katliamlardan sonra Dersim, Maraş, Sivas, Çorum, Madımak, Gazi katliamları ve Antakya katliam denemesi yakın tarihimizin mezhepsel katliamlarından örneklerdir. Hafızalarımızda canlılığını yitirmeyen Hıristiyan dini mensuplarına ve ibadet yerlerine yapılan saldırılar diğer örneklerdir.
Yaşam kültürümüz bir bütün olarak tek boyutludur. Böylesi bir tek boyutlulukta parti kapatmalar da çok olağan durmaktadır. Siyasal yaşama, toplumsal var oluşa aykırı duran, kendi kimliğini, siyasal yapısını savunan ve devletin resmi tekçi zihniyetinden ayrışan toplumsal kesimlerin siyaset araçları da tahammül sınırlarının dışında kalmaktadır. Bu toplumsal kesimlerin siyaset sahnesinden uzaklaştırılmalarının ilk elden önlemi; siyasal araçlarının yok edilmesidir. Ve yeniden örgütlenmelerinin, yani kendilerini ifade etme araçlarının önünü mümkün olduğu kadar tıkamaktır.
DTP’nin varlığı demokrasinin yeşerebileceğine dair umutlar için bir şanstı. DTP, ülkemizin ve halklarımızın temel sorunlarının siyasal yollarla çözümü yönünde önemli araçlardan bir tanesiydi. Bu olanak, sadece halklarımız için değil egemenler için de önemli bir fırsattı. DTP, bu devletin kendi tarihi boyunca askeri araçlarla çözemediği sorunları demokratik siyaset bağlamında çözmenin bir umuduydu. DTP’yi kapatmış olmakla sistem, tüm “demokratik açılım” iddialarına rağmen demokratik dili konuşmaya henüz hazır olmadığını ortaya koymuş oldu.
Öncelleri gibi, Kürt halkının siyaset kanallarından biri olarak DTP, ortak ülkemizin halkları adına demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren bir parti idi. Bu zorlu mücadeleyi tüm ezilenler adına vermekteydi. DTP’nin varlığı aynı zamanda ülkemiz halklarının susamış olduğu adil ve demokratik barış mücadelesi için de önemliydi. Dolayısıyla bu uğurda mücadele eden partilerin kapatılması barış umutlarına karşı sistemin bir saldırısı olarak da adlandırılabilir.
Sol siyasal partilerin kapatılması özünde devletin tahammülsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Özellikle geldiğimiz aşamada Türkiye bir yol ayrımındadır. Ya geleneksel statükocu devlet yapısının korunmasında ısrarcı olacak, ya da demokratikleşme adımlarında kararlı bir pozisyon sergilemekle yükümlü olacaktır. Ama görülmektedir ki burada da ikircimli bir tutum söz konusu. Bir yandan silahların susturulması talep edilmekte, yasal yollarla hak mücadelesi verilmesi istenmekte, bu doğrultuda güya “demokratik açılım” adımları atılmakta bir diğer yandan halkın yasal siyasetinin önü tıkanmaktadır.
Devlet kendi içinde çatışmaktadır. Bir yanda değişen dünyanın tüm değişimleri olmamış gibi duran bir devlet anlayışı, diğer yanda değişen koşullara uygun bir devlet yapılanması anlayışı. Bir tarafı oluşturan kesim, Osmanlıdan bu yana tek boyutlu dünyaya bakan, inkârcı, ırkçı, katliamcı statükocu kesim. Devletin diğer kesimi ise, değişen dünya, bölge ve ülke koşullarında devletin yeni normlara göre yeniden örgütlenmesi gerektiğini savunan kesim. Her iki kesim de devletin ve mevcut egemenliğin bekası için çırpınan ama yöntemde ayrışan kesimlerdir. Bu iki kesim arasında kıyasıya bir mücadele devam etmektedir. Her iki kesimin de devletin tüm birimlerinde ve hatta toplumun sivil kurumlarında etkinlikleri vardır. “Demokratik Açılım” projesi böylesi bir çatışma ortamında devletin bir kesiminin uygulamaya koymaya çalıştığı bir egemenlik projesidir. Bu proje, Kürt Halk Hareketinin ve tüm demokrasi güçlerinin çeyrek asrı aşan mücadele kararlılığının dayatması sonucu devletin bir kesimi tarafından uygulamaya konmaya zorlanmıştır. Projenin içeriği itibariyle kimi göstermelik haklar verilerek Halk Mücadelesinin etkisiz kılınıp tasfiye edilmesi amaçlandığı halde devletin statükocu kesimi tarafından muazzam bir direnç ile karşılaşmıştır. Devletin kararsızlığı, göstermelik bile olsa demokratik açılımlara bağışıklık geliştirmemiş olması ve kendi içinde çatışmalı olmasındandır. Bu çatışmanın kefaretini halklarımız çekmektedir.
Ama artık Kürt halkı uyanmıştır. Kimlik haklarının, insani temel haklarının bilincine ulaşmıştır. Haklarını kararlıca istemektedir. Bu mücadele Anadolu’nun tüm ezilen halkları adına yürütülen bir mücadeledir. Bundan geri dönülmesi mümkün değildir. Parti kapatmalar, “açılım”da ayak diretmeler boşuna çabalardır. Bu kararlar basiretsiz yöneticilerin ve ikircimli devlet yapılanmasının boş çırpınışlarıdır.
21. yüzyılın dünyasında 12 Eylül anayasasıyla devlet yöneterek “demokrasicilik oynamak” kendini kandırmaya devam etmektir. Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasi ile hiç tanışmamış olan bu rejim henüz içeriği bile belirlenmemiş olan “açılım”ın sözünden bile böylesine tedirgin olup parti kapatma reflekslerine girmektedir. Oysa değişen ve gelişen dünya, sistemleri yenilenmeye zorlamaktadır. Üretici güçlerdeki gelişimin insan yaşamına yansıması, getirdiği teknolojik yenilenmeler ve bunların iteklediği küresel kararlı siyasal mücadeleler, devletleri yenilenmeye zorunlu kılmaktadır. Ülkemizde tüm halklar adına çeyrek asrı aşan demokrasi mücadelesi ve aynı kapsamdaki Kürt Halk Hareketinin yükselen ivmesi demokratikleşmenin temel dinamiğidir.
Bu noktada parti kapatmalar bir bütün olarak devlet gücünün muhalif demokratik güçlere karşı ‘siyasetten uzaklaştırma’ saldırısı olarak tezahür etmektedir. Bu, devletin hiç de yabancısı olmadığımız doğal bir refleksidir. Ancak şu da doğal bir gerçektir ki bu geleneksel yöntem tarihin hiçbir aşamasında sorun çözmediği gibi şimdi de çözmeyecektir. Tam tersine, var olan sorunu derinleştirme işlevi görmektedir.
Hangi düşünceyi temsil ediyor olursa olsun parti kapatmanın karşısında olunmalıdır. Aksi halde demokrasiyi sadece kendimiz için istemiş oluruz ki bugün karşısında durduğumuz zihniyet sadece kendine demokrasi isteyen zihniyetten başkası değildir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder